Mevlüt UYANIK
Giriş:
Türkler-Oğuzlar tarihte sürekli bir devlet geleneğine sahip olan kadim milletlerinden birisidir. Türkistan dediğimiz İç Asya’dan Batı’ya üç ana kol üzerinden göç etmişler, yerleştikleri toprakları yurt edinip, birçok devletler kurmuşlardır. Karadeniz üzerinden Balkanlara; günümüz Afganistan-Pakistan hattı üzerinden Ortadoğu’ya ve ana İpek Yolu üzerinden Anadolu’ya geçmişlerdir. İlkinde Slav kültürüyle, ikinci yolda Sasani, Hind ve Çin Kültürlerin izleriyle karşılaşmışlardır.
Anadolu Selçuklu, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu Ön Asya’da Sümerler, Akadlar, Babiller, Asurlar, Kassitler, Mısır ve Antik Grek felsefeleri ve medeniyetlerinden etkilenen bir Anadolu uygarlığı vardı. Antik dönem öncesinde Hititler, Frigler, Likyalılar, İyonyalar, Urartular ve Pers medeniyetleri bulunuyordu. Büyük İskender, Asya kültürü ile İyonya kültürünü bir araya getirerek Helenist bir medeniyet tasavvuru oluşturdu. Romalılar bu kültüre Afrika verilerini de katarak kadim dünyanın en büyük gücü oldular.
Türkler, Ön/Küçük Asya’ya gelirken ve burada buldukları kültür ve medeniyet birikimini Atayurtları olan Orta Asya’dan getirdikleriyle Hanefi fıkhı, Maturidi Akaidi ve Yesevi Sufi geleneğiyle harmanlayıp yeni bir kültür ve medeniyet tasavvuru oluşturdular. Özkul Çobanoğlu’nun ifadesiyle, “Büyük Oğuz Bütünleşmesi”ni sağlamayı başarmışlardır. Bu, Orta Asya Türklüğünün yabancı kültürler içinde eriyerek asimile olmalarının önüne geçen ve onların eşsiz ulusal kültürel kimlikerini koruyarak geliştirmelerini sağlayan en önemli kazanım ve donanımın adıdır. 7-10 yüzyıllar arasında ortaya çıkmış, zamanla belirginlik kazanmış olan Büyük Oğuz Bütünleşmesi esnek, dinamik bir yapı olarak bünyesinde meydana gelen sosyal ve kültürel değişmeleri adapte etmiştir. Pek çok yeniliği doku uyuşmazlığına düşmeden eklemlemiş, aslının esaslarını korumuş, tarih boyunca hemen her zaman temel kimlik yapıcı olarak iş gören geleneksel ve yerel dünya görüşüyle birleştirerek korumayı başarmanın adı olarak kendini ispatlamıştır.[1]
Bu açıdan Doğu Roma imparatorluğunu 1453 yılında yıkan Türkler/Oğuzlar buraya Atayurt/Türkistan dedikleri yerden getirdikleri bilgi, bilim ve medeniyet tasavvuruyla bölgeyi siyaseten ve kültürel açıdan yeniden şekillendirmişti. Ama kadim dünyanın küresel gücü olan Osmanlı, döngüsel tarih tasavvuru bağlamında söyleyecek olursak, Karlofça antlaşmasıyla (1699) başlayan bir duraklama ve akabinde gerileme dönemine girdi.1498’de Portekizli Vasko dö Gama, Ümit Burnu’nu geçerek Hindistan’a vardı. Böylece Portekizliler Hindistan denizyolunu buldular. Fransa Mısır’ı İşgal etti. (1798) Ortadoğu ve Uzakdoğu’un bütün maddi zenginliklerini Batı’ya aktarılmasıyla Kristof Kolomb’un İspanya’dan yola çıkıp Amerika’yı keşfiyle (1492) Batılı ülkelerin siyasi ve ekonomik açıdan güçlenme sürecini hızlandırdı. 1789 Fransız ihtilaliyle dünya sosyo-politik yapısında monarşiden Cumhuriyeti, dinsellikten sekülarizm ve laikliğe, krallıktan Cumhuriyete geçişe başladı. Osmanlı devleti de Batı karşısında yaşadığı sorunlara fikri, siyasi ve iktisadî çözümler (Tanzimat/ıslahat) bulmaya çalıştı.[2]
Önce Genç/Jön Türkler yeni ve güncel bir “ruh anlayışı” yani kimlik arayışına başlamışlardı. Ama Üç Tarz-ı Siyaset ile (İslâmcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülük) dağılmayı bir süre erteleyebildi. Bunu döngüsel tarih tasavvuru ile izah edecek olursak, her insan gibi devletlerde doğar, büyür ve ölür, önemli olan o geleneği devam ettiren yeni ve sıhhatli bir yapı/çocuktur. Kurulan devletlerin reel politik gereği isimleri ve kimliklerinin farklı olması mahiyetinin de farklı olacağı anlamına gelmez. Fransız İhtilaliyle yeni politik ve reel durum olan Ulus Devlet ile ortaya çıkmak için toplumsal sözleşmenin ötesinde yeni bir kimlik inşa etmek gerekiyordu. Ulus/millet ve devlet olmanın yolu, halka tarihsel bir kimlik veren mitik bir anlatı inşa etmekten geçiyordu.
Üç Tarz-ı Siyaset’ten[3] Türkçülüğü yeniden okuyarak jeopolitik açıdan dünyanın en stratejik yerlerinden biri olan ve Osmanlı’nın kurucu mekânı olan Anadolu’ya çekilerek Türkiye Cumhuriyeti “Yeter Söz Türklerin” denilerek kuruldu. [4] Hilafet ilga edildi, monarşi sona erdi ve ulus devlet kuruldu. Aslında 23 Nisan 1920 tarihinden beri fiilen mevcut olan Büyük Millet Mecilsi 1 Teşrisani 1922 yılında Osmanlı Saltanatının ilgasının zarureti hakkında Gazi Mustafa Kemal’in teklifini görüştü. Türkiye bir Cumhuriyet yönetimi olarak 29 Ekim 1923 yılında hukuki şeklini dünyaya ilan etti ve 3 Mart 1924 tarihinde hilafet ilga edilerek, bütün kamuoyuna artık din üzerinden Türkiye’ye yönelik bir tehdite izin verilmeyeceği açıklandı. [5]
Böylece Türkler, laik sosyal bir hukuk devleti olarak kuruldu ve yeni dünya siyasi-ekonomik paradigmasına entegre olan yeni devlet ile varlıklarını devam ettirdi. Bu anlamda Türkiye Türkleri, asla başka bir dil ve bayrak altında yaşamayan Oğuz neslidir. Türkistan/Atayurt ve Türkiye /Anayurt arasında kurulan devletlerin simgelerini de Anadolu’da yeni devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı forsunda bulundurarak bu bilinci bütün dünyaya ilan etmişlerdir.[6] İşte bu süreci yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamalarını Türk Ocağı ve Türk Yurdu üzerinden takip edebilir ve yeni devletin felsefesinin ilkelerini yakalayabiliriz. Çünkü dergiler toplumun yaşayış tarzlarını, eko-politik değişim ve dönüşümleri tıpkı gazeteler gibi hatta gazetelerden daha verimli bilgilerle yansıtır. [7]
- Bilgi Üretim Merkezi Olarak Dergiler
Dergileri dünyadaki değişim ve dönüşümün epistemik temellerini araştıran, yaşanılan sorunlara çözüm önerileri üretme işlevini gösteren sivil akademik birimler olarak görüyorum. Osmanlı’nın yeni dünya sosyo-ekonomik yapısına uyum için yaptığı çalışmaları, özellikle Balkan savaşlarında yaşadığı kırılma ve travma sonrasında Türklüğü II. Meşrutiyet ile yeni politika olarak uygulamaya koymasını, sosyal ve tarihi değişim sürecinin bütünlüğünü Türk Ocağı’ndaki müzakereleri ve Türk Yurdu ve diğer Türkçü dergilerde yayımlanan yazılarda görmek mümkündür. [8] Mehmet Ali Ayni bu durumu söyle açıklar. 17 Kanuni evvel de büyük bir debdebe ile açılan Meclis-i Mubusan’ın sanki bir Babil kulesi gibi olduğunu söyler. Seçilmiş 275 mebusun 142’si Türk, 60 arap, 25’i Arnavut, 23’ü Rum, 12’si Ermeni, 5’i Yahudi, 4’ü Bulgar, 3’üçü Sırp, biri de Ulah idi. Bunlar birbirini tanımadığı gibi aralarında anlaşmaları için tercümana ihtiyaçları vardı. Dilleri, dinleri, amaçlarının farklı olduğunu gören İttihat ve Terakki üyelerinin Osmanlılıkla da bir arada olmanın mümkün olmadığını gördüler. İslamiyet bağı ile de Arapları ve Arnavutları bir arada tutmak mümkün gözükmüyordu. Bir süre sonra bunlar yunanilik, kürtlük, Araplık, Arnavutluk, Ermenilik, Bulgarlıktan bahsetmeye başladılar. Tıpkı bugün olduğu gibi sadece Türkler, biz Türküz diyemiyordu. 2. Meclisin ilgası ve yeni politikanın Türklük olarak belirlenmesinde bu şartlar sonucunda olmuştur.[9]
Burada F. Braudel’in dediği üzere, yavaş değişenlerin ve/ya doğrudan doğruya yapıyla ilgili unsurların, ekonomi ve toplumla ilgili hususların incelendiğini, böylelikle yaşanılan olayları ve siyasetin takibi yapılabilir. Eğer tarihin/geçmişin felsefesi yapılacaksa, bir disiplin olarak tarihin en çok çalıştığı ve Braudel’e göre en gereksiz görerek “olaylar tozdur” dediği alana takılıp kalmadan görüntüyü tozlandırması ve bulandırmasına bakmadan yani “olay anlatıcılığı”na takılmadan sosyal, ekonomik ve kültürel unsurları serbestçe tartışan ve yapısal tarih tasavvurunu oluşturan bir fikir platformuydu. Bu açıdan Türklerin devlet kurucu zihiyetinin mahiyetini ve bunların hayata farklı kimliklere geçirilişini “bütüncül bir tarih” şeklinde Türk Ocağı ve Türk Yurdu’ndaki tartışmalarda okumak mümkündür. Annales tarih anlayışı çerçevesinde bu tespitleri vermemin nedeni, Fuad Köprülü, Ömer Lütfi Barkan ve Halil İnalcık gibi önde gelen Türk tarihçilerinin bu yeni tarih anlayışından etkilenmesidir.
Türk Yurdu Dergisinde Türk milli kimliği ve kültürünü oluşturan unsurları tarihte arayarak, bunları diğer toplumsal yapıları ve dinamiklerini anlama ve açıklama çabaları vardır. Bu bağlamda genelde İslâm tarihi, özelde Osmanlı tarihini merkeze alan yaklaşım yerini, İslâm-öncesi dönemlerden başlayarak Türk tarihini öne çıkaran bütüncül okumalar yapılmıştır. Bu nokta üzerinde duran ve Annales ekolü ve Türk Tarihçiliği üzerine yazılar yazan Halil İnalcık, “Modern Türk Tarihçiliği Üzerine Notlar” adlı makalesinde “Atatürk, Türk milletini, bir dini cemaat olmaktan çıkarıp, modern bir millet yapmak istiyordu. Bunun için Türk tarihinin yeni bir anlayışla araştırılmasını, Türk tarihinin gerçeklerini ortaya çıkararak millete mal etmek, halka milli şuur vermek, onu tarihi ve Türklüğü ile övündürmek istiyordu. Yani, Türk milletinin oluşumundaki, milli tarih şuurunun kesin rolüne inanmıştı.” demesi, yazımızın temel vurgusu açısından önemlidir.[10] Çünkü Üç Tarz-ı Siyaset’in sonuncusu olan Türklük, devletin parçalanmasına karşı en son geliştirilen bir bilinçlilik refleksidir. Balkan ve Ortadoğu’da yaşanılan kırılmalar bu öğretiyle tashih edilebilirdi. Bu nedenle yeni devletin dili ve kurgusu Türklük ve Türkçe üzerinden oldu.
- Türk Ocağı ve Türkçü Dergiler: “Yeni Lisan; Yeni İnsan”
Osmanlı’nın döngüsel tarih anlayışı gereği toparlanamayacağını gören alimler yeni devletin oluşumunun felsefi/kültürel temellerini aramaya başladılar. “Milli Edebiyat”[11] bağlamında “Yeni Lisan; Yeni İnsan” müzakereleri dergi ve gazetelerde yapılmakta ve kamuoyunda kabul görmeye başlamıştı. Bu çerçevede Bursalı Tahir, 1911’de “Türklerin Ulum ve Fünun’a Hizmetleri” adlı eserini yazmıştı. “Türk Derneği” 1908’de kuruldu, 1911’de kendi adıyla bir dergi yayımlamaya başladı. Bu derneğin yerini daha sonra Mehmet Emin Yurdakul’un (1869–1944) başkanlığında kurulan ve aynı isimle dergi de çıkaran “Türk Yurdu” derneği alır. Ahmet Hikmet, Yusuf Akçura, Ağaoğlu Ahmet bu derneğin kurucuları arasında yerini almıştır. Çünkü “bir milletin doğması, dinin milli lisanda yazılması,, milli bir surette yaşanılması, siyasi istiklalini kazanması, harsını/kültürünü müşterek medeniyet içinde müstakil bir surette kurulması demektir.”[12]
Ziya Gökalp ve birkaç ismin daha katılımıyla kurulan Türk Bilgi Derneği 1913 yılında kurularak en ayrıntılı çalışmaları yapmıştır. Bilgi Mecmuası diye yedi sayı çıkaran ekip, Türkiyat, İslamiyat, Hayatiyyat, Felsefe ve İçtimaiyyat, Riyaziyat ve Maddiyat gibi şubeler halinde çalışıyordu. 25 Mart 1912’de aralarında Tıbbiyeli gençlerinde bulunduğu aydınlar bir araya gelerek “Türk Ocağı”nı kurdular.[13] Bu derneğin, yurdun birçok yerinde şubeleri açıldı. Sadece bir isim üzerinden gidilerek bile Türk Ocağı’nın Türklerin toparlanması ve yeni devletin kurulmasındaki etkinliği görülebilir. Hamdullah Suphi Tanrıöver’in başkanlığı, iyi bir hatip ve üniversite hocası olması Ocağın dediğimiz anlamda ülkenin sorunlarına çözüm önerileri üreten entelektüel bir odak olduğunu gösterir. Nitekim Cumhuriyet kurulmasıyla da bir dönem Maarif bakanlığı yapmıştır. Ziya Gökalp’in Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak adlı tezi, Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset müzakerelerine bakıldığı zaman bu etkinin derecesi daha iyi ortaya çıkar.
Bu hususa kısaca vurgu yaptıktan sonra dergilere devam edelim: 1913’te aydınların yanında halka inmeyi amaç edinen “Halka Doğru” dergisi çıkar. Bunların yanında “Yeni Mecmua, Türk Sözü, Milli Tetebbular Mecmuası” gibi dergiler çıkar. Ömer Seyfettin (1884–1920) ve Türkiye Cumhuriyeti kurulunca Türk Dil Kurumu Filoloji Başkanı olan Ali Canip (Yöntem) tarafından çıkarılan “Genç Kalemler” dergisiyle Milli Edebiyat’ın etkisinin sürekliliği görülür. Bu dergilerde Ömer Seyfettin’in önderliğinde “Yeni Lisan” milli kültür için bir çığır açtığını tekrar vurgulamak gerekir. Çünkü “Millî Edebiyat” oluşturmak için önce dilin millileştirilmesi gerekiyordu. Bununla yazı dilini konuşma diline yaklaştırma ve böylece yazı dili ile konuşma dili arasındaki farkları ortadan kaldırma amaçlanmıştı. Edebiyat dilinin o zamana kadar Arapça ve Farsçanın etkisinde “yapma bir dil” olduğunu savunan bu genç edebiyatçılar Servet-i Fünûncular’ı ve Fecr-i Aticiler’i eleştirmiş, daha geniş halk kitlelerine seslenmek için “Yeni Lisan” anlayışını savunmuşlardı.[14]
Bu hareket, özellikle Ziya Gökalp’in (1876–1924) katılımıyla edebiyatımızda hızla yayılmış ve gelişme göstermiştir. Fuat Köprülü ( 1890 – 1966 ) gibi ilim ve düşünce adamlarının yardımlarıyla kuvvetlenen “Yeni Lisan” hareketi, Refik Halit, Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889–1974), Reşat Nuri, Halide Edip (1884–1964) gibi sanatçılarla yaygınlık kazanmıştı. Velhasıl, Türkiye Cumhuriyeti ilan edilmeden önce, konuşma dili edebi dilin yerini tamamen almıştır.[15] II meşrutiyet sonrasında yapılan tartışmalara ve yazılanlara bakıldığı zaman “Türklerin Müslümanlaştıkça İslamiyet’in de Türkleştiği” yani bu milletin mizacına temel niteliklerine göre yeniden yorumlandığı görülür. Ziya Gökalp, Yahya Kemal, Fuad Köprülü ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi birçok âlimin fikirlerini bu bağlamda incelediğimiz zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesