Türk İslam Düşüncesinde Durgunluk ve Prof. Dr. Mehmet Aydın

Türk İslam düşüncesinde büyük İslam âlimi Gazali’den sonra meydana geldiği iddia edilen durgunluk konusuna devam ediyoruz.  Bu günkü yazımıza İlahiyat Profesörü Mehmet Aydın’ın görüşleri ile devam edeceğiz.

Hoca’ya göre İslam dünyasında ya da koskoca bir medeniyette bir durgunluk olmuş olma ihtimali yoktur. Durgunluk konusunda kütüphanelerimizde bulunan binlerce ve belki de milyonlarca eserin gün yüzüne çıkartılması tasnif edilmesi ve okuyucuları ile buluşmasını ne yazık ki sağlayabilmiş değiliz.

“Her şeyden önce, tarihi mirasımızın önemli bir kısmı, henüz ilmi usullerle tahlil ve tenkid edilmemiştir. İslâm’ın fikir tarihini ana hatlarıyla bilmekteyiz. Fakat böyle bir bilgi ile kova bir medeniyetin içe kapanış sebeplerini ortaya koymak mümkün değildir. Kütüphanelerimizi dolduran binlerce cilt yazma eserlerin, neşri ve tetkiki bir yana doğru dürüst tasnifi bile yapılmış sayılmaz. Dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkan bir kaynak eser, bir mütefekkirimiz ve hatta bir tarihi dönemle ilgili bilgilerimizi değiştirebilmektedir.”

Burada Türk İslam Düşüncesi derken; Kur’an’ı Kerim’in gölgesinde gelişen felsefi, kelâmî, ilmi, ahlaki ve edebi konular mı anlaşılmalı yoksa topyekûn ve genel manada “Ulum-i diniye” mi anlaşılması lazım. Bunu ayırt etmek gerekir

“Gazali’nin ölümünü takip eden asırlarda, özellikle tecrübi ilimler sahasında, çok büyük ilerlemeler olmuştur. Yine, eğer İslâm mimarisi ve güzel sanatlar için bir içe kapanma tarihi arayacaksak, bunu Gazali’den beş-altı asır sonraya getirmek icabeder. Mesela Endülüs İslâm Kültürü felsefesi, tecrübi ilimleri, güzel sanatları ile bir “içe kapanma” hadisesini değil, tam bir “dışa açılma” hadisesini yaşamıştır.”

Gazali’nin asıl gayesi “Dini ilimlerin ihyası” konusuydu. İçinde bulunduğu İslam dünyası ve o dönemin şartları, fikri karmaşası Gazali’nin böyle davranmasını gerektirmiş olabilir.

“Gazali daha önceki dönemlerde var olup sonraları her nasılsa yok olan veya yok olmaya yüz tutan bir fikri yapıyı diriltmeye çalışıyordu. O, dini düşünceyi yeni bilgi birikimi ışığında, o yeni bir canlılık getirmek istiyordu. Gazali asla bir tasfiyeci değildir. O, kendince tarif ve tefsir ettiği ana bünyeye uyan felsefi, kelâmî ve tasavvufî unsurları korudu.”

“Gazali aslında İslâm düşüncesinin durgunluğu değil, hareketliliği bir problem olmaktaydı. Bu da düşüncenin insan bütünlüğünü yeterince dikkate almayan bir gelişme göstermesinden kaynaklanıyordu. Felsefi düşünce kılı kırk yaran bir yolda ilerlemiş ve bugün bile fikir tarihçilerini hayrete düşüren bir terkip seviyesine ulaşmıştı.”

“Ne var ki, bütün bu gelişmelerin getirdikleri kadar götürdükleri de önemliydi. Kur’an’ın dinamik uluhiyet anlayışı, felsefenin elinde ötelerin ötesinde var olan bir İlk Sebep, bir ilk Muharrik olup çıkmıştı. Nazari ve ameli kemal, mutlaklıkta ve değişmezlikte aranmış, bunun temini için de Allah ile âlem arasına bir “akıllar dünyası” yerleştirilmişti. Kelam, zaman zaman bir “Fikri spor” halini almış: coşkucu tasavvuf birçoklarının elinde Şer’in sınırlarını zorlayan bir kayıtsızlık içine girmişti. Bilen veya derin derin düşünen yahut coşup taşan insanların sayısı oldukça çoktu. Fakat bilgiyi, tefekkürü ve duyguyu ahenkli bir bütünlük içinde görmek, sık rastlanan hadiselerden değildi. Bu işi, ağırlık tasavvuf olmak üzere, Gazali başarmıştır.”

Gazali haklı olarak nazari düşünceye dayanan rasyonalizmi tenkid etti. Fakat son derece yapıcı ve yeni olan bakış tarzı hep göz ardı edildi. Gazali’ye bu yönden tenkidler getirildi. Hâlbuki onun fikir ve düşünceleri son derece yapıcı ve çağına uygun düşüncelerdi.

“Hüccetül İslâm, felsefeye niçin hücum etti?” Çünkü felsefe yaşanan iman hayatı için bir tehlike olmaktaydı. Felsefenin Gazali’den önceki haliyle bir tehlike olabildiği ise akılları pek meşgul etmedi. Temel zihinler artık bitirebilirlerdi: O halde felsefe bütünüyle dine düşmandır. İşte size bugün bile hala karşımıza çıkmaya gücü olan bir dert.”

Gazali’nin ümmet için ulaştığı birlik düşüncesi ve istikrar fikri çok çok önemliydi. Yani başka bir deyişle birlik ve istikrar fikri birinci plandaydı.”

“Daha sonra ortaya çıkan bazı hamleler -mesela bir İbn Haldun’un, bir İbn Rüşd’ ün başarıları- durgunluğu kırmaya yetmedi. Bunlardan birincinin adı her zaman saygıyla anıldı, fakat İslâm alemi İbn Haldun’ular yetiştiremedi. İkinci’ nin takipçileri ise, Hristiyan Batı dünyasında ortaya çıktı. Başka bir deyişle bu iki insanın tesirleri İslâm organizmasının iç bünyesinde tezahür etmedi.”

Şunu belirtmek gerekir ki; Geçmiş ya da tarih ne kadar iyi bilinirse, geçmiş tecrübelerden ne kadar çok faydalanılırsa fikri gelişme de o derece ilmi ve kalıcı olur. Bunun yanı sıra bir fikrin ne kadar İslâmî olduğu için çıkış yolu Kur’an’ın ta kendisidir. Mehmet Akif Ersoy’un da veciz bir şekilde belirttiği gibi “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı. Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” Bu ise yani kısaca İslamlaşmış idrakin ortaya koyduğu her çözümdür.

“XIII. Asırdan itibaren Müslümanların, yavaş yavaş, bütün meselelerin halledilmiş olduğuna inanmaları “Hikmet binası” nın tamamlandığını sanarak kendilerini bu hikmeti gelecek nesillere aktarmakla görevli saymaları durgunluğu kuvvetlendiren amil oldu.”

“Batı ile aramızda mesafe farkını daha çok ilim zihniyeti ve bu zihniyetin ürünleri (Bilim ve teknoloji) söz konusu olduğunda görmekteyiz. Bu mesafeyi kapatmak için kendimizi inkâr etmek gibi bir şey asla bahis konusu olamaz. İlim evrensel olup bütün insanlığın başarısıdır. Kur’an, ilmi zihniyetin gelişmesinde son derece tesirli olmuştur. Bu zihniyette geri kalmak, o Yüce Kitap’ın “Teşhir ayetleri” nin manasını anlamak veya onlardan beyan buyurulan kulluk şuuruna ermemek manasına gelir. İlmin, geniş manada, tatbiki, Kur’an terbiyesi görmüş bir kültürde farklı bir çizgi takip etmek zorundadır.”

“Her şeyden önce, içtimai bir sarsıntıya meydan vermeksizin İslâm ülkelerindeki taassup ve katı muhafazakârlığın mümkün olduğu nisbette bertaraf edilmesi şarttır. Bugün bu ülkelerde mevcut olan neredeyse müesseseleşmiş ve hatta yer yer politize olmuş taassup, terakkiye giden yolun önemli bir kısmını tıkamış durumdadır.”

“Dini düşüncenin üstünde din kisvesine bürünen ve din-dışı kaynaklardan gelen çok sayıda baskı bulunmaktadır. Bilgi sosyolojisine az çok aşina olanlar bunun ne kadar ciddi bir mesele olduğunu anlamakta gecikmezler.”

İnsan denen yaratılmış inanmasıyla, bilmesiyle duyması ve bir şeyler yapıp etmesiyle bir bütündür. Dini kaynaktan gelen bilgilerle, başka kaynaklardan gelen bilgilere arasında pratikte bir bağ bulunmazsa çarpık bir inanç ve kişilik yapısı ortaya çıkar. Haliyle bu durum kültüre de yansır ve dini düşünce de zarar görebilir.

Yazar
Kenan EROĞLU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen