İbrahim GÜLSU
Kün tuğ bolgıl,kök kurıkan
(Güneş tuğunuz, gök çadırınız olsun.)
Sağlıklı, dinamik ve gelişmiş toplumlar; duygularını, heyecanlarını, hayat enerjilerini iyi besleyen toplumlardır. Hayat enerjisini, yaşama heyecanını yitiren milletlerin ölümü engellenemez. Dinamizmini, aksiyonunu koruyan milletleri de hiçbir güç yok edemez.
İncelendiğinde kültürümüzün her boyutunda, dinamizmi, hareketi görmek mümkün. Bu millet adeta hareket üzere yaratılmıştır. Türk’ün tarihinde durağanlık yoktur.
Kültürümüzün karekterinin ana özelliklerini özetlersek:
*TÜRK KÜLTÜRÜ BÜTÜNCÜDÜR. Onda idrak, tek yönlü değildir. Gerçeği akıl, duygu, sezgi ve vahiy bütünlüğü içinde kavrar.
*Türk kültüründe insan kutsaldır. Onun için “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” denmiştir.
*Türk kültürü TOPLUMCUDUR. ADALET VE MUTLULUK ÜLKÜSÜNE BAĞLIDIR. AHLAKÇIDIR, DAYANIŞMACIDIR, BİRLİKÇİDİR. Mutluluğun kişisel olmadığına inanır.
*TÜRK KÜLTÜRÜ PROBLEM ÇÖZÜCÜDÜR.
*TÜRK KÜLTÜRÜ CİHANA HÂKİM OLMAYI HEDEFLER. DOLAYISIYLA DİNAMİK VE İNKİLAPÇIDIR, TANZİMCİ VE İNŞÂCIDIR.
Kültürümün bu özelliklerinin özünde hareket vardır. Hareket, enerji demektir. Bir yerde enerji varsa hayat da var demektir.
Türkistan’daki kültürümüzün DİNAMİK ve İNKİLAPÇI karekterinden dolayı, dinen Budist, Hristiyan, Maniheist… olmamışız. Tek Tanrı inancımızdan dolayı İslâm’ı çok kolay kabul etmişiz. İslâm’la kültürüm kemâle ermiştir.
Bilge Kağan (716-734) Orkun’da Budha ve Lao Tse dinleri için birer mabet yaptırmak ister. Bu fikrini aynı zamanda kayınpederi olan veziri Tonyukuk’a açar. Büyük devlet adamı olan Tonyukuk, Bilge Kağan‘a “Bu dinlerin insanlara yumuşaklık ve miskinlik verdiğini bu sebeple Türklerin yaşayışlarına ve savaşçı ruhlarına uygun gelmeyeceğine ve çok kalabalık olan Çinlilerin karşısında mağlubiyete ve asimileye uğrayacaklarını” söyler ve mabet yaptırmaktan vazgeçilir. (Prof. Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi)
Yeryüzünü ve toplumları disipline etmek, yönetmek tarih boyu Türk’ün baş meselesi olmuştur. Onun içindir ki onun hayatı korkunç bir süratlilik ve canlılık içinde geçmiştir. Türk’ün hayatında atalet ve durgunluk yoktur. O’nun bünyesi hareket üzerine kurulmuştur. O hiç kimseye tâbi yaşamamıştır. Ayrıca toprağa yerleşmemenin bir sebebi belki de Türk’ün aktifliğini kaybetme korkusudur.
Problemlerine çözüm getiremeyen kültür dinamik kültür olamaz. O kültürün taşıyıcısı millet de yaşayan millet olamaz.
Türk kültürü, hayatı manasız gören, olayların altında ezilen ve olaylara istediği istikameti veremeyen bir ruhun iç bunalımını yaşamamıştır. En zor şartlarda bile problemine çözüm üretmiştir.
Dünyadan kaçış meyli, mistik anlayış Türk’ün hayatında asla olmamıştır. Onda insanlardan, toplumdan, coğrafyadan kaçış züldür, aşağılık bir davranıştır. O hep hayatın içinde ve insanlarla beraber olmuştur.
Yusuf Has Hâcip “Faydasız insan, diriler arasında bir ölüdür. Kendi menfaatini düşünen, insan değildir. İnsan olan halk menfaatini güder.” der.
Şu atasözlerimizin altını çizmek gerek:
“Anca beraber, kanca beraber. Tek taştan duvar olmaz. Birlikten kuvvet doğar. Erken kalkan yol alır. İşleyen demir pas tutmaz. Yatan aslandan gezen tilki iyidir. Nerede hareket, orda bereket. BOŞ DURMA, BELEŞ ÇALIŞ…”
KARZ-I HASEN, infak, yani hayır duygusu toplumsal dinamizmi körükleyen, bireyi iyilik elçisi haline getiren bir eylemdir.
