Sayın Dr. Hayati Bice ile artık tartışılması gereken önemli bir konuyu “Türk Milliyetçiliği İçin Milletler Ve Halklar Meselesi” ni değerlendirdik. Ufuk açıcı bu sohbeti sunmaktan mutluyuz.
Millet, halk, ırk, kavim, soy, ümmet kavramları tanım ve işlev olarak sizce ne anlama geliyor?
İnsan topluluklarının tarih içerisinde oluşmuş kümeleşmeleri vardır. Aileden başlayıp yeryüzündeki insanların tümünü kapsayan insanlık varlığına kafdar çemberler halinde genişleyerek devam eden bu kümelenmelerin birbirleri ile ilişkisi ve aralarındaki çekişmelerde nasıl hareket edildiği/edileceği tarih ve sosyolojinin konusu olarak ele alınmıştır. Aileden sonra genetik kümelenme ve dil esasında şekillenen ırk ve kabile, soy, kavim, ulus, millet ve ümmet kavramlaştırmalarına gerek duyulmuştur. Ancak bu kavramlaştırmalarda ortak bir söylemem geliştirilememesi tarih boyunca değişik fikir akımlarınca farklı anlamlar yüklenmesine yol açmıştır. Bu farklı anlam yüklemelerinin tabiî sonucu olarak fikir hareketleri arasındaki fark konumlanmalar ortaya çıkmıştır.
İnsanın biyolojik ve kültürel varlığı ile değerlendirmeyi gerektieren bu kümelenmeleri ortak anlamlandırma için son çeyrek yüzyılda önceki yüzyıldaki sert tartışmaları bitirecek imkanlar ortaya çıkmıştır. Son yıllarda hızla gelişen genetik çalışmalar, yDNA analizleri ile insanların biyolojik farklılaşmalarını binlerce yıl geriye doğru götürebilmek imkan dahine girmiştir. Antropolijinin geçen yüzyıldaki kaba tasniflerini artık anlamsız hale getiren bu çalışmalara insanlara rasında biyolojik daha doğrusu genetik farklılaşmanın çok da fazla anlamı olmadığını ortaya çıkartmıştır. Biyolojik bir ırk tasnifinini hayatın odağına koymak artık çok da önem taşımamaktadır.
Türk milliyetçiliğinin kurucu önderlerinin bir yerde Osmanlı bakiyesi bir topluma hitap etmenin zorunlu hale getirdiği dil, din, ülkü birliği gibi kültür unsurları üzerinde kurduğu teorik çerçeve bugün Türk milliyetçileri için gereksiz bir bagaj oluşturacak yüklerden bugünkü nesilleri koruyabilmiştir. Ziya Gökalp’inin Türkçülüğün Esasları’da özlü olarak ifade ettiği “Türkçülük Türk milletinin yararına çalışmaktır” ifadesinde Türk milleti tanımlamasındaki yaklaşımı bugünkü filogenetik araştırmalarla çok güçlenmiştir.
Bu kavramlaştırmada geçen yüzyıldan bugüne aktarılan bir sorunlu alan, “millet” kavramının Kur’an’daki terminolojideki karşılığı ile son yüzyılın Türkçesindeki anlamının farklılığının “siyasal İslâmcı” yaklaşımlar tarafından istismar edilerek bir kavram kargaşası oluşturulması olmuştur. Oysa Kur’an, insanların renk ve dil farklılaıklarını ayetullah olarak belirlemekle, biyolojik ve genetik farklılıkların varlığını kabul ederek sosyolojik anlamıyla da “kavim”, “kabile” , “şube “ gibi insanlık birimleri arasındaki farklılıkların da varlığını kabul eder. İlahî mesaj, insanlar arasındaki üstünlük ölçüsünü “takva” gibi soyut bir duruma dayandırarak müslümanlar arası ilişkilerin tanzimi ve hattâ insanlık âleminin bir arada yaşaması için sağlam bir zemin oluşturmuştur.
Bu nedenle “millet” kavramı üzerinden Türklüğün bu topraklardaki önemini tezyif etme çabalarını izale etmek için bu kavram kargaşası mutlaka giderilmelidir. Günümüz Türkçe’sinde “millet” “milliyet” kelimelerinin kullanımı ile ilgili bir anlam kayması yaşandığı tartışılmaz bir gerçektir. Toplumun geneli için bu kelimeler kullanıldığı zaman (en azından üç nesildir) “soy-kültür birliği taşıyan insan topluluğu” anlaşılmaktadır. Ancak “Kur’an dili”nde milletin -çoğunlukla “İbrahim milleti” tanımlamasında görüldüğü üzere- inanç kümelenmesi gösteren insanlar anlamında kullanılması günümüzde bile kafa karıştırıcı bir hal arz edebilmektedir. Bu noktada şu Türk milliyetçileri tarafından net olarak deklare edilmelidir: Türk milleti kullanımında bir anlam kayması olmakla beraber bunu düzeltmeye çalışmak gerekmez. Türk demekle Türk soyundan gelen ve Türk kültür dairesine bir şekilde dahil olmuş bütün insanlar -eğer başka bir sosyal gruba aidiyetlerini Türklüğe mensubiyetin önüne geçirmiyorlarsa- kastedilmektedir. “Militan laiklik” baskısından, elitlerin şerrinden emin olmak gibi bir mazeret sözkonusu olsa bile sakınmak için dahi olsa kendilerine mahsus “iç-daire dili”ni kurgulamak isteyen bazı İslâmcı çevreler de bu anlam kargaşasasından yararlanma “kurnaz”lığından vaz geçmeye davet edilmelidir. Bu çevrelerin “azîz millet” – “millî görüş” gibi akraba terimler etrafındaki oluşturduğu sisli ortamın giderilmesinin vakti gelmiştir de geçmektedir.
Daha çok 19. ve 20.yy’da ortaya çıktığı ileri sürülen bir “milletler ve halklar meselesi”nden bahsedebilir miyiz, bugünkü hayatta bu kavramların önemi nedir?
19. yüzyıldaki milliyetçilik akımlarının Osmanlı imparatorluğunun etnik temelde çözülüşünde etkili olduğu tarihî bir gerçekliktir. Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset”eserinde tanımladığı ‘Osmanlıcılık’ akımının hiçbir fayda sağlayamadan birkaç on yılda darmadağın olmasının ardından İslâmcılık yaklaşımı da tarihî süreçlerde test edilerek sosyal karşılğı olmadığı anlaşılmıştır. Bugün için Türklük ekseninde bir birliktelikten başka bir yaklaşımın Anadolu topraklarının birlik ve beraberliğinin sağlanmasını sağlayamayacağı ortadadır. Özelde Anadolu coğrafyasındaki, genelde Türk dünyasındaki aşiret, boy, kabile farklılıkları ortak Türklük kültürel mirasının birer unsuru olma ötesinde bir anlam ifade etmemektedir.
Sovyet tecrübesinin “şekilde uluscu, özde sosyalist” yaklaşımında ağır baskılara rağmen kalıcı toplumsal bir değişim sağlayamadığı olsa olsa bir “mankurtlaştırma” vasıtasının ötesine geçemedği de test edilmiştir. Bugünün dünyasındaki filogenetik ve antropometrik analizler, y-DNA versiyonlarının takibi bu tartışmaları zaten tarihe gömmüştür. Bu noktada Türk dünyasındaki din farklılıklarının bir uzlaşmazlık unsuru olup olmadığı sorusu ile de sıklıkla karşılaşılmaktadır. İslâm insanları teker teker muhatap alarak iman konusunda bireysel sorumluluk yüklemektedir.Bu açıdan bakıldığında dünyanın müslüman olmayan Türklerinin bireyler olarak gelecekte müslüman olmaları veya müslüman iseler takva yönünden ne derecede bir nitelik kazandıkları sadece kendilerini ilgilendiren bir haldir. Şunu net olarak söyleyebilirim İslâm’a tek kapılı bir dahil oluşu içermez, giriş kadar çıkış serbestiyeti de olan iki kapılı bir sosyal kümedir. Ancak şahsî inancım odur ki, Türklerin İslâm ile tanışıp seçkin müslüman bireyler olarak nitelik kazanmaları süreci kıyamete kadar devam edecektir.
Türkiye için, kimileri kurucu unsur Türklerdir, millet önemlidir derken, kimileri mozaikten bahsediyor. Ne dersiniz?
Türk kültürü esasında bir Türkçülük ile bu sorunalrın aşılması çok kolaydır. Etnik bölücülük Türkiye için neredeyse iki yüzyılı bulan operatif bir maniplasyon konusudur. Bu konuda yabancı güçlerin girişimlerine direnç gösterecek, etnik tuzakları bozacak bir millî tecrübe birikimi de gerek sosyal olarak gerekse devlet aygıtı bazında teşekkül etmiştir. Bu nedenle mozaik vb. söylemlerin günümüz dünyasında ülkemizin birliğini bozacak bir entelektüel zemin kazanması mümkün değildir. Ülkemizin sosyal bağışıklığının güçlenmesi ile bu tehditler etkisiz hale getirilmiştir ve getirilecektir. Bu noktada önemli olan sosyal direncimizin Türklük ekseninde tahkim edilmesidir. Bu noktada sivil toplumdaki Türkçülük dayanışmasının sağlanması yanında, ülkemizin yönetiminde etkili olan siyasî oluşumlarda da Türk milliyetçiliği bir “belirleyen” olarak tarihî köklere sahip olan konumunu güçlendirmek zorundadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisinin Türk milliyetçiliği olduğu asla unutulmamalı ve unutanlara sık sık hatırlatılmalıdır.
Türkiye’nin bir “milletler ve halklar meselesi” olduğunu konuşabilir miyiz?
Uluslararası ilişkilerde ülkelerdeki farklılıklarını maniple edilmesi her daim sözkonusudur. Türkiye de tarihî oluşum süreçleri dikkate alınırsa bu konuda hassasiyet gösterilmesi gereken bir sosyolojik yapıya sahiptir. Ancak son çeyrek asırda Sovyet emperyalizminşin baskısından kurtulan Türk kökenli boylarla ile geliştirilen kültürel ilişkiler Türk milliyetçiliğine yepyeni bir hayat sahası açmıştır. Ziya Gökalp’in Türk Birliği’nin ikinci aşaması olarak gösterdiği Oğuz Birliği bugünün dünyasında neredeyse sınır ayrıştırmalarını aşarak kültürel boyutlarda gelişmektedir. Bu sosyal süreçlerin sağlıklı zeminlerde kökleşerek devamı için bütün Türk coğrafyalarındaki aydın kadrolara görev düşmektedir.
Türk milleti sizce nedir; bir soy birliği mi yoksa kültürel bir birlik mi? Mehmet Akif Ersoy’u, Şemsettin Sami’yi, Tatyos Efendiyi, Sarkisyan’ı, Ahmet Haşim’i, Zenci Musa’yı nasıl değerlendirmeliyiz?
Bu isimlerin tamamı Türk kültürel kimliği anlamında Türk milletinin birer parçasıdırlar. Verdikleri eserleri, hizmetleri ile dünyanın Türkçe konuşan insanları için arz ettikleri önemi, sadece genetik varisi oldukları kimlik ile yargılayıp küçümseyemeyiz.
Bugünkü Türkiye için, “milliyet ve halklar meselesi” nasıl yorumlanmalıdır? Milliyetçilerin ya da milli düşünenlerin “milliyetler ve halklar” konusundaki görüşü- ideolojik değerlendirmesi nasıl olmalıdır?
Bu konuda Türk milliyetçilerinin, son yüzyılda genelde sergilendiği şekilde, ne İslâm adına ne de başka bir ideolojik yaklaşım önünde özür dileyici bir pasif tavırı terk etmeleri gerekmektedir. Bugünün dünyasına Türklük sunumumuzu artık ‘meydan okuyucu’bir bir özgüven ile sergilemeliyiz. İslâm ümmeti denilen sosyal bir varlık varsa, ne idüğü kimin İslâm adına ne üretttiği artık hiç kimsenin meçhulü değildir. Türk soylu halklardan da İslâm dışı inançlara sahip toplulukların inanç yaklaşımları, ahlâkî yaklaşımları ortadadır. Günümüzün, çağın gereğine uygun bir Türkçülük sunumundan gocunulmamalıdır. İslâm’ın Türklük ile geliştirdiği yaklaşımların akılcı, etik değerleri önceleyen, modern dünya ile uyumlu bir sunumu global ölçekte de bir davetiye olacaktır. İmam Maturidî’den Hoca Ahmed Yesevî’ye akla dayalı, gönül fethi esaslı ve tasavvufî neşve içeren bir İslâm sunumuna bütün insanlığın ihtiyacı olduğu ortadadır. Kazan merkezli cedidcilik hareketinin birkaç on yılda bütün Türk dünyasında silinmez izler bırakan yenileyici nefesinin bütün Türk yurtlarını diriltici bir can soluğuna dönüşmesi bugünün dünyasında dün olduğundan çok daha kolaydır.