Türk Mitolojisi, Türk Felsefesinin Öncülü Olabilir mi?[i]
Dr. Mehmet Fatih DOĞRUCAN[ii]
Öz
Batı felsefesi temelinde öncül olarak yer tutan ve mantık biçimi olarak düşünceyi şekillendiren Batı Mitolojisi gibi, Türk felsefesi için Türk mitolojisinin kaynak olup olamayacağı, temeline yerleşip yerleşemeyeceği, ele alınsa dahi üstünde yapılan çalışmaların boyutu ve bu durumun metodolojik açıdan nasıl bir fayda sağlayacağı önemlidir. Türk felsefesi için mitoloji sahasını belirlememek, Türk düşüncesini İslam sonrası bir sahaya etkileşim olarak hapsedip kendine özgü bir ontoloji ve epistemoloji iddiası olmaması anlamına gelecektir. İşte bu makalede bu sorunlar üzerinde düşünme gerekliliği ele alınmıştır.
Anahtar kelimeler: Türk Felsefesi, Türk Mitolojisi, Batı Felsefesi, Metodoloji, Zaman-Mekân Algısı, Bilimsel Tavır.
Abstract
Can The Turkish Mythology be the Premise of the Turkish Philosophy?
Western Mythology establishes the premises of Western Philosophy and shapes its thought forms. From that perspective, it can be thought that Turkish Mythology can constitute the sources and premises of Turkish philosophy. If so, whether it holds importance and relevance in terms of its methodology and quality is of particular importance. Any attempt to draw boundaries of Turkish Philosophy means to limit it into a place where nothing happened before Islam and it means to assert that there is, therefore, no unique ontological and epistemological traits of Turkish Philosophy.
Key words: Turkish Philosophy, Turkish Mythology, Western Philosophy, Methodology, Perception of Time and Space, Scientific Attitude.
1. Sosyal Bilimler ve Mitoloji
Sosyal bilimler denildiği zaman insanlık kavramının kendisiyle alakalı bütün disiplinleri ve bunların birbiri ile ilişkisi zemininde bir bilme faaliyeti akla gelmektedir. Modernite kültürünün merkeze aldığı akıl ve bilginin birbiriyle ilişkisi sonucunda, madde ve dış dünya karşısında duyu verileri ile işlenmiş bir akılın önem kazanması, bilimsel manada salt-sezgi- sel veya kabul önermelerine dayalı inanç faaliyetlerini güvenilmez olarak değerlendirmeye başlamıştır. Bu durum insan faaliyetleri ve bilme eyleminde önemli bir kısmı işgal eden, din, mitoloji gibi kavramların referans alınmalarını engeller hale gelmiş veya referans alınsalar bile çok ciddiye alınmaksızın bir nebze dikkate değer görülmeye başlanmışlardır. Özellikle 18. yüzyıl ve 20. yüzyıl arası gerçekleşen süreç için, bunu ağırlıklı olarak iddia edebiliriz. Fakat insanın bütün faaliyetlerini kuşatan mantık sistematiği dahi, kanaatler veya kabuller olmaksızın işlevsiz kalabilmektedir. Bu sebeple inanç ekseni olmaksızın, insana ait herhangi bir bilme faaliyeti yani sosyal bilimler, çorak ve önermesiz kalacaktır.[1] Bunu yüksek lisansta, çalıştığım 18. yüzyıl içerisindeki Baron D’Hollbach’ın umutsuz bir çekincemesi olarak fark ettim. Çünkü bilme faaliyetine ilişkin olarak inanç sistemlerinin en büyük düşman olduğunu iddia eden bu düşünür[2], ironik bir biçimde insanların inanç sistemlerine mahkûmmuş gibi düşünmeye kesinlikle devam edeceğini ve bu sebeple onlara Tanrısızlık düşüncesini dahi, yeni bir din görüşüymüş gibi, inanç metodolojisine uygun bir retorik ile anlatmak gerektiğinden[3] bahseder.
Açıkçası inanç kavramının bu kadar baskın olduğu insanlık olgusu için inancın kökenlerinde başlayan devinim, fiili bir epistemoloji araştırması olacaktır. Psikolojiden sosyolojiye hatta iktisattan tarihe kadar beşeri her alan, gerek etken, gerekse ürün olarak inanç kuşatmasından bağımsız olmayacak ve mantık sistematiğine nüfuz eden önemini koruyacaktır. Sosyal bilimler, inanç ile ilişkisini onu konu almak bakımından daha fazla olarak, ondan, teslim olmamak koşuluyla, epistemolojik kanıtlarını da imkân dâhilinde süzme zorunluluğu ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bu sebeple salt-akılsal modernite ardından gerçekleşen post-modern kritik değer alanı ve inanç kavramının olgusallığına imkân tanıma oranında mitolojiden dinlere kadar bütün bu alanlarla sosyal bilimler münasebetini tesis eden veya buna olanak tanıyan bir anlayışa doğru evrilmeye başlamıştır. Buradaki en temel zorluk inanç ile olgu kavramı arasında tezahür eden yadsıma evrenini, inancın kendi ortaya çıktığı döneme ait koşulları ve arkasından gelen dönemlerle birlikte gelişimidir. İşte bu durum sosyal bilimlerin tarihi perspektifi olarak açık bir yol haritasıdır. Ancak bireylerden gruplara, toplumlardan mezheplere çok farklı kategoriler ve tanımlamalar zincirine sahip olmasından dolayı permütasyon temelli olasılıklar zincirinin hesaplanamayacak boyutlara ulaşma sorunu, bu haritayı, labirentlere çevirmektedir. En azından bu sebeple, bir başlangıç dâhilinde mitoloji, metot olarak sosyal bilimlerin kültür ve beşeri merkezinde incelenmelidir.
2. Metod-Mitoloji İlişkisi
Mitoloji, çoğu zaman müsbet ilimlerin metodolojik tavrı ve buna dayanan kesinlik arayışı sebebiyle ciddiye alınmayan bir perspektife ya atılmıştır ya da temel bilimlerden daha çok uzmanlık gerektiren spesifik ilimler için, sadece kendi konuları ekseninde ele alınmıştır. Hatta sosyal bilimler dahi, bilim olmak iddiasına sahip olduğu andan bu yana, bilimin en temel etkisinin geleneksel inançları def etmek misyonu olduğunu tanımlayan bir yargıya ulaşarak[4] bu inançların kökeninde bulunan mitolojiyi algılamak yerine, toptan reddine ulaşmıştır. Hâlbuki Batı felsefesi her ne kadar ortaçağ inancı ile hesaplaşma düzleminde inançları sorguya çekmiş olsa da bunu aşmak için daha eski inanç yapılarını, antropos merkezinde incelemeye almıştır. Böylece genel manada Batı, kendi gelişimini, mitolojik kökleriyle giriştiği neden sonuç dizgesi üzerinde algıladıkça sonuca varmaya başlamıştır. Çünkü inanca karşı kesinlik arayışı sonucu, katı bir belgecilik anlayışı ile şekillendirilen tarih anlayışı yerine kavrama ve düşünme açısından işlev kazanan tarih anlayışı için, mitoloji ve buna ait konular, katı belgeci anlayışın karşısında bir tavır olarak betimleyecek olursak, net bir biçimde yumuşak dokulara can veren yapılardır.[5] [6] Yani, mitolojik ürünler tarih biliminin kendisini olaylar ve olgular bağlamında besleyebilecek öncüllerdir.
Mitolojinin başına gelen bu durum, sadece katı belgecilik anlayışı olarak betimlenmekle sınırlandırılamaz. Çünkü katı belgecilik anlayışı, sosyal bilimleri tanzim eden matematiksel kesinlik arayan anlayışın temeli olarak mantık önermelerini tasnifleme yoluyla algılayan ve bunun için parçalara ayırarak tahlil etme temelinde oluşan bir mantık metodolojisidir. Çünkü mantık metodolojisi, modernist manada, “…analitik önermelerden sentetik bir çıkarım yapma imkânı yoktur.”6 yargısı sebebiyle mitolojinin, analitik deneyimlerden sentetik sonuca ulaşma çabasında olduğunu algılama eğilimindedir ve bu alanı, materyalize edilmiş metodolojileri sebebiyle, tutarsızlık ile aynı manada algılamak istedikleri, metafizik alanına ait sınırlarda tutmak istemektedir. Aslında uygun soru, “Felsefe, gerçekliğin bir arayışı olarak aktın araç ve amaçlarından bağımsız mıdır?” sorusudur veya “Metafizik ise aklın araç ve amaçları dışında bir oluşum skalasının dışında mıdır?” Bu sorunlar da başka bir inceleme konusu olduğu için şimdilik şüphe uyandırmakla yetinelim.
Açıkçası, analitik önermelerin, ereksel olarak, sentetik sonuca dönüşmesini reddetme meselesinin, gerçeklik kavramından kopuk olma durumu nedir veya teoride olduğu gibi pratikte de imkânı var mıdır? İşte bu metodik tavır, mitolojinin sağlayacağı büyük bir veri yığınım hep göz ardı etmenin gerekçesi gibi dursa da, mitoloji üzerinde düşünülmemiş veya eksik kalmış bağıntılama çabası, bahsettiğimiz katı belgeci anlayışı ötele- yecek gibi durmaktadır. Bu bağıntılama çabasına ise ilk olarak, Mitoloji, düşünce ve dil arasındaki çözümleme yerleşmelidir. Çünkü mitoloji-dü- şünce ve dil arasındaki geçişkenlik açıklanmaksızın, Türk felsefesi hakkında da literatür taraması birkaç Türk-İslam filozofundan öteye götürülemeyecek gibidir. Açıkçası katı bilimci tavır, kesinlik arayışı ile analitik tavrı yüceltip mitoloji gibi konuları sentetik ve apriori kavramlarıyla tanımlarken, felsefenin işaret ettiği noktayı gözden kaçırmaktadır. Sentetik yapılar, bilgi imkânını genişletme ve bu bilgilerin birbiri ile ilişkili olma anahtarını sağlar.[7] Bu sebeple mitoloji, en azından sosyal bilimler için bir bağıntılama aracı olarak iş görebiliyorsa, Türk mitolojisi de Türk felsefesi için de aynı işlevi görebilecek öncül ve önermelere sahip olmalıdır. Esas problem, mitoloji kavramına karşı gerçekleşen önyargı düzlemidir.
Çünkü günümüzün siyasal kaygıları ve muhafazakâr tavrı, çoğu zaman eski çağ kalıbındaki bu ilk öncüllerin reddi ile sonuçlanmış veya önemsiz olarak ele alınmıştır. Mesela Hıristiyan Batı için antik dinlerin, Ortaçağ içinde pagan olarak nitelenmesi veya Müslüman Doğu için İslam öncesi dönemlerin câhiliye olarak açıklanması gibi… Açıkçası mitoloji, mevcut semavi dinlerin hâkimiyeti veya bu hakimiyeti, dünyevi iktidarını tesis eden egemenlerin dayatmasından dolayı devamlı saçmaya indirgenme (reductio at absurdum) neticesi ile karşı karşıya kalmıştır. Çünkü mitoloji, ardından gelen algılar tarafından, hali hazırda yaygın olan dinden, bir önceki din olarak görülmesi sonucu, daimi, ilkel kavramı atfedilerek reddedilmiştir. Hâlbuki bilgi, gelenek yolu ile aktarılan ve bir o kadar da geleneğin aktarımını yeniden tecrübe etme meselesiyle gelişen hadisedir. Buna kanı ve yorumlarda dâhildir diyebiliriz. Kendinden önceki sosyal, siyasal ve dinsel dünyaya da kayıtsız kalmayan algılar ve yorumlar, iler- leme-gelişme idesi ile taçlanan bir sonuca vesile olmuştur. Mesela Hıristiyan ortaçağın kendinden önceki mit anlayışını paganist saymasına karşı modernitenin refleks geliştirmesi Batı aydınlanması ile sonuçlanmıştır. Böylece dönemler arası köprü kurulmasından daha fazla olarak her çağın kendi standardı içerisinde ürettiği bilgi, bakış açısı, kanı, inanç gibi konular derinlik kazanmıştır. Böylelikle epistemolojinin kümülatif olma özelliği anlam kazanarak özellikle beşeri bilimlere daha geniş bir projeksiyon sağlamıştır. Çünkü kendi epistemolojik köklerine geri dönüş sergileme söz konusu olmuştur. Aynı şekilde İslam toplumlarmm da İslam’dan önceki dönemi câhiliye kabul etmek yerine bu döneme yönelmesi[8] kendi episte- molojik köklerini sağlamlaştıracak ve böylece tarihi süreç içerisinde algılanması gereken ontoloji açık hale gelecektir. Kaldı ki, bu manada kendi epistemolojik köklerine geri dönüş sağlayan Avrupalı uluslar, milli felsefelerini yaratmış ve bunu Ulus-Devlet anlayışının temeline oturtmuşlardır. Bizim Ulus-Devlet anlayışımızdaki aksaklıkların nedenlerinden birisi de bu eksik kalmış çalışma sahası gibi durmaktadır.
Bu metodik yaklaşım, Türk felsefesine giriş için düşünülmesi gereken sahanın ilk köklerinde, mitolojinin başlangıç olmasının önemini işaret edecektir. Çünkü Türk mitolojisinin üzerinde düşünmeyen felsefe, Türk düşüncesinin tüm ürünlerini özgün olarak algılamak yerine bir etkileşim olarak yorumlayacak ve böylelikle bu alanın köklerini dışarıda arayacaktır. Bu sebeple Türk mitolojisi, Türk felsefesi için, metod olarak bir başlangıç alanı gibi durmaktadır.
3. Felsefe Mitoloji İlişkisi
Felsefi açıdan mitoloji, çok basite indirgeyecek olursak, insanın bilmediği evreni anlamlandırma çabasının bir sonucu olarak ortaya çıkan inanç dizgesi biçiminde anlaşılagelmiştir. Genel manada insanların bilgi etkinliği veya nesnel duyumları dışında kalan ve yine de anlamlandırma çabası güttüğü determine olaylar dizisi, sezgisel mantığın çıkarımlar vasıtası ile ortaya koyduğu kanaatler tutarlılığının bir bütünü olarak vücuda gelmiştir. Böylece bu bütünün kendisi, inanç sistemi olarak birbirine bağıntıla- narak mitolojik bir sistem haline dönüşmüştür. Şüphesiz ki, her mitolojik önerme, özellikle ontolojiye ve öncülleri ispatlanamaz biçimde karşımıza çıkan çoğunlukla sezgisel veya bazen anolojik basit bir epistemolojiye ihtiyaç duyar. Mitolojik önermeyi kavramak için hangi varlık yapısı veya yapılarının üzerinde şekillendiğini algılamak ve bu varlık yapılarının birbiri ile ilişkisini takip etmek mitolojik düşüncenin ontolojik arka planını şekillendirecek ve birbirleri ile bağıntıları ise epistemolojik bağlamı ortaya çıkaracaktır. Mitolojik sistemleri, mantıkî olarak anlamlı kılan, doğruluğundan önce tutarlılığı ve bütünlük içerisinde kendi iç bağlantılarında uyumluluk ilişkisidir. Felsefenin yönelim ilkeleri ile bu noktada benzeşim göstermektedir. Felsefe, yeni şüphelere açıkken, mitoloji bu noktada daha ürkek sınırlar ve dahi sınırlayıcılık içerisindedir. Ancak yine de yönelim olarak bir tutarlılık faaliyetinde olma çabası, mitolojik sistemin beslendiği varlıkların, varlık olmak bakımından imkanı, kaynağı, sınırları meselesini açığa çıkarır ki, bu perspektifte incelenen veya yanıtlanmaya çalışılan mitolojinin hangi felsefi sistem ve düşünüş biçimlerine yakın olduğu, rasyonalist veya empirist düzlemde olup olmadığı veya buna benzer kategorilere yakınlığı, yatkınlığı ya da tasnifi anlam kazanmış olur.
Bir önceki başlıkta metod açısından incelediğimiz mitolojinin kabulleri veya anlam üreten öncülleri, bilimden önce felsefenin başlangıç sahasın- dadır. Çünkü salt analitik bir yaklaşım sergileyen katı bilimcilik veya bir parça farklı olarak mantıkçı pozitivizm, mit alanını oluşturan önermeler sahasını red etmekle işe başlamaktadır. Çünkü analitik doğaları gereği temel iddiaları, anlam sorununun önermeler düzeyi ile açıklanabileceği[9] savıdır ki bu durum bütüncü-birci veya birleşimci (sentetik) yaklaşımları yadsımakla başlangıcını oluşturmaktadır. Halbuki öncülleri red edilen mitolojik düşünce, mantık biçimi ve dönemsel düşünüş açısından metodolojik bir öncül olarak görülmelidir.
Mitolojik düşünce, felsefi açıdan, evrenin, anlamlandırılma sürecinin ilk tutarlılık örneği ve öncülü olarak değer kazanır. Mithos dönemi, logos döneminin hemen öncesinde ve logos dönemini mümkün kılan bir öncül olarak yer alır.[10] Yani bilme etkinliğinin temeli olarak sekülerleşen mantık süreci öncesi, inanç mantığının denetlenmesi ve refleksif olarak, inancın ele alınması sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu durum söz veya kavram manasında bilme etkinliğine genişleme imkânı tanımıştır. Logos kavramını söz anlamının ötesinde mantık kökeni biçiminde kullanmak istiyorum. Çünkü söz kavramının kullanımsal ve zamanlar arası esnemeye yatkın doğası, mantık bükümü olarak, mantığın kendisine dönüşebildiği bir ortam oluşturmuş böylece mitolojik dönemlerin ifade tarzı ile hayat bulan bazı kavramlar, modern dönemlerde de birtakım esnemeler veya izlediği yoldaki bazı değişimler ile yeni ifade tarzına kavuşmuştur. Esas mesele mit kavramının köken zenginliği ve söz hanesini de anlam olarak zenginleştirmesidir. Çünkü çağlardan bu yana anlam veya anlatış tarzları değişse de hatta buna bağlı olarak sosyo-ekonomik gelişimler veya değişimler apaçık hale gelse de, dilin gösterge bağlamında imlenmesi ve vücuda gelmiş bir sözün ortadan kalkmaksızın yakın ya da ilintili başka bir şeye dönüşmesi, düşüncenin yol haritası hakkında da önemli ipuçlarını gözler önüne sermektedir. Bu açıdan aklıma çoğu zaman, “Gelişmiş bir Batı felsefesi gerçekten var mı ve mitik çalışmalarım tamamlamış Batı düşüncesi için üretilmiş her literatür, felsefî bir argümana mı dönüşüyor?” sorusu gelmiştir.
4. Türk Felsefi Düşüncesinde Türk Mitolojisinin Yerinin Belirlenmesi
Genelde Batı mitolojisi üzerine devasa bir literatür ve sorgulama perspektifi gelişmiş, inter-disipliner manada bilimlerin her alanı açısından, Batı mitolojisi, bir inceleme sahasına dönüşmüştür. Antropolojiden sosyolojiye, psikolojiden filolojiye her saha, Batı mitolojisi üzerinde kaynaklarını oluşturmuş ve hali hazırda da oluşturmaya devam etmektedir. Çünkü düşünce ve algının gelişiminde ilk öncülleri incelemek, bilgi kavramını ve onun köklerini oluşturan ilk hipotetik başlangıçlarını elde etmek ile eşdeğerdir ki, ilk öncülleri yok saymak ise ya dogma ya da safsataya yol açmaktadır. Bu manada Türk mitolojisini, Türk kavramını inceleyecek herhangi bir beşeri bilimler sahasının dışında tutmak, gerçekleşecek olan her türlü bilme faaliyetinin ya eksikliği ya da köksüzlüğü ile ilişkilenerek bu açıdan bazı yapı taşları her daim eksik kalacaktır. Bu sıkıntıyı yaratan temel sebepler, her kültürün birbiriyle etkileşim içine girerek veya bağımsız olarak ortaya koyduğu mitoloji sahasını, Avrupa merkezci (euro-centric) manada ele alma çabasıdır. Çünkü milletlerin kendi kültürel köklerinin bir ipucu olarak değerlendirilmesi gereken mitolojileri dahi bir kenarı bırakarak, Doğu ve Batı olarak kategorize edilmiş ikili mitoloji algısı dahi, Batı perspektifini daha çok önemser niteliktedir.
Doğu mitolojisinden anlaşılan ise genel manada Çin, Japon, Hint mitolojileri olmuştur ki[11], Türk mitolojisi, üzerinde çok fazla çalışılmamış, in- ter-disipliner tahlillere başvurulmamış, bu sebeple sır perdesini korumuş olmasından dolayı ilkel veya basit olarak algılanmıştır. Bakir bir alandır. Belki de bu alanın bakir kalmasının sebeplerinden birisi Türk mitolojisi için öncül olacak eser ve ürünlerin, Türk kimliği ile ilişkilendirilmesini sağlayacak sahiplenmenin olmayışıdır. Mesela Orhun Kitabeleri’ni inceleyen Radloff veya Thomsen dahi, bu kitabelerin peşine, Hint-Avrupa kökenli Ari ırkların kalıntısı olabileceği şüphesi ile düşmüş, son tahlilde linguistik çalışmaları sonuç vermeyince bölgenin yerli halkından olanların lehçesini yani Türkçe dil yapısını uyarlayarak çözüme ulaşmışlardı. Aslında bu durum Avrupalı ilim adamlarının dönemsel olarak Avrupa merkezci düşünme refleksi biçiminde kültür ve medeniyeti aynı imiş gibi ele alması ve üstünlüğü ise Batı kültürüne atfetmesinden başka bir eğilim değildi.[12]
Türk mitolojisi üzerine sıklıkla Çin ve Rus tarihçiler ile Fransız ve Alman Türkologlar çalışma yapmış, çalışmalarının esas odağı, kendi kültürel arka planlarını araştırmak veya kültürler arası meselelerde tarihi veya filolojik çalışmalar yapmak iken, Türk mitolojisi de ilgi alanlarına girmiş ve böylece üzerinde ifade etmeye değer bulgularını ve sonuçlarını paylaşmışlardır. Ancak bu konuya özel önem göstermesi gereken Türk ilim adamlarının, daha çok edebiyat ilminin alt bilim dalı olarak görünüşe gelen kısmı veya Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı merkezindekiler bu konuya eğilmeye çalışmıştır. Batı mitolojisinden çıkarsanan devasa psikolojik tahliller veya sosyolojik kuramlar, ne yazık ki, Türk mitolojisi mevzubahis olduğunda söz konusu değildir. Sebebi ise üzerinde çalışılmayacak kadar sığ olması değildir. Asıl sebep, ya ilgisizlikten bakir kalmış olması veya bu konuda yetkinleşmek için gerçekleştirilmesi gereken filolojik çalışmaların göz yıldırıcı derecede henüz daha yolun başında olmasıdır. Hele ki bu çalışmaların Türk felsefe disiplini açısından daha neredeyse hiç incelenmediğini de düşünecek olursak manzara netleşmektedir.
Bizim burada derin bir çalışma yapmamız söz konusu değildir. Ancak Türk mitolojisinin yapısı gereği diğer mitolojilerden bariz bir şekilde ayrılıyor olması, üzerinde çok çalışma yapılmamış olmasından dolayı göze çarpmamaktadır. Bu ise Türk mitolojisinin bir inanç sistemi olarak farklı bir mantık yürütme tarzına sahip olduğunun göstergesi olarak düşünülmelidir. Çünkü mitolojilerin genel mantık düzlemi ile açıklanabilecek argümanları, inceleme sahasını kolaylaştırmakta olup, Türk mitolojisinin farklı mantık düzlemleriyle bağıntılanması, onun incelenmesini zorlaştırmaktadır. Belki de bunun sebeplerinden birisi, çok geniş coğrafyalara ve çok parçalı alt kültürlere yayılmış Türk kavramının tezahürüdür.[13] Farklı mantık gelişiminin sebebi ise epistemolojiden önce ontolojide aranmalıdır. Çünkü ontolojik olarak varlığı ele alış tarzı açısından detaylarda diğer mitoloji türlerinden çok farklı iddialara sahiptir. Şüphesiz ki felsefi disiplin açısından Türk mitolojisi ele alındığında halk-bilim disiplini çerçevesinde sıklıkla ifade edilen, İslam öncesi düşüncenin İslam sonrasına etkisi, Türk filozoflar bağlamında da görünüşe gelecektir. Ancak bu misalde ele alınacak mitoloji için felsefenin temel prensipleri açısından bir tahlil çalışması elzemdir. Yani mitolojiyi epistemoloji ve ontoloji açısından tahlil etmek en az kozmoloji veya teoloji kadar elzemdir. Zaten bir noktadan sonra kozmolojik veya teolojik yaklaşımların ontolojik açıdan ele alınmasının imkânı da açık seçik belirecektir.
5. Türk Mitolojisinde Ontoloji Mümkün mü?
Türk mitolojisinin genel karakteristiği hakkında tasnifleyici hüküm vermek veya tarihin uzun bir döneminde diğer coğrafyalarında da bir ve aynıymış gibi ele almak, sosyal bilimsel açıdan karmaşık olan bu meseleye, genelleyici yaklaşımın bir hatasını atfetmek olur. Çünkü Türk tarihinin dahi henüz daha birçok noktası ve deşifre edilmemiş boyutları veya coğrafyaları arasındaki ilişki net olarak görünüşe gelmemiş, bütün bunlar devasa tarihi meseleler olmasına rağmen, yüzeysel olaylar örgüsüymüş gibi bir vakanüvist yaklaşımı ile çalışılmıştır. Elbette ontoloji açısından somut bir şeylerden bahsedebilmek için, büyük oranda didiklenmiş tarih çalışmalarına ve kesinliğe yaklaşmış tasniflere ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak henüz Türk tarihi bu alanda çalışılmayı bekleyen bakir bir saha niteliğini korumaktadır.
Çoğunlukla göçer çobanlar olarak Türk toplumunu, sadece bu açıdan, ele almak onları mitolojik açıdan düz ovaların veya bozkırın göbeğinde sığ bir pastoralizm ile düşünmek anlamına gelir ki, bu durumda orman veya dağ kültürü ile ilişkilendirilmiş önemli düşünüş biçimlerini yok saymak anlamına da gelebilir.[14] Bu sebeple tarihin çeşitli evrelerinde konar-gö- çer bir yapı içerisinde zaman kavramını mekânlar arasında kat eden bir topluluğun birbiri ile devir daimli ve her çağda farklı nitelikte ortaya çıkan mitolojileri olması şaşırtıcı değildir. Ancak bu mitolojinin zamansal ve mekânsal farklılıklarına rağmen temel niteliklerinin veya mantık yürütme biçimlerinin benzer olması, ontolojik temellerin aynı olmasından ziyade ele alınış biçimlerinin ve üzerinde düşünülmüş olan biçimlerin birbiri ile benzeşmesi durumudur. Mesela Türk mitolojisinde keskin bir paganizm söz konusu değildir. Herhangi Batı kültüründeki ilim adamı tarafından, paganist olarak ele alınmaya çalışılsa dahi tek bir gövdenin kolları gibi taksimlenmiş farklı uhrevi varlıklar, çoğunluklu olarak bütünlülük merkezine doğru bizi göndermektedir. Bu sebeple ontolojik açıdan varlığı tarif etmek yerine veya varlığın kaynağına inmek yerine imkanı bizim daha çok ilgilendiğimiz husustur şimdilik. Eğer ontolojik manada bir örnek vermek gerekirse pluralist bir yaklaşım pek de söz konusu değildir. Çünkü çokluk kavramına tekabül edebilecek birbirinden farklı varlıklar dahi, bir olandan veya bütün olandan bağımsız değildir. Osmanlının kuruluş aşamasında devlet miti olarak kullanılan ağaç figürü buna örnek olarak verilebilir. Ağaç tüm kamuyu açılayan bir bütünlük iken yapraklar ise bireyi simgeler ve düşen her yaprak ise hayatın bitimi olarak anlam kazanır.[15]
Çünkü varlık açısından ele alınan mitolojik tanımlar veya düşünüm- lerin az önce de ifade ettiğimiz üzere kaynağının zaman ve mekan algısı içerisinde değişim göstermiş olması değişimsiz bir varlık yapısı ya da birbirine yakın varlık tasvirleri ortaya koymamıza mani olmakla beraber bunun sebebi bir bütün olarak tanımlanan asli varlık kavramının ne olduğu sorunudur ki, bu durum bizi ontolojik olarak tarif edilen tek bir varlık yerine bütün varlıkların birbiri ile var olduğu sistem anlayışına götürmektedir. Ancak sıkıntı şudur ki, tek bir sistem algısını apaçık sonuçlardan takip etme meselesi Türk mitolojisi için pek de kolay değildir. Çünkü çok geniş coğrafyaya ve pek çeşitli alt kültürlere yayıldığı gibi[16] her bir alt kültür penceresiyle de farklı coğrafyaların farklı kültürleri ile girdiği etkileşim, Türk düşünce biçiminin bu ilk örneklerini anlamamız için daha yoğun bir çaba göstermemizi zorunlu kılmaktadır. Bu manada Batı mitolojisinin derli-toplu gibi duran meseleleri, Türk mitolojisi için pek mümkün değildir. Mesela Zeus gibi Anadolu, Trakya ve Mora Yarımadası’nda tanımlanan birbirine yakın manada çok farklılık taşımaksızın betimlenen motifler, Türk mitolojisi için pek de söz konusu değildir.
Örneğin kimi yerde veya zamanda Gök-Tengri tanımının eril öğeler bütünüyle tanımlanması gayet açık iken kimi yerde Ülgen olarak isimlendirilebilen Erlik kavramının karşısında dişil öğe haline dönüşebilen bir gök Tanrısı da mevcut olabilmektedir ve bu zaman zaman da cinssiz olarak da anlaşılabilmektedir. Bunlar elbet başka bir makalenin konusunu teşkil edecektir.
Açıkçası bu kavramlara girmek burada varmak istediğim konuya açıklık sağlamayacağı için, daha çok varlığın kaynağı probleminden ziyade imkânı sorunu ve sınırları bizi daha çok alakadar etmektedir.
İmkân açısından Türk mitolojisinin kökenlerinde ontolojiye karşılık gelen her yetkin varlık, hareket açısından tanımlanabilir. Çünkü Türk mitolojisinin dönemsel açıdan diğer mitolojilerden ayrıldığı en bariz noktalardan birisidir. Mesela fizik ötesi alan veya dünya dışı olarak kabul edilen bütün tasarımlar, hemen hemen bütün mitoloji türlerinde hareketsiz olarak tasavvur edilmiş hatta mitoloji arkasından gelen dönemde dahi yani felsefi düşünüş biçimlerinde dahi metafizik olan hareketsiz olan ile özdeşleşmiştir. Mesela Aristoteles’in hareketsiz hareket ettiricisinin mükemmelliği, her değişenin altında bir değişmeyen mantığı veya tutarlılığının arayışı olarak ilk maddeye, prensibe yani arkheye varma çabasıydı. Hatta Antik Yunan mitlerine bakacak olursak mekânsal açıdan hareketsizlik veya yerleşiklik, değişimsiz bir tasvirle Olympos dağı ile simgeleşmiş, Tanrıların değişmeyen bir mekânda olduğu algısı işlenmiştir. Diğer yandan Antik Yunan düşüncesinde evreni tasvir etme çabası çoğu zaman bir durağanlık perspektifi ile mümkündür. Mesela yıldızlar bu düşünce sistemine göre ya gökyüzüne çakılmış kristal küreler veya gökyüzünden yeryüzüne açılmış birer pencerelerdir. Bu tasvir biçimi bile onların sabit olarak ele alındığı gerçeğini ortaya koymakta olup, göksel öğelere hareketsizlik yerleştirildiğini açıklar mahiyettedir. Sonuç itibarı ile aşkın bir noktada bulunan varlığa hareketsizlik yükleyen Yunan felsefesinin bu geleneksel köklerinin kendi mitolojisinden kaynaklanabilmiş olacağını söylersek pek de haksızlık etmiş olmayız.
Ancak Türk mitolojisi önemli bir varyant olarak aşkın varlıklara daimi bir hareket metaforu yükler ve bu hareketin göksel olmak dışında ne mekânı, ne yönü ne de zamanı bellidir. Ancak devamlı surette hareket mevcuttur. Mesela Küçük Ayı Burcu iki atın çektiği bir araba iken, Büyük Ayı Burcu ise bunları kovalayan yedi bozkurttan oluşmaktaydı.[17] Elbette yıldızlara bu şekilde tasvir yüklenmesi ilkel bir yorum olarak görülebilir. Ancak burada önemli olan husus Türklerin yıldız hareketlerini gözlemleyebilmiş olmasıdır. Çünkü eğer, bozkurtların atlı arabayı yakalama durumu söz konusu olabilseydi, göğün ve yerin dengesinin bozulacağına alamet ederdi.[18] Yani göksel cisimleri durağan algılamak yerine, onların devinimini gözlemlemek ve bu dünyanın dengesini göksel uyum ile beraber düşünmek söz konusu idi.
Bu durumda ister ay tutulmasına örnek olarak kurtların aya saldırması hadisesi olsun[19], isterse yıldızların hareketlerini zoomorfik biçimde tanımlamış olmaları olsun, Türkler duyusal alemin veya fizik ötesinin hareketsiz olmasından değil, hareketli olmasından tevellüt düşüncelerini ontolojik bir varlık tasvirine yerleştirmişlerdir. Bu sebeple hareket daimi olarak sonlanmayacak bir hadise olarak, kutsal olanı tanzim etmeye başlamış ve Türk mitolojisi ontolojik açıdan hareketsizlik yerine hareketliliği kutsamıştır. Bu açıdan ontolojinin en önemli imkânlarından birisi olarak hareketli olmak Türk düşünce biçiminin belirleyicisi olmuştur.
Hangi mitolojik veya dinsel düşünce biçimi olursa olsun, atfedilen kutsal varlıklara bakıp hayat biçimini ona uydurma veya onların hareket tarzını taklit etme, her kültür için karşımıza ritüel olarak çıkar. Dolayısı ile Türklerin de yaşam biçimini bu göksel varlıklara uygun olarak yeryüzünde idame ettirdiğine şehadet edebiliriz. Mesela başıboş ve hedefsiz bir göçerlik yerine yaylak-kışlak olarak tabir edilen belirli mekânlar arasındaki hareketlilik ve bitmeyen devir daim yıldız hareketlerinin de belirli zamanlarda belli yere tekrar geri gelmesinin gözlemlenmesi ve bitmeyen bu hareketlilik ile aynı yere dönmenin bir işaret kabul edilmesi söz konusu olabilir.
6. Zaman-Mekân Algısı
Türk mitolojisinde zaman ve mekân kavramları açısından yine diğer mitoslardan veya dinsel düşünce biçimlerinden bir fark daha göze çarpmaktadır. Dünyanın birçok bölgesinde hareket kavramı ile zaman iç içe düşünülmüş ve mekânın hareket ile kat edilirliği zamana tekabül etmiştir. Hatta modern fizik kuramında bile hız ya da bizim ilgilendiğimiz manada hareketin niteliği, yolun zamana, yani mekânın zamana bölünmesi ile elde edilmektedir. Ancak Türk mitolojisinde zaman ve mekân kavramları bu açıdan fizik ötesi âlemde bile ele alınırken bu dünyadan bağımsız noktalara da atfedilmektedir. Mesela semavi dinlerde zamandan aşkın bir Tanrı anlayışı veya paganist birçok dinde zamanı yaratan Tanrı anlayışı mevcut iken, Orhun Kitabelerinde “Zamanı Tanrı yaşar, insanlar hep ölmek için türemiş”[20] ifadesi bitimli bir zamanı, zaman olarak kabul etmeyip, en az Tanrı kadar ezeli ve ebedi bir başka varlık olan zaman kavramını karşımıza çıkarmaktadır. O halde ontolojik olarak zaman kavramı başlı başına bir izdir. Daha önce de ifade ettiğimiz üzere dengenin bozulmaması adına süreklilik ve bitimsizlik, Türk mitolojisinin ontolojik temel temasıdır. Bitimli insan hayatı ise geçici olduğu oranda ontolojik bir değer taşımamaktadır. Bu da zaman ve mekanı insani kılan diğer mitlerin tersine, insanın içinde bulunduğu zaman yerine, insana aşkın ve insana ait olmayan bir zaman kavramını meydana getirmiştir. Böylece zamandan ve mekandan münezzeh semavi dinler yerine, zaman ve mekanı doğrudan semavi olarak niteleyen Türk mitolojisi örneği karşımıza çıkmıştır. Ancak bu tanımladığım mesele sadece şahsi bir kanaat olarak üzerinde henüz çalıştığım bir meseledir. Çünkü diğer yandan Tanrı kavramının ezeli ve ebedi olduğunun vurgulanma çabası olarak da anlaşılabilecek bu tümce, sonsuzluk veya sınırsızlık kavramını zaman vurgusu olarak da betimlemiş olabilir. Netice itibarı ile temel amacımız, herhangi düşünülmüş bir konuyu ispat etmek değil, henüz daha üstünde düşünülmemiş bakir bir alan hakkında şüphe uyandırmaktır.
Bunlar şimdilik üzerinde, henüz çalıştığımız, tefekkür ettiğimiz hadiselerdir. Türk mitolojisinin genel karakteristiği bu manada Doğu-Batı, Yer- Gök, Zaman-Mekân gibi bir karşıtlık algısı yerine bir ötekini kapsayan hiyerarşik düalizm üstünde yükseldiğini söylememiz anlamsız olmaz. Ancak ontolojik manada soyut gibi yorumlanan bu kavramlar somut bir tasvir ile işlenmiştir. Esas soyut olan ise yanıltıcı bir dünya eksenidir. Özellikle zaman kavramını ele alış biçimi ve zamanın bitimsizliğine denk gelen bir mekân sürekliliği olmayışı, ontolojik manada mekân üzerinden algılanan, hesaplanan bir zaman kavramı yerine, mekanı belirleyen kuşatan bir zaman kavramını gözler önüne sermektedir. Genelde diğer mitolojilerde veya genel felsefi teorilerde süreç kavramı ile düşünülen epistemolojik gelişimin boyutlarıyla alakalı gibi dursa da, Türk mitolojisi açısından, zaman kavramı ontolojik bir arkhe olarak göze çarpmaktadır. Bu konu “Türk Mitolojisinde ve Düşüncesinde Ontoloji” çalışmasında daha geniş bir biçimde hayat bularak ardından gelen dönemlerde epistemoloji arayışlarını düzenli hale getirecek, böylece Türk Dünyası’nın kültürel ve siyasi kökleri bir aydınlanma refleksi ile anlaşılacaktır.
7. Sonuç
Sonuç itibarıyla Türk mitolojisi çalışmalarının Türk felsefe disiplini için zaruret olduğu anlaşılmıştır. Çünkü felsefe temel olarak arkhe sorgulamasıyla başlar ve bunun üzerine bir ontoloji tesis etme eğilimindedir. Türk-İslam felsefesi başlığı içerisinde incelenen Türk felsefesinin bu yönde, bugüne kadar, refleks geliştirmemiş olması, kendi çalışmalarını da çoğu zaman ya öncülsüz veya iddiasız bıraktığı görünmektedir. Bu da kendine özgü doğasını anlamamız yerine başka kültürler veya felsefelerle alakalıymış gibi ele almamızı zorunlu kılmaktadır. Bu sebeple sosyal bilimlerin her sahası ve özellikle felsefe disiplini, Türk mitolojisi alanıyla ilgili olarak metodolojik ilişkisinin kurulması ve mercek altına alınması elzemdir. Bu işe ise özel manada felsefe disiplininin ve onun metodoloji algısının, belirli bir yaklaşım sergilemesine, diğer sosyal bilimler sahasına da temel ipuçlarını sağlayabilecek mahiyette tahlillere ihtiyaç duymaktadır. Bu durum Türk estetiği fikrinden Türk antropolojisi fikrine kadar hemen hemen her alanda özgün bir medeniyet keşfine dönüşebilecek yepyeni başlangıç sahası gibi durmaktadır.
Kaynaklar
ARSLAN, Ahmet: İlkçağ Felsefe Tarihi-1, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir, 1995.
BİLKAN, Ali Fuat: Hayriname’ye Göre XVII. Yüzyılda Osmanlı Düşünce Hayatı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2002.
CAMPBELL, Joseph: İlkel Mitoloji (Tanrının Maskeleri), Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara, 1995.
DRURY, Nevili: Şamanizm, Çev. Erkan Şimşek, Okyanus Yayınları, İstanbul, 1996.
DURSUN, Yücel: Felsefe ve Matematikte Analitik/Sentetik Ayrımı, Elips Kitabevi, Ankara, 2004.
D’HOLBACH, Paul Henry Thiry: The System Of Nature Or Laws Of The Moral And Physical World, Trans. H.D. Robinson, Batoche Books, Vol. 1, 1868.
ERGİN, Muharrem: Orhun Abideleri, Boğaziçi Bas. ve Yay., 8. Baskı, İstanbul, 1980.
KAFESOĞLU, İbrahim: Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, Ankara, 1997.
ÖGEL, Bahaeddin: Türk Mitolojisi-1. Cilt, Selçuklu Tarih ve Medeniyetleri Enstitüsü Yayınları, No: 1, TTK Basımevi, Ankara, 1971.
RABİ, İbrahim M. Ebu: İslami Hareket’in Entelektüel Kökenleri, Çev. M. Ali Demirci, ?????, 2001.
REİCHENBACH, Hans: Bilimsel Felsefenin Doğuşu, Çev. Cemal Yıldırım, Remzi Kitabevi, Ankara, 1979.
ROSSİ, Jean-Gérard: Analitik Felsefe, Çev. Atakan Altınörs, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2001.
ROUX, Jean-Paul: Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Çev. Prof. Dr. Aykut Kazancıgil, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2002.
RUSSELL, Bertrand: Bilimin Toplum Üzerindeki Etkileri, Çev. Erol Esen- çay, İlya Yayınları, İzmir, 2001.
TAŞ, İsmail: Türk Düşüncesinde Kozmogoni-Kozmoloji, Kömen Yayınları, Konya, 2002.
Dipnotlar
[1] Paul Henry Thiiy D’Holbach, The System Of Nature Or Laws Of The Moral And Physical World, Trans. H.D. Robinson, 1868, Batoche Books, Vol. 1, s. 5.
[2] Paul Henry Thiry D’Holbach, a.g.e., s. 4-7.
[3] Paul Henry Thiry D’Holbach, a.g.e., s. 5-10.
[4] Bertrand Russell, Bilimin Toplum Üzerindeki Etkileri, Çev. Erol Esençay, İlya Yayınları, İzmir, 2001, s. 7.
[5] Ali Fuat Bilkan, Hayriname’ye Göre XVII. Yüzyılda Osmanlı Düşünce Hayatı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2002, s. 10.
[6] Hans Reichenbach, Bilimsel Felsefenin Doğuşu, Çev. Cemal Yıldırım, Remzi Kitabevi, Ankara, 1979, s. 35.
[7] Yücel Dursun, Felsefe ve Matematikte Analitik/Sentetik Ayrımı, Elips Kitabevi, Ankara, 2004, s. 67-70.
[8] İbrahim M. Ebu Rabi, İslami Hareket’in Entelektüel Kökenleri, Çev. M. Ali Demirci, ?????, 2001, s. 1-7.
[9] Jean-Gérard Rossi, Analitik Felsefe, Çev. Atakan Altmörs, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2001, s. 37.
[10] Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi -1, Ege Üni. Basımevi, İzmir, 1995, s. 29-33.
[11] Kapsamlı mitoloji yazarı Joseph Campbell dahi araştırmalarında Doğu kavramına bahsedilen coğrafyaları ekler, Türk mitolojisi hakkında incelemeye girmez. Bkz. Joseph Campbell, İlkel Mitoloji (Tanrının Maskeleri), Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara, 1995, s. 15.
[12] İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, Ankara, 1997, s. 16.
[13] İsmail Taş, Türk Düşüncesinde Kozmogoni-Kozmoloji, Kömen Yay., Konya, 2002, s. 1-3.
[14] Jean-Paul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Çev. Prof. Dr. Aykut Kazancıgil, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2002, s. 20.
[15] Nevili Drury, Şamanizm, Çev. Erkan Şimşek, Okyanus Yayınları, İstanbul, 1996, s. 55.
[16] İsmail Taş, Türk Düşüncesinde Kozmogoni-Kozmoloji, Kömen Yayınları, Konya, 2002, s. 2.
[17] Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi-1. Cilt, Selçuklu Tarih ve Medeniyetleri Enstitüsü Yayınları, No: 1, TTK Basımevi, Ankara, 1971, s. 50.
[18] Bahaeddin Ögel, a.g.e, s. 50.
[19] Bahaeddin Ögel, a.g.e., s. 51.
[20] Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Bas. ve Yay., 8. Baskı, İstanbul, 1980, s. 30.
—————————————
[i] Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı; Nisan-2015
[ii] Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Bilim Tarihi ve Felsefe Anabilimdalı, [email protected]