Türk Evi

                                                          
Eve döndüm yağmur getirdim,                                                                                            
Ev yeşerdi ben yeşerdim. 
Necati Cumalı
     
Mekân; ev, yurt, bulunulan yer ve uzay gibi anlamlar taşımaktadır. Ancak mekânın kelime karşılığı dışında taşıdığı başka anlam göstergeleri de bulunmaktadır. Bu anlam göstergeleri mekânı değerli kılar. Ev bir mekândır ama içinde yaşayanlar için o mekân, bir yuvadır, ailedir. İşte tam burada mekânla insan arasındaki değer ve duygu ilişkisi doğmuştur. Böylece mekân, somut bir varlığın ötesinde soyut bir anlam kazanarak düşünsel alana yükselir. Her canlının bir yuvası vardır ve bu yuva her canlı için kutsaldır. Bütün medeni yasalarda yer alan konut masuniyeti de mekânın yuva olma özelliğinden kaynaklanmaktadır. Evin taşıdığı değer, fiziksel yapı olmanın çok ötesindedir. Ev, kişinin toplumsal kişiliğinin oluştuğu ilk mekân, kültürel kazanım sürecinin ilk basamağıdır. Türk,  bütün bir vatanı evi bilir. Çünkü vatan; ocaktır, namustur, kutsaldır ve dokunulmazlığı vardır. 
            
Ev, sözlüklerde farklı tanımda açıklanmıştır: Bir ailenin oturabileceği biçimde yapılmış yapı, bir kimsenin veya ailenin içinde yaşadığı yer, konut, hane, aile ve soy, nesil. Burada aile, soy ve nesil kavramlarına vurgu yapılması, evin yuva olmasını belirtmektedir. Zira toplumsal hayatın kurgulanması ve idamesi açısından bu üç kavram, milletin olmanın temelini teşkil etmektedir. Bazı sözlüklerde de ev; kadın, ocak karşılığında kullanılmıştır. Türk milletinin kadına verdiği önem diğer kültürel yapılardan çok farklıdır. Kadın, yuvanın kurucusu annedir. Bu özellik, Türk mitolojisinde bulunan ve ailenin, ocağın çocukların koruyucusu, etrafına ışık saçan bir kadın Umay Ana’yı işaret etmektedir. “Yuvayı dişi kuş yapar.” atasözünün kaynağı bu inanış olsa gerektir.
            
Ev, mutluluk ve huzur mekânıdır. Orada aile bütünlüğü bir güven ortamı oluşturur. Evden ayrılmak gurbete çıkmaktır. İnsan zorunlu ihtiyaçlarını karşılamak için dışarı çıkar, o ihtiyaçlar tamamlanınca tekrar eve döner. Ev, insanların yeryüzündeki cennetidir. Yüce Kitabımızda: “Allah, size evlerinizi huzur ve dinlenme yeri yaptı.” (Nahl 16/80) buyurulmuştur.
            
Ev, insana aidiyet duygusu verir. Çünkü insanın ata kökleri evdedir. Çocukluk hatıralarının ev bağlantısı bir ömür boyu sürer. O yaşantının bütün süreci bir zaman makinası görüntüsüyle her an canlı tutulur. Ev, insanın özüdür, evde kazanılan bütün kültürel değerler hayatın bizzat kendisidir. Ev merkezli komşuluk ve mahalle kültürü, sosyal dayanışmanın mükemmel bir örneğidir.
            
Ev, Türkçe’nin değişik lehçe ve şivelerinde; iv, üw, öy, üy, eb, ep ve öm gibi söyleyişlere sahiptir. Eski Türklerde ev, çadır/topakev mânâsındadır. Atalarımız,öküzler tarafından çekilen arabalar üzerine de kurulabilen yuvarlak çadırlarıyla (topak ev) iftihar etmişler, onu kerpiçten yapılan Çin evlerinden daha üstün görmüşlerdir. Keçeden yaptıkları bu çadırlar kubbe mimarisinin ilham kaynağı olduğu bilinmektedir. Türkçe’de çok zengin bir topakev kelime ve kavram dağarcığı mevcuttur. Bunlar; otağ (oda), orda, ağbanev, alaev, oba, günlük, yurt, kaytaban, şami günlük, ala sayvan, tünlük, sayvan, gerdek, gölgelik… adlarıyla anılır. Topakevin malzemeleri ise; derim, kapı, uğ, düğnük, çığ, ayak ipi, bel ipi, kavşıt, yan keçiş, boğaz keçesi, tepelik, çantık ipi, yellik ipi, ortadirek (öktem), ve keçedir.
            
Otağ, Türkistan bozkırlarının ve göçebe hayatının kullanışlı evidir. Otağı bugün oda olarak kullanıyoruz. Türkler evlerini taşıyan millet olduğu için göçer evli de denilmiştir. Topakev, şeklini gökyüzünden alır. Ve onun altı, Oğuz Han’ın dileği gereğince insanlığın evidir. Topakevin malzemesi; keçe, ağaç ve iptir. Kurması ve sökmesi kolaydır. Bu çadırın altında yaşayanlar, ahlâklı olmayı erdem sayarlardı. 7. asırda Çin’de yaşayan Göktürk şehzadesi muhteşem sarayda kalmak yerine, sarayın bahçesine kurdurduğu çadırda oturmuştur. Osmanlı’da otağ-ı hümayun işlerine hayme mehterleri bakardı. Dede Korkut Hikâyeleri Dirse Han Oğlu Boğaç Han Boyunda çadırın kültürel bir değeri bulunmaktadır: “ Hanlar hanı olan Kam Gan oğlu Han Bayındır, yılda bir kere büyük bir ziyafet tertipleyerek Oğuz beylerini konuklarmış. Bir gün Bayındır Han yine böyle bir ziyafet hazırlığı yaparken bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere de kara otağ kurdurur.”
            
İnsanlığın Efendisi, Hendek Savaşında Kubbetu’t Türkî denilen Türk çadırını karargâh olarak kullanmıştır. İstanbul’un fethedileceğini bu çadırın gölgesinde müjdelemiştir. Efendimizin itikâfa girdiği çadır, yine Kubbetu’t Türkî’dir. Ashabıyla istişareyi; savaş kararlarını, barış görüşmelerini bu çadırda yapmıştır efendimiz. Çadırın kapısı sağdan açılır. Sağ; berekettir, selamettir.
            
Kilit vurulmaz çadırın kapısına, zira en güvenli yerdir oba. Hiç kimsenin bir başkasının topakevinde gözü yoktur. Topakevin kapısından eğilerek içine girilir; girenin nezaketini gösterir, içerdekilere duyulan saygıyı da. Topakev yazın serin, kışın sıcak olur. İçerde oturuş şekli yaşa göredir, çocuklar kapıya yakın oturur. Tek direklidir topakev, tek olanların birliğini anlatır. Tek olanlar burada bir’leşir. Çadırın kubbesi gökyüzü, kazıkları yıldızlardır. Hz. Nuh’un oğlu Yasef, Yasef’in oğlu Türk, Isık Göl’ün civarına yerleşip ilk çadırı kurandır.
            
Türk; çadırın içinde doğar, atın üstünde ölür. Mimaride duvar binalardan hoşlanmayan atalarımız, muhteşem eserlerini ufukları kapatmayan, dağ silsilesi gibi birbiri üstünde yükselen çadır kubbesinden esinlenerek meydana getirmişlerdir. Kubbe ile minare arasından görünen gökyüzü, sema ufkuna bakmaya imkân vermiştir. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde; “Türk otağına hayran kalan Avusturya İmparatoru, konuklarına ziyafet vermek amacıyla sarayının bahçesine bir otağ kurulmasını emreder. Otağ kurmasını bilmedikleri için orta direği rüzgâra kaptıran görevlilerden yedisi ölmüş, pek çoğu yaralanmıştır. Bunun üzerine gönderilen Türkler, otağı kurmuşlardır.” şeklinde bir tanıklıkla Türk çadırı övülür.
            
Atalarımız yerleşik hayata geçtikten sonra kerpiçten ve “pışığ kerpiç” (pişmiş kerpiç) dedikleri tuğladan evler yapmışlardır. Dîvânü Lugāti’t-Türk’te geçen sunu (kiriş), oğulmuk (direk), eşiklik yığaç (eşik ağacı, eşik), kapığ yangakı  (kapı yanağı, söve), tarus (çatı), örtmen (dam), eğme (evin kemeri) ve uyuğluğ ev (kemerli ev ) kelimeleri fiziksel evin yapı biçimleridir. Ağaç, kireç, kerpiç gibi malzemelerden yapılmış bu evler, göç kültürünün de izlerini taşımaktadır. Evin bir odası ve başka bir yeri eksik bırakılır. Burada ince bir mesaj verilmek istenmiştir. O da, dünya işinin asla bitmeyeceği, bu yüzden insanlara iyi davranılması gerektiğini vurgulamaktır.
            
Geniş avlu içinde hayata ve konuklara gülümser. Bu ev halkının meydana getirdiği hane ve komşuluk kültürü yüzyıllardır başka kültür ve uygarlıkları etkilemiştir. Geleneksel ev mimarisinin planlanmasında ve iç düzenlemesindeki en önemli özellik kültürel anlayışa uygunluk esas alınmıştır. Evler fizyolojik, sosyal ve pedagojik fonksiyonları gereği içe dönük bir planla inşa edilmişlerdir. Bu evler tabiattan ve yerleşmeden bütünüyle ayrılmamış, tabiat ve ağaç tutkusu avlu ve bahçelerde vücut bulmuştur. Türk konut mimarisi günümüz şartlarının yaratmış olduğu konutların aksine, rahat ve sağlık şartlarına elverişlidir.
            
İnsan huzuru ve rahatı ancak evinde bulur. Verilen nimetler evde paylaşılır. Türk kültüründe ev; yuvadır, yeryüzünün mutluluk ve huzur bahçesidir. İşte bu yüzden en olumsuz felaketlerde bile ayakta kalmanın teminatı ev, aile olmuştur.
            
Yuvanın en önemli görevi çocuk eğitimidir. Eski Türk topluluklarında eğitime son derece önem verilirdi. Her Türk çocuğu zamanın şart ve ihtiyaçlarına göre gerekli bilgileri alırdı. Kendisi ve toplumu ile barışık, kendi kendine yeten, ata binen, kılıç sallayan, ok atan,töreyi tanıyan nesiller yetiştirmek başlıca gaye idi. Alp tipi insan yanında duygulu, iyilik ve cömertliğe önem veren, büyüklere saygı gösteren… bir ahlâk ve terbiye anlayışını benimsetmek Türk evinin temel vasfıydı. Şiir metinler ve atasözleri eğitim anlayışımızı ortaya koymaktadır:      
                                
“Bilgi bilin ey beyim
  Bilgi size eş olur
  Bilgi bilen o kişi
  Bir gün kutluluğa erer
                        Bilgili kişi beline
                        Taş kuşansa cevher olur
                        Bilgisizin yanına
                        Altın konulsa taş olur.”
 
Keza atasözlerinin her biri de hayat dersiyle dopdoludur.
 
“Körle yatan şaşı kalkar
Komşu komşunun aynasıdır 
Ağaç yaş iken eğilir
Al atın yanında duran ya huyundan ya suyundan
Üzüm üzüme baka baka kararır
Çalma el kapısını, çalarlar kapını
Allah, evlatsız-devletsiz komasın
Ana geze kız geze. Bu çeyizi kim düze
Çok verme arsız edersin, az verme hırsız edersin.” 
 
Türk aile eğitiminde oğlan babaya, kız anneye nispet edilerek terbiyelerinden sorumlu tutulurlar. Aşırı hareket eden çocuklar için ”aile terbiyesi almamış” denmesi eğitimde birinci derecede aileyi sorumluluk altına alır. ”Anadan saygılı, babadan görgülü ”tekerlemesi yine çocuğun eğitiminde ailenin önemini vurgular. Ataç ve anaç kelimeleri yeni yetişen gençler için kullanılır. İyi yetiştirilen çocuklar için kullanılan bu kelimeler aileye sosyal bir saygınlık kazandırır.” Ata oğlu ataç olur .” sözü oğlanlar için, ”kenarına bak bezini al, anasına bak kızını al.’ sözü ise kızlar için kullanılır.
 
”Ele güne ayıp olur.” annelerin çocuklarına en sık tekrar ettikleri bir öğüttür. El, il devlet; gün, millet anlamındadır. Bu sözü söyleyen anne; “oğlum, kızım yanlış hareket yapma, devlete-millete ayıp olur.” demektedir.
            
Şımartılan çocukların aileleri toplum tarafından kınanır. Ölçülü ve tutarlı hareket etme her zaman tavsiye edilir.
            
Edip Ahmet (12.y.y) Atabet’ül Hakayık isimli eserinde;
 
“Mutluluk yolu bilgi ile bulunur.
Nice kirli şeyler yıkanmakla temizlenir.
Cahillik, yıkanmakla temizlenmeyen bir kirdir.
Her işte bilgisizliğin nasibi pişmanlıktır.
Dinle bilgili ne diyor:
Edeplerin başı, dili gözetmektir,
Dilini koru dişin kırılmasın”  
diyerek mutluluğa ulaşmanın ancak bilgili olmak sayesinde gerçekleşeceğini ifade eder.
            
Türk evi; yuva, ocak ve aile olarak Türk soyunu eğitti. Türk nesli, aldığı bu erdemli eğitim sayesinde dünyanın her köşesinde ve her çağında sevgi, hoşgörü ve adaletin temsilcisi oldu.
Yazar
Ahmet URFALI

AHMET URFALI’NIN ÖZGEÇMİŞİ1955 yılında Emirdağ’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini memleketinde tamamladı. Üniversite tahsilini, Türkçe, Türk Dili ve Edebiyatı ile Sosyoloji üzerine lisans eğitimi gördü. Yurdun değ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen