Metin SAVAŞ
Her toplumun mitolojisinde bir Ana Tanrıça muhakkak vardır. Ana Tanrıça kültü esas itibarıyla Doğa Ana’dır. Arkaik insanlar doğayı gözlemlediklerinde ve doğanın içindeki yaşam tecrübelerini değerlendirdiklerinde ister istemez kozmik bir anne fikrine ulaşmışlardır. Arkaik insanlar gökyüzünü erkek, yeryüzünü ise kadın olarak tanımlamışlardır. Gökyüzünden inen yağmur suyu, arkaik insanların düşüncesine göre, yeryüzü toprağını döllemektedir. İşte bu temel algılayış nedeniyle yeryüzü, toprak, mağara, kuyu, anne rahmi ve birtakım benzeri unsurlar devasa bir kadın şeklinde tasavvur edilmiştir. Bu dev kadın tanrıçadır. Kimi antropologlara ve psikanalizcilere göreyse bütün insanlığın ilk annesi olarak Havva inancı da yine söz konusu dev kadın düşüncesinin teolojik yansımasıdır. Hititlerdeki ana tanrıça Kibele’dir. Türklerdeki ana tanrıça ise Umay Ana’dır. İngilizlerdeki (demokrasiye rağmen) kraliçenin vazgeçilemezliğinin arka planında bu arkaik inançlar bütünü yatmaktadır.
Toprağın doğurganlığı ile annenin doğurganlığı arkaik insan düşüncesinde özdeştir. Mağaranın korunaklı karanlığı ve kuyunun esrarengiz karanlığı ise anne rahmiyle özdeştir. Yağmur suları spermi temsil ederken, toprak da bütün dişil unsurları temsil eder. Anadolu halk söylemlerinde kadının tarla olarak nitelendirilmesi bu nedenledir. Türk kültüründe Yağmur aslında erkek ismidir fakat sonradan kız çocuklarına da konmaya başlamıştır. Toprak ve anne özdeşliğinden ötürü vatan kavramı da dişildir ki “anavatan” ya da “anayurt” dememiz bu bağlamda rastgele bir tercih olmaktan uzaktır. Türk kültür kodlarında anne ve vatan kutsaldır. Ortadoğu kültlerinin etkisiyle evin ve ailenin direği konumuna baba getirilmiştir fakat eski Türklerde durum tam tersidir ve evin, otağın ve haliyle ailenin temel direği kadındır. Buradaki direk bir metafor olarak hem çadırın orta yerdeki ana direği temsil eder, hem ailenin kadınını temsil eder ve hem de Türk mitolojisindeki hayat ağacını temsil eder. Hayat ağacının gövdesi annenin bedenidir. Hayat ağacının salkım saçak dalları ise annenin saçlarıdır. Buradaki anne Umay Ana’dır. Umay Ana’nın upuzun ve altın sarısı saç telleri arkaik düşüncede ipliğe benzetilir. Bu nedenle de yün eğirmek kutsal bir görev sayılır. Hayat ağacı (yani ana tanrıça) insana hayat verendir. Hayat ağacının dallarındaki kuş yuvaları aynı zamanda insanın beşiğidir. Rüzgâr nasıl ki ağacın dallarını sallıyorsa, annelerimiz de çocuklarının beşiklerini öylece sallıyorlar. Beşiği sallamak için kullanılan ip ile Umay Ana’nın ipliğe benzetilen saç telleri de özdeş kabul edilmektedir. İp, saç teli ve beşiğin ipi (hepsi birlikte) göbek kordonudur. Anne rahmindeki cenin bu kordon sayesinde beslenebilmekte ve nefes alabilmektedir. Dolayısıyla yaşamın başlangıcı buradadır. İşte bütün bu benzeştirmeler sebebiyle biz bugün bile hâlâ “hayatlarımız pamuk ipliğine bağlı” diyoruz. Bir çocuğun büyüyerek hayata atılmasını ise “göbek bağını kopardı” ifadesiyle belirtiyoruz.
Avrupa masallarında yüksek kuledeki tutsak prensesi bir erkek kahraman nasıl kurtarıyor hatırlayalım. Prensesin sarkıttığı upuzun saç yardımıyla kuleye tırmanarak! Buradaki tırmanış ve kuleden aşağıya inerek kurtuluş çok bariz olarak göbek bağını koparmak ve hayata atılmakla eşdeğerdir.
Umay Ana bir insanın dünyaya gelmesine karar verdiğinde kendi oğullarından biri aracılığıyla kendi kızlarından birinin gebe kalmasını sağlar. Yeryüzündeki bütün erkekler ve bütün kadınlar Umay Ana’nın çocuklarıdır. Bir kadının rahmine tohum düştüğünde Umay Ana bu tohuma gökten ruh gönderir. Bu ruhu gökten (aslında hayat ağacından) yeryüzüne (annenin rahmine) taşıyan aracı ise Umay Ana’nın kuşlarından biridir. Farkındaysanız biz bugün bile küçük çocukları kandırmak için “seni leylekler getirdi” diyoruz.
Hayat ağacının dallarındaki kuş yuvaları hem beşiktir hem de yuvadır. İşte yine hayat ağacı inancı nedeniyle bizler evlenen çocuklarımız için “kuş yuvadan uçtu” demekteyiz. Türk folklorunda gelinbaşının dallı çiçekli olması da hayat ağacından ötürüdür. Avrupa kültürlerindeki gelinliğin beyaz renkli olması da tesadüfi değildir, çünkü ana tanrıçanın entarisi beyazdır. Türk folklorundaki kırmızı gelinlik ve al duvak ise yine Umay Ana ile ilintili bir tercihtir. Buradaki al ritüel itibarıyla bekâret kanını temsil ediyor olsa da köken itibarıyla bunun arka planında yaşamamızı mümkün kılan damarlarımızdaki kanın rengi bulunmaktadır. Düğün bir ritüeldir. Zifaf gecesinde her genç kız Umay Ana konumuna yükselir. Çünkü insanlığın soyunun devamı bu zifaf gecesiyle mümkün olabilmektedir. Her gelin Umay Ana konumuna yükseldiği içindir ki Türk erkekleri kendi eşlerine bugün bile “sultanım, hatun, kraliçem” diye seslenmektedir. Yine aynı nedenle babalar kendi kızlarına “prensesim” demektedir.
Bütün insanlığın ilk annesi olarak Havva inancı her kültürde karşımıza çıkıyor. Unutmayalım ki Havva inancının teolojik boyutu ile mitolojik boyutu birbirini daima etkilemiştir. Tek tanrılı dinlerin inanç sistemleriyle arkaik insanların mitik düşünceleri birbiriyle tastamam örtüşmez. Benzerlikler ve farklılıklar iç içedir. Evrim teorisinde Havva’ya yer yoktur fakat ilk canlının oluşmasına yol açan o ilk hücrenin ikiye bölündüğünü hayal edersek ikiye bölünen hücrenin bir parçasını Âdem ve diğer parçasını Havva olarak varsayabiliriz. Ama bu varsayım sadece bir tahayyüldür ve arkaik insanın düşünce yapısını az çok kavramamıza yardımcı olabilir. Evli bir çift (ya da iki sevgili) halk inançlarında bir elmanın iki yarısıdır. Doğu ve Batı masallarında her zaman karşımıza çıkan elma figürünü ilk hücreye yorabiliriz. Tabii bu bir spekülâsyondan ibarettir. Teolojideki yasak meyveyi de unutmayalım. Pamuk Prenses’in ısırdığı elma da çok anlamlıdır. Türk masallarında çocukları olmayan kısır çiftlere bir evliya (bir derviş) elma ikram eder ve çiftin çocuğu olur. Bütün kültürlerdeki Havva inancı Batı dillerinde Eva ismiyle karşımıza çıkarken Türkçede ise Ece şeklinde karşımıza çıkıyor. Ece sözcüğü Türkçede güzel kadın ve kraliçe anlamındadır. Kraliçe demek tanrıça demektir ki buradan Umay Ana kavramına ulaşıyoruz. Doğum yaptıran kadınlara ebe denmesi de muhtemelen rastlantısal değildir ve belki de ece ile ebe sözcükleri kökteştir. Doğum yaptıran kadının Umay Ana ile ilintili bulunması anlaşılmayacak şey değildir. Türk halk kültüründe yengenin saygın bir kadın olarak görülmesi de yine Umay Ana kültüyle bağlantılıdır. Dayının amcadan bir adım önde bulunması ve teyzenin de haladan daha üstün görülmesi hep Umay Ana kültünün sonucudur. Çünkü dayı ile teyze bir ailede babanın değil annenin akrabalarıdır. Anne kutsal olduğu içindir ki anne tarafının akrabaları da doğal olarak baba tarafının akrabalarına kıyasla daha saygındırlar. Bu daha fazla saygınlığı gündelik yaşantımızda halen daha sürdürmekteyiz. Şöyle ki; sokakta tanımadığımız bir yaşlı erkeğe hitap ederken amca demekten ziyade dayı diyoruz ve tanımadığımız bir yaşlı kadına da hala demektense teyze demeyi yeğliyoruz. Bununla koşut olarak kendi çevremizdeki yaşlı komşu kadınlara “komşu hanım teyze” diye seslenmeye devam etmekteyiz; hiçbir komşumuza “hala” demiyoruz. Demiyoruz çünkü bütün bu tercihler daima anaerkil yapının günümüzdeki kırıntılarıdır.
Umay Ana bir insana nasıl hayat verir?
Umay Ana’nın bir kozmik kazanı vardır. Kazan figürü Türklerin demirciliğinden doğmuştur. Ergenekon destanındaki demirden dağlar söylencesi de Türklerin demirciliğinin ürünüdür. Umay Ana kozmik kazanı tahta kepçeyle karıştırarak bir insan ortaya çıkarır. Can ve ruh veren sadece ana tanrıçadır. Türklerin kadim kültür kodlarında erkek daima ikincildir. Kozmik kazanın içindeki sıvı ile anne rahmindeki sıvı veya plâsenta özdeştir. Bununla beraber kozmik kazanın içindeki sıvı erkeğin spermlerini de sembolize etmektedir. Toprağı dölleyen yağmur sularını hatırlayalım!
Umay Ana’nın kozmik kazanı aynı zamanda anne rahmiyle de eşdeğerdir. Kozmik kazanın içindeki hayat sıvısı tahta kepçeyle karıştırılıp kaynatılarak yeterli kıvam bulduğunda yeni insan (bebek) artık doğmaya hazırdır. Peki ya kozmik kazanın içindeki hayat sıvısı yeterince karıştırılmadan bebek doğduysa ne olur? İşte o bebek büyüdüğünde “mayası bozuk” dediğimiz olumsuz insana dönüşecektir. Mayadan kasıt kozmik kazanın içindeki hayat sıvısıdır. “İnsanoğlu çiğ süt emmiş” dediğimizde ise anne sütünün kozmik kazanda kaynatılmamışlığını vurgulamış oluyoruz. Bir mektepte, bir meslekte, bir manastırda veya bir tekkede çıraklıktan ustalığa yükselmeyi ise “ham idik piştik” sözüyle ifade ediyoruz. Buradaki “pişmek” ifadesinin arka planında Umay Ana’nın kozmik kazanı bulunuyor. Kozmik kazanı karıştırmaya yarayan tahta kepçe kavramıysa Türk folklorunda Çömçe Gelin olarak yaşatılmaktadır. Çömçe sözcüğü Türk ağızlarında tahta kepçe anlamına geliyor. Çömçe Gelin hiç kuşkusuz ki Umay Ana’nın bir türevidir.
Şimdi burada artık çift-anlamlılık dediğimiz olguya değinelim. Her şey zıddıyla beraberdir. Yaşam ve ölüm gibi, X kromozomu ve Y kromozomu gibi, madde ve anti-madde gibi, gece ve gündüz gibi… Çin kültüründe bunun karşılığı yin ve yang şeklindedir. Güneş ve Ay olarak da düşünülebilir. Güneş gündüzdür ve Ay gecedir. Güneş dişildir, bu nedenle Türk folklorunda Güneş Ana deniyor. Ay ise erildir ki Ay Dede dememizin sebebi budur. İşte bu çift-anlamlılık ilkesi uyarınca Umay Ana’nın biri olumlu ve biri olumsuz iki zıt türevi vardır. Umay Ana’nın olumlu türevi doğurgan Çömçe Gelin’dir. Umay Ana’nın olumsuz türevi ise ölümcül Albastı Karısı’dır. Alkarısı da dediğimiz bu ölümsüz türev loğusa anneye ya da bebeğine zarar vermeye çalışıyor. Unutmayalım ki bütün bunlar eski insanların düşleridir. Nitekim mitolojik anlatılar ve inançlar, insanların uyanık iken gördükleri rüyalardır. Yine de bütün bu mitosların hayatın gerçekleri içinde karşılıkları bulunmaktadır. Loğusa annenin ölmesi veya bebeğin hastalanması birer gerçekliktir. Arkaik insanlar bu hayat deneyimlerini mitler yoluyla açıklamaya ve anlamlandırmaya çalışmışlardır. Alkarısı bugün biz modern insanların algısında bir hurafedir fakat doğum sırasındaki ya da loğusalıktaki hastalıklar ve ölümler birer gerçekliktir. Eski zamanlarda doğumdaki ölüm oranlarının çok daha yüksek seyrettiğini anımsar isek Albastı türünden inançların ortaya çıkmasını anlayışla karşılamak durumunda kalırız. Bizim bugün sahip olduğumuz teknolojik ve tıbbî olanaklar eski insanlarda bulunmuyordu. Modern insanın ortalama yaşam süresi 70 yıldır fakat eski zaman insanlarının ortalama ömrü 35 yıl ile sınırlıydı.
Çift-anlamlılık prensibi uyarınca Albastı Karısı olarak ölümcül ve Çömçe Gelin olarak doğurgan iki başat türevi bulunan Umay Ana (yukarıda okuduklarımızdan anlaşıldığı üzere) hem hayat verendir hem de can alandır. Buradaki tezadı kavramak aslında çok kolaydır. Şöyle ki: Topraktan geldik, toprağa döneceğiz denmiyor mu? Umay Ana ile doğa ve yeryüzü toprağının özdeşliğini hatırladığımızda çift-anlamlılık ilkesi daha anlaşılır oluyor. İnsanın topraktan yaratıldığı söyleminin yanında aynı insanın öldüğünde toprağa gömüldüğünü görmekteyiz. Şu halde toprak hem hayat verendir hem de ölümdür. Umay Ana kültü özetle böyle bir düşünceler bütünüdür.