Metehan KAYGI
Dilin öneminden ve dil birliğinden bahsetmeden önce milliyetçi camianın üzerinde sıklıkla durduğu dil konusunda birkaç söz söylemek yerinde olacaktır.
“Dil nedir?’’ sorusuna fikir dünyamızda birçok münevverimiz cevap aramış ve bunun sonucu olarak yüzlerce farklı dil tanımı geliştirilmiştir. Ancak bunlar içinde dilin fonksiyonunu ortaya koyması ve dile genel bir perspektif çizmesi bakımından Mehmet Kaplan hocanın dil tanımına göz atacak olursak:
“Dil,tıpkı bir ev gibi milletin duygu ve düşünce hayatının korunağıdır. Dilin bütünü milletin evidir. Bin bir odalı bir ev. Şehir gibi,ülke gibi…’’
Mehmet Kaplan hocanın tanımından da anlaşılacağı üzere dil; milletin kültürel birikiminin,örfünün,inanışlarının hâmisi ve taşıyıcısıdır.
Peki biz bu bağlamda neden dil birliği diyoruz?
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi dil,kültürün koruyucusu ve aynı zamanda taşıyıcısıdır. Türk milleti tarihsel süreç içerisinde Türkistan coğrafyasından farklı sebepler ile yeryüzünün çok farklı bölgelerine göç etmiştir,ve göç ettiği bölgelere de kendisiyle beraber kültürünü ve yaşayış biçimlerini de götürmüştür.
Bir üstteki paragrafta yer alan bahse devam etmek kaydıyla ünlü Türkolog Rudloff’un şu tespiti Türk birliğinin sağlanması için “Türkçe’nin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
Türk dili kadar yeryüzünde geniş dağılım gösteren ikinci bir dil yoktur.’’
Buradan şu çıkarıma varabiliriz. Yeryüzünde Türkçe’nin konuşulduğu her bir noktada Türk milletinin bir parçası yaşıyor demektir. Biz Türk birliğini sağlamak istiyorsak,yani bu parçaları birleştirmek istiyorsak bunun yolu,usûlü dil birliğinden geçer.
Dilin milletin ortak hafızası olduğunu ve mâzisi ile atisi arasında köprü vazifesi gördüğü gerçeğini bizden başka tarihsel seyir içerisinde düşmanlarımız da biliyordu.
Çarlık Rusya’nın son dönemlerinde ve Sovyetler Birliği’nin kurulma aşamalarında yaşamış, Ortodoks Papazı ve aynı zamanda Kazan Üniversitesi Şarkiyat Kürsüsü’nde araştırmacı olan İlminski de bu gerçeğin farkındaydı. Bu yüzden geliştirdiği ve kendi adıyla anılan ‘İlminski Sistemi’nin özünü lehçeleri ve şiveleri dilleştirmek oluşturuyordu. Bu da Sovyetler Birliği içerisinde yer alan özerk Türk cumhuriyetlerinin her birine farklı bir yazı ve iletişim dili üretmek anlamına geliyordu. Böylece Sovyetler Birliği içerisinde Türk cumhuriyetlerinin birbirleriyle olan kültürel bağı koparılacak,bir ve beraber olmalarının önüne geçilecekti.
Meseleye bir de kendi cephemizden bakacak olursak bizde dil birliği denildiğinde zihinlere gelen ilk isim şüphesiz Gaspıralı İsmail Bey’dir.
Gaspıralı Bey’in Türklüğe hizmetle geçen hayat hikayesine bir göz atalım.
İsmail Gaspıralı,bugün Bahçesaray yakınlarda yer alan Avcıköy’de doğmuştur. İlköğrenimini burada tamamladıktan sonra Akmescit Lisesi’ne kaydolmuş,burada bir müddet okuduktan sonra kaydı Moskova Askeri Lisesi’ne alınmıştır. Burada eğitimine devam ederken Rus gençleri arasındaki Panslavist akımdan rahatsız olarak o dönem Dünya’nın hür,müstakil tek Türk devleti olan Osmanlı Devleti’ne gitmeyi ve Osmanlı Ordusu’nda zabit olarak Girit Savaşı’na katılmayı aklına koymuştur. Bunun için tek başına 45 gün kürek çekerek Don Nehri’ne geçmiş ve Odessa Limanı’na ulaşmıştır. Ancak pasaportu bulunmadığı için Rus liman muhafızları tarafından Bahçesaray’a gönderilmiştir.
Bahçesaray’a dönen Gaspıralı Bey burada Mehri Giray’ın kurduğu Zincirli Medrese’de bir süre Rusça dersleri verdikten sonra Yalta’ya geçmiş ve kendi geliştirdiği ‘Usûl-ü Cedid’ yöntemiyle Türkçe dersleri vermeye başlamıştır. Bu yöntem başlangıçta tepki çekse de daha sonra pratik olması ve çok kolay biçimde Türkçe’yi öğrettiği için diğer eğitim kurumlarında da uygulanmaya başlanmıştır. Daha sonra Türk dünyasının dört bir tarafında açılan ‘Usul-ü Cedid Okulları’ ile kısa sürede on binlerce kişiye tek müfredat ile Türkçe öğretilmiştir.
İsmail Gaspıralı’nın dil birliğine yönelik önemli hizmetlerinden biri de Tercüman Gazatesi olmuştur. Kazan’da basımı yapılan ve tek yazı diliyle İstanbul’dan Bakü’ye,Tebriz’e,Priştine’ye ve nice Türk memleketlerinde okunan Tercüman,kısa zamanda Türk dünyasının ortak sesi olmuştur. Başlangıçta haftada bir çıkan Tercüman,daha sonra haftada üç hatta dört sayıya kadar çıkmıştır.
Gaspıralı’nın dil birliğine yönelik çalışmalarına iki husus temel oluşturmaktadır. Bunlar:
1)Türk lehçeleri yabancı dillerden sözcük almak yerine kendi aralarında sözcük alışverişi yaparak zenginleşmelidir.
2)Tüm Türk dünyasında ortak yazı ve konuşma dili olarak İstanbul Türkçesi esas alınmalıdır.
Gaspıralı Bey emek verdiği tüm çalışmaları şu dört kelimeyle nefis biçimde özetlemiştir:
‘’Dilde,fikirde,işte birlik.’’
Fikir dünyamızdan Gaspıralı’dan başka Hüseyinzâde Ali Bey de Türk dünyasında İstanbul Türkçesi’nin esas alınmasını savunmuştur.(Hekim,münevver,İttihat ve Terakki’nin kurucularından) Yine Ziya Gökalp’in de İstanbul Türkçesi’nin esas alınmasına yönelik görüşleri mevcuttur.
Tarihimizde dil birliğinin sağlandığı dönemler bize bu idealin tekrar gerçekleşmesi için cesaret vermektedir. Bunlardan birincisi Türkçe’nin ilk yazılı kaynakları olarak kabul edilen(farklı görüşler mevcut olsa da)Orhun Kitabeleri’dir. Orhun Kitabeleri 8.yüzyılda kaleme alınmış olup 12-13.yüzyıla kadar engin Türk coğrafyasında okunup anlaşılabilmekteydi. İkincisi ise Gaspıralı Bey’in tam 33 sene aralıksız çıkardığı Tercüman Gazatesi’dir.
Yazının son bölümüne gelmişken tüm soydaşlarımızla hiçbir ek vasıtaya gerek kalmadan konuşup anlaşabileceğimiz,Türklüğün kadim birikiminden faydalanabileceğimiz Türkçe için Allahu Teala’ya niyazda bulunuyorum.
Allah,Türk’ü korusun ve yüceltsin.