Nasyonalizm, Avrupa’da, Napolyon savaşları sonucu, daha önceleri düşünce tohumları atılmış, zemîni hazır hâle gelmiş olan nation kavramına dayalı yeni bir akım, ideoloji, dünya görüşü olarak meydana getirildi. Hristiyan Napolyon’un, kendi Hristiyan ülkelerini zaptetmesini önlemeğe yönelik olarak, “Hristiyanlık dışı, Hristiyanlık karşıtı” bir sosyo-politik akım hüviyetinde, yeni bir ideoloji olarak nationalism ortaya çıkarıldı, giderek, bu yeni dünya görüşü, o zamana kadar şehir hükûmetleri yönetiminde olan İtalya yarımadası halkını, -önce ölü bir dil olan latincede bazı değişiklikler yapılıp İtalyanca ‘îmâl edilerek’ – ‘İtalyan’ ulusu ‘icâd edilip, daha sonra da bu yönetimler bir araya getirilerek 19. yüzyılda İtalyan Birliği sağlandı (bu konuda: “İtalyan dilini meydana getirdik, sıra, İtalyan ulusunu yaratmağa geldi” denilmiştir), nationalism akımıyla Alman Birliği de meydana getirildi.
İtalyan ve Alman birliğini meydana getirmek için işe yarayan nationalism, bu defa, on dokuzuncu yüzyılda dünya çapında egemen güç hâline gelen Avrupa Emperyalizmi tarafından, bünyesinde çeşitli kavimler bulunan Osmanlı Devleti’ni parçalamak için ustaca kullanıldı.
Bu egemen akıma karşı durulamazdı; akıntıya karşı kürek çekebilmek için, o akıntıyı meydana getiren emperyalist Avrupa hükûmetleri ve ordularından daha güçlü olmak gerekirdi. Osmanlı – Türk aydını da, bu akıma uymak zarûretini görerek, -aynı zamanda, bu akım sâyesinde Osmanlı Devleti’nden kopan, kopma yolunda olan gayrımuslim kavimlere tepki ve cevap olarak- nasyonalizmi, milliyetçilik diye tercüme edip benimsedi.
‘Nation’, kavim demektir ve Araplar, ‘nationalism’ için kavmiyye derler. Türkler ise, nationalismi,milliyetçilik olarak benimsediler; millet, “dîn, inanç” demektir. Türk kavmi, 1000 yıldır İslâm’la yoğrulduğu, kimliği, dünya görüşü, ideolojisi bu inançla biçimlendiği, teşekkül ettiği için, çok tabiî olarak, bu yeni akımı, milliyetçilik sözüyle karşılamıştır. Türk’ün İslâm’la özdeş oluşu o kadar açık, keskin bir olaydır ki, “Türk” kelimesi, çoğu zaman “Müslüman” kelimesinin yerine kullanılmıştır: “Bir Batılı, Fas veya İsfahan’da bile Müslüman olsa, ona ‘Türk oldu’ denirdi”; Bernard Lewis, The Emergence of Modern Turkey, Oxford University Press, 1968, p.13.)
Başlangıçta, Leon Cahun gibi yahûdîler tarafından Türkçülük hareketi olarak başlatılan, İttihad-Terakkî Fırkasının îtibâr ettiği, benimsediği akım, zamanla, ırmağın tabiî yatağını bulması gibi, olması gereken mecrâya, olayların gelişmesiyle, kendiliğinden oturmuştur. Avrupa’daki şekli olan, Hristiyanlık dışı nasyonalism yerine, Türk milletinin dîni olan İslâma karşı değil, en azından, dîni, ‘milleti yapan altı unsurdan biri olarak’ alan anlayışla, milliyetçilik şeklinde devâm etmiş, gelişmiş ve son zamanlarda, vazgeçilmez, çok büyük değer hâline gelmiştir.
Türk milliyetçiliğinin, Tanzîmât münevverinin düşünce ekseni olan “İslâmdan nasıl kurtuluruz?” zihniyeti zemîninde yetişmiş olan bazı diplomalılarca benimsenen, ulusalcılık diye sözüm ona öztürkçeleştirilen şekli, millet vicdânında karşılık bulmadığı için yayılamadı, yerleşmedi. Bu güdük akımın temelsizliği, yapmacıklığı, adındaki komiklikte de görülmektedir: Türkçe bir kelime zannettikleri “ulus”un Mongolca olduğunun farkında değildirler, üstelik, Mongolca kelimeye, aşağılık kompleksiyle mâlûl birilerinin, yüzyıllarca savaştığımız Avrupa’lının dilinden alıp utanmadan güzelim Türkçeye musallat ettiği -al ekini ekleyerek mârifet yaptıklarını sanmaktadırlar.
Milliyetçilik, elbette Türkiye dışındaki Türklerin hepsini Millet bütünlüğü içinde görür, içlerinde az sayıda Müslüman olmayanları da kardeş bilir, bütün Türklerin ve Türkler tarafından kabûl edilmeyi, Türklerle birlikte olmayı candan arzûladıklarını her vesileyle gösteren bütün ilgili toplulukların refâhını, yükselmesini, hedef edinir. TİKA, bu gayenin, bu hedefin gerçekleşmesi için kurulmuştur. Türk Devletleri Teşkilâtının ortaya çıkması, milliyetçi görüşün ürünü, meyvesi değil midir?
İnternette dolaşan şu parça, târihin getirdiği yeri gösteriyor ve bize sorumluluğumuzu hatırlatıyor: Makedonya’lı esnaf, Türkiye’den gittiği anlaşılan iki hanıma; dükkânında, yükseğe astığı Türk bayrağını göstererek şöyle diyor:
-Sanmayın ki bu bayrak, sâdece Türklerin bayrağıdır; bu bayrak, bütün Müslümanların bayrağıdır. Ben Türk değilim, ama Türkiye için ölürüm. Türkiye için ölecek çok adam vardır. Allah adına yemîn de ederek sözlerine devâm ediyor.
Buna, “Sözün bittiği yer!” denilmez de ne denir?
Irmak, tabîî, olması gereken yatağını buluyor ve akmağa devâm ediyor:
Türk merkezli, Türkiyeyi yolbaşı (leader/lider) olarak benimsemiş Müslüman halklar ve ülkeler topluluğu!
Türk milliyetçiliği, ülke üzerindeki batıcı jakoben baskı kalkınca, son derece normal olarak, hiçbir zorlama olmaksızın, Cenâb-ı Hakk’ın takdîriyle, kendiliğinden denilecek bir tabîilikle yoluna devâm ediyor.
***