Kavram Hakkında
Türk-İslam Sentezi konusunda en çok “sentez” kavramı üzerinde bir eleştiri getiriliyor. Sentez, Hegel’in felsefesine ait bir kavram. İdealist felsefenin üzerine bina ettiği diyalektiğinde tez ve antitez zıtlığının zorunlu bir sonucu. Bu anlamda sentez bizde kaba bir şekilde düz mantık çıkarımının sonucudur. Yani, “Sentez tez ile antitez arasındadır, Türklük ve İslamlık birbirinin tezi ve antitezi değildir, öyleyse Türk-İslam Sentezi kavramı yanlıştır.”
Kavramın içeriğine değinmeden yüzeysel bir şekilde, düz mantıkla hareket edilerek bir yargıya varıldığı görülmektedir.
Biz kavramı hep zıtların çatışması şeklinde düşünüyoruz ve buradan hareketle de İslam ve Türklüğün zıt olgular olmadığı üzerine fikir yürütüyoruz. Oysa sentez sosyolojik olguların çatışmasını değil, felsefi bir kavram olması hasebiyle, özellikle de idealist felsefenin, fikirlerin çatışması anlamında düşünmek daha doğru olur. Mesela bir sitede şu tanımlama var: “Genel kabul görmekte olan fikre TEZ denilir. ANTİTEZ genel kabul gören fikre karşı çıkan, onu olumsuzlayan (negation) fikirdir. Hem tez, hem de anti-tez bu noktada bilindiği ve çarpıştırıldığı için ortaya çıkan yeni fikir bunları bağdaştıran daha sağlıklı, daha bilinçli bir fikirdir: bu üst yeni fikre SENTEZ denilir. Böylece sürekli gelişme sağlanır ve bilinç giderek daha üst düzeylerde oluşur.”[1] İdealist felsefe (bu arada Türkçesi Ülkücülük) de diyalektik düşünce önemli etkiler yapmıştır. Marks da diyalektiği aynen alır ve düşüncesinin merkezine oturtur ama kavramın içeriğini ters çevirir. İdealist diyalektiği materyalist diyalektik yapar.
Düşünce dünyasında bu fikrin temsilcisi olanlar da Türk-İslam Sentezi kavramını gönül rahatlığıyla kabul etmiş değildir. Bu sebeple kavram üzerinde bir mutabakatın olduğunu söyleyemeyiz. Sebebi de büyük ölçüde yukarıda belirttiğimiz gerekçe. Mesela, Orhan Türkdoğan sentez yerine milli-inşacı tabirini yeğlerken Süleyman Hayri Bolay “Türk-İslâm sentezi” tabiri yerine “Türk Müslümanlığı”nı önerir. En yaygın kullanım ve politik içeriği en güçlü olan yine bu kavrama itiraz eden Ahmet Arvasi’nin “Türk İslam Ülküsü” kavramıdır.
Mustafa Erkal’a göre, Türk-İslam Sentezi zıtlık veya ikiliğe değil uyuşuma ve terkibe göndermede bulunur: “Türk-İslam Sentezi, diyalektik bir anlayış içinde ele alınmamalıdır. Burada tez ve anti-tez çatışmasından bir senteze geçilmesi söz konusu değildir. Burada sentez kelimesi, yaşanan bir üslubu, sosyal gerçeği ifade etmektedir. Bir başka anlatımla İslam’ı Türk üslubu içinde yaşama anlamına gelmektedir. Aynı din dairesinde bulunan farklı milli kültürlerin temel esaslarda birleşmekle beraber yaşam tarzları farklı olabilmektedir.”[2]
Türk tarihçiliğinde Türk- İslam Sentezi kavramı artık pek kullanılmıyor olsa da kavramın tarihi ve fikri içeriği yerleşmiştir. Mesela, Türk İslam devletleri, Türk İslam sanatı, Türk İslam kültürü vs. gibi kullanımlar Sentezin tekabül ettiği fikri müktesebatı karşılamaktadır.
Büyük ölçüde Sosyalist aydınların ve Sosyalistler kadar olmasa da İslamcıların eleştirilerinden dolayı Türk-İslam Sentezi bir ideoloji konseptine oturtulmuş ve sonra da bu konumuna sert eleştiriler getirilmiştir. Bugün de, ilk notta belirttiğim gibi, milliyetçi gruplar da gündelik politik mülahazalar sebebiyle farklı bir hareket noktasından da olsa Türk-İslam Sentezini bir ideoloji gibi görmüş, olumsuz bir ithama maruz bırakmıştır.
Bugün Türk-İslam Sentezi maruz kaldığı söz konusu yoğun politik-ideolojik söylemin kirliliğinden kurtarılarak, içeriği kavramın asli çıkış noktası olan bir tarih felsefesi, yaklaşımı formuna yeniden kazandırılabilir. Akademik bir düzleme oturtulduktan sonra tarihsel, kültürel ve toplumsal açıdan zayıflık gösteren noktaları geliştirilebilir.
NOTLAR-4
Kökler
Türk-İslam Sentezi yaklaşımının ortaya çıkışında ideolojik tartışmaların bulunduğunu ilk aşamada vurgulayalım. Bu partiler arasında bir tartışma değil, entelektüeller arasındaki bir tartışmadır. II. Meşrutiyet döneminde Babanzade Ahmet Naim gibi İslamcı aydınların Türkçüleri dinsizlikle suçlaması üzerine yoğun bir tartışma süreci yaşanmıştır. Dönemin Batıcı aydınlarında ve okumuşlarında materyalist yaklaşımın da egemen olması sebebiyle İslam karşıtı bir hava da yaygındır. Bugünkü toplumsal ve siyasal atmosferden pek de farklı olmayan ve “dışlama” üzerine kurulu yaklaşım üzerine Hüseyinzade Turan ve özellikle Gökalp gibi Türkçüler, Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak şeklinde formüle ettikleri bir bütünleşme kuramını ortaya koymuşlardır. Gökalp’in bu yaklaşımı bir dizi makale olarak Türk Yurdu dergisinde yayımlanmıştır.[3]
II.Meşrutiyet dönemindeki farklı ideolojiler arasındaki düşünce tartışmaları tematik olarak bugün de varlığını göstermektedir. II. Meşrutiyet döneminde Türk Dünyasından gelen Türkçülerden ziyade Osmanlı Türkçüleri arasında özellikle de Ziya Gökalp’in düşünce sistematiğinde Türklük ve İslam’ın ayrıştırılamazlığına yönelik bir yaklaşım benimsenmiştir. 1970’lerin başında yeni bir formülleştirme ve kavramlaştırmayla ortaya çıkan Türk-İslam Sentezi de bu yaklaşım üzerine kurulmuştur. 1970’lerin siyasi koşulları da II.Meşrutiyet döneminkine büyük ölçüde benzer. Güçlenmiş olan Marksist ve İslamcı akımların Türk toplumunun toplumsal ve kültürel sistemine yönelik yıkıcı yaklaşımları gittikçe belirgin bir görünürlük kazanır. Yine kimlik merkezli bir saldırı söz konusudur. Dünün Batıcıları olan Marksistlerin hem İslam’a hem de Türk kimliğine yönelik ve Kemalistlerin laiklik adına İslam’a, İslamcıların ve tarikat yapılanmalarının da Türk kimliğine yönelik reddedici ve saldırgan tutumları dikkat çeker.
Türk milliyetçiliği bu reddiyeci ideolojik gruplara ve zihniyete karşı Türk kimliğinden ve de İslam’dan taviz vermeyen duruşu akademik bir kimliğe bürünür ve Türk-İslam Sentezi adıyla tarihsel bir zeminde yeniden tanımlanarak bir direniş odağı haline gelir. Türk İslam Sentezi bahsedilen üç ideolojiye de karşı çıkarken ikna edici argümanlar oraya koyar. Türk-İslam Sentezinin tarihsel anlayışında merkezi zaman dilimi Selçuklu dönemidir. Güçlü bir şekilde geleneksel Türk geleneğinin ve töresinin varlığını sürdürürken İslam’la girişilen etkileşimde iki kültürel varlık da kendi kimliğini yok etmeden, özgün bir varoluş ortaya koyar. Ayrıca Hilafet merkezi ile kurulan din ve devlet alanlarının ayrıştığı ilişki sistemi de laikliğin Türk tarihindeki temellendirmesine yardımcı olur.
Türk-İslam Sentezi’nin tanımını ve amacını Mustafa Erkal bütün boyutlarıyla şöyle özetler: “Türk-İslam Sentezine karşı çıkanlar radikal laikçi çevrelerle radikal İslamcı ve bazı Marksist düşünceye sahip olan kimselerdir. Bunlardan radikal laikçi çevreler siyasi yönden 12 Eylül yönetimi ile Türk-İslam Sentezi görüşünün yönetenlerce esas alındığı görüşünü ileri sürerler. Türk-İslam Sentezinin kültürün sadece din unsurunu öne çıkararak laiklik anlayışını ortadan kaldırıcı bir din devletine doğru gidileceğini varsayarlar. Oysa kültür bütün unsurları ile organik bir bütündür. Bu sentezin, daha doğrusu terkibin, Anayasanın ve Türkiye Cumhuriyetinin temel nitelikleri ile bir sorunu olmadığı için laiklikle de bir sorunu yoktur. Ancak, laikliğe farklı yorumlar yükleyenler, din-dışılığı esas alanlar, din ve vicdan hürriyeti konusunda sadece kendilerine dönük liberal olanlar, Cumhuriyet’in akılsız dostu olduğunu fark etmeden bu kavrama karşı çıkmışlar ve hücum etmişlerdir. Bu anlayışta olanların bazıları laikliği İslam’ı alternatif bir din gibi takdim etme anlayışına ve çelişkisine de düşmüşlerdir. Radikal İslamcı bazı çevreler de milliyet, milli kültür ve din kurumunun birbiriyle çatıştığını varsayarak Müslüman’ın milliyetsiz, milli kimliksiz, devletsiz, sınırsız olduğunu zannederek sözde anti-ırkçı bir görünüm altında ırkçılık yaparak Türkiye’de Türk kimliğine savaş açanlardır.”
Solun bugün bile tez, kitap, makale düzeyinde Türk-İslam Sentezine yönelik eleştiri adı altında yürüttüğü saldırıların aslında milli kültür gibi toplumsal mutabakat unsurlarına yönelik olduğunu belirtelim. Fakat milli kültürü korumak ve yeniden inşa etmek iddiasını büyük ölçüde terk eden Milliyetçi aydınların ve grupların bir de konuyu değerlendirecek derinlikten yoksun olması solun milli kültür aleyhine sürekli bir zemin kazanması anlamına geliyor.
Din ile milliyetin bu ilişkisi veya başka bir ifade ile millet olma ve milliyetçilik hareketlerinin bu gelişim çizgisi Avrupa’daki milliyetçiliklerde de görülür. Milliyetçiliğin din ile yöndeş bir çizgide ilerlemesi birbirini tahkim eden bir güdü olması bu iki unsurun birbiri ile çatışan varlık alanları olmadığının bir göstergesidir. Anglikan kilisesi İngiliz milliyetçiliği, Alman Protestanlığı Alman milliyetçiliği, Rus Ortodoksluğu ile Milliyetçilik arasındaki özdeşlik ilişkisini hatırlatmak yeterlidir.
Milliyetçilik dinlerin tasfiyesi üzerine kurulmamaktadır. Laiklik veya sekülerlik olguları din devlet ilişkilerini düzenleyen bir ilişki biçimidir. Türk milliyetçiliği de bu anlamda laiktir ve bu konuda asla taviz vermemiştir. Milliyetçi siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, kişi ve gruplarının belki de mutabakat sağladığı tek unsur laikliktir. Ana damar Türk milliyetçilerinin dinin araçsallaştırılmasına yönelik hassasiyetleri güçlüdür.
Ahmet Rasim Bey’in konuyla ilgili facebook sayfasındaki tartışmaya yaptığım yorumda dediğim gibi, Gökalp’teki Türk-İslam-Modernlik vurgusu bahsettiğimiz bu iki militan tutuma karşı güçlü bir duruşun ve bunun sonucu olarak da varlığını kabul ettirişin ifadesiydi. Yetmişlerde de aynı gruplardan aynı yönde saldırılar yoğunlaşınca Gökalp’in yaklaşımı Türk-İslam Sentezi kavramıyla yeniden formüle edilmiştir. Ama bugün aynı sorunlara karşı maalesef bir duruş sergileyemiyoruz ve bunun sebebi de entelektüel bir varlık gösterememiş olmamız. “Türk- İslam” ifadesini duymak ve görmek anında bizim şimdiye kadar karşı durduğumuz bu iki militan yaklaşımdan birinin yanında hizalanmamıza sebep oluyor… Bu da düşünce alanında bizim belirleyici özgünlüğümüzün artık yok olduğunu gösteriyor…
[1] https://sentez.nedir.org/.
[2] Parantez içindeki alıntılar şu eserden alınmıştır: Ahmet Selim Tepegöz, “Türk İslam Sentezcilerinde Din”, Basılmamış Doktora Tezi, T.C. Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İlahiyat Fakültesi, Din Sosyolojisi Bilim Dalı, 2010.
[3] Mehmet Kaan Çalen’in şu eserinde bu tartışmalar birincil kaynaklar üzerinden sistematik şekilde aktarılır ve analiz edilir: Osmanlıcılık Ve İslamcılık Karşısında Türkçülük, Ötüken Neşriyat, 2017