Erhan KARAOĞLAN
Sanatın, doğrudan ruha hitâp eden bir dalı olan müzik, beşeriyetin ruhanî manada zarûrî bir ihtiyacı hâline gelmiştir âdeta. Antik devirlerde müziğin dünyanın dönüşü ve hilkâtin gâyesi olarak nitelendirildiğini de görmekteyiz. Milletlerin, dünya görüşü, dini, coğrafyaları ve içtimaî yaşam tarzlarından doğan müzik, beynelminel bazda kültür ve medeniyet seviyeleri hakkında da bizlere yol haritası sunmaktadır. Hele ki büyük medeniyetlere etki edebilecek kuvvette bir sanat, bir müzik icrâ edebilmek ancak kültür temeli yüksek ve ondan bir büyük medeniyeti inşâ edebilecek bilgi seviyesine hâiz milletlerin başarabileceği bir durumdur. Tabi her toplumun bir kültürü, her kültüründe kendine özgü bir müziği vardır. Bu hususta önem arz eden müzik kültürünün evrensel bir boyuta taşınması ve kitlelere etki edebilmesidir. Bu bağlamda çalışmamızın temel mûhtevası, kendi kültürümüzün öz bilgileri ile yarattığı ahenkli ezgilerin, ilk devirlerdeki gelişimi ve diğer büyük kültürlere etkisini siz değerli okuyucularımıza sunmak ve yer yer diğer milletlerin sanatsal vaziyetleri ile de mûkayese ederek kendi kültürümüzün yüceliğini ve medeniyet seviyesine yücelmiş olan müzik kültürümüzü tanıtmakla beraber batının siyasi hışmına uğramış tarih ilmi içerisinde Türk medeniyetinden bahsetmek olacaktır.
Öncelikle sanatın gelişmesi için, sanatçının da hem devlet ricâli hem de halk kitlesi tarafından büyük bir destek görmesi lâzımdır; çünkü sanat, ancak sanatçının gördüğü kıymetle gelişimini tamamlar. Binaenaleyh, mâzimiz içerisinde müziklerini icrâ eden sanatkârlarımızın ne derece bir yere sahip olduklarını değerlendirecek olur isek büyük ölçüde Türk içtimaî hayatını ihtivâ eden Dede Korkut eserinde şu bilgileri görmekteyiz. ‘’ Uşun Koca Oğlu Segrek hikayesinde Egrek, üç yüz kafir ile Segrek’in bulunduğu yere gelir, fakat Egrek’ten korktukları için Segrek’i yalnız başına gönderirler. Segrek, ayın on dördüne benzer bir halde uyumakta olan tanımadığı kardeşi Egrek’i görür, yanına yaklaşınca kopuzunu görür, kopuzu alır ve redifi ‘’yiğit’’ olan bir manzume ile soylar, onu kendi kaderine benzetir ve acır; ama kardeşi olduğunu bilmez, sadece tehlikeyi haber verir:
“Gurbete gelen yatar mı?
Benim gibi arkasından ak ellerin bağlatarak
Domuz damında yatar mı?
Ak sakallı babasını, ak saçlı anasını,
Ağlatıp sızlar mı?”
Niye yatıyorsun yiğit?
Allah’ın verdiği tatlı canını uyku almış, yiğit!
Arkandan kollarını bağlatma!
Ak sakallı babanı, yaşlı ananı ağlatma!
Ne yiğitsin, güçlü Oğuz elinden gelen yiğit!
Yaradanın hakkı için, kalk doğrul!
Dört yanını kafir sardı, iyi bil!
Egrek, sıçrayıp uyanır, kılıcına sarılırsa da ’’Dedem Korkut kopuzu hürmetine çalmadım, eğer elinde kopuz olmasaydı, ağamın başı için, seni iki parça kılardım’’ der.[2]
Bu olay ile kopuzun kılıçtan üstün olduğunu, yeri geldi mi öfkeleri teskin edebilecek kadar da güce sahip olduğunu görmekteyiz. Aynı zamanda kopuz çalan ozanlar yani sanatlarını icrâ eden sanatkârlar, ‘‘ ilden ile, beylerden beylere gezerken dâhi güvenli bir şekilde yolculuklarını yapar, ne halktan, ne haydutlardan ne de beylerden kimseler onlara bir zarar veremezdi.[3] Bu sanatkârların toplum içerisinde gördükler değeri Merhûm Ögel şu sözlerle dile getirmektedir: ’’Aslında bir saz dış görünüşü ile, dışarıdan baha biçme bakımından-, fazla bir değer göstermez. Ancak saz yapımı da, bir san’at ve ince bir ustalık ister. Nasıl ki Batıda, eski büyük keman veya diğer müzik aletleri yapan ustaların eserleri, gün geçtikçe değerleniyorsa; Türk ozanlarının kopuz veya sazlarının çoğu da böyle bir ata yadigârı idiler.[4] Türk milletinin sanatçıya verdiği önem bu kadarla da kalmamış ve hem kopuza hem de ozanın kendisine gösterilen hürmet ilâhî bir boyut kazanarak, saygı duyulmuş, hürmet edilmiştir. Tıpkı Dede Korkut’un büyük bir saygı görmesi gibi…
Târihî vesikâlara binâen toplumun her kesiminden müspet ilgi gören ozanların, müziklerini rahatça icrâ ettikleri Türk coğrafyasında mûsikî kültürü de istibdâttan uzak, özgün bir ortamda gelişme göstermiş, büyük bir kuvveti her daim temelinde barındırmıştır. Bu temelin hûsule geldiği dönemlerse Altay-Türk kültürü dediğimiz ve M.Ö. III. binleri ihtivâ eden devirlerde oluşmaya başlamıştır. Bu dönem Türk müziğinin de belirleyicisi olmuştur aynı zamanda. Tabîi tesirlere açık bir konumda olan Altay-Türk kültürünün kuzeyinde iki kapalı bölge bulunmaktaydı. Bunlar da Hakas ve Tuva gibi Türklüğün kadim şehirleri idi. Bu iki kültür çevresi de Altay kültürü ile ilişki içerisindedir. Bu devir içerisinde Güney Sibirya kültürü ile müşterek bir kültür yapısına bürünen Altay kültürü de ana çekirdeğini korumuş ve M.Ö. II. binden itibaren de yurdundan ayrılarak Orta Asya Türk Müziği’nin temelini oluşturmuştur.[5] M.Ö. I. bin yılına ait flüt bulunduktan sonra ise M.Ö. VIII. yüzyıllarda Türklerde dümbelek benzeri vurmalı aletler, arpın ilk hâli ve düdük gibi çalgı aletleri bulunmuştur. [6] Sistemli şekline Hunlar devrinde ulaşan Türk müziğinin daha ilk devirlerinde bu denli muhtelif çalgı aletlerinin bulunması, yüksek sanat anlayışının da varlığını destekler niteliktedir.
İlk devirlerin müziğinin yapısına baktığımızda mitik ve epik karakterli olduğunu görmekteyiz. Diğer kültürlerin müzikleri gibi Türk müziği de ilk devirlerinde az perdeli idi. Ezgiler belirli aralıklarda iki sesten oluşur ve bu iki ses arasında dolaşırdı. Zamanla bu perdelerin sayısı artarak dört perdelik yapıya ulaşıldı. Sözler ayrıca doğaçtan kurulu olup, ritim ve melodi önemliydi. Müziğin ana temelini insan sesi oluşturmaktaydı. Şaman müziği de diyeceğimiz bu ilk müzik türünde insan sesine ve şarkıya eşlik etmek vazifesinde olan davul ve def bulunmaktaydı. Bu müzik tamamiyle sihir ve ayin yapmak gibi eylemlerde kullanılmış ve ilâhî bir mahiyeti haizdir.[7]
Bütünlüğünü ilâhî mahiyet üzerine yani Şaman müziği üzerine kurmuş olan Türk müziği, sistemini kazandığı Hunlar devrinde, bugün ki düzenini de oluşturan ‘’Türk Halk Müziği, Türk Askerî Müziği ve Türk Din Müziği’’ bölümlerine ayrılmış ve kökleri atılmıştır. Dolayısıyla bu devirde Türk müziği hem kurumsallaşmış, hem etkinlik alanı artmış hem de repertuarı gelişmiştir.[8] Gelişen Türk müziği, devrin yüksek medeniyeti olarak addedilen Çinlileri de etkilemiştir. Çin kaynakları, bizzat Çin içerisinde yayılan kopuzlardan bahsetmekte ve bunları ‘’K’ung-Hou, Bi-li, Pi-p’a, Ku-sie’’ isimleri ile zikretmektedir.[9] Mamafih, Hun Türklerinin askerî müziklerinden etkilenen Çinliler, aynı müzik grubundan kendileri de oluşturmaya çalışmıştır. Zira Türk müziğinin yayılması yalnız bununla da kalmamış birçok Türk müzik aletleri de Çin içerisinde yayılmış, imparatorların hayranlığı ile de Çin içtimaî hayatı içerisinde yayılması daha da hız kazanmıştır[10] Bu devirler içerisinde’’Hun dönemi sanatçıları, günümüze gelebilen çok değerli ürünler ortaya koymuşlardır. Bozkırın tekdüze yaşamında, belki de hayatlarını daha renkli hale getirebilmek için, her türlü eşyalarını süsleme çabasına girmişlerdi. Müzik de onların hayatın çok önemli bir unsur olarak yer almıştı. Müzik Hunlarda hem günlük hayatın bir parçası, hem de inancın, devlet törenlerinin, festivallerin ayrılmaz bir öğesidir.
Hunlarda kağanların sarayları ve boy başkanlarının (beylerin) kaldıkları yerler, devletin, toplumun sadece yönetim merkezleri değil, aynı zamanda en önemli kültür, sanat ve müzik merkezleriydi. Buralarda müziğe büyük ilgi duyulur, müzikçiler ve müzik toplulukları bulundurulur, müzik yapılır, dinletiler verilirdi. Hun hükümdarlarının sarayında müziğe karşı ilgi duyulduğunu ve sarayda müzik heyetleri olduğunu Çin kaynaklarından öğrenmekteyiz.’’ [11]
Sanata özen gösterilen ve sanatçının her kesim tarafından desteklendiği Türklerde müzik de geniş yelpazede gelişme kaydetmiş, ’’Göktürkler devrine geldiğimiz vakit de ses sayıları artmış ve ezgileri giderek genişlemiştir. Ezgi içerisinde sesler yani perdeler geniş aralıklarla kullanılmaya başlanmıştır.’’[12] Tıpkı Hunlarda olduğu gibi Göktürklerde de sanata ve sanatçıya büyük değerler verilmiş, müzik ve dans toplumun olmazsa olmazı olmuştur. Bilhassa ‘’Hun devrini ihtivâ eden bir Hun Türk’ü ile evli Çinli prensesin yazdığı mektupta geçen ‘’Davulu her gece durmaz döverler, tâ güneşler doğana dek dönerler,’’ dizelerinde görüleceği üzere müziğin ve dansın önemi vurgulanmış,’’[13] ve bu gelenek Göktürkler devri ve bu devre müteakiben önemini korumuştur.
Müzik aletlerinde de gelişmeler görülmüş ve ‘’ Iklığ’’ denilen yaylı kopuzlar geliştirilmiştir. Yine bu devir içerisinde tarihe adını bırakan Türk müzikçiler yetişmiştir. Bunlardan ‘’Sucup Akari’’ 560’lı yıllarda 12 perdeli Türk müziği ses kuramını ve Türk müziğinin çığırlarını Çin’e tanıtmış ve açıklamıştır.[14] Kültürel zenginliğinin büyüklüğü ile daha da gelişen Türk müziği artık Çin sarayında daha şiddetli tesirini göstermiştir. Özellikle de ‘’Liu Mau Tsa-i ‘nin Doğu Türk Eli eserinde, Çin müziğinin temelini atan Türk müziğinden bahsedilmiştir.’’[15]
Göktürkler devrinde aşikâr bir şekilde müzik, tesirini Türk içtimaî hayatının her yerinde göstermiştir. Özellikle de ‘’Orhun Kitabeleri’nin yazılırken dizeleri arasına katılan o ahenk ile şiirsel yapı göze çarpmaktadır. Ayrıca bu devirlerde genişleyen topraklar ve muhtelif kültürler ile komşu olunmasıyla Türk müziği geniş coğrafyalarda yayılmış ve yine muhtelif kültürler ile de kaynaşarak zengin bir hâl almasını sağlamıştır.’’ [16]
Müktesebâtında büyük bir bilgi birikimi ve sanatsal bir kuvveti bünyelerinde barındıran Türkler, Uygurlar devrine geldiğimiz vakit bu kültürü medeniyet seviyesine ulaştıracak olan merhalelere adım atmaya başlamıştır. Kendi halefi olan Hunlar ve Göktürklerin kültürel mirasını aldığı gibi müzik mirasını da alan Uygurlar, Maniheizm ve Budizm gibi dinlerinde kabulüyle kültürel verilerine bir zenginlik daha katmış ve mimariden, resme; resimden, müziğe üst düzeye ulaşmıştır. Uygur ülkesine seyahat eden Wang Yen-Te’nin yazdıklarından müziğin Türkistan coğrafyasından hiç eksik olmadığı kanaatine de varmaktayız.[17] Günümüz medeniyetinin sembolleri halini alan ‘’bale, opera, pandomim, orkestra ve ilkel seviyede tiyatroyu da bünyesinde bulunduran Türklerin, bu sanatsal faaliyetleri Çinlilere câzip gelmiştir. Yine Çin ülkeleri içerisinde turneler düzenleyen Türk müzisyenlerin varlığından ve bunların gördüğü yoğun ilgiden de kaynaklar haber vermektedir.’’[18] Mamafih, Uygur mabetlerinin duvarlarına resmedilmiş olan freskler de müziğin korolar hâlinde icrâ edilmeye başlandığının aşikâr bir şekilde ispatıdır. Tamamiyle kurumsallaşan Türk müziğinde, bu devirle birlikte müzik aletlerinin muhtelif sayısı artarak ezgiler kurallara ve tekniklere oturtulmuş; Ozan-Çalgıcılık dualizmi müstakil bir meslek haline büründürülmüştür. Bu seviyesi ile Türk müziği çevre kültürleri temelinden etkilemeye başlayarak, Çin, İran, Arap, Hint, Kore ve Japon müzikleriyle girdiği etkileşim nihayetinde onları etkilemiştir.[19] Ayrıca Uygurlar’da bu şekilde gelişmiş olan sanat gittikçe kuvvetlenerek devam etmiş, Uygur devleti dağlınca bu kabiliyetli Türkler’in parlak mirası yeni hakimiyet kuran Moğollar’la Batı’ya ve İslam dünyasına geçmiştir.[20]
Binâenaleyh, genel itibariyle Türk müziğinin ilk devirleri hakkında sunduğumuz bilgiler ile, yüksek sanat anlayışının Türklerde hakim olduğu ve sanatkârların büyük hürmet gördüğü bilgisini de tarihi vesikâlar aracılığıyla ayrıca teyit ettik. Lâkin Türk tarihinin araştırıldığı ilk günlerde, siyasî gâyeler esas alınarak bu tarihi gerçeklikler göz ardı edilmiştir. Türk göçebeliğini ‘’nerde akşam, orada sabah’’ mantığıyla değerlendiren batılı tarihçiler
çoğunlukla bu kanaatte bulunmuş ve Türklerin bir medeniyet kuramayacaklarını dile getirmişlerdir. Medeniyetin bir timsali olan sanatla, dünya kültürlerini etkilemiş ve hatta bugün ki batılının övündüğü müzik sisteminin temelini atmış olan Türkleri ‘’Kenar Mahalle Çocukları olarak nitelendirmekten dahi çekinmemişlerdir.’’[21]
Yukarıda da belirttiğimiz üzere, bir toplumun sanatı, sanatçıya verdiği değerle gelişir, bilgisine istinâden hür ve destek gören bir ortamda icrâ edilen Türk müziği ile aynı devirler içerisinde Batı’yı mukayese ettiğimizde ise sanatın Ortaçağ boyunca kilisenin istibdâdı altında kaldığını görmekteyiz.[22] Ardından Yeni ve Yakın çağlara müteakip ‘’Türk müziğinin, çok sesli Batı müziğine tesirini büyük oranda gözlemekteyiz’’[23] ki bu devirler artık Türk müziğinin bir medeniyete dönüştüğü devirlerdir.
Elbette ki kültürler, yalnız temsil ettiği milletlerin tasavvuruyla gelişmez, bunun için diğer kültürler arası etkileşimler şarttır. Nitekim Türk coğrafyası da hem yaylak-kışlak göçebeliğinin verdiği hareketlilik sayesinde hem de jeopolitik konumu bakımından her türlü etkileşime açıktır. Tabiî bu Türklerin kültürlerinin ithâl kavramlar temelince geliştiği demek de değildir. Kendi ana kültür bünyesini her daim koruyan Türkler, hatta etkileşimlerden doğan bilgilerden de kendi estetik anlayışlarını katarak özgün sanatsal ürünler ortaya çıkarmışlardır.
Çalışmamızın nihâyetinde dünya medeniyet tarihi açısından hak ettiği yerin, batılıların gaspına uğramış olanın yalnız Türk medeniyeti olmayıp, topyekûn Doğu medeniyetinin olduğunu da dile getirmek de fayda vardır. ‘’Avrupa merkezci medeniyet anlayışı Doğu’nun bilgi birikimiyle yücelmesine rağmen,[24] bugün bu tarihi gerçeği reddetmektedir. Burada söz konusu olan elbette Türk müziği, ve onun etkisidir, Doğu ve Batı medeniyetlerini başka bir çalışmada ele almak konu bütünlüğü açısından elzemdir. Şayet, Türk milleti diğer kültürlerin de kendi kültürüne sunduğu katkıyı inkâr edecek bir millet değildir. Medeniyetler ancak kültürel zenginliklerle gelişir ve geliştiren toplumun ismiyle de anılır. Bu yüzdendir ki diğer milletlerin kültürlerine ilhâm kaynağı olmuş bu medeniyetin adı ‘’ Türk Medeniyetidir.’’
KAYNAKLAR
[1] Gaziantep Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Lisans Öğrencisi, [email protected]
[2] Dede Korkut Kitabı, TOBB, Ankara, 2014, s:53-54
[3] Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş-, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, C:9, s:19
[4] A.g.e. s:21
[5] Ogün Atilla Budak, Türk Müziğinin Kökeni-Gelişimi (Deneme), Kültür Bakanlığı Sanat Müzik, Ankara, 2000, s:23
[6] Feyzan Goher Vural, İslamiyetten Önce Türklerde Kültür ve Müzik, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2016, s:19
[7] Ogün Atilla Budak, a.g.e. s:27
[8] Feyzan Goher Vural, a.g.e. s:69
[9] İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015, s:328
[10] Feyzan Goher Vural, a.g.e. s:93
[11] Feyzan Goher Vural, a.g.e. s:68
[12] Ogün Atilla Budak, a.g.e. s:41
[13] Cinuçen Tanrıkorur, Müzik Kültür Dil, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2009, s:183
[14] Ogün Atilla Budak, a.g.e. s:41
[15] Liu Mau Tsa-i, Doğu Türkeli, Selenge Yayınları, İstanbul, 2011, s:601
[16] Feyzan Goher Vural, a.g.e. s:156
[17] Özkan İzgi, Çin Elçisi Wang Yen-Te’nin Uygur Seyahatnamesi, T.T.K. Ankara, 2000, s:60- 61
[18] Ogün Atilla Budak, a.g.e. s:44
[19] Ogün Atilla Budak, a.g.e. s: 47
[20] Oktay Aslanapa, ‘’İslamiyetten Önce Türk Sanatı,’’ s:15
[21] Kazi T. Laypanov, İsmail M. Miziyev, Türk Halklarının Kökeni, Selenge Yayınları, İstanbul, 2008, s:7
[22] İlke Boran, Kıvılcım Yıldız Şenürkmez, Kültürel Tarih Işığında Çok Sesli Batı Müziği, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2015, s:24
[23] Şerafettin Turan, Türk Kültür Tarihi, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 2010, s:304
[24] John M. Hobson, Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2015, s:18