Günümüzde irili ufaklı 193 milletin temsil edildiği BM çatısı altında öyle ülkeler vardır ki, neredeyse bir stat kadar büyüklüktedir. Kuşkusuz yaşanılan bu kadar küçük toprak parçası olunca da bu toprak üzerinde yaşayan tasada-kıvançta, ülfette-külfette bir bu toplumdan olumlu bir asabiyet beklenilemez. İbn Haldun’un veciz bir şekilde belirttiği insan vücudundaki lenfatik ağ gibi dayanışma, yardımlaşma ve aidiyet duygusundan gelen ve ötekiye karşı var olma gücü veren bir bağdan ise hiç söz edilemez. Yani düşmanı olmayan bir topluma da millet demek mümkün değildir. Toplum ne kadar çok ötekileştirilirse o ölçüde kaynaşır, bitişgenleşir ve bütünleşik hale gelir. İbn Haldun’un «asabiye kuramı», toplum içinde yardımlaşma ve onur duygusundan kaynak alan, dış düşmanlarla uğraşma gücü sağlayan «dayanışma bağı»önceliklidir, uluslaşmanın ilk koşuludur. Ancak durum böyle olmakla birlikte uluslaşma bilincine erişememiş bu toplumların haklarını savunabilmek için ne kadar çığırtkan oldukları BM koridorlarına yansıyan seslerinden, bağırtılarından anlaşılmaktadır. Zaman zaman protest hareketleri öyle boyutlara yükselir ki, protestoların, öfkelerinin ya da istemlerinin yaydıkları eko sesleri New York sokaklarına kadar taşar ve yankılanır.
Şimdi bir gerçeği büyük harflerle ifade edelim, Adalar Denizi ve Akdeniz sahillerimiz, ya da Ege ve Akdeniz bölgelerimiz bilinçli bir biçimde özgürlükçü liberal, küreselcilerin bir anlamda tatlısu frenkleriyle, levantenlerimizle daha doğusu gizli bir mübadele planı ile yerleşimleri ile halitası değiştirilmiştir. İçinde yaşadığınızda, ya da şöyle bir baktığınızda anlaşılır ve ister istemez dudaklarınızdan “vay be” sözcükleri dökülüverir. O kadar ki, 9 Eylül İzmir’in Yunanistan işgalinden kutlaması törenleri bile marifetli eller vasıtasıyla “Merkezi Hükümetten Kurtulma” törenlerine döndürüldüğünde bu tür duyarsızlıkları görebilirsiniz. Yunanistan’ın Batı Anadolu’yu işgal ederken ve çekilirken camilere sadece Türk halkını değil onun hayvanını, erzakını, kedisini ve köpeğini de doldurarak yaktıklarını anımsadığınızda, vay anasını, köprülerin altında ne sular geçmiş deyip irkilebilirsiniz. Yunanlıların yaptıkları, hiçbir şekilde unutulmasın doğrudan proto-soykırım mertebesinde eylemlerdir. Unutmayalım, Meriç’in sol yakasında Meriç Nehri’nin öte yakasında “Karaağaç Üçgeni” bölgesi Yunan Ordusunun Batı Anadolu’ da yapmış olduğu soykırım mertebesindeki katliamlar nedeniyle harp tamiratı olarak Türkiye’ye bırakılmıştır. Trakya’da Yunanistan ile sadece Meriç Nehri değil, aynı zamanda Karaağaç bölgesinde kara sınırımız da bulunmaktadır. İşte bu kazanım karşılığında Türkiye ve İtilaf Devletleri savaş tazminatlarından karşılıklı olarak vazgeçmeyi kabul etmişlerdir. Yunanistan, neden olduğu kıyım ve yıkımdan doğan zararları onarma yükünü kabul etmekle birlikte Türkiye bu konuda ileri süreceği tazminat isteminden istemeye istemeye vazgeçmek zorunda kalmıştır. Bu durum Lozan Antlaşmasında “harp tamiratı” olarak 59. Maddede bağıtlanmıştır. Karaağaç bölgesi 59. Maddede açıkça belirtilmemekle beraber Lozan Antlaşması ile aynı gün düzenlenen ek bir protokol ile Karaağaç Türkiye’ye bırakılmış ve burada yaşayan Rumlar da mübadele kapsamına sokulmuştur. 15 numaralı protokol “Karaağaç Toprak Parçası (Arazisi) ile İmroz ve Bozcaada Adalarına ilişkin olarak İngiliz İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan ve Türkiye’nin 24 Temmuz 1923 tarihinde imzaladıkları Protokol” başlığını taşımaktadır.
Türkiye’ye yakın adalardan Türk vatandaşlarına yönelik düzenlenen “İnsan Avı Safarileri” yüreğimiz yanmış, acılara gark edilmiştir. Bu “İnsan Avı Safarileri” yapılanması, tertiplenmesi ve yığınaklanması Limni, Midilli, Sakız, Sisam, Sisam gibi bugünkü askerleştirilen, silahlandırılan adalardan yapılmıştır. Unutulmasın Adalarda yaşayan Yunan Halkı Türk Safarilerine özendirilmiş, öldürme için eğitim merkezleri kurulmuş ve atış talimleri yapılmıştır. Safariye hazır hale getirilen ölüm makinaları insanlıktan nasibini almamış bu insanlık müsveddeleri kısıtlı imkanlarıyla Batı Anadolu’da yaşam savaşı veren pazar yerlerinde alışveriş yapan halkımız, bu gaddar insanların silahlarının kurşunlarına hedef olmuşlar ve Türkiye’nin lokomotifi olan gençlerimiz heder edilmişlerdir. Bunun Afrika’dan Amerika’daki pamuk plantasyonlarına esir edilerek heder edilen 50 milyon genç Afrikalıdan ne farkı olabilir.
İşte bu nedenle Batı Cephesi Komutanı Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra CHP II. Genel Başkanı İsmet Paşa tarafından, Yunanistan’ın Batı Anadolu’yu işgali ve çekilmesi sırasındaki kıyım ve yıkımları incelemek üzere 1921-1922 döneminde içinde Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar, Yusuf Akçura ve Falih Rıfkı Atay gibi yazarların da bulunduğu “Tetkik-i Mezalim Heyeti” kurulmuştur. Bunlar doğrudan soykırım inceleme ve irdeleme kuruludur. Buradaki çalışmalar sırasındaki izlenimlerinden yola çıkarak Halide Edip 1923’te ‘Vurun Kahpeye‘yi; Yakup Kadri de 1932’de Yaban’ı yazmıştır. Yaban’ın iletişim yayınları baskısında Yakup Kadri’nin o günlerden kalan bir fotoğrafı da bulunmaktadır. (1)
Ama gelin görün ki, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı, tadilat gerekçesiyle kapatılan Pasaporttaki vapur iskelesi yerine seferlerin aksamaması için mendirek içine bir yüzer iskele koydurmuştur. Başka yerlerde de kullanıldığında Yunan işgalinin meşruiyeti simgelemek üzere yüzer iskeleye ‘Agamemnon’ ismini koymakta herhangi bir beis görmemiştir. Millî Mücadelede Yunan Silahlı Kuvvetlerinin denize döküldüğü yere konulan bu yüzer iskeleye Eski Yunan site devletlerinin Baş Kralı “Agememnon” adını verilmesi olayı ciddi bir egemenlik ve meşruiyet sorunudur. İzmir Birinci Dünya Savaşı sonrası 15 Mayıs 1919 tarihinde Pasaport limanından çıkılarak işgal edilmiştir. İşgalinin ilk gününde Yunan askerlerini Pasaport’ta karşılayan İzmir Metropoliti Kalafatis Hrisostomos, aynı zamanda onları kutsayarak, Türkleri öldürmenin görev olduğunu belirtmekten de geri durmamıştır. Ermenilerin de desteğini alan Metropolit Hrisostomos, ilk günden başlamak üzere İzmir’deki Türklere işgal süresince zor anlar yaşatmıştır. Asıl amaç Megali İdea’dır, ENOSİS’tir. Bu kapsamda İzmir’in Yunanistan’a bağlanmasını sağlamaktır. Kıyım, kırımlar tüm dünyanın önünde yapılmıştır. (2)
‘Agamemnon’ metaforu; Türk’e karşı olmanın, meydan okumanın, saldırmanın ve yüzyıllar sonra oluşturulacak olan Haçlı Zihniyetinin örgütlendirilmiş biçimidir. Batı bu yüzden ‘Agamemnon’u yaşatmış ve yaşatmaya devam etmektedir. Güneş Batmayan Ülke, Birleşik Krallık Büyük Britanya’nın 1906 yılında denize indirdiği sayılı dretnotlardan birinin adı, “HMS (Majestelerinin Gemisi, Her Majesty’s Ship) Agamemnon” olarak verilmiştir. 1908 yılından itibaren Akdeniz’de görev alan “HMS Agamemnon” 18 Mart 1915 yılındaki Çanakkale Deniz Harekâtında birinci divizyonda yer almıştır. Deniz Savaşının ilk günü Türk salvolarından nasibini alıp ve de yara alan HMS Agamemnon Çanakkale Boğazının karşısında Limni Adasının Mondros Limanına çekilmiştir. İngilizler, Donanma Cemiyeti tarafından parası kuruşu kuruşuna ödenmiş, Birinci Dünya Savaşı öncesi Türkiye’ye vermedikleri Sultan Osman ve Reşadiye’ye inat, Yunan Baş Kralı Agememnon’un mütecaviz, saldırgan adından yararlanmak istemişlerdir. Daha da önemlisi bu gemi Birinci Dünya Savaşını sonlandıran Mondros Ateşkes Antlaşmasına da ev sahipliği yapmıştır. Türkiye’nin boynunun eğdirildiği bir gemidir, HMS Agamemnon. Gemi ateşkesten sonra, Kasım 1918 yılında İstanbul’a giderek İngiliz filosunun bir parçası olmuştur.
Pasaport Limanı kadar Eşek Adası da bir o kadar önemlidir, Batı Anadolu’nun kıyım, kırım ve proto-soykırım tarihinde. Üç sene dört ay süren Yunan işgali boyunca Yunanistan’dan insan mezbahası için getirdikleri “Patris Gemisi”çok önemlidir. Batı Anadolu içlerine yapılan ‘Türk Avı Safari’ leriyle bütünleşmiş ve ambarları masum yaralı atalarımızla doldurulmuş, Pasaport-Eşek Adası arasında ölüm yolculuklarına çıkarılarak, “Cellathane-Türk Mezbahası”işlevi görmüştür. Yunanistan Cumhurbaşkanı Katerina Sakellaropulu ‘nun 28 Haziran 2020 tarihinde Türkiye’yi tahrik etmek için geldiği ve 16 yıldır Yunan işgalindeki Aydın iline bağlı Didim’in karşısındaki Eşek Adası da İzmir Limanı çıkışındaki Eşek Adasını anımsattığı için bu nedenle çok önemlidir. (1)
Eşek Adası’nın 1932 Lozan Antlaşması taraflarından İngiltere’nin 1943’te yayınladığı ve 1947 Paris Antlaşması’na taraf olan ABD’nin 1951 yılında yayınladığı haritalarda, 12 Ada deniz sınırları dışında Türkiye toprağı olarak gösterilmiştir. Ada, 16 yıldır Yunanistan işgali altında ve adada konuşlu Yunan kara, deniz ve hava üslerinde yüzlerce silahlı Yunan askeri görev yapmaktadır. (2) Tamamen yasadışıdır. Halkımız tarafından burada tutunmaya çalışan Yunan palikaryası sökülüp atılmalıdır.
Yunanistan’ın bilinen bu saldırgan tavrına karşı Ege Bölgesinin kentlerinde protesto gösterisi yapalım, deseniz “Yunanistan’ın Densizlikleri ve Fütursuzluklar Gösterileri”ne halkımız katılır ona hiç şüphemiz yoktur, ama karşıcılar onları engeller, meydanlarda arbedeler bile çıkabilir, endişesi ve kaygısının olduğunu belirtelim. Farz edelim, varsayalım mesela Yunan Askeri tarafından buralara bir çıkartma yapılma durumunda, Mustafa Denizli’nin o ünlü vecizesi “İçimizdeki İrlandalılar”ın kafelerde, birahanelerde çıkan Yunan askerine bira bile ısmarlanabileği akla gelmiyor değil, yapılırsa da hiç şaşırmam. Liberal Liboşlar yegâne kurtuluş çaremizi, ülkemizi, uluslararası siyasî ve ekonomik sisteme tabi kılmanın ateşli savunuculuğunda aramaktadırlar. İyi tetkik edilirse görülecektir ki, bunlar özgün, yerli, aşkın ve millî olanın her zaman karşısında olmuşlardır ve karşısındadırlar. Neden bunlar böyledir? Çünkü azınlık ve yabancı okullarda devşirildikleri için oryantalistir, batı gözlüğüyle ülkeye ve ülke sorunlarına bakmaktadırlar. Daha doğrusu, kendi bireysel hedefleri ile bir başka ülkenin millî hedeflerini birleştirmekte herhangi bir beis görmemektedirler. Şüphesiz kendi ülkemizdeki, Ermeni ve Rum kökenli kardeşlerimizi kastetmiyorum, “Hepimiz Ermeniyiz” söylemiyle Ermenisevicilikülkemizde moda haline getirilmiştir, yine bugünlerde biraz da ortam müsait olduğu için maalesef ‘Yunanseviciliği’ moda olmak üzeredir. Düşünebiliyor musunuz, emekli bir Türk Büyükelçisi “Ege’de Yunan haklıdır” diyebilmektedir. Yani şunu söylemeye çalışıyorum, neredeyse, ortalık yer, ‘Hepimiz Ermeniyiz’in karşıcılığının yanına bir de ‘Hepimiz Yunanız’ı eklemekte bir beis göremeyenlerin olmuştur, haberiniz olsun. Toparlayalım, bunların gayrı millî, yapay, sentetik ve ithal modellerle taklitçi ve halka yabancı kaynaklardan beslendikleri rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Bütün bunların bu önde gelen batıcı karakterleri ayırıcı nitelikleridir. Ancak söylemekte yarar var, bu yüzden bunların halkla karşı karşıya gelmeleri kaçınılmazdır. Çünkü onların yerli kültürel değerlerin savunusu, ömrünü tamamlamış arkaik kaynaklara dönme anlamında irticai ve çağdışı azgelişmişlik olarak algılanmaktadır.
Şimdi sorulması gereken soru şudur. ABD desteğinde Yunanistan’ın alabildiğine askerleştirdiği ve silahlandırdığı “Gayri Askeri Statüdeki Adalar” (GASA) için Ege bölgesinin kııyılarında yaşayan halkımız neler yapmalıdır ya da ya da yapabilmelidir? Veya Yüce Türk Milleti olarak ne yapılmalıdır? Unutmamak gerekir ki, “Gayri Askeri” (Demilitirizasyon) statüdeki adaların egemenlik hakkı ne 1923 Lozan’da ne de 1947 Paris Antlaşmasında Yunanistan’a verilmemiştir. Sadece ve sadece kullanım hakkı verilmiştir. Ayrıca, Yunanistan Türkiye karasuları içerisinde işgal etmiş olduğu ada ve adacıklarda işgalcidir, gayrı askeri olmak kaydıyla sadece kullanım hakkı verilen adaları da yasaları hiçe sayarak silahlandırmış ve askerleştirmiştir. Hatta o kadar ki, Yunan Adalar Komutanlığı Kolordu seviyesindedir. Midilli’de Yunan Tümen Komutanlığı, Sakız, Sisam, İstanköy gibi adalarda Yunan Tugay Komutanlığı, diğer küçük adalarda Alay ve Tabur komutanlığı örgütlenmesi yapılmıştır. Yani bu adalar öyle bir yapıya büründürülmüştür ki, Ege Bölgesinin kıyılarında yaşayan Türk halkına karşı toplarını, havanları, silahlarını, araçlarını ve gereçlerini kapının önüne çıkarmış, tıpkı Türk Millî Mücadelesindeki gibi ‘Türk Halkı Avı Safarileri’ için en üst seviyede hazırlıklarını yapmış ve bitirmişlerdir. Ne yapalım? En azından çığırtkan olmalıyız, sesimizi yükseltelim, bu densizlikleri ve fütursuzlukları dünya kamuoyunun önüne koymak zorundayız, sevgili okurlar. Evet, Kurtuluş Savaşına başlanılırken nasıl Sultanahmet Mitingleri yapılmışsa, benzerlerini Ege Bölgesindeki il, ilçe merkezlerinde hatta tüm beldelerde “Yunanistan’ın Densizlikleri ve Fütursuzluklar Gösterileri” ve mitingleri yapılmalıdır. Sadece bunlarla yetinmemeli, bu durumu bireysel dilekçelerle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine önüne konulmalıdır. Unutulmamalıdır ki ABD-Fransa’nın desteğindeki Yunanistan’ın hedefi devlet millet birlikteliği ve bütünleşikliğidir. TÜRK MİLLETİ OLARAK HEDEFİMİZ ÇIĞIRTKAN BİR ULUS OLMAKTIR. Komşunuzu değiştirme imkânınız yoksa onları edeplendirmeli, tedip etmeye mahkumuz. Kuşkusuz Türk devleti bu durumu aslına rücu ettirme hakkı vardır, yapacaktır. İkinci konu egemenliği Yunanistan’a verilmeyen egemenlik hakları bizim olan ada, adacık ve kayalıklarda Yunanistan işgalci konumundadır, Türkiye’nin burayı terk et, çık deme hakkı vardır, buna mümasil gereken harekât yapılmalıdır, Türkiye Cumhuriyeti de zorunlu olan bu harekatı behemehâl yapma erkine sahiptir.
Dipnotlar:
(1) https://iletisim.com.tr/Images/UserFiles/Documents/Gallery/yaban.pdf/Erişim Tarihi 29.09.2022/
(2) Esat Arslan, AB ’yle Flörtün Bedeli, Yine Yunanistan’a Ödün mü? Kilit Haber, 26 Ocak 2022;http://kilithaber.com/makale/ab-yle-flortun-bedeli-yine-yunanistana-odun-mu/26-01-2022/Erişim Tarihi 29.01.2022/
(3) “Yunanistan Cumhurbaşkanı’ndan tahrik: 16 yıldır Yunan işgalindeki Aydın’a bağlı Eşek Adası’nı ziyaret etti.”, Yeniçağ Gazetesi, 29.06.2020/ https://www.yenicaggazetesi.com.tr/yunanistan-cumhurbaskani-yunan-isgalindeki-aydina-bagli-esek-adasini-ziyaret-etti-286724h.htm/Erişim Tarihi 17.01.2021/
(4) Hasip Öztürk, Truvalılar mı Türk, Türkler mi Truvalı? https://www.belgeseltarih.com/truvalilar-mi-turk-turkler-mi-truvali/Erişim Tarihi 16.01.2021/