Hani Dede Korkut’un hikâyelerinde ve destan kültürümüzde bir behresi olana isim verilmesi; bireyi, daha üretken ve enerjik yaşamaya zorlar.
Yukarıdaki atasözlerinin dinamizmini; sosyal, kültürel, ekonomik, teknolojik hayata yansıttığımızı bir düşünün. Bu hayat felsefesi, beni her alanda koşturacak ve coşturacaktır.
Bir özeleştiri yaparak “Yazık değil mi ki bir belde, hem imarsız, çıplak, borçlu, geri kalmış; hastanesi, hapishanesi, adliyesi büyük ola; hem de Müslüman Türk ola.” diyesim geliyor. Yani bugünkü halimiz, kültürümüzle çok ciddi boyutta çelişiyor.
Bakın Bilge Kağan ne diyor: “Gece uyumadım, gündüz oturmadım, ölesiye bitesiye çalıştım.”
Bu hayat felsefesi, dünya coğrafyasına sığmayan bir dinamizmdir, bir aksiyondur. Bu aksiyondur ki beni zaman zaman dünyayı nizama sokmaya, tanzimci ve inşâcı yaklaşıma mecbur etmiştir.
Arap düşünürü Cahiz’ in şu ifadesini aktarmak isterim: “Türklerin ruhi kuvvetleri, bedeni kuvvetlerinden daha fazladır. Türkler uzun zaman bir yerde kalmayı ahmaklık, rahatlığı da ayak bağı kabul eder.”
Bugün, ruhta ve aksiyonda bir rehavet ve fetret dönemi yaşadığımız düşüncesindeyim. Bu durağanlık hayra alamet değildir. Hâlbuki bu milletin inanç ve kültür kodları rehaveti, tembelliği kabul etmiyor.
Yukarıdaki açıklamalara bağlı olarak, ısrarla vurgulamak isteriz ki milletlerin doğal hali olan milli kimliğinin, kültürünün kıskançlıkla korunmasını sadece milli değil, insani bir görev olarak kabul ediyoruz. Yoksa insanlık sürüleşir.
Milletleri canlı tutan milliyet ve aidiyet duygusudur. Dünyaya sürekli postmodern kültür pompalayan emparyalizmin baş düşmanı milli kültürlerdir. Çünkü milli direnç milli kimlikle mümkün.
Dinamik kültürümüz çerçevesinde; bugünkü tasavvufun, tarikatın ve cemaatleşmenin sosyolog ve tarih felsefecileri tarafından incelenmesini, değerlendirilmesini çok hayati görüyorum.
Ahmet Yesevi miskin değildi. Tahta kaşık yapıp pazarda satarak geçimini sağlardı. Batıdaki mistik anlayış İslâm’da yoktur. İslâm, durağanlığı, pasifliği, hareketsizliği asla kabul etmez. Allah, kâinatı hareket üzerine yaratmıştır.
Dinamik kültür, hayatı tetikleyicidir. Geliştirir, üretir, “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır.” Dinamizm, hayata bir meydan okuyuş, bir iradedir.
Kültür hafızası silinen milletlerin ömrü olmaz. Milletler, kültür kodları ile yaşar ve ayağa kalkar.
Milletlerin kalkınması ekonomik bir olay olmaktan ziyade sosyolojik bir olaydır. Kalkınma bir ruh hali bir millet hareketidir.
Bu milletin bu çağa hükmedebilmesi için, halinde bir ruh inkılabı, bir ruh dirilişi gerçekleştirmesi gerekiyor.
Medeniyet tarihçisi Arnold Toynnbe : “Milletlerin, medeniyetlerin hayat çizgisinde duraklama dönemi olabilir; ama o milletin hayat soluğu bitmemişse; duraklamadan hamleye, kalkışa, rönesansa geçilebilir. Gerilemenin verdiği acı tecrübeler ilerlemenin yolunu açabilir.” diyor.
Dostoyevski: “Bir millet kendisini dünyanın ikinci milleti kabul ederse o millet intihar etmiş demektir.” diyor.
Hennr Kissinger de “Türkiye Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir.” diyor.
Ey Kissinger, bu hayaliniz bin senedir var. Allah size o günü göstermez; çünkü bu aziz millet, Allah’ın dinini, adaletini koruyan ordusudur.
Artık su akmayacak, Türk bakmayacak.
Türk’ün rönesansı başladı. “At sahibine göre kişneyecek.” Türk’ün zekâsı; çağa, bilime, kültüre damga vuracak.
Rüzgâr, petrol, bor, uranyum, TÜRK AKLI yatmayacak. Ülkeyi “kurtarıcı” dönmeler değil, Türk yönetecek.
Bu millet, az çalışan çok tüketen değil; çok çalışan, az tüketen bir millet olacak.
Çünkü üretmek, iş üretmek, iyilik üretmek, bilgi ve teknoloji üretmek Müslümanın kutsalıdır.
——————————————-
Kaynak: