Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya ile ilgili dava açılması kararından sonra 12 Eylül ile ilgili değişik siyasal kanatlardan yapılan değerlendirmelerde ortak bir yargı üzerinde uzlaşılmaktadır. Bu yargı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Eylül öncesinde terörün gelişmesini bilinçli olarak engellemediği, hatta terörü tırmandırarak darbeye zemin hazırladığı ve böylece darbenin gerekçesi olan anarşiyi bilinçli olarak oluşturduğudur. Kamuoyu önünde görüş açıklayan bazı Türk milliyetçisi siyasetçilerinde aynı yargıları önemli ölçüler içinde paylaştıkları görülmektedir.
Oysa bu yaklaşımın arkasındaki temel saik bir gerçeğin ortaya çıkarılması değildir. Bu yaklaşımın temel amacı, Graham Fuller tarafından “Yeni Türkiye” adı verilen ve İstiklal Harbi geleneğinin üzerine Türk milliyetçiliği felsefesini esas alarak kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin tasfiyesi ile kurulması hedeflenen ılımlı İslamcı bir rejimin oluşması sürecinde, bütün kurum ve kuruluşların kirletilerek, Türk milletinin gözünden düşürülmesi için tarihe yapılan ideolojik bir müdahaledir.
Türk milliyetçiliği açısından 12 Eylül rejiminin yaptıklarını affetmek mümkün değildir. 12 Eylül, Türk milletine, Türk tarihine ve Türk milliyetçiliğine karşı suçludur. Bundan dolayı milletin ve tarihin vicdanında bundan 50 sene sonra 12 Eylül’ün uygulamalarının Türk milletinin psikolojisine indirdiği ağır ve tahrip edici darbe daha iyi anlaşılacaktır. Ancak bütün bunlar ve bunlardan doğan haklı milli kızgınlık, Türk milliyetçilerini 12 Eylül’ün nedenlerini tartışırken, “ılımlı” İslamcı komplocu tarih yorumunun tuzağına düşürmemelidir.
Bu tamamlanmamış makalede benim içinde henüz zihnimde tartışma süreci içinde olan bir konuda Türk milliyetçilerinin 12 Eylül tartışması için ham olduğunu kabul ettiğim bir çerçeve analiz önerisi ortaya koyacağım. Sosyal olayları tek neden ile izah etmek mümkün değildir. Önemli bir sosyal olay olan 12 Eylül askeri darbesini de tek nedenle izah edemeyiz. Hele bu neden TSK’nın askeri darbe yapmak için terörü bilinçli şekilde tırmandırdığı gibi komplocu bir zihniyetin ürünü olur ise. Bu noktada tartışmamız gereken Türkiye’yi 12 Eylül sürecine getiren nedenleri ortaya koymaktır. Sadece bunun yapılması dahi, daha sağlıklı bir bakış açısını sağlayacaktır.
Türkiye’yi 12 Eylül’e Sürükleyen Etmenler
Türkiye’yi 12 Eylül 1980’e Soğuk Savaş paradigması içindeki ve dışındaki birçok iç ve onlar kadar hatta daha fazla dış faktör sürüklemiştir. Burada önce dış faktörler, teker teker kısa izahlar ile sıralanacaktır.
a) Türkiye’nin Kıbrıs Harekâtına Yunanistan’ın ve Batı Dünyasının Tepkisi Çerçevesinde Yunan Örtülü Operasyonları
Kıbrıs Barış Harekatının, adada Yunanistan lehine kurulmuş statükonun Türkiye tarafından ve Türkiye’nin lehine bozulması 1821’den buyana Türkiye aleyhine % 400 oranında büyümüş bir devlet olan Yunanistan açısından 1922-1974 yani 52 sene içinde ikinci büyük yenilgi ve travma olmuştur. Dönemin Yunan başbakanı Selanik’te yaptığı bir konuşmada Türkiye’ye cevabının Türkiye’de terörü kışkırtmak ve desteklemek olduğunu açıklamıştır. Yunan örtülü operasyonunun sonuçları ile ilgili bilginin MİT ve Genelkurmay Başkanlığı belgelerinde bulunması gerekir.
Öte yandan sadece Yunanistan değil, Avrupa ülkeleri ve ABD’nin de Türkiye’nin Kıbrıs’a çıkması ve adada kalmakta ısrar etmesini içlerine sindiremedikleri malumdur. Bundan dolayı, 12 Eylül öncesinde değişik boyutlarda Türkiye’de teröre destek vermek, Batı açısından Türkiye’nin cezalandırılmasının bir aracı olmuştur.
b) Suriye’nin Türkiye’ye Yönelik Düşük Yoğunluklu Şiddeti Destekleme Politikası
Sancak diye nitelendirdiği Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını hiçbir zaman içine sindiremeyen Suriye’deki hükümetler, özellikle de Baas Hükümetleri, su sorunu ve Hatay meselesinden dolayı Türkiye’yi iç zaafa sürükleyebileceklerini düşündükleri her politikayı desteklemişlerdir. Şam’ın Türkiye’ye yönelik düşük yoğunluklu şiddeti destekleme politikasının 19681999 arasında üç aşamalı olarak gelişmiştir. Bu üç aşamada, Türkiye’de komünist örgütler, Ermeni terör örgütü ASALA ve Türk komünist örgütü görünümlü Ermeni terörist örgütleri ve nihayet PKK Şam tarafından desteklenmiştir. Konumuz açısından önemli olan 1980’e kadar geçen süreçte Şam’ın bu politikasının Moskova’nın örtülü onayı olmadan gerçekleşmesinin mümkün olmadığı açıktır. Şam’ın ilk adımlarını atan PKK’yı kullanarak, Kahramanmaraş olaylarına mü- dahil olması unutulmaması gereken bir husustur.
c) Bulgaristan’ın Türkiye’de Terörü Destekleme Politikası
Bulgaristan’ın 12 Eylül öncesi dönemde Türkiye’ye silah girişinin ana kaynaklarından birisi olduğu bilinmektedir. Sofya’nın bu politikasının SSCB’nin onayı ile gerçekleşmesi mümkün değildir.
d) Moskova’nın Türkiye Politikası
NATO’nun Güneydoğu kanat ülkesi olarak, SSCB’nin gerek sıcak denizlerden uzak kalmasını sağlayan Anadolu kara bloğu üzerinde oturması gerekse SSCB’nin deniz trafiğini kontrol altında tutan Çanakkale ve İstanbul Boğazlarına sahip olması Türkiye’yi SSCB için doğal olarak Rus Çarlığından kalan jeopolitik bir hedef haline getirmiştir. Moskova, Türkiye ile iyi ekonomik ilişkiler sürdürürken, müttefikleri Suriye ve Bulgaristan aracılığı ile kuzey ve güneyden Türkiye’ye baskı uygulamış, Türkiye’de terörün iç istikrarsızlığı artırmasını desteklemiştir.
e) Afganistan ve İran’da Batı Yanlısı Rejimlerin Devrilmesinin Washington’da Yarattığı Etki
SSCB’nin Afganistan’a yönelik uzun vadeli politikası da iyi ekonomik ve politik ilişkiler sürecinde gelişmiş, komünistleştirilen Afgan Ordusu aracılığı ile Afgan Kralına karşı 1978’de darbe gerçekleştirilmiş ve sonra Afganistan Kızılordu tarafından işgal edilmiştir. Aynı dönemde İran’da ABD’nin Ortadoğu’daki en iyi müttefiki Şah devrilmiş ve ABD’yi büyük şeytan ilan eden Humeyni rejimi kurulmuştur. Washington, bu iki ülke ile coğrafi bütünlük içinde olan Türkiye’de istikrarsızlığın devamının bir iç savaşa ve muhtemel bir Sovyet müdahalesine yol açabileceği endişesi ile Türkiye’de bir askeri darbeyi desteklemiştir.
f) Yunanistan’ın NATO’nun Askeri Kanadına Dönmesi
Washington, Türkiye’de bir askeri rejimin Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönmesini daha kolay sağlayacağını hesaplayarak askeri bir darbeyi desteklemiştir.
g) 24 Ocak Kararları ve Türkiye’nin Kalkınma Ekonomisinden Uzaklaşması Sürecinde Askeri Darbe
1970’ler Şili’den başlayarak dünyanın birçok ülkesinde Friedman’ın liberal ekonomik politikalarının uygulanmaya başladığı bir dönem olmuştur. Ancak, Friedman’ın politikalarının geniş halk kitlelerini ezen, kazanılmış sosyal hakları ellerinden alan politikalarının uygulanabilmesi için özellikle gelişmekte olan ülkelerde şok önlemlerin alınması gerekmiştir. Demirel Hükümeti 24 Ocak 1980’de 24 Ocak kararları ile ithal ikameci milli kalkınma stratejisi terk ederek ekonomide dışa açılma adı altında küreselleşme sürecinin ilk kervanına katılmayı hedeflemiştir. Ancak 24 Ocak kararlarının demokratik bir Türkiye’de uygulanma şansı çok düşüktür. Bundan dolayı, Şili’de komünist Allende devrildikten sonra ekonomi Chicago Boys diye anılan Friedman’ın yetiştirdiği ekonomistlere teslim edilirken, Türkiye’de sağcı Demirel devrilirken ekonomi Turgut Özal’a ve “prensleri”ne teslim edilmiştir. Şili’de 11 Eylül 1973’de darbeyi içten destekleyen ABD’nin 12 Eylül 1980’de darbenin oluşmasına giden süreci sadece seyretmediği düşünülmesi gereken bir husustur.
12 Eylül askeri darbesinin gerçekleşmesi sağlayan dış faktörlerin yanı sıra birçok iç faktör Türkiye’nin 12 Eylül’e sürüklenmesine neden olmuştur. Şimdi Bunları sıralayalım.
a) Marksist-Leninist Örgütlerin Devrimci Şiddete Dayalı İhtilal Stratejileri
Türkiye’yi 12 Eylül’e sürükleyen iç nedenlerin başında Marksist-Leninist örgütlerin “devrimci şiddete dayalı ihtilal stratejileri” vardır. Değişik Marksist- Leninist örgütlerin kır gerillasından kent gerilla savaşına, kitle örgütü niteliği taşıyan sendikalar başta olmak üzere uzanan bu strateji iktidarı şiddet kullanarak ele geçirmeyi hedefleyen bir politikadır. Böyle bir politikanın demokratik-hukuk devletinin imkânları içinde engellenemediği her ülkede normal sonuç, demokrasi dışı yöntemlerin kullanılmasını davet etmektir.
Türkiye’de Marksist-Leninist örgütlerin devlet güçlerine karşı sürdürmeyi planladıkları savaş özellikle 12 Mart sonrası dönemde önce Türk milliyetçilerine sonra devlet güçlerine şeklinde bir dönüşüm içine girmiştir. Bunun birkaç nedeni var. Bu nedenlerin başında Türk milliyetçilerinin Marksist-Leninist örgütlenmenin gerçekleştiği ve gerçekleşmesi için çalışıldığı her alanda üniversitelerden sendikalara, sivil toplum örgütlerinden gençlik örgütlerine örgütlenmiş olmalarıdır. Bundan dolayı, Marksist-Leninist örgütler önce yaşam alanı sonra kurtarılmış kızıl böl- geler oluşturmak için Türk milliyetçilerini hedef almışlardır. Marksist-Leninist hareketlerin Türk milliyetçilerine yönelik saldırılarının bir başka önemli nedeni ise SSCB’nin Türkiye’de Türk Birliği fikrini savunan bir partinin gelişmesini engellemek amacı ile komünist eylemcileri Türk milliyetçilerinin üzerine saldırtması- dır. Komünizm ile kapitalizm dışında bir üçüncü yolu temsil eden Türk milliyetçilerinin yaptığı şey kendilerini savunmak olmuştur. Buna 12 Eylül öncesinde anarşi denilmiştir.
b) 1974 Affı
12 Eylül sürecini tetikleyen en önemli hususlardan birisi altında Ecevit ve Erbakan’ın imzası olan 1974 affıdır. 1974 affı profesyonel devrimci kadroların hapishanelerden boşalarak, 12 Mart öncesi deneyimleri ile yeniden örgütlendikleri ve Türkiye’yi tekrar şiddet eylemlerine sürükledikleri bilinmektedir.
c) General Muğlalı Kompleksi
“General Mustafa Muğlalı Kompleksi” 12 Eylül öncesinde generallerin hareketlerine büyük ölçüde hâkim olmuştur. Mustafa Muğlalı kompleksi ile kastedilen, hükümetin sıkıyönetim komutanlarının arkasında durmaması ve sıkıyönetim komutanlarının daha sonra aldıkları önlemlerden dolayı ortada kalacaklarına hatta yargılanacaklarına olan inançlarıdır.
d) Merkez Sağ ve Merkez Sol Siyasetin Sorumsuzluğu
12 Eylül sonrası askerler açısından savunulama- yacağı gibi, 12 Eylül öncesini de siviller açısından savunmak mümkün değildir. Yapılabilecek en basit ve en acil şey olan Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanını seçmek konusunda uzlaşamayan AP ve CHP bir anlamda 12 Eylül’ün önünü açmışlardır. Dışarıda şiddet devam ederken gençler ölürken, Ajda Pekkan’ı cumhurbaşkanlığına seçen milletvekilleri çıkmıştır. Oysa kurulacak bir CHP-AP koalisyon Hükümetinin Türkiye’de demokrasiye büyük bir şans vermesi söz konusu olacaktı.
MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Türkiye’nin içine sürüklendiği felaketi görerek, CHP ile bir uzlaşma yolunu aramıştır. Ancak 1999 seçimlerinden sonra bile 57. Hükümetin kurulması aşamasında “MHP’yi içine sindiremediğini” ifade eden marazi ruh halinin 12 Eylül öncesinde MHP’nin uzattığı eli tutması mümkün olmamıştır.
e) Bürokrasinin, Polisin ve Son Aşamada Ordunun İçinde Kamplaşma ve Parçalanmaların Başlaması
12 Eylül öncesinde bürokrasi ve polis gittikçe parçalanmış, kamplara bölünmüştür. Ancak en tehlikeli gelişme 1978’den itibaren subay heyeti özellikle de genç subaylar içinde başlayan parçalanmadır. Kıtada birbirlerine baskın yapan subay grupları oluşmaya başlamıştır.
f) 12 Eylül Öncesinde Asker Terörü Bilerek Önlemedi İddiasının Çürüklüğü
12 askeri darbesi ile birlikte terör eylemlerinin sona erdiği Süleyman Demirel’in bir konuşmasında söylediği ve o günden itibaren tekrarlanarak bugüne getirilmiş bir yanlış bilgidir. Çünkü 12 Eylül askeri darbesinden sonra terör bıçak ile kesilir gibi sona ermemiştir. 12 Eylül sonrasında gerçekleşen terör olaylarının incelenmesi terör eylemlerinin devam ettiğini göstermektedir. Ancak askeri yönetim haberleri sansürlediği için terör eylemleri duyulmamış ve lokal düzeyde kalmıştır. Tabii ki bu da her terörist grubu iletişim kopukluğu içinde “sadece ben direniyorum” galiba ruh haline itmiş ve sonunda eylemler sona ermiştir. Marksist-Leninist hareketin 12 Eylül öncesinde önde gelen isimlerinden olan Oğuzhan Müftü- oğlu, 26 Ocak 2012 günü Habertürk televizyonunda yayınlanan “Türkiye’nin Nabzı” programında “12 Eylül sonrasında olaylar bıçak gibi kesilmedi. Biz dağa çıktık. Çatışmalar devam etti Ancak basın yazmadı” diyerek, durumu açık bir şekilde ortaya koymuştur.
g) Bir Generalin “Olayların Olgunlaşmasını Bekledik” Açıklamasının TSK’nın Terörü Bilerek Engellemediği İddiasına Kanıt Olarak Gösterilmesi
Yukarıdaki ifade TSK’nın terörün artmasını beklediği hatta bunun da ötesinde terörü bilerek kışkırttığının kanıtı olarak kullanılmaktadır. Öte yandan TSK’nın 1979’da bir mektup ile siyaseti Türkiye’nin geleceği konusunda uyardığı görülmektedir. Bir anlamda siyasete terörün demokrasi içinde aşılması için bir sene daha süre verildiği düşünülebilir. Ancak yukarıda da dikkat çektiğimiz gibi başta Ecevit’in temsil ettiği zihniyet olmak üzere sosyal demokrat zihniyet Marksist-Leninist terör gruplarına karşı açık tavır almayı başaramadığı için 1979-1980 sürecinde de demokrasi içinde terörü aşmak mümkün olmamıştır.
CHP, 12 Eylül öncesinde Marksist-Leninist terör gruplarına karşı tavır almaktan o kadar uzaktır ki, Kahramanmaraş olaylarından hemen sonra Kahramanmaraş’ta incelemeler yapan ve olaylardan komünist çetelerin sorumlu olduğunu açıklayan CHP’li İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’yı görevden almıştır.
h) “12 Eylül öncesinde de sıkıyönetim vardı neden terör bitmedi?”
Bu noktada yukarıda bahsettiğimiz General Muğlalı kompleksinden bahsetmekte fayda var. 12 Eylül öncesinin kaygan siyasal ortamında hemen hemen hiçbir general risk alarak Muğlalı durumuna düşmek istememiştir. Üstelik 1974 Kıbrıs Harekâtından sonra başlayan ve özellikle Özel Harp Dairesine yönelik olarak gerçekleştirilen “kontrgerilla” söylemi ordu bünyesinde çok etkili olmuş ve komutanlar üzerinde psikolojik baskı oluşturmuştur.
12 Eylül yukarında sayılan bütün faktörlerin sonucudur. Diğer bir ifade ile ordu darbe yapmak istediği için terörü engellemedi şeklindeki izah tam bir entelektüel sefalet içerir. Ancak, özellikle 1980 senesi içinde askeri darbe yapılması kararı alındıktan sonra terörün tırmanma zemini asker ve istihbarat tarafından çok büyük bir ihtimal ile kolaylaştırılmıştır. Provokasyonlar artmış, bunun neticesinde cinayetlerin ve diğer terör eylemlerinin sayısında tırmanma gerçekleşmiştir. Ancak bu verili durumun üzerine konan son katmandır ve diğer katmanları açıklamaz.
12 Eylül Öncesinde Türk Milliyetçileri
12 Eylül öncesinde Türk milliyetçiliği komünist terör eylemlerinin ağır baskısı altındadır. Komünist terör, stratejik eylemler ile MHP ve Ülkücü Hareketin önde gelen genel merkez yöneticilerini (rahmetli Gün Sazak) ve il başkanlarını (Recep Haşatlı) hedef almaktadır. Ankara’da açık bir şekilde devlet tahriki kokan MHP Genel Merkezi baskını ve Ziraat Mühendisleri Birliği’ne yapılan saldırılar da Ülkücü hareketin üzerindeki baskıyı tırmandırmıştır.
Silahlı çatışmanın hiçbir şekilde tarafı olmayan bu insanların komünist terör tarafından hedef alınması, sadece “hadi faşist öldürelim” eylemleri değil, komünist terörün MHP ve Ülkücü Hareketin ön saflarının, ön cephesinin aşıldığı, intikam alamayacağı değerlendirmesini yapmasıdır. Devlet görevlilerinin tahrikleri ise ya Ülkücü Hareketin bir askeri müdahaleyi arzu etmesini sağlama ve/veya karşı saldırılar ile terör sarmalının tırmanmasına katkıda bulunmaya sevk eylemleri olmuştur. Ülkücü hareket, 12 Eylül öncesinde imkân/kabiliyetler ve kaynaklar açısından komünist hareketler ile karşılaştırıldığında çok zayıftır. Tek büyük avantajı tek blok olması sayesinde merkezi yönetimidir. Bu tür devlet görevlilerin tahrikleri ise komünistlerin oluşturduğu baskıyı daha da artırmıştır.
Öte yandan çok parçalı olmasına rağmen, kaynakları ve bağlantıları daha geniş olan komünist hareketler ülkücü harekete özellikle 1979-1980 senelerinde ağır saldırılar ile etkili darbeler indirmişlerdir. Ülkücü hareketin her şeye rağmen yaşayabilmesi muhtemelen küçük kaynakları rasyonel kullanan merkezi yönetime bağlıdır. Buna rağmen Ülkücü Hareket İstanbul, Ankara, İzmir, Ege bölgesi, Marmara bölgesi, Akdeniz bölgesi (Adana dâhil) ağır saldırı altındadır. Üniversitelerin büyük bir bölümünde komünist terör esmektedir. Ülkücüler üniversitelere ya gruplar halinde girebilmektedir ya da hiç girememektedirler. Ülkücü Hareket, Erzurum, Kayseri ve Elazığ gibi iç Anadolu-Doğu Anadolu eksenine sıkışmıştır.
Bu ağır baskı altında özellikle 1980 içinde ülkücü gençlik içinde bir askeri darbe beklentisinin hatta arzusunun oluştuğu (en azından benim konuştuğum dönemin bazı ileri gelenleri ve gençlik liderleri tarafından) ifade edilmektedir. Özellikle taşrada “Ordu zaten bizden yana”, “Başbuğ’un Orduda çok güçlü bağlantıları var. Kenan Evren sınıf arkadaşı” veya “komünistler orduya ve devlete karşı, o zaman ordu bizim yanımızda olur” gibi gerekçeler ile askeri bir darbe beklenir, arzu edilir olmuştur. Bu durumu, dönemin önemli isimlerinden birisi “12 Eylül 1980 günü saat 11.00’de darbeyi kutlamak için halay çektik, saat 14.00’de bizi aldılar” şeklinde tepkiyi ve sonucu izah etmiştir. Ankara’da MHP Genel Merkezi çevresinin ise durumu bu şekilde analiz etmediği ise açıktır.
Sonuç
12 Eylül bu şartların oluşturmuş olduğu “kötü“ bir zorunluluktur. Yukarıda sayılan iç ve dış faktörlerin sonunda olayların denetim dışına çıkması ve ülkenin kaosa sürüklenmesi üzerine devlet/ordu içindeki bazı güçler, “darbe ebeliği” yaparak 1979 sonu 1980 başından itibaren anlaşılan şiddetin tırmanmasının önünü açmışlar hatta katkıda bulunmuşlardır. Ancak bu iddia edildiği gibi “askerler 12 Eylül askeri darbesini yapmak için terörü engellemediler ve hatta tırmandırdılar” şeklindeki tezi doğrulamaz. Olan, askeri darbe olmaksızın denetimin sağlanamayacağı belirince, askeri darbe sürecinin hızlandırılması için yapılan müdahaledir. Bu ikisi farklı hususlardır.
Bu anlamı ile 12 Eylül yukarıda sayılan koşulların bileşkesinin oluşturduğu bir zorunluluktur. Ancak 13 Eylül ve sonrasında askeri yönetimin yaptıkları zorunluluk değil, tercihtir. Mahkûm edilmesi gereken ve tarih tarafından mahkûm edilecek olan 13 Eylül ve sonrasındadır. Çünkü Milli Güvenlik Konseyi’nin politikaları, uygulamalar, bir yandan PKK’nın zeminini hazırlarken öte yandan Türk milliyetçilerinin ve Türk milletinin direnç gücüne ağır darbeler indirmiştir. Milli bünyemizde ağır yaralar açmıştır. Devlet ile millet arasında 27 Mayıs’ta başlayan özellikle 13 Kasım 1960 sonrasında Milli Birlik Komitesi’nin tarafsızlığını yitirmesi ve CHP eksenine kayması ile önemli bir seçmen bloğunda başlayan yabancılaşmayı güçlendirmiştir. 12 Eylül milli kalkınma fikrini ortadan kaldırmıştır. Türkiye’yi ağır sanayi, ekonomik bağımsızlık (tabii ki hiçbir ekonomi tek başına değildir. Kasıt Alman ekonomisi gibi bağımsız olmaktır.) ülkülerinden uzaklaştırmıştır.
PKK’nın üzerinde geliştiği politik atmosferi hazırlamıştır. PKK ve benzeri komünist örgütler ile ilgili Marksist örgüt davalarını Diyarbakır’a taşımış ve Kürtçülük yargılamalarına çevirmiştir. Hiç gereği yok iken insan oluşa aykırı bir şekilde Kürtçe ve Zazaca konuşulmasını yasaklayarak tahrik malzemesi yaratmıştır. Güneydoğu Anadolu’da ruhsatlı silahları toplayarak devlete yakın insanları korumasız bırakmıştır.
Ve nihayet Türk milliyetçilerini herkesten fazla hapishanede tutarak cezalandırmıştır.
YAYINLANDIĞI YER: Basıldığı Tarih: 02.03.2012 • ISSN1300-2333
7. Devre, Cilt 32 (64) Sayı: 295 (656) 101. Yıl