Yrd. Doç. Dr. Oktay BERBER*
Türk tarihinin en eski dönemlerinden beri iki temel mücadele süreci söz konusudur. Bu süreçlerden biri Türklerin kendileri dışındaki unsurlar veya milletlerle girişilen mücadeleleri ifade ederken, Türk boylarının kendi aralarındaki hakimiyet mücadeleleri de diğer süreci ifade etmektedir. Büyük Hun Devleti döneminden beri Türk dışı unsurlar tarafından idare edilen devletler ile girişilen mücadeleler toplum hafızasında doğal olarak karşılanırken; boyların, boy beylerinin veya bir Türk devletinin diğer bir Türk devleti ile mücadele etmesi toplum tarafından garipsenmektedir. Fakat her iki çekişmenin ortaya çıkmasını sağlayan nedenler arasında en temel etken, Türklerin eski dönemlerden itibaren benimsedikleri yönetim anlayışı ile ilgili görünmektedir. Bu anlayışın ilk somut göstergesini ise II. Göktürk Devleti’ni yöneten Bilge Kağan’ın yazıtında görmekteyiz:
“Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta (yaratıldığında), ikisinin arasına kişioğlu (insanoğlu) kılınmış. Kişioğlunun üzerine ecdadım Bumin ve İstemi Kağan oturmuş.”[1]
Bilge Kağan Yazıtı’nın bu satırlarındaki ifade, Türk kağanlarının ayırt etmeksizin bütün insanoğlu için görevlendirildiği, yani Türk devletinin evrenselliği anlamına gelmektedir. Bir başka deyişle kurulan devlet, bir sınır çizmeksizin bütün insanlığa hizmet etmektedir. Tarih araştırmalarında “Türk Cihan Hakimiyeti Anlayışı” olarak geçen bu bakış, bir Türk devletinin neden bir başka Türk devleti ile savaştığını anlamamızı sağlayan önemli bir husustur. Zira Türk tarihi bu yönetim anlayışı çerçevesinde gerçekleşen sayısız mücadelelerle doludur. Hunlar döneminden beri Asya’da pek çok Türk boyunun birbirleri ile mücadeleleri, Timur’un Toktamış ile mücadelesi, Safevilerin başındaki Şah İsmail’in Osmanlı Hükümdarı Yavuz Sultan Selim ile mücadelesi gibi bilinen ve bilinmeyen nice örnek söz konusudur.
Burada sözü edilen anlayış ile doğru orantılı olarak hakimiyet anlayışı ile ilgili bir başka hususu da unutmamak gerekir. Bu husus, herhangi bir Türk beyinin kazandığı başarıların kendisine vermiş olduğu güç ile hanlık makamına gelebilmesi ile ilgilidir. Türk tarihinin eski devirlerinden beri var olan bu hakimiyet anlayışına gösterilebilecek en güzel örneklerden birisi Osmanlı Devleti’nin kuruluşu döneminde Osman Bey’in Selçuklu Sultanı’na yaklaşımında görülebilmektedir. Karacahisar’ın fethinden sonra Dursun Fakih, Karacahisar’da bir takım düzenlemeler yapılması için Osman Bey’in, Selçuklu Sultanı’ndan izin alması gerektiğini söylemesi üzerine, Osman Bey buna karşı çıkmıştır:
“Bu şehri ben kendi kılıcımla aldım. Bunda Sultan’ın ne dahli var ki ondan izin alayım? Ona sultanlık veren Allah, bana da gaza ile hanlık verdi… Eğer o, ben Selçuk hanedanındanım derse ben de Gök Alp oğluyum derim. Eğer bu ülkeye ben onlardan önce geldim derse, Süleymanşah dedem de ondan evvel geldi.”[2]
Âşıkpaşazâde’den alınan bu konuşma metninde, Türk beyi olan Osman Bey, kazandığı başarıların kendisine vermiş olduğu karizma ve güç ile kendisinden üstün olan Selçuklu Sultanı’nın onayını almadan hareket edebildiği, yani bir bakıma bağımsızlığını ilan ettiği görülmektedir. Dolayısıyla gücü elinde bulunduran Türk yönetici, artık diğer Türk yöneticinin gücünü görmezden gelebilmektedir. Emir Timur ile Yıldırım Bayezid arasında gerçekleşen güç savaşına bu açıdan bakmak Türk tarihini anlayabilmemizi sağlayacaktır.
Türk tarihinin önemli dönüm noktalarından biri olan ve 28 Temmuz 1402 tarihinde gerçekleştiği kaydedilen Ankara Savaşı da bu türden bir mücadele örneğidir. Bir tarafta Anadolu’da bir uç beyliği iken, 14. yüzyılın başlarından itibaren önemli başarılar elde ederek kuruluş döneminde on altı büyük savaş gerçekleştirerek Balkan topraklarından Fırat Nehri’ne kadar hakimiyet alanı oluşturan Osmanlı Devleti söz konusudur. Diğer tarafta ise, sınırları Çin’den Anadolu’ya kadar uzanan büyük bir siyasi organizasyon haline gelen Timurlu Devleti bulunmaktadır. Yukarıda sözünü ettiğimiz cihan hakimiyeti anlayışı, bu iki Türk devletinin karşı karşıya gelmesini bir mecburiyet haline getirdiğini kabul etmek gerekmektedir.
Ankara Savaşı öncesindeki siyasi durum, Emir Timur ile Yıldırım Bayezid’in karşı karşıya gelmesine yol açtığı unutulmamalıdır. Özellikle Emir Timur’un beş yıllık seferi (1392-1397) sırasında Anadolu’da parçalanmış bir siyasi görünüm söz konusu idi. Sivas-Kayseri civarında Kadı Burhaneddin, Karamanoğulları, Erzincan Emirliği, Doğu Anadolu’da Kara Koyunlular, Maraş civarında Dulkadirliler, Güneydoğu Anadolu’da Ak Koyunlular söz konusu olup, Orta Doğu’da da Memlükler bulunmaktaydı.[3] Dolayısıyla bu parçalanmış siyasi yapı, Timur’a Anadolu’ya sefer için uygun bir ortam oluşturmaktaydı. Bu siyasi görüntü içerisinde siyasi hakimiyetini korumak isteyen taraflar ittifaklar oluşturmuşlardı. Bu çerçevede Kara Koyunlular ile Celayirlilerin Timurlulara karşı mücadele ettiği bilinmektedir.
Anadolu’daki siyasi manzarada 1397 yılında Karamanoğulları’nı yenen Bayezid, Kadı Burhaneddin’in Akkoyunlu Kara Yülük Osman Bey tarafından 1398 yılında öldürülmesi üzerine doğuya ilerleme fırsatı bulmuştu. Amasya ve Sivas Osmanlı hakimiyetine geçmiş, Memlük sultanının ölümü ile de Malatya bölgesine kadar ilerlenmişti. Böylelikle Anadolu’nun siyasi birliğini sağlama yönünde oldukça önemli adımlar atılmış oluyordu. Fakat Anadolu’daki hakimiyetlerini kaybeden Türk beyleri, Emir Timur’un Anadolu’ya yönelmesine zemin hazırlamaktaydılar.
10 Eylül 1399 tarihinde harekete geçen Emir Timur, İran bölgesine gelmiş, burada ve Azerbaycan ve Gürcistan dolaylarında faaliyetlerde bulunmuştur. Timur’un Azerbaycan’a gelmesi üzerine buradan ayrılan Kara Koyunlu Yusuf, Celayirli Sultan Ahmed ile Memlüklere sığınmak istemiş, ancak kabul edilmeyince Yıldırım Bayezid’e sığınmışlardır. 1401 yılına gelindiğinde ise, Halep, Hama, Humus, Dimaşk gibi yerleri ele geçirmiş bulunuyordu.[4]
Emir Timur, ele geçirdiği yerlerin kendisine verdiği güç ile Bayezid’e kendisine tabi olmasını isteyen mektup göndermiştir. Gönderilen mektupta kafirlere karşı dostluğun sağlanmasının bir garantisi olarak Bayezid’den oğullarından birini kendisine rehin göndermesi ve gönderilen hil’atın (kaftan) giyilmesi talep edilmişti[5]. Söz konusu istekler Osmanlı’nın Timurlulara tabi olması anlamına gelmekteydi. Timur ile Bayezid arasında buna benzer mektuplaşmalarda Osmanlı’ya sığınan Kara Yusuf’un istenmesi gibi talepler de söz konusu idi ki, bir Türk hakanının kendisine sığınan birini teslim etmesi beklenemezdi.
Büyük bir meydan muharebesi şeklinde gerçekleşen Ankara Savaşı’nda Timur ve Bayezid’in ordularını nasıl teşkilatlandırdığına dair bilgilerimiz mevcuttur. Şerefüddin Ali Yezdî’nin Zafernâmesi’nde Timur’un savaş organizasyonu hakkında önemli bilgiler söz konusu olup, Timur’un ordusunun eski Türk devlet ve askeri teşkilatlanmasında olduğu üzere merkez, sağ ve sol şeklinde teşkilatlandığını görmekteyiz. Ayrıca Oruç Bey, Timur’un ordusunun yedi tümen olduğunu kaydetmektedir.[6] Bu savaş organizasyonu içerisinde orduda fillerin kullanıldığını da kaynaklar belirtmektedir.[7] Bayezid’in de savaş organizasyonu hakkında kaynaklarda bilgiler bulmak mümkündür. Buna göre ordunun merkezinde yeniçeri birlikleri, yine merkezin sağında ve solunda kapıkulu süvarileri, ordunun sağ ve sol kanadında tımarlı süvariler gibi çeşitli gruplarla savaş organizasyonu gerçekleşmiştir.[8] Çeşitli kaynaklarda ve özellikle Ankara Savaşı sonrası yazılan Timur’un Fetihnâmesi’nde Osmanlı ordusunun 70.000 atlı ve yayadan oluştuğu kaydedilmektedir.[9]
Osmanlı açısından Ankara Savaşı’nın kaderine etki eden en önemli kuvvet, ihtiyaç zamanlarında toplanan yardımcı kuvvetler idi. Çeşitli kaynaklarda sayıları farklı gösterilen bu yarımcı kuvvetlerin büyük bölümü sayıları 20.000 ile 40.000 arasında değişen Kara Tatarlar’dan oluşmaktaydı. Osmanlı ordusunun üçte biri anlamına gelen Kara Tatarların savaş sırasında taraf değiştirerek Timur’un kuvvetine katılmaları savaşın dengesini değiştirmiştir.[10] Bununla birlikte Osmanlı’ya destek veren Germiyanoğulları gibi bir kısım Anadolu beyi de taraf değiştirmişti. Timur’un Kara Tatarları kendi tarafına çekme stratejisi ile ilgili İbni Arabşah, Timur’un Kara Tatar beylerine mektup göndererek, “…şu andan itibaren Osmanoğluyla birlikte görünmekle beraber, kalben bizimle olun. Ama bizler karşı karşıya geldiğimizde onların safından çıkın ve bizim ordumuza katılın” dediğini kaydetmektedir.[11] Osmanlı açısından savaşın kaybedilmesinde Osmanlı kumandanlarının taktik hatalarının bulunduğunu, motivasyon bozukluğu olan askerin yorgun düştüğünü ve ordunun yanlış yerde konumlandırılarak su kaynaklarının kaybedilmesinin oldukça etkili olduğunu unutmamak gerekir.[12] Diğer yandan savaşın Timur lehine sonuçlanmasında da Timur’un stratejisinin daha başarılı olduğu bir gerçektir.
Tarihi konusunda farklı görüşler olmakla birlikte 28 Temmuz 1402 tarihinde gerçekleştiği kabul edilen Ankara Savaşı, Bayezid’in Timur’a esir düşerek yenilgisi ile sonuçlanmıştır. Timur’un Fetihnâmesi’nde “çoktandır böyle bir savaş olmamıştı”[13] şeklinde nitelendirdiği bu savaştan sonra Anadolu’da siyasi birliği sağlamak yönünde önemli adımlar atan Osmanlı Devleti, fetret adı verilen yaklaşık on bir yıl süren bir döneme girmiştir. Ankara Savaşı’nda alınan yenilgi, Rumeli’de başarı ile gerçekleşen Osmanlı fetihlerini durdurmuş, Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu yaklaşık elli yıl kadar varlığını sürdürmüştür. Ayrıca Anadolu’da daha önce var olan beylikler yeniden canlanmış, Anadolu’nun siyasi birliği tekrar parçalanmıştır. Emir Timur ise bir süre daha Anadolu’da fetihlerde bulunmuş, çeşitli mirzaları buralarda görevlendirmiştir.
Sonuç itibarıyla, başta da söylendiği üzere Ankara Savaşı, Türk cihan hakimiyeti ülküsünün (mefkûresinin, anlayışının) ve 1402 yılına kadar yaptıkları fetihlerle karizma ve güç kazanan iki Türk hükümdarın karşı karşıya gelmesini mecburi kılan bir meydan muharebesidir. Türk tarihi en eski dönemlerinden beri, bu mefkûre doğrultusunda birbirinin üstünlüğünü tanımak istemeyen tarafların mücadeleleri ile doludur ve Ankara Savaşı da buna dair bir örnek teşkil etmektedir. Sürece bu şekilde bakılması, özelde Ankara Savaşı’na neden olan gelişmelerin anlaşılmasını kolaylaştıracak; genelde ise Türk siyasi tarihini şekillendiren unsurların görülmesini sağlayacaktır.
Dipnotlar
* Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi. El-mek: [email protected]
[1] Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yay., Ankara 2013, s. 65.
[2] Âşıkpaşazâde, Âşıkpaşaoğlu Tarihi, Yay. Nihal Atsız, Ötüken Yay., İstanbul 2011, s. 30.
[3] İsmail Aka, Timur ve Devleti, TTK Yay., Ankara 2000, s. 18.
[4] A.g.e., s. 26
[5] A.g.e., s. 27
[6] Oruç Beğ Tarihi, haz. H. Nihal Atsız, Ötüken Yay., İstanbul 2011, s. 50.
[7] Şerefüddin Ali Yezdî, Emîr Timur (Zafernâme), çev. D. Ahsen Batur, Selenge Yay., İstanbul 2013, s. 391.
[8] Süleyman Polat, “Ankara Savaşı’nda Osmanlı Ordusunun Sefer Organizasyonuna Dair Bazı Tespitler”, 1402 Ankara Savaşı Uluslararası Kongresi Bildiri Kitabı, TTK Yay., Ankara 2014, s. 218-221.
[9] İsmail Aka, “Timur’un Ankara Savaşı (1402) Fetihnâmesi”, Belgeler Dergisi, c. XI, S. 15 (2003), s. 11-12
[10] Süleyman Polat, a.g.m., s. 224.
[11] İbni Arabşah, Acâibu’l Makdûr, çev. D. Ahsen Batur, Selenge Yay., İstanbul 2012, s. 304.
[12] Süleyman Polat, a.g.m., s. 228-230.
[13] İsmail Aka, “Timur’un Ankara Savaşı (1402) Fetihnâmesi”, s. 12.