Dünya Kapısının Anahtarı; Turan Birliği

Tarih boyunca devletler ve toplumlar kendi amaçlarını gerçekleştirmek, varlıklarını başarılı biçimde sürdürebilmek için belli kıstaslara göre oluşan ittifaklar ve bölgesel birlikler kurarak yakın işbirliği yapmışlardır. Günümüzde de durum farklı değildir; Avrupa, Asya ve Amerika’da geniş veya dar kapsamlı birlikler kurulmuş olup, bazıları faal olarak çalışmakta bazıları ise sadece kâğıt üzerinde kalmaktadır.

Devletler genellikle güçlerine güç katmak, ortak rakiplere karşı başarıyla mücadele etmek, ekonomik, askeri, kültürel sorunlara kalıcı çözümler getirmek ve barışı temin etmek gibi amaçlarla bu tür birlikleri tercih etmektedirler. Tarih içinde ikili ve çoklu anlaşmalar bu tür birliklerin ilk prototipleridir. Bu tür ittifaklar ve uzun süreli ortaklıklar olmadan bölgeler ve dünya ölçeğinde her türlü siyasal, ekonomik, kültürel faaliyetin yürütülmesi düşünülemez.

*****

Muhammed SALİH

Geçen yıl Türk dünyasında önemli bir olay yaşandı. “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi”nin adı “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak değiştirildi.

Bu durum bazılarına önemli gelmeyebilir ama uzun yıllar “Türk Birliği” hayali kuran bizim gibi hayalperestler için önemli bir olaydı.

Sovyet ideolojisi bize, Orta Asya Türklerine “Türkî halklar” lakabını taktı. Bizim dilimiz için “Türkî dil” tabirini kullandılar. Bu terimler, Arap milletine “Arabî” ve Fars milletine “Farsî” demek kadar saçmaydı.

Türk dünyasının Entegrasyonuna yönelik ilk adım 2009 yılında Bakü’de atıldı. Bir örgüt kuruldu. Biz çok mutluyduk. Ancak bu teşkilata Ruslar tarafından icat edilen “Türki Dil Konuşan Devletler Konseyi” namını aldı.

Son olarak 2019 yılında bu teşkilata “Türk Devletleri Teşkilatı” adını almıştır.

Bu bizim için gerçekten önemli bir olaydı. Bu Türk zihniyetindeki büyük değişimin sembolik yansımasıydı. Bu “Biz Türkî değiliz, Türk’üz” demekti.

Evet, son yıllarda Türk toplumlarında bu değişimi gözlemliyoruz. Bu değişimin zahiri ifadesi olarak İkinci Azerbaycan-Ermeni Savaşı’nı gösterebiliriz. Bu savaşta Türk halkı tek millet olarak kardeş Azerbaycan’ın yanında yer almıştır.

Elbette idealimiz, arzumuz “Kızıl Elma”dır. Ancak bu arzuyu gerçekleştirmek için duygusal konuşmalardan somut projelere geçmenin zamanı geldi geçti bile. Türk dünyası bizden “Büyük Birleşme” sürecini fiilen başlatmamızı bekliyor…

Geçenlerde Karakalpakistan‘ın Nukus şehrinde ayrılıkçı kalabalık meydana dökülerek bize bir ders verdi. Gerçi bu kalabalığın attığı sloganlar bizim için yeni değildi. Onlarca yıldır marjinaller tarafından dillendirilen bir şeydi. Şahsen, buna hiç dikkat etmemiştim. Ama bu sloganlar ilk kez bir eyleme dönüşerek, birkaç bin kişiyi meydanda topladı ve yerel yönetimden bazı yetkilileri de bu ayrılıkçı gruba açık veya gizli destek verdi.

Bu skandalın arkasında “yabancı parmak” olup olmadığı da elbette bir gün ortaya çıkacak. Fakat kesin olan bir şey var: Türk Dünyasının Entegrasyonu fiilen başlamadığı sürece, Sovyet KGB’nin döşediği “özerk” mayınlar düşmanlarımız tarafından istedikleri zaman patlatılabilir. Nukus ayrılıkçı grubu bu tehlikeyi teyit etti.

Nukus’ta yaşananlar Türk Dünyası Entegrasyonu konusunu ciddi bir şekilde ele alma zamanı geldiğini gösterdi. Ben de dostlarla dar toplantı çemberinde dile getirdiğimiz konuları çekmeceden çıkarıp, onları kamuoyu ile tartışmaya karar verdim.

İLK ADIM

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Türk dünyasının Entegrasyonunu başlatmak için büyük bir fırsat doğdu. Ama biz bu fırsatı kullanamadık.

Doğru, hemen her yıl Türk Dünyası kongreleri yapılıyordu ki bu kültürel ve sosyal açıdan güzel bir başlangıçtı. Ama “ABD ne diyor, Rusya ne diyor?” gibi düşüncelerle bu projelerde siyasi kararlar alamamıştık. 90’ların başı, rakiplerimiz için bir alay konusu oldu.

Bugün alaycılar sessiz.

Neden? Niye?

Çünkü dünyada siyasi konjonktür Türk dünyası lehine değişmiştir. Ve Türk dünyasında uyanış belirtileri görülmeye başlamıştır.

Sadece…

90’lı yılların başından beri Türk Birliği’ni savunan bizler, hep bir şeyin altını çizdik: Türk Birliği’ni gerçekleştirmenin ilk adımı “Ortak Alfabe” ve “Ortak Dil”e sahip olmaktır.

İsmail Gaspiralı “Dilde, düşüncede ve işte birlik” derken, dili tesadüfen ilk sıraya koymamıştır.

Türk dünyası için ortak bir dil olmadan küresel projeleri tartışmak ve uygulamak zordur.

Orta Asya Türkî ülkelerinin Kiril alfabesinden Latin alfabesine geçiş süreci ne yazık ki beklenen sonucu vermedi. Dil bilimcilerimiz liderlerinin egosunu tatmin etmek için onlara “özel ve uygun bir alfabe” yaratmaya çalıştılar. Ve ‘Evrensel Alfabe’ ortaya çıkmadı.

Peki, Türk dünyasının ortak dili ne olacak?

Eğer öyleyse, ne olmalı?

Ortak bir dil, 250 milyondan fazla insanın dili olmalıdır. Bu dil, birbirimizi anlamamızda, bilimde, siyasette, sosyal hayatta, kültürel, dini ve diğer alanlarda kendimizi ifade edebilecek, söz açıdan zengin ve zarif bir dil olmalıdır.

Elbette bütün Türk lehçeleri kelime bakımından zengin ve zariftir.

Nesimi ve Fuzuli’nin Azerbaycan lehçesinde, Abay’ın Kazak lehçesinde ve diğer şairlerin dili, Türkmen şair Mahtumkulu dili, Çağatay (Özbekçe)de Ali Şir Nevai’nin dili veya Manas destanının söylendiği Kırgız lehçesi – şüphesiz zengin ve güzeldirler.

Sadece Ortak Dilimizin bu dillerden farklı bir önemli özelliği daha olmalıdır. Bu dil, Türk halkları tarafından en yaygın kullanılan ve rahat dil olmalıdır.

Böyle bir dilimiz var, bu Türkiye Türkçesidir.

Bu dilin Ortak Dil olarak kullanılması için başka gerekçeler de var:

  1. Dünyada yaklaşık 250 milyon Türk yaşıyor. Bunların yarısından fazlası Oğuz lehçesini konuşur. 85 milyon nüfuslu Türkiye başta olmak üzere, Azerbaycan (İran Azerbaycanları dahil) Türkleri, ardından Türkmenler (Irak Türkmenleri dahil), Gök oğuzlar, Kırım Türkleri, Harezmliler (Özbekistan) ve diğer kabileler – toplam 150 milyon eder.
  2. Türkiye Türkçesi dünyada en çok konuşulan diller içinde yedinci sıradadır. Bugün Türkçe Amerika, Asya ve Afrika’da öğretilmekte ve öğrenilmektedir.

Bu nedenlerden dolayı Türkiye Türkçesi Türk Dünyasının Ortak Dili makamını hak ediyor.

Türk dünyası için bir “Türk Esperanto” icat etmeye gerek yok.

Bu teklifi bir Türkiye Türkü yapsa ganimler Türkiye’nin diğer Türk devletlerine “abilik” yaptığını iddia edecekler. O yüzden bu teklif Türkiye dışındaki Türklerden çıkmalıdır. İşte benim önerim: Türk Türkçesi Türk dünyasının Ortak Dili olmalıdır.

Şimdi gelecekteki Turan Konfederasyonu’nun bir siluetini çizmeye çalışalım.

kirmizilar.com

TÜRK DÜNYASI ENTEGRASYONU (BÜTÜNLEŞMESİ)

Tarih boyunca devletler ve toplumlar kendi amaçlarını gerçekleştirmek, varlıklarını başarılı biçimde sürdürebilmek için belli kıstaslara göre oluşan ittifaklar ve bölgesel birlikler kurarak yakın işbirliği yapmışlardır. Günümüzde de durum farklı değildir; Avrupa, Asya ve Amerika’da geniş veya dar kapsamlı birlikler kurulmuş olup, bazıları faal olarak çalışmakta bazıları ise sadece kâğıt üzerinde kalmaktadır.

Devletler genellikle güçlerine güç katmak, ortak rakiplere karşı başarıyla mücadele etmek, ekonomik, askeri, kültürel sorunlara kalıcı çözümler getirmek ve barışı temin etmek gibi amaçlarla bu tür birlikleri tercih etmektedirler. Tarih içinde ikili ve çoklu anlaşmalar bu tür birliklerin ilk prototipleridir. Bu tür ittifaklar ve uzun süreli ortaklıklar olmadan bölgeler ve dünya ölçeğinde her türlü siyasal, ekonomik, kültürel faaliyetin yürütülmesi düşünülemez.

Farklı adlandırmalar (birlik, federasyon, konfederasyon) altında gerçekleşen bu tür oluşumlar siyasal, ekonomik, tarihsel, kültürel olmak üzere birçok faktöre göre şekillenmektedir. Elbette bu faktörlerin her biri belli ölçüde geçerli olmaktadır.

Bu tür oluşumların en bilinen örneği Avrupa Birliği’dir. Avrupa Birliği’nin tüm sorunlara rağmen başarılı bir proje olduğu görülmektedir.

Avrupa Birliği modeli dışından İngiliz Milletler Topluluğu, Arap Devletleri Birliği, Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği gibi birçok başka birlik/ortaklık projeleri de geliştirilmiştir. Bu projelerin tamamının temelinde birden fazla ilke ve amaç bulunmakla beraber, çok değişik alanlarda varlık göstermekte, birçok farklı konuda ortak tavır içinde bulunmaktadırlar. Ortaklığın başarı oranı ise tarafların gücü, esnekliği, tarihsel arka plan ve özellikle ortak değerlere dayandırılmış olmalarına bağlıdır.

Tarih boyunca uzun süre işbirliği içinde bulunan, birbirlerini yakından tanıyan devletler ve toplumların ittifaklar oluşturması, kendi aralarında birlikler kurması kolay ve çoğunlukla ihtiyaç duyulan bir durumdur. Fakat bazı bölgelerde bu süreçler çok zor ilerler ve epey zaman alır. Buna örnek olarak Orta Asya coğrafyası veya genel olarak Türk dünyası gösterilebilir.

Çok eski çağlardan beri bu geniş bölgede birbiri ardınca büyük devletler kurulmuş veya birbiriyle yakın etnik, ekonomik ve kültürel bağları bulunan toplumların oluşturduğu küçük devletler var olmuştur. Büyük devletler derken öncelikle Hun, Göktürk, Moğol, Tatar, Özbek, Kazak, Kırgız, Uygur gibi Türk ve Moğol asıllı toplulukların bu geniş topraklarda kurdukları devletler kastedilmektedir.

Bu devletlerin tamamının Doğudan Batıya yayılarak bünyesine aldığı toplumların bazıları dil bakımından farklı olsalar da, genel kültür özellikleri bakımından çok yakındılar, ortak değerleri paylaşmaktaydılar. Bunların tamamı kuvvetli birer merkezi yönetim sistemine sahip olmakla beraber, devleti oluşturan toplulukların önemli ölçüde ekonomik ve kültürel özerklikleri vardı. Bundan dolayıdır ki Avrasya bozkırında oluşmuş büyük devletlerin yapısı zaman zaman federatif veya konfederatif yapı olarak tanımlanmaktadır.

Merkezi iktidarın bölgesel ve etnik özelliklere müdahale etmemesi, bağlı toplulukların iç yönetimlerinin, inançlarının, yargı ve kültürel faaliyetlerinin tamamen kendilerine bırakılması bu devletlerde bir gelenekti. Daha sonra bölgeye giren ve bu toprakları kendi bünyesine katan Rusya da ilk dönemlerde bölgesel özelliklere, kültürel ve dini yaşama görece az müdahale etti. Fakat zaman ilerledikçe merkezi yönetimin baskıları sertleşmeğe başladı. 19. yy ortalarından itibaren etnik asimilasyon Rus devlet politikası haline geldi. Çarlık Rusya’nın yıkılıp komünist Sovyetler Birliğinin kurulması İdil-Ural, Kafkas ve Orta Asya bölgelerinde asimilasyon politikalarını, ekonomik ve siyasal baskıları aşırı tırmandırarak daha büyük yıkımlara sebep oldu.

Başlangıçta halkların federasyonu olarak kurulduğunu iddia etse de, sonuçta aşırı merkeziyetçi ve baskıcı bir düzen olan Sovyetler Birliği döneminde bölge halklarının tarihsel işbirliği deneyimi, etnik akrabalık bağları, kültür ortaklığı planlı biçimde yok edildi. Bu bağlar öylesine koparıldı ki; Sovyetler dağılıp yerine bağımsız Cumhuriyetler kurulduğunda bu bağlar neredeyse unutulmuş durumdaydı. Yalnız yakın komşu olan topluluklar birbirini bir miktar tanıyor gibiydi. Orta Asya halklarının etnik, tarihsel, kültürel bağlarına verilen hasar sonucunda bu halklar 1991 sonrasında yeniden bir araya gelerek basit işbirliği modelleri geliştirmekte bile zorlandılar. Çünkü asimilasyon politikaları sonucunda etnik akrabalık tartışmalı hale getirilmiş, kültürler yozlaştırılmış, hakların birbirine güveni planlı biçimde aşındırılmıştı.

Oysa daha yakın geçmişe kadar bunlar aynı dili konuşan, aynı kültürü paylaşan halklardı. Herhalde bu tarihsel bilincin tamamen yıkılamamış olması ve de ekonomik ihtiyaçlar ile coğrafi koşulların dayatması sonucu, bölge halkları yakın işbirliği yapmak, ortaklık kurmak yönünde arayışlara girmek zorunda kaldılar. 90’ların başından itibaren değişik adlar altında değişik ortaklık modelleri önerildi. Fakat hiçbirisi kalıcı ve işlevsel olamadı.

Bu başarısızlığın elbette birçok sebebi vardı. En önemlisi de önerilen projelerin tarih içinde denenmiş olan siyasal, ekonomik, jeopolitik, kültürel gerçeklere dayandırılmasıdır. Bu projeler bazen iç politika aracı olarak, bazen komşuları sıkıştırmak için, bazen sırf kendi siyasal iddialarına alan açmak için bölge liderleri tarafından ortaya atılmıştır. Gelinen nokta itibarıyla bu bölgede kalıcı bir işbirliği modelinin oluşturulamadığı görülmektedir. Ve birçok gözlemci de bunun yapılamayacağına inanmaktadır.

Fakat gerçekten böyle mi? Bu bölgede devletler arasında kalıcı bir ortaklık/birlik kurulamaz mı? Kurulabilirse nasıl kurulur?

Bizce bölgede ortaklık/birlik kurulması konusunda gerçekte var olan imkânların önemli bir kısmı denenmemiş, konu ciddiyetle ele alınmamıştır. Ayrıca bu konuda siyasal elitlerin tamamı katkıda bulunmadığı gibi, sivil toplumun gücünden de yararlanılmamıştır.

Bu konuda neden iyimser olduğumuzu, hatta bu birliğin kurulmasının neden kaçınılmaz olduğunu aşağıda birkaç madde halinde açıklayacağız.

  • BÖLGENİN TANIMI VE ADI

Bahsettiğimiz bölgenin omurgasını, Doğu-Batı yönünde Moğolistan’dan Macaristan’a kadar uzanan Büyük Bozkır/Avrasya Bozkırı oluşturmaktadır. Bölgenin tarihsel adı kaynaklarda “Turan” olarak geçmektedir. Günümüze kadar ulaşan Eski ve Ortaçağ kaynaklarında, Turan adı Sibirya’nın Orta ve Güney kısımlarını da içine almaktadır. Ortaçağ sonlarına doğru (ilginçtir ki Modern Çağda da) Turan kavramı genellikle Türk veya biraz daha geniş anlamda Ural-Altay kökenli kavimlerle özdeşleştirilmiş ve 20. yy başlarından itibaren esasen bu anlamıyla yeniden hayat kazanmıştır.

Bu dönemde Macaristan’da yayınlanmaya başlayan Turan Dergisinin de bu gelişmelere önemli katkıları olmuştur. Kısaca özetlersek Turan kavramı günümüzdeki haliyle Avrasya anakarasının Kuzey-Güney ve Doğu-Batı eksenlerinde yaklaşık orta kısmı içine almakta olup İdil-Ural, Büyük Bozkır, Kafkaslar, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri/Türkistan, Orta ve Güney Sibirya, Moğolistan ve Doğu Türkistan gibi alt bölgelerden oluşmaktadır.

Günümüzde bu bölge Türkiye kaynaklarında genel olarak Türk Dünyası veya Avrasya olarak adlandırılmaktadır. Bu adlandırmaların ikisi de tarihsel ve coğrafi gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Özellikle Avrasya tanımına son dönemlerde aşırı siyasi içerik yüklendiğinden anlam aşımına uğramaktadır. Hatta Rusya’da bazı çevreler ve Yeni-Avrasyacı yazarlar Avrasya-Rusya tanımını Turan yerine kullanarak terminolojik kargaşa oluşturmakla beraber, bölgeye sonradan girmiş olan Rusya’yı bölgenin asli unsuru olarak sunmaktadır. Bu yaklaşımın tarihsel veya etnolojik hiçbir temeli yoktur. Aslında 1920’lerde geliştirilen klasik Avrasyacı yaklaşım burasının Turan olduğunu, Rus kültürünün de Slav-Türk-Moğol sentezinin bir ürünü olarak ortaya çıktığını kerhen de olsa kabul ediyordu. Dolayısıyla coğrafi olarak Avrasya bozkırı olarak tanımlanan Büyük Bozkırın da bu bakımdan Turan Bozkırı olarak tanımlanması doğru bir yaklaşımdır. Sonuç olarak günümüzde daha fazla anlam kargaşasına yol açmamak için sırf coğrafi veya siyasi tanımlamaları (ki çoğu yapay olarak üretilmiştir) bir tarafa bırakıp, tarihsel kaynaklarda geçen ve bölge halkının da eskiden beri kullanmakta olduğu “Turan” adını kullanmanın daha doğru olacağını düşünüyoruz.

  • BÖLGENİN SOSYOKÜLTÜREL YAPISI

Turan toprakları eskiden beri kalabalık halk kitlelerini barındırmıştır. Bu kitleler arasında Ural-Altay dillerine mensup kesimler ezici çoğunluğu oluşturmakla beraber, farklı dönemlerde İran ve Slav kökenli gruplar da görülmüştür. Araştırmalara göre bu gruplar yerli Turan halklarıyla birer sentez oluşturarak yaşadıkları sürece herhangi bir sorun çıkmamış, önemli etnik ve mezhep savaşları ise hiç yaşanmamıştır. (Bölgedeki savaşların temel sebebi hep ekonomik veya siyasidir).

Turan halkları dil, din, tarih ve kültür ortaklığına sahip, çoğunlukla akraba halklardır. Kültürel değerler genellikle ortaktır, siyaset, hukuk, ekonomi, sanat gibi alanlardaki uygulamalar hemen hemen aynıdır. Bunun sebebi söz konusu halkların aynı kökenden gelmeleri, ata mirasını benzer koşullarda sürdürmeleridir. Farklı etnik kökenlerden gelen topluluklar da uzun süre bölge halklarıyla iç içe yaşamış olduklarına göre etkileşimler sonucunda değerler de ortak hale gelmiştir.

Günümüzde özellikle tarih olarak Türkistan diye adlandırılan topraklarda, 5 cumhuriyet bulunmaktadır. Bunlardan dördü Türk (Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan), diğeri ise kalabalık bir Türk kitlesini içinde barındıran (nüfusun yaklaşık yarısı Özbek Türkleridir) Tacikistan’dır.

Turan’ın güneybatı kesiminde, Kafkas, Anadolu ve Akdeniz coğrafyalarında ise Türkiye, Azerbaycan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vardır. 1990’lardan beri Azerbaycan-Türkiye ilişkilerini özetlemek için kullanılmaya başlayan “Bir millet iki devlet” sloganının yanı sıra son zamanlar kullanılmaya başlayan “Bir millet 7 devlet” sloganı bu durumu ifade etmektedir.

Turan sosyokültürel yapısı içinde “Türk” kimliği artık eski statüsüne kavuşmaktadır. Sovyet döneminde acımasız bir asimilasyona tabi tutulan, kimliksizleştirilen Türk toplumları, özellikle genç kuşaklar bu kimliğe sahip çıkmakta, hemen tüm Türk Cumhuriyetlerinde ve Özerk bölgelerde sivil toplum kuruluşları, sosyal medyada oluşturulan sayısız gruplar bu konuyu sürekli canlı tutmaktadırlar. Birçok yerde Turan Birliği, Türk Birliği, Türk Konfederasyonu vb. adlar altında Turan toplumlarının tam veya kısmi birliği yönünde faaliyet gösteren oluşumlar kurumsal olarak faaliyetlerini yürütmektedir.

  • COĞRAFİ KONUM

Türk dünyasının batı ucu Kafkas ve Anadolu’da Karadeniz ile Akdeniz’e yaslanmaktadır. Orta Asya bölgesi ise tipik kara iklimine sahiptir. Buradaki ülkelerin denize çıkışı yoktur, insanların ve malların hareketi birden fazla ülkenin topraklarından geçiş yapılmasını gerektirmektedir. Bu topraklarda doğal kaynaklar dağılımı, Aral Gölü ve büyük nehirler örneğinde de görüldüğü üzere birden fazla ülke için ortaktır. Dolayısıyla buralarda su kaynaklarının kullanımı, nakliye koridorlarının oluşturulması, enerji projeleri gibi hayati projeler bölge devletleri arasında sıkı işbirliğini zorunlu kılmaktadır.

  • JEOPOLİTİK KONUM

Kuzey Güney ve Doğu Batı ekseninde Avrasya anakarasının ortasını oluşturan Turan toprakları jeopolitik açıdan genellikle hassas stratejik öneme sahiptir. Özellikle Orta Asya cumhuriyetleri bölgesi büyük güçler (ABD, Rusya ve Çin) arasında bir çeşit “denge noktasını” oluşturmaktadır. Bu bölge dünya barışı ve dünya egemenliği açısından da büyük önem ifade ettiğindendir ki ta ilk jeopolitik kuramlardan başlayarak “heartland” (dünyanın kalbi) olarak adlandırılmaktadır. Jeopolitik açıdan, Afganistan da bu bölge kapsamında ele alınmalıdır. Bölgedeki Rusya-Çin rekabeti bilinen bir husustur, bu iki bölge arasındaki devletlerin zaman içinde bütünleşerek Turan Birliği’ni oluşturması dünya barışına en önemli katkıyı sağlayabilir.

Jeopolitik ve dünya barışı açısından bakıldığında Orta Asya’nın ilginç bir özelliği dikkat çekmektedir: buraya dışarıdan gelen güçler kalıcı bir egemenlik kuramamış, fakat bölgeden çıkan devletler kısa zaman içinde büyümüş ve çevreyi de etkisi altına alarak kalıcı bir barış ortamını sağlamıştır. Örneğin bölgeye gelen yabancı güçlerin ilki olarak bilinen İskender orduları bu toprakların bir kısmını hızla istila etse de, buralara egemen olamamış, bölge halkları ve kültürleri üzerinde kalıcı bir etki bırakmamıştır.

Modern Çağda bölgeye gelerek bir süre egemenlik kurmuş olan Rusya’nın durumu da çok farklı değildir. Rusya’nın bölgeye egemen oluşunun 2 önemli nedeni vardı.

  1. Moskova merkezli Rus devleti önemli ölçüde Türk-Moğol etkisi altında gelişmiş olup, Doğu ve Güney yönlerinde genişlemesi de Türk kökenli elitler ve tüccarlar sayesinde gerçekleşmiştir.
  2. Bölgede merkezi bir devletin olmayışı, çok sayıda küçük devlet yapılanmasının varlığı yabancılara karşı mücadeleyi zorlaştırmıştır.

Rusya’da bu topraklarda tarihsel bakımdan çok uzun bir süre kalamamıştır. Günümüzde Rusya devlet olarak burada etkin olmaya çalışsa da, Rus kökenli nüfus yavaş yavaş bölge dışına çıkmaktadır.

Yabancıların bölgeyi egemenlik altına alamamasına karşılık, bu bölgede oluşan devletler çok kısa zamanda hızla genişleyerek sınırların dışına taşmış ve Asya’nın tamamını etkileyen barış ortamlarının kurulmasını sağlamıştır. Bölgenin bilinen ilk büyük devletini kurmuş olan Hunlar zamanında da, Göktürkler, Hazarlar, Karahanlılar, Gazneliler, Cengiz Han vs. dönemlerinde Turan devletlerinin bu özelliğini gözlemleyebiliriz.

Bu büyük devletlerin egemen olduğu dönemlerde, dünya ekonomisinin can damarı olan İpek Yolunun da geliştiği tarihçilerin mutabık olduğu bir durumdur. Ortaçağ kaynakları, bu devletlerin egemenlik dönemlerinde bölgeye hâkim olan huzur ve ekonomik kalkınmadan sık sık bahsetmektedirler.

  • BÖLGESEL GÜVENLİK

Orta Asya devletlerinden Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan yıllardır dinci radikalizmin odak noktalarından olan Afganistan ile ortak sınırlara sahiptir. Bu örnek bile güvenlik alanında sıkı işbirliğinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı zamanda her ne kadar dostluk söylemleri içinde olsalar da Rusya ile Çin arasındaki rekabetin daha sert boyutlara varmaması açısından bu iki devletin arasında yer alan devletlerin entegrasyonu önem arz etmektedir.

Turan devletlerinin bütünleşme/entegrasyon sürecinin ilk aşamasında tüm ülkeleri kapsayan işbirliği projelerinin geliştirilmesi, bu sürecin ilerletilerek idari açıdan ortak kurumların oluşturulması ve merkezileşmenin tam bir ortaklık düzeyine ulaştırılması gerekmektedir.

Bu aşamada işbirliğinin özellikle geliştirilmesi gereken alanlar aşağıda ana başlıklar halinde ele alınmaktadır:

  1. AŞAMA
  • Bölge genelinde malların, hizmetlerin, kişilerin ve sermayenin serbest dolaşımı

Günümüzde Turan genelinde, özellikle de Orta Asya’da ekonominin, kültürün, demografik sıkıntıların ve siyasal huzurun karşılaştığı en önemli sorunlar ve engeller bu alandadır. Serbest dolaşım bu bölgeye dünyanın herhangi diğer bölgelerinden daha çok ve daha ivedilikle gerekmektedir. Zira burada sınırlar çoğunlukla farklı ulusları ve kültürleri değil, aynı ulusun parçalarını, aynı boyları ve hatta aynı aileleri birkaç yere ayırmış durumdadır. Her alanda serbest dolaşımın sağlanması bölgesel bütünleşmenin temel koşuludur.

  • Bölgesel nakliye koridorlarının/taşımacılık rotalarının oluşturulması

Bölgede deniz yollarının olmaması ulaşım ve taşımacılığın bölge koşullarına uygun biçimde geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu alanda var olan altyapı yetersizdir ve bir an önce günümüzün ihtiyaç ve koşullarına uygun biçimde yenilenmelidir.

  • Savunma sanayisi ve askeri alanlarda işbirliği ve ortak stratejinin geliştirilmesi.

Orta Asya ülkelerinin entegrasyonunu olumsuz etkileyen faktörlerden birisi Rusya’da üretilen askeri teçhizatın kullanıldığı savunma alanıdır, yani Orta Asya’nın silahlı kuvvetleri, Rusya Federasyonu’ndan mühimmat ve yedek parça tedarikine bağlı durumdadır. Bu bağımlılığa son verilmesi, bölge devletlerinin ekonomik ve siyasal alanda bağımsızlığına katkıda bulunacağı gibi, bölgesel entegrasyon sürecine de katkıda bulunacaktır.

Ayrıca bölge uzun bir süreden beri güneyden gelen terör tehdidi altındadır. Zaman zaman Rusya’daki radikal ırkçı çevrelerin de bölgeye yönelik tehditleri seslendirilmektedir. Bunlar marjinal gruplar olarak görülürse, ileride ciddi sorunlar çıkarma potansiyeline sahiptirler. Ayrıca Turan genelinde halen var olan başka çatışma bölgeleri de (Kafkas ve Anadolu’da) vardır. Orta Asya devletlerinin de Rusya ve Çin’le sınır sorunları yaşadığı bilinmektedir. Bütün bunlar hem var olan tehditleri bertaraf etmek hem de caydırıcı güç kullanabilmek açısından savunma alanında işbirliğini zorunlu kılmaktadır.

Bu işbirliği savunma sanayisini, askeri eğitimi, ortak askeri tatbikatları ve ortak operasyonları kapsamalıdır.

  • Enerji alanındaki işbirliğinin güçlendirilmesi ve uyumlaştırılması

Bölge enerji kaynakları açısından zengindir; petrol, doğalgaz, elektrik üretimi ileri düzeydedir. Fakat bu kaynaklar eşit dağılmamış olup, ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir.

  • Bölgesel Veri Gönderim Sistemi’nin geliştirilmesi.

Bu sistem integrasyonun temel faktörlerinden birisidir. Geliştirme sürecinde ortak denetim ve yönetim mekanizması oluşturulabilir.

  • Bölgesel Bankacılık Ağı’nın (BBA) oluşturulması

Ekonomik integrasyonun sağlanma sürecinde çalışmaların banka ayağı çok önemlidir. BBA genel kabul görmüş uluslararası bankacılık uygulamalarına dayalı olarak eşitlik, gönüllülük ve karşılıklı yarar ilkeleri üzerinde uzun vadeli işbirliğinin oluşturulmasını sağlayacaktır. Belirtilen ortaklık alanları: ortak yatırım projelerinin ve ihracat operasyonlarının finansmanı (her bir vaka için koşullar müzakere edilir), seminerler ve iş forumları da dâhil olmak üzere deneyim değişimi, karşılıklı ilgi konularında düzenli istişareler, potansiyel müşteriler hakkında sürekli bilgi değişimi ve gelecek vaat eden projeler hem de bunların uygulanmasıyla ilgili riskler hakkında raporların hazırlanmasından ibarettir.

Bankacılığın geliştirilmesi ortak ağ kurulması sürecinde Türkiye Bankacılık sisteminin deneyiminden yararlanılabilinir.

  • Gümrük birliğinin kurulması

Gümrük birliği entegrasyon sürecinin daha en başından gündeme gelecektir ve bu sürecin en önemli ilkelerindendir. Malların üretimi, ithalat ve ihracat süreçlerinin hızlanması ve bölge ekonomilerinin daha verimli çalışabilmesi ve gelişmesi, keza daha ileri düzeyde ortaklığın altyapısının oluşturulması için gümrük birliğine öncelik tanınmalıdır.

Dolayısıyla malların taşınması, gümrük alanındaki ilişkilerinin geliştirilmesi sürecinde oluşturulan bölgesel ilişkiler uluslararası hukuk kapsamında kabul edilen aşağıdaki genel ilkeler temelinde gerçekleştirilecektir:

  • Bölgesel ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine destek.
  • Uluslararası işbölümü avantajlarının adil bir şekilde kullanımı.
  • Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik büyümesini desteklemek.
  • Az gelişmiş ülkelere gümrük tercihlerinin sağlanması.
  • Kaçakçılık ve diğer gümrük suçlarıyla mücadelenin etkileşimi.
  • Bölgesel gümrük işbirliğinin örgütsel mekanizmasının geliştirilmesi.
  • Uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi.
  • Ortak para birimine geçilmesi için altyapının hazırlanması.

Daha ileri aşamada ortak para birimine geçilmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle daha ilk aşamada ekonomi alanındaki çalışmaların bu durum göz önünde bulundurularak sürdürülmesi gerekmektedir. Orta Asya tarihsel olarak paranın kâğıt paranın icat edildiği topraklardır, günümüzde de yeni bir ortak para birimi bölge ticaretini canlandırmakla beraber bölgesel entegrasyonun önemli bir faktörü ve aynı zamanda sembolü olacaktır.

  • Akademik ve Eğitim alanındaki değişim programlarını geliştirmek. (Ortak tarih, dil, kültür, coğrafya vb. ders kitapların yazılmasını da içermektedir)

Günümüz itibarıyla Türk devletleri arasında eğitim alanında karşılıklı öğrenci alışverişi özellikle Türkiye ile yoğun biçimde yaşansa da, ciddi sorunlar da vardır. Öncelikle okul ve üniversite programlarında uygulanan müfredat çok farklıdır, üniversitelerin yapı ve yönetimi, öğrenci alımı gibi konularda sıkı bir işbirliği kurulmalıdır. Diplomaların karşılıklı olarak tanınması konusunda var olan sorunlar ortadan kaldırılmalıdır.

  • Bilim, kültür ve spor alanındaki bölgesel işbirliğinin kurumsallaştırılması, olimpiyatlar ve yarışmaların düzenlenmesi

Kültürel ve sportif etkinlikler geleneksel Turan kültür değerlerinin sergilendiği ve pekiştirildiği şölenler olarak tasarlanmalı, dünya çapında etkin isimlerin yetiştirilmesini desteklemelidir.

Kültür alanında ortak kültürel geleneklere öncelik tanınmakla beraber, yerel değerler koruma altına alınmalı, yaşatılması teşvik edilmelidir.

Bilim alanında ortak projelere öncelik tanınmalı, ortak akademik dergiler ve yayınevleri kurulmalıdır.

  • Medya ve Telekomünikasyon alanında işbirliği

Bu alanda geliştirilecek işbirliği ortak yayın organlarının, özellikle ortak televizyon kanallarının oluşturulmasını, keza ortak dergi, gazete ve sosyal medya ağlarının entegrasyon sürecine katkıda bulunmasını sağlamalıdır.

Zaman içinde bu yayın organlarının ortak Türkçe kullanması yönünde çalışmalar yapılmalıdır.

Türk halkları arasında kardeş şuuru oluşturmadan Türk birliği konusunu konuşmak anlamsızdır. Türkiye’de çekilen diziler Türk Dünyasında beğeniyle izlenmektedir. Bu tür dizilerin diğer Türk Cumhuriyetlerin de de çekilmesi ve onların Türk Dünyasında yaygınlaşması desteklenebilir. Ayrıca dizi içeriğinde Türk birliğinin işlenmesi daha titizlikle işlenmelidir.

  • Nüfus hareketleri ve iç göçler konusunda orta stratejilerin belirlenmesi.

Demografik süreçler Orta Asya’da nüfusun artmasına yol açmıştır ve eğer Kazakistan’da alanın büyüklüğü nedeniyle bu kadar sorunlu değilse bile, Özbekistan ve Kırgızistan’da nüfus artışı özellikle Fergana Vadisi’nde önemli bir politik ve ekonomik faktördür. Aynı zamanda, Kazakistan’ın Kuzeydoğu bölgelerindeki Slav nüfusunun çoğalması nedeniyle, negatif nüfus artışı söz konusudur. Entegrasyon ilkelerinden biri, nüfusun nispeten düşük olduğu bölgedeki işgücü fazlasının ihtiyaç olan bölgelere yeniden yerleşim de dâhil olmak üzere kaydırılması biçiminde ifade edilmelidir.

  1. AŞAMA

Modelin ikinci aşaması Turan entegrasyonun kurumsallaştırılması ve çatı organlarının oluşturulmasını kapsamaktadır. Bu aşamada artık siyasi, idari, ekonomik, kültürel vb. tüm süreçler tamamlanacak ve Turan’da bütünleşme çalışmaları tamamlanmış olacaktır.

Bu aşamada kuruluşu tamamlanması gereken kurumlar:

  • Turan Parlamentosu
  • Ordu/Ortak Turan Gücü
  • Merkez Bankası
  • Değişik konularda faaliyetler yürütecek olan Konsey, Komite, Enstitü vb. kurumlar da ihtiyaçlara bağlı olarak kurulmalıdır.

Yukarıda anlatılanlar Turan Birliğinin günümüz koşullarında kurulabilmesi için öngörülen koşullardır. Elbette buraya birçok ekleme de yapılabilir. Biz sadece ana başlıkları vurguladık.

Bunların dışında kalan bazı hususları ayrıca ele almayı uygun buluyoruz. Şöyle ki günümüz dünya konjonktüründe söz konusu Turan Birliği’nin oluşturulmasına yönelik olumlu veya olumsuz tepkiler, bu entegrasyon sürecini destekleyen ve engelleyen faktörler, bölge ülkelerindeki kamuoyunun konuyla ilgili değerlendirmeleri gibi birçok başlığın da en azından bir ön değerlendirmesinin yapılması gerekir.

Turan entegrasyonundan bahsederken elbette tam bağımsız devletlerin özgür iradeleri/gönüllülük temeline dayalı oluşturulan konfederatif nitelikli bir birlik kastedilmektedir. Bunun dışında, Birliğe tam üye olmayan/olamayan/olmak istemeyen fakat katkıda bulunmak isteyen devletler için de özel statüler (belli ortaklıklar kapsamında üyelik, gözlemci üyelik, kısmi üyelik) oluşturulabilir. Bu birlik içinde tüm üye ülkelerin, tüm bölge ve toplulukların hakları eşit düzeyde ve titizlikle uygulanacaktır.

Birlik bünyesinde farklı dil, din ve etnik kökene mensup tüm toplumların geleneksel değerlerini yaşatmak için azami gayret edilecek, gereken hukuki mevzuat oluşturulacaktır. Genel olarak ülkelerin ve toplumların tarihsel, dinsel ve kültürel hassasiyetlerine saygı gösterilecektir. Turan Birliği çatısı altında hiçbir bölge, topluluk veya kişi etnik, dil ve din kimliğine göre ayrımcılığa maruz kalmayacaktır. Bu özgürlükler tabii ki Turan Birliği hukuk mevzuatının koruması altında bulunacaktır. Birlik bünyesinde devletler eşit muamele gördüğü gibi, vatandaşlar da her türlü hak ve özgürlüklerden eşit biçimde yaralanacaktır.

Günümüz koşullarında Turan Birliğinin önünde herhangi bir hukuki, ekonomik, siyasal veya toplumsal engel görülmemektedir. Birliğe girmesi öngörülen devletlerin anayasalarında ve hukuk mevzuatında bunu engelleyici hükümler yoktur. Ayrıca tüm bu hukuki belgelerde söz konusu devletlerin başka devletlerle işbirliği yapabileceği, ittifaklar oluşturulabileceği öngörülmektedir.

Turan Birliğini oluşturacak ülkelerin ekonomik potansiyeli genelde yüksektir, fakat bazı devletlerin yönetimi ve ekonomik tercihleri bu potansiyelin layığınca gerçekleşmesini engellemektedir. Birlik bünyesinde bulunmaları durumunda diğer üye ülkelerin deneyiminden yararlanmaları, var olan sıkıntıları ekonomik entegrasyon çerçevesinde aşmaları mümkün olacaktır.

Siyasal düzlemde söz konusu ülkelerin devlet yapılanmaları aslında hemen hemen aynıdır. Bazı farklılıklar görülmekle beraber, hemen hepsinde başkanlık sistemi uygulanmaktadır. Siyasal yapının diğer unsurları da çok farklı değildir. İleride seçim sistemleri ve kuvvetler ayrılığı konularında küçük değişikliklerin yapılması durumunda bu farklılıklar da kolayca giderilebilecektir.

Turan Birliğinin toplumsal altyapısı konusu ise çok daha olumlu izlenim bırakmaktadır. Söz konusu ülkelerde kamuoyu uzun süreden beri böyle bir birliğin gerekliliği yönünde gelişmektedir. Bu ülkelerde (iktidar partileri de dâhil olmak üzere) birçok parti bu konuyu ya programına almış durumdadır ya da partiler gündelik çalışmalarında önemle üzerinde durmaktadır. Siyasal partiler dışında çok sayıda sivil toplum kurumu da bu yönde çalışmalar yapmaktadır. Özellikle sanal âlemde, sosyal medyada gruplarında, sırf bu konuyla ilgili yayın organlarında konu her geçen gün daha ısrarlı biçimde işlenmektedir. Hatta bu bağlamda Turan Birliği’nin toplumsal düzlemde kurulmuş olduğunu ifade etmek bile yanlış olmaz.  Geniş Turan dünyasının her köşesinde özellikle genç kuşakları içine alan yüzlerce sivil oluşum, milyonlarca insan bu konuda her gün bir şeyler paylaşmaktadır.

Dolayısıyla günümüz koşullarında Turan Birliğinin kurulması önünde ilgili devletler açısından ciddi bir engel olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Durum böyle olduğuna göre başka bir soruya da cevap verilmesi gerekmektedir: Turan halklarının tarihsel deneyimi böyle bir Birliği kurmak ve ayakta tutmak için müsait mi? Bu soruya herhangi bir cevap verilebilir fakat tarih ve coğrafyaya bakılması bu cevabı daha güvenilir kılacaktır.

Özellikle ilk kuruculuk aşamasında Turan Birliği’nin temellerini Türk topluluklarının oluşturması öngörüldüğüne göre konuyu bu bağlamda ele alacağız.

Söz konusu Turan coğrafyasına yukarıda biraz temas edildi. Burada konunun başka bir yönüne değinmemiz gerekir. Turan bölgesi içinde yer alan devletlerin tamamının birbiriyle coğrafi sınırları vardır. Yani aralarında bir birlik oluşturulması gündeme geldiğinde bunu engelleyici siyasal sınırlar söz konusu değildir. Ayrıca var olan devlet sınırları çoğu zaman aynı halkı parçalara ayırmaktadır. Bölgede hemen her devletin sınır ötesinde “kendi” toplumundan önemli sayıda insan yaşamaktadır. Kazakistan-Özbekistan, Özbekistan-Türkmenistan, Kırgızistan-Kazakistan, Azerbaycan-Türkiye vb. ülkelerin sınırlarında durum hep böyledir. Ve bu durum Turan Birliğinin kuruluş aşamasında da, faaliyet aşamasında da avantaj sağlayacaktır, zira günümüzde var olan sınırlardan ve buradan kaynaklanan sorunlardan öncelikle halkın bu kesimleri mağdur olmaktadır. Ayrıca siyasi sınırların ayırmasına rağmen tüm bu ülkelerde halk kendini öteki kardeşleriyle bir bütün olarak hissetmekte, bir Turan kardeşliği duygusunu paylaşmaktadır.

Günümüzde Turan coğrafyasında yer alan devletlerin iç yönetimi, demokratik ilkelerin gelişim ve uygulanış durumu da önemli bir konudur. Turan Birliği girişimi ilk aşamada devletleri yapısı ve yönetim özellikleri bakımından ayırmamaktadır. Demokratik veya totaliter, gelişmiş veya geri kalmış olsun… Bu devletlerin bir araya gelmesi yönünde çalışmalar yapılmalı ve başarıyla sonlandırılmalıdır.

Birlik oluşturma çalışmalarının en önemli alanlarından bir tanesi de siyasal alanda yapılacak reformları kapsamaktadır. Zira farklı siyasal yapılara ve dayatmacı yönetimlere sahip devletlerin bir araya gelmesi ve özellikle de verimli bır yapı oluşturması imkânsızdır. Yukarıda da ifade edildiği üzere mevcut siyasi yapılar aslında çok da farklı değil, farklılıklar bu yapıların işleyişinde, birçok ülkede görülen hukuka aykırı veya adalet sınırlarını zorlayıcı uygulamalarda ortaya çıkmaktadır. Bir birlik çatısı altında bu tür uygulama ve yapılanmaların varlığı sürekli sorun kaynağı olacağından ilgili konularda istişareler yapılarak gereken reformların gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır. Turan Birliği ülkelerinin siyasal ve toplumsal yaşamı hukuk ve demokrasi kıstaslarına uygun olmalı, bu ilkelerden şaşmamalıdır. Aksi durumda Turan Birliği bir demokrasi, huzur bölgesi değil, bir zamanların Doğu Avrupa’sı (Varşova Anlaşması ülkeleri) gibi totaliter rejimlerin ortaklığı olarak anılacak ve tarihsel işlevlerini yerine getiremeden yok olacaktır.

Bugün dünyada yaklaşık 250 milyon Türk nüfus yaşamaktadır. Başka devletlerin bünyesinde bulunan ve yakın tarih içinde asimle edilerek Türk kimliğini unutmuş veya unutmak üzere olan toplulukları bunun dışında tutuyoruz. Turan coğrafyası sınırları içindeki Türk nüfus, sağlık, eğitim, mesleki yetenekler, iş gücü vb. açılardan gelişmiş ve kalitelidir. Bu durum, beşeri coğrafya açısından Turan Birliği’nin kurulması yönünde önemli bir avantajdır.

Tarihsel süreçlere bakıldığında da çok olumlu bir manzarayla karşılaşıyoruz. Bu bölgede, birçok tarihçi ve jeopolitikçinin de vurguladığı gibi her zaman bölgenin tamamını kapsayan devletler var olmuştur. Turan dünyasının özellikle merkez kısımlarında doğal coğrafi engellerin olmayışı, bölgenin tamamının siyasal açıdan bir devlet çatısı altında toparlanmasını zorunlu kılmıştır. Dışarıdan gelen tehditlerle bu durumda baş edilebilirdi. Bu geniş coğrafyada kurulmuş Turan imparatorlukları döneminde bölge her zaman gelişmiş, ekonomi, askerlik, bilim, teknoloji, kültür ve sanat alanlarında atılımlar yapılmıştır. Büyük devletlerin yıkılması ve bölgenin çok sayıda küçük devletler arasında paylaşılması ise kargaşalara sebep olmuş, ekonomik ve kültürel çöküntü yaşanmış, sonunda Turan bir bütün olarak dış güçlere karşı direncini kaybetmiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere bahsettiğimiz coğrafyada tek devlet veya devletler konfederasyonu tarzında bir bütünlük oluşturulması hamasi bir talep veya siyasal bir kapris olmayıp, tarih ve coğrafyanın dayattığı bir zorunluluktur.

Günümüzde olduğu gibi tarihte de küçük devletler arasında yaşanan sürekli didişmeler bölgenin çöküşüne sebep oluş, dünya ekonomisine ve barışına zarar vermiştir. Bu gibi durumlarda istense de istenmese de etnik, dil, din, siyasal çıkar farklılıkları öne çıkmış, bölgede huzur ve refah kalmamıştır.

Büyük Turan İmparatorluklarının en önemli özelliklerinden birisi de etnik ve dinî alanlarda hoşgörü olarak tanımlanabilir. Uzun yüzyıllar hatta binyıllar boyunca bölgeye hâkim olan bu devletlerin himayesinde bulunan kavimler kültürel özelliklerini, dil ve inançlarını ta Modern Çağa, yani bölgeye yabancı unsurlar girinceye kadar muhafaza etmişlerse bunun temeli söz konusu hoşgörü ortamıdır.

Türk imparatorlarının topraklarında olduğu gibi bizzat saraylarında da farklı dilleri konuşan, farklı inançlara sahip çok sayıda insan yaşamaktaydı. Önemli olan onların bu özellikleri değil, mesleki ve ahlaki liyakatleri idi. Hatta aynı sülale veya boy içinde de farklı dinleri kabul eden, onun kurallarına göre yaşayan insanlar vardı. Turan’ın huzuru ve maddi refahı bu hoşgörü ortamı sayesinde sağlanmaktaydı.

Turan coğrafyasını paylaşan birçok halk gibi Türkler de tarih içinde birçok dinle muhatap olmuş, zaman zaman büyük kitleler halinde bu dinleri kabul etmişler. Her zaman kendi dinlerine sadık olmuş ve samimi duygularla bağlanmışlar. Fakat hiçbir koşulda başkalarının inançlarına müdahale etmemişler. İslam dinini kabul ettikten sonraki dönemde de dinî hoşgörü konusunda yaklaşımları değişmemiştir.

Tarihin hiçbir aşamasında ve Turan’ın hiçbir köşesinde kimse din değiştirmeğe zorlanmamıştır. Ta ki bölgeye yabancılar girinceye kadar bu böyle süregelmiştir. Yabancı unsurların bölgeye gelişi misyonerlik çalışmalarını da beraberinde getirdi, yerli Turan kavimleri üzerinde dinî baskılar kuruldu, çeşitli yöntemler kullanılarak toplumlar din değiştirmeğe zorlandı. Sovyet döneminde ise hangi dinden olursa olsun tüm insanlara dinlerinden vazgeçerek ateist olmaları yönünde baskılar yapıldı ve komünistler bir ölçüde amaçlarına ulaştılar. Bugün bölgede yaşanan dinsel çatışmaların nedenlerinden birisi de bu ateist dönemde yapılan uygulamalardır.

Büyük Turan imparatorlukları döneminde bölgede sağlanan barış ortamı çevre coğrafyaları da etkilemiş, uzun süreli ekonomik ve kültüre kalkınma dönemleri yaşanmıştır.

Bu düşüncelerden hareketle günümüzde ister Turan coğrafyasında ister dünyada var olan sorunların önemli bir bölümü bölgede görülen parçalı yapıdan kaynaklanmaktadır.

Buralardaki devletlerin bir çatı altında birleşmesi bu sorunların kolaylıkla aşılmasını sağlayabilecektir. Kuzeybatı Avrupa’dan Güneydoğu Asya’ya kadar Avrasya anakarasında yer alan devletler arasında yaşanan süreçlerin sorunsuz işleyebilmesi için Avrasya anakarasının merkez kısmının huzura kavuşması şarttır.

Zira burası Avrasya’nın jeopolitik omurgasını oluşturmaktadır. Omurganın sağlamlaştırılması çevrenin de rahatlamasına yol açacaktır.

Sonuçta büyük güçlerin jeopolitik olarak ayrışması, bölgede siyasi ve ekonomik dengenin sağlamlaştırılması, akabinde iç barış ortamının oluşması ve demokrasinin yerleşmesi önündeki engeller ortadan kalkacaktır.

Turan Birliği demek daha güvenli, daha müreffeh, daha barışçıl, daha gelişmiş bir dünya demektir. Bu dünyaya açılan kapının anahtarı ise Orta Asya’dır.

__________________________________

(*) Bu yazı https://www.uzerk.org/dunyo-eshigining-kaliti.html sayfasındaki metinden yararlanılarak oluşturulmuştur. (https://www.ulkuyaz.org.tr/dunya-kapisinin-anahtari/)

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen