Türk-İslam sentezi hakkındaki Not:1’deki düşünceme epey nitelikli yorumlar yapıldı. Görüşlerini belirten herkese teşekkür ederim. Düşüncelerimin çok uzun olmaması ve okunmasının kolay olması amacıyla günlük, kısa notlar şeklinde sizlerle paylaşacağım.
Hem bu paylaşımdaki hem de başka paylaşımlarda özellikle dikkatimi çeken dinin daha doğru ifade ile İslam’ın hoşnutsuzlarının belirgin bir şekilde gittikçe artması. Bu elbette sağlıklı bir durum değil, maalesef patolojik bir semptom göstergesidir. Bunun görünen birkaç sebebi üzerinde durabiliriz.
İlk olarak, AKP’nin İslam’ı araçsallaştıran ve politikalarına kalkan yapan uygulamalarına tepki İslam’a yönelmiştir. İkincisi de, dinin toplum içindeki işlevi ve birey yaşamındaki öneminin göz ardı edilerek AKP’nin yanında cemaat ve tarikatlara olan tepkinin dine yönelmesi ciddi bir sorun olarak tebellür ediyor. Vurgulamak gerekir ki, buradaki tepki basit bir demokratik tepki değil, kin ve nefretin belirleyici olduğu psikolojik içerikli bir tepkidir.
İslam’a yönelik bu tepki farklı türde söylemlerin de yaygınlaşmasına sebep olmuştur. Mesela, İslam’ı Araplaşma olarak gören sloganlar, en dramatik ifade biçimi olarak kendini gösteriyor. Önceden Türklerin Müslümanlığının diğer milletlerden farklı olduğu tezi milliyetçi çevrelerde yaygın bir söylem olarak kabul görürken hatta Alevilik gerçek Türk Müslümanlığı şeklinde sunulurken kimse İslam’ı benimsemenin bir Araplaşma olduğunu aklına getirmemişti.
Oysa, bir Uygur, bir Timurlu, bir Altınordu, bir Selçuklu, bir Osmanlı kültür ve sanatından bahsederken bu eserlerin tek bir isimle mesela İslam sanatı kavramıyla değil Selçuklu, Osmanlı sanatı bir üst kategoride de Türk-İslam sanatları olarak ifade ederiz. Bu tanımlama da Araplaşma değil özgünlüğün bir ifadesidir. Çünkü bu eserlere biz Arap coğrafyasında rastlamıyoruz.
Şayet “İslam diye Araplaşıyoruz” ifadeleriyle gündelik yaşamımızda bir Araplaşmadan bahsedeceksek daha derin analizlere ihtiyaç olur ki elbette burada söz konusu olmaz. Fakat gözlemim odur ki, bu ifadenin arka planında toplumda daha bariz görünürlük kazanan bir kısım tarikat ve cemaat liderlerinin gündelik yaşamımıza müdahale anlamına gelen açıklamaları ve ekseriyetle “yapma, etme, günah” ekseninde dönen sığ yorumlarını İslam adına vazetmeleri vardır. Bunlara gösterilen tepki de keskin, genelleyici, rijid bir nitelik taşıyor. Nihayetinde tarikat liderleri bu açıklamaları yaptı diye milyonlar peşlerinden gitmiyor.
Çok yanlış gördüğüm diğer bir ifade de Türklüğün doğuştan dinin ise sonradan kazanıldığı yönünde. Yine burada da dini ikinci plana atarak Türklüğü yüceltme gibi bir amaç öne çıkıyor. Birini yüceltmek için diğerini küçültme elbette yanlış bir yöntemdir.
Türklük verili İslam da kazanılan bir nitelik değildir. Her ikisi de sonradan kazanılır. Bu gerçeği akılda tutmak gerekir. İnsan doğduğunda herhangi bir dine ve milliyete mensup olarak doğmaz. Ben Türk ana babadan doğsam ama Fransız kültürünü benimseyip Fransızca konuşsam Türk ana babadan doğduğum için Türk mü olurum yoksa Fransız toplumunun değerlerini benimsediğim için Fransız mı olurum? Elbette Fransız olurum. Kısacası, ne Türk olmak ne de Müslüman olmak doğuştan gelir.
Unutulmaması gereken bir nokta da dinin bir toplum için önemi. Toplumu ne ekonomi, ne sınıf, ne iktidar kurar; toplumu din kurar. Kurucu unsur dindir. Sizin din karşısındaki pozisyonunuz ister olumlu ister olumsuz olsun İNSANLIK VAR OLDUĞUNDAN BERİ DİN toplumun kurucu unsurdur.