Köklü medeniyetlere sahip olan milletler; sıra dışı mütefekkirler, çok değerli âlimler, büyük devlet adamları, kahraman askerler, ideâlist şahsiyetler, eşsiz sanatkârlar, emsalsiz edipler, müstesnâ gönül mimarları ve çok kıymetli dâvâ adamları yetiştirirler. Gerçekten de ruh hamurkârlarını, münevverlerini ve ilim erbâbını; kültür, sanat ve devlet adamlarını; filozoflarını, kılıç ve kalem kahramanlarını yetiştiremeyen toplumların devamlı irtifâ kaybettiği tarihî bir hâkikâttir. Yine inkârı mümkün olmayan bir diğer gerçek ise, bir milletin büyük fikir adamları yetiştirebilmesi için o toplumun; köklü bir medeniyete, âteşin bir îmana, zengin bir kültüre, engin bir tarihî birikime, ulvî bir ülküye ve millî ideâllere sâhip olması gerektiğidir.
Türk milleti; kadim bir tarihi geçmişe, muhteşem Türk-İslâm Medeniyetine ve muazzam bir kültüre sahip olmasına rağmen; ne yazık ki, uzun zamandan beri bir medeniyet muhâciri durumuna düş/ürül/erek temel değerlerinden uzaklaştı/rıldı/ğı için, toplum olarak ârafta kalmış; devlet adamı, âlim, ârif, münevver, mütefekkir yetiştirme hususunda da önemli sıkıntılar çekmiş ve bugünkü fikir fukâralığına düçâr olmuştur. Artık günümüzde; ismiyle müsemmâ Gerçek “fikir adamı” çıkaramamanın üzüntüsünü tâ kalbimizde duyuyor ve ne yazık ki; yeni Mehmet Âkif’ler, Yahyâ Kemâl’ler, Ziyâ Gökalp’ler, Nihâl Atsız’lar, Nurettin Topçu’lar, Mümtaz Turhan’lar, Dündar Taşer’ler, Osman Turan’lar, Cemil Meriç’ler, Necip Fazıl’lar, Erol Güngör’ler, Serdengeçtiler, Seyyid Ahmet Arvâsî’ler, Gâlip Erdemler yetiştiremiyoruz. Türk-İslâm Medeniyetinin ferah fezâ ikliminden ilhâm alarak fikir susuzluğumuzu gideren bu müstesnâ mütefekkirler; sadece yaşadığı dönemi değil, sonraki birkaç asrı aydınlatacağına ve istikbâldeki pek çok nesli de irşâd edeceğine inandığımız âbide şahsiyetlerdi. Onlar; düşünce dünyamızın sönmeyen yıldızları olarak vefâtından sonra da yaşayan, tahlilleri, tespitleri, teşhisleri ve çözüm yolları günümüz meselelerine de ışık tutan, her geçen gün kıymetleri daha iyi anlaşılan ve değerleri artarak devam eden “mektep adam”lardı.
İşte 10 Ekim 2013 günü Âlem-i Cemâl’e vuslat için Hakk’a yürüyen Nevzat Kösoğlu Ağabeyimiz de; bu müstesnâ mütefekkirlerden, âbide şahsiyetlerden, ölümsüz fânilerden, ideâlist münevverlerden ve mektep adamlardan birisiydi.
Nevzat Kösoğlu; Kıble yürekli, “Gül” gönüllü, Hilâl bakışlı, Bozkurt duruşlu, Tûran düşünceli ve “Kitap Şuuru”na sahip; Türk’ün yürek sesi, Türk Dünyası’nın ilim nefesi, Ülkücü Hareket’in bilgesi ve bir karakter âbidesi olan fikir evliyâsı bir güzel insandı.
Nevzat Kösoğlu; medeniyet iddiâmızın, millî kültür ve tarih şuurumuzun zihnî, fikrî ve felsefî koordinatlarını çok büyük bir vukûfiyetle ortaya koyan ve “Türk düşünce geleneğinin tâkipçisi olan” bir Türk milliyetçisiydi.
O; ömrünü Türk milletine ve Türklüğe adamış bir vakıf insan olarak, birbirinden kıymetli eseriyle çorak gönüllere rahmet yüklü bulutlar gibi âb-ı hayât veren ve “Ülkü denen nazlı gelin”e sevdâlı olan “bir fikir başbuğu”ydu.
O; Anadolu Beylerbeyliğinin dar penceresinden değil, Osmanlı Cihan Devleti’nin geniş ufuklarından dünyaya bakan, Türk tarihini ve “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi”ni günümüz şartları içinde yeniden ele alan; din, dil ve tarih şuuruna dayanan çok derin kültür ve medeniyet müktesebâtı olan, fikir çizgisinde kırıklık olmayan çok önemli bir münevver, çok kıymetli bir erbâb-ı kalem, siyâsî değil fikrî öncelikli düşünen, konuşan, yazan ve davranan bir mütefekkir ve kelimenin kâmil mânâsıyla tam bir Cumhuriyet Osmanlısıydı.
O; hayatı “Kitap”la yorumlayan, her işinde “Kelâm-ı Kadim”in hükümlerine uyan, bu toprakları bizlere vatan kılan Horasan erenlerinin izinden ayrılmayan, gâzî-dervişliğin gayret kuşağını daha delikanlı çağında kuşanan,“inandığı gibi yaşayan ve yaşadığı gibi olan”, ömrünü milletine ve inandığı dâvâsına adayan, Türk kimliğine ve Türk Dünyası’na dâir nitelikli fikirler ortaya koyan, o menhus hastalığı sırasında bile Türk-İslâm Dünyasının meseleleri, Dünya Türklüğünün birliği, Türk kimliği ve Türk milletinin selâmeti için kafa yoran bir mefkûre sancağıydı.
O; 72 yıllık ömrüne çok büyük hizmetler ve 22 telif kitap sığdırmış bir ilim, fikir, düşünce, siyâset ve aksiyon adamıydı. O, Sevgili Peygamberimiz Aleyhisselâtü Vesselâm Efendimizin;“El-ulemâü veresetü’l enbiyâ” (Âlimler Peygamberlerin vârisleridir.) diye ifâde buyurduğu ilmiyle âmil, îmanıyla kâmil bir âlim, sâlih bir mü’mindi. İki Cihan Serverimiz, bir gün Ashâbıyla sohbet ederken onlara; “Cennet ağaçlarından bir ağaca rastladığınız zaman, onun gölgesinde oturun, yemişinden yiyin” tavsiyesinde bulunmuş, bunun üzerine bir sahâbî; “Ya Rasûlallah! Cennet ağacına hayatta ve dünyada iken nasıl rastlayabiliriz?” diye sormuş; Allah Resûlü (s.a.v.) de cevaben; “Bir âlime rastladığınız zaman Cennet ağaçlarından bir ağaca rastlamış olursunuz!” demişti. Nevzat Kösoğlu da; zihnimize, gönlümüze ve düşüncelerimize ilmi ve îmanıyla abdest aldıran, “yemiş” diye ifâde buyurulan eserlerinden ziyâdesiyle müstefit olduğumuz ve gölgesinde oturduğumuz “Cennet ağaçlarından bir ağaç”tı.
Gerçekten de o; Türk milletine, Türk Dünyası’na, İslâm Âlemi’ne ve insanlığa dâir çok önemli fikirleri, büyük ideâlleri, hayâller ötesi hayâlleri olan,“ilim, kültür ve fikir adamı” sıfatının içini hakkıyla dolduran müstesnâ bir âlimdi.
O, varlık sebebimiz ve hayat gâyemiz olan Müslümanlığımızla, hayatın gerçeği olan Türklüğümüzü aynı dâire içinde yorumlayan; tevârüs edilmiş bir asâletin ve unutturulmak istenen bir medeniyetin bütün güzelliklerini yüreğinde duyan, “Türk’ün Müslümanlığını yaşayabilsek, kimliğimizle birlikte iki dünyamızı da kurtarırız, hiç şüpheniz olmasın.” diyen, “Türk’ün ruh köküne bağlı” nesillerin yetişmesi için, -bir sürü sağlık problemine rağmen- durup dinlenmeden çalışan, kalbî “din ü devlet, mülk ü millet” diye çarpan, millet ve devlet sevdâlısı olması hasebiyle; yaşama zevkini düşünmeyen, yaşatma aşkına gönül bağlayan ve Tûran ideâline inanan mümtaz bir Türk milliyetçisiydi.
O “Yaslı, yaralı Türklerin” dinmeyen sızısını, bitmeyen derdini, azalmayan çilesini yüreğinde duyan, nabzı Türk Dünyası’nda vuran, yüreği bütün Osmanlı coğrafyasını kucaklayan, güçlü bir Türkiye ve Türk-İslâm Dünyası hayâlini kuran; ilim ile îmanın, alınteriyle ideâlin, inançla asâletin, gönülle aklın, ruhla bedenin terkibini yapan “Yavuz” tavırlı, “Yunus” gönüllü bir Osmanlı çelebisiydi.
O, kültürü; “Toplum hayatının belli bir îman çevresinde gerçekleştirilmesi” olarak târif eden, İbn Haldun’un kullandığı “asabiye” kavramını, millî kültür vasatında temellendiren, “Millî kültürün, belli bir toplumun bir îman manzûmesi çerçevesinde, maddesi ve üslûbu ile gerçekleştirdiği hayat” olduğunu ve “Millî kimliği, millî kültürün oluşturduğunu” söyleyen, “Millî kimlik, bir millî kültüre mensûbiyetin ifadesidir. Bu mensubiyetin yarattığı gerilimler de milliyetçilik duygusunu meydana getirir.” hükmünü çok veciz bir biçimde bütün eserlerinde dile getiren ve “Milliyetçilik; ‘bir mensûbiyet asabiyesine sâhip olmaktır’, bir duruştur, milletinden yana tavır koymak, milleti için, milletine göre düşünmek ve milleti millet yapan değerleri savunmaktır.” diyen çaplı bir münevverdi.
O; tarihî mefâhirimize, tevârüs ettiği mukaddesâtımıza ve irfânî müktesebâtımıza bir ömür hizmet eden; dînimizle, dilimizle, tarihimizle, kültürümüzle, millî kimliğimizle ve medeniyetimizle her zaman övünen; “Kıblesi ne olursa olsun, her îman bir medeniyetin motor gücüdür.”, “Her medeniyet açılışı, yeni bir îman hamlesinin veya tâzelenmesinin eseridir” diyen; kültür ve medeniyetlerin rûhî temellerinde inanç, içtimâî temellerinin ise bu inanca bağlı ahlâk nizâmı olduğunu, “Yeni bir medeniyet hamlesinin ancak yeni bir millî gerilimle mümkün hâle geleceğini” sık sık dile getiren ve bu kutsal gâye için bir ömür hasreden “Kıblesi düzgün” bir dâvâ adamıydı.
O; “Dindarlık gayreti ile de olsa, Türk’ün Müslümanlığını, yaşama üslûbunu bozmayalım. Her cemiyet kendi üslûbunda güzeldir.” diyerek millî kimliğin önemini bütün eserlerinde vurgulayan, “ibâdât ü taât üzre” yaşayan, söylediklerini icraatıyla ete-kemiğe büründüren, tebliğini en güzel bir biçimde hayâtıyla temsîl eden, “Vatan sevgisi îmândandır” hâdisini tepeden tırnağa bütün hücrelerinde millî bir şuur olarak duyan, “Müslümanın Türkçe konuşanına Türk denir” diyen bir âhir zaman mürşidi ve Tûran düşünceli bir “Yesi güvercini”ydi.
O; ümmet coğrafyasını bütün gönlüyle kucaklayan ehl-i takvâ bir mü’min; millîlikle mâneviyâtın terkibi yapan hâlis bir Türk; îmanını, ihlâsını, ahlâkını, gösterişsiz dindarlığını ve ibâdâtındaki titizliğini Cennet azığı yapan samîmi bir Müslümandı.
O; Türkiye’nin ve Türk Dünyası’nın yarınlarına dâir ümitlerini hep diri tutmaya gayret gösteren; “Dünya ahvâli iyi okunup, hakkıyla yönetilebilirse, aziz Türk milletinin hükümranlık günleri yeniden başlar” diyen, rahmetli Dündar Taşer’in “Türk tarihinin sarkacı yükselişe geçmiştir; bunu artık kimse geri çeviremez” vecizesini sık sık tekrar eden, Türk milletinin îmanına ve irfânına sonuna kadar güvendiği, dünyada yaşanan gelişmeleri derin bir tarih şuuruyla değerlendirdiği ve büyük bir inançla “Mâzi, istikbâlin süvârisidir.” dediği için gelecekten ümitvâr olan tarih şuuryla mücehhez kadim bir ülkücüydü.
O; ülkücülüğü; “Kişinin, kendi nefsini aşma cehdi” olarak anlayan ve anlatan, ülkücülüğün siyâsî bir hareket olmanın ötesinde, bir ahlâkî duruş, bir ideâlist tavır olarak idrâk edilmesi gerektiğini savunan, Allah (c.c.) hatırından üstün bir hatır, vatan ve millet menfaatinden daha yüksek bir menfaat tanımayan, yüreği rozetinden büyük olan ve “Kevser akan, ‘Gül’ kokan” bir ahlâk ve karakter numûnesiydi.
O; ülkücülüğün; ‘Her zemine uyan, her kapıyı açan, her tarife sığan bir tanımlama olmadığına / olmaması gerektiğine’, ülkücülerin; ‘câmi ile meyhâne arasını ihatâ eden ilkesiz ve ölçüsüz bir yelpâzede yer almadığına / almaması gerektiğine’, Türk kültürü ve Türk kimliği zemininde şekillenen ‘medenî, münevver, mefkûreci ve medeniyet tasavvuru bulunan yüksek karakterli bir insan’ olduğuna / olması gerektiğine, millî ve mânevî ölçülerinin bulunduğuna / bulunması gerektiğine inananlardandı.
O; Güneydoğu’daki gelişmelerle alâkalı bir röportajında; “Özerklik ve iki dil bu konudaki nihâî noktadır.” demiş; “Dil ikileşsin, devlet, bayrak ikileşsin dendiği zaman, hiç kimse kusura bakmasın, eskilerin tâbiriyle orada kılıç oynar. Bir devlet bunu kimseye veremez; Osmanlı’nın en düşkün zamanlarında, yıkılırken bile bu verilmedi. Sen, ondan bayrağını istiyorsun, işte orada kılıç oynar.” diyerek tarihî, sosyolojik ve fiilî gerçekleri dile getirmiştir.
O; bölücülerin hâinliği, “Meclise alınan eşkıya uzantılarının” azgınlığı, “tarihle yüzleşiyoruz” angutluğu, yılan gibi tıslayıp “T.C.” tâbirini nefretle kullananların alçaklığı, iktidar sâhiplerinin aymazlığı, devlet adamlarının vurdumduymazlığı ve icraat makâmında bulunanların idrak noksanlığı karşısında; “Hazmedemiyoruz Efendim!” başlıklı ‘Bir millî deklarasyon’ mâhiyetindeki yazısıyla Türk milletinin yürek sesi olmuştur. Herkesin mutlaka okunması gereken bu muhteşem yazıda Nevzat Kösoğlu;“millet olmanın”, “devlet adamlığının”,“tarih şuurunun” ve “otoriteyi tesisin” ne demek olduğunu herkese öğretmiş, devlet îtibarını ayaklar altına alanlara ve “Etnik fitnenin meydan okuması” karşısında acziyetini ortaya koyanlara da çok önemli devlet, millet ve siyâset adamlığı dersleri vermiştir.
O; Türk’ün dertleriyle dertlenen, fikrin yerlisini hiçbir şeye değişmeyen, fikir nâmusunu her şeyin fevkinde gören, hayata ve hâdiselere îman nuruyla nazar eden, millî ve mânevî değerlerin zaafa uğratıldığı, inançların hayatın dışına itildiği ya da din ticaretinin yapıldığı, her türlü cehalet ve taassubun zirve yaptığı dönemlerde, Şâir Ruhsâtî’nin; “Basma câhilin izine / Gitme şeytanın sözüne” dizesinde dile getirdiği bu çok önemli ilkeyi diline tespih etmeyip hayatıyla çekenlerdendi.
O; “En çorak gönülleri yeşertecek bir ses yağmuru yâhut ışık seli, bir demet çiçek, bir top gül” diye târif ettiği türkülerimizi çok seven; “Türküler; tarihimizdir, coğrafyamızdır; bizim en derin mâcerâmızdır.” diyen, gençlere hitap ederken; “Türk kalmak için, Türk olmak için türkü söyleyin. İçerde, dışarıda, yabancı kültürler karşısında en büyük gücümüz budur. Büyük lafları, ‘millî’ vesâireleri bir kenara koyun; küçük işlerle uğraşın, küçük şeyleri kurtarın, derinden, inceden bir türkü tutturun. Türk olmak için de, Türk’ü anlamak için de durmayın türkü söyleyin.” tavsiyesinde bulunan, “Eğer yarın, o Mahşer Günü’nün kalabalığında milliyetinizden insanları özlerseniz, türkü söylemeye başlayın.”, “Mahşerde bile türkülerle birbirimizi tanıyacağız.” sözünü sık sık tekrar eden, “Bilin ki, türkü bilmeyenin kimliği yabancıdır; türkülere düşman olanlar var ise düşmanlarımızdır.” ve “’Huma kuşu…’ diye başlayan biri, bizden başka kim olabilir?” sözünü dile getiren; Türk’e, türküye ve Türkiye’ye kara sevdâlı olan su katılmamış bir dadaştı. Muammer Cindilli Beyin o veciz târifiyle ifâde edersek; “Müslümanın Türkçe konuşanına Türk, Türk’ün has evlâdına dadaş, dadaşın en yiğidine de Nevzat Kösoğlu derler.”
O; Allah(c.c.)’tan başka hiçbir şeyden korkmayan, ‘kenan tûfanı’ sonrasındaki ihtilâl mahkemelerinde (!?) yargılanırken bile hiç recûliyet eksikliği göstermeyen, 12 Eylül Döneminde “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Dâvâsı”nda kendisiyle birlikte yüzlerce ülkücünün îdamla yargılandığı Mamak’taki duruşmalar sırasında hâkim ve savcılara; “Siz gayrimeşru bir yönetimin sözcülerisiniz; siz, askerî cuntanın hukuksuzluğunu temsil ediyorsunuz, bu sebeple sizi mahkeme heyeti olarak kabul etmiyorum.” diye haykıran ilkeli bir hukukçu ve korkusuz bir yiğitti.
O; Mamak Cezaevi’nin işkenceci komutanı Râci Tetik’e hiç kimsenin çıt çıkaramadığı bir devirde, mahkemeden önce salonda ülkücülere gözdağı vermek için volta atan o zâlim albaya; “Ne işin var ulan senin burada, burası mahkeme değil mi? S..tir git lan, defol buradan!” deme ve salondan kovma erkekliğini göstererek dillere destan bir tavır sergileyen “kırk çatal yürekli” bir adamdı.
O; hem başı dik dağın, hem de boynu bükük menekşenin hâlet-i rûhiyesiyle hareket eden; kararlılığına, cesaretine, metânetine, vakarına, karakterine hiçbir zaman gölge düşürmeyen; zâlimler ve şeddatlar karşısında mağrur olmayı şahsiyetinin zekâtı sayan, çağdaş firavunlar karşısında bir bozkurt edâsıyla kükreyerek bütün cuntacılara meydan okuyan, hiçbir şartta ve hiçbir zaman -Allah(c.c.)’tan başka- hiç kimseye eyvallahı olmayan ve hiçbir zaman gözünü daldan budaktan, zâlimler karşısında sözünü dudaktan sakınmayan mangal yürekli bir alperendi…
O; hem başı dik dağın, hem de boynu bükük menekşenin hâlet-i rûhiyesiyle hareket eden; kararlılığına, cesaretine, metânetine, vakarına, karakterine hiçbir zaman gölge düşürmeyen; zâlimler ve şeddatlar karşısında mağrur olmayı şahsiyetinin zekâtı sayan, çağdaş firavunlar karşısında bir bozkurt edâsıyla kükreyerek bütün cuntacılara meydan okuyan, hiçbir şartta ve hiçbir zaman -Allah(c.c.)’tan başka- hiç kimseye eyvallahı olmayan ve hiçbir zaman gözünü daldan budaktan, zâlimler karşısında sözünü dudaktan sakınmayan mangal yürekli bir alperendi…
***
Nevzat Kösoğlu; Türk milletine istikamet verecek ve nesiller boyu istifâde edilecek çok kıymetli eserlere imzâ atan velut bir erbâb-ı kalem olmanın yanında; millî kültür hayatımızın temel eserlerini yayımlayan “Ötüken Neşriyat”ın kurucularından olup, bu kültür ve edebiyat pınarının bugünlere gelmesinde çok büyük emekleri olan bir gazeteci ve yayıncıydı.
Nevzat Kösoğlu; Ötüken Kitâbeleri’nden günümüze kadar Türk Edebiyatı’nın en güzel örneklerinin derlendiği Türkçe’nin en kapsamlı edebiyat ansiklopedisi olan XIV ciltlik “Büyük Türk Klasikleri”nin ve XXXII ciltlik “Başlangıcından Günümüze Kadar Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi”nin redaktörlüğünü yapan çok önemli bir kültür adamı ve dünden yarına atılmış turkuaz bir imzâdır.
Nevzat Kösoğlu; tarih ve siyâset felsefesi, sosyal meseleler, milliyetçilik, kültür, biyoğrafi, edebiyat ve medeniyet konularında kaleme aldığı; “Kitap Şuuru”, “Milli Kültür ve Kimlik”, “Türk Kimliği ve Türk Dünyası”, “Küreselleşme ve Milli Hayat”, “Türk Olmak ya da Olmamak” / Millî Kültür, Mozaik Kültür ve Etnisite”, “Türk Milliyetçiliği ve Osmanlı”, “Türk Dünyasında Yeni Bir Medeniyet Tasarımı”, “Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler”, “Hukuka Bağlılık Açısından Eski Türkler’de, İslâm’da ve Osmanlı’da Devlet”, “Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu ve Ziyâ Gökalp”, “Peyâmi Bey”, “Ârif Nihat Asya”, “Dündar Taşer”, “Gâlip Erdem”, “Sabri Fehmi Ülgener”, “Milliyetçilikte Yeni Arayışlar & Yahya Kemâl’ın Hayâtı ve Düşünce Dünyası”, “Bediüzzaman Said Nursî”, “Şehit Enver Paşa”, “Milliyetçilikte Yeni Yönelişler”, “Millet Meclisinde ve Askerî Mahkemede Tarihe Konuşmalar”, “Geçmiş Zamanın Peşinde Yahut Vaizin Söyledikleri”, “Hâtıralar yâhut Bir Vatan Kurtarma Hikâyesi” isimli kitapların müellifidir. Bu kıymetli kitaplar; keskin bir zekânın, büyük bir birikimin, analitik bir değerlendirmenin, yorucu bir çalışmanın, titiz bir gayretin ve ilmî bir disiplinin eseridir. Bu kitapların her birisi Türk milliyetçilerine yeni ufuklar açmıştır.
Nevzat Kösoğlu; Türk milliyetçiliğini Gökalp, Arvâsî ve Güngör çizgisinde, İslâm parantezinde ve sosyoloji ilmi çerçevesinde mükemmel bir biçimde yorumlamıştır. Türk milliyetçiliğinin fikrî plândaki zirve isimlerinden birisi olmuş, her değerlendirmesi, düşünen beyinler için bir ölçü, bir mihenk oluşturmuş, her kitabı yepyeni bir bakış açısı ortaya koymuştur.
O; nesiller boyu “Nevzat Kösoğlu Okumaları” yapılması ve müstefit olunarak büyük bir zevkle okunması için sadaka-i câriye hükmündeki çok kıymetli telif eserler vermiştir.
O; medeniyet seyyahı durumuna düş/ürül/en ve temel değerlerinden uzaklaş/tırıl/an Türk milletine ve küresel kültür emperyalizmiyle karşı karşıya kalan Türk gençliğine; bu kimlik ve kişilik kaybından çıkış yolunun; Türk milliyetçiliğine sarılmaktan ve yeni nesilleri “millî kültür rûhu”yla buluşturmaktan geçtiğini bir ömür bıkıp usanmadan yazıp anlatan, ama ne yazık ki, yaşıyorken kadr ü kıymeti -hak ettiği ölçüde- “bizim mahalledekiler” tarafından bile yeterince anlaşıl/a/mayan dört başı mamur bir mütefekkir, mefkûre ve ideâlist bir aksiyon adamıydı.
O, bir bilge insan olarak; devleti idâre edenlerin ya da etmek için siyâset yapmak isteyenlerin kulaklarına küpe olması için şu çok önemli îkaz ve temel ilkeleri de ifâde etmiştir:“İnancı kavî olanların ölçüsü amelleridir. İkiyüzlülüğün çirkin patikalarından hiçbir büyüklüğe ulaşılamaz. Milletine Cennet’i vaat etse bile, gâyesi için her vâsıtayı meşrû sayan bir anlayış ancak tarihimizi kirletir. Bu îmanla bu ülküyü omuzlayacak olanlar, dürüstlüğü siyâsetin metodu ve siyâset adamının gücü hâline getirmelidirler. Îman ve ölçülerini kaybedenlere gelince, onlar Kitabımız’ın dışına çıkmışlardır.”
İşte böyle velut bir mütefekkir, çok önemli bir âlim, kâmil bir ülkücü, yiğit bir dâvâ adamı, gerçek bir münevver, samîmi bir Müslüman ve hâlis bir Türk’ü 2013 yılında “gayb” ettik. Türk ve İslâm âlemi, son yarım asrın en büyük ve en değerli adamını kaybetti. O; “Yalnız büyük bir fikir adamı değildi, bir millet adamıydı, mâneviyat büyüğü idi; millî ve mânevî bir mürşitti; mürşitlik iddiası olmayan bir mürşit”ti. O; “Milliyetçilik iddiasındaki herkesten daha millî, İslâmcılık iddiasındaki herkesten daha Müslüman”dı.
“Türk-İslâm Ülküsü”ne inanan Türk milliyetçileri tarafından hep hayırla yâd edilecek olan Nevzat Kösoğlu gibi “mektep adamlar” hakkında, şunu da özellikle ifâde etmemiz gerekir ki; bizim asıl içimizi yakan ve bir gönül burkuntusu gibi yüreğimizi sızlatan şey; ‘Gittikçe Artan Yalnızlığımız’ ve gidenlerin yerine yenilerini koyma noktasında tâkatsiz kalışımızdır. Duâmız odur ki, Cenâb-ı Hak bu güzel insanın da yerini boş bırakmasın. Âmîn!.. Bilvesîle “yetîm-i akran” olan ve sayıları her geçen gün azalan, ülkücülüğe Kur’ânî ve Tûrânî bir aşk mayalayan, milliyetçiliğimize ilim, irfan ve irtifâ kazandıran çok kıymetli ağabeylerimize de Yüce Allah’tan hayırlı, sağlıklı ve uzun ömürler diliyorum.
Türk-İslâm Ülküsü yolunda alın, zihin ve gönül teri döken, bizlere “Ağabeylik yapan neslin” çok önemli halkalarından birisi olan ve 10 Ekim 2013’te “Kalanlara selam olsun” diyerek fânî dünyaya vedâ edip Hakk’a yürüyen Nevzat Kösoğlu’ndan biz her bakımdan razıydık… Duâ ve niyâzımız Yüce Rabbimizin de ondan râzı olmasıdır.
Nevzat Ağabeyimizin ruhu şâd, kabri nur, mekânı Cennet, makâmı âlî olsun. Cenâb-ı Allah; onu sonsuz rahmet ve mağfiretiyle, Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm da şefkat ve şefâatiyle perde-pûş eylesin…
Yazımızın hitâmını Yahyâ Kemâl’in “Vedâ Gazeli”nden bir beyitle yapalım:
“Tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde
Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler…”
Ve bütün sözlerin nihâyeti, Kur’ân-ı Kerîm’in bidâyeti olduğu için, sözün bittiği yerde İlâhî Kelâm başlar: Nevzat Kösoğlu Ağabeyimizin, şehitlerimizin, âhirete yolcu ettiğimiz Türk-İslâm Ülküsü’ne hizmet etmiş büyüklerimizin ve cümle geçmişlerimizin rûhu için;
“El Fâtihâ…”
Dr. Mehmet GÜNEŞ
——————————–
Bu yazı Türk Yurdu Dergisi’nin 339. Sayısında yayımlanmıştır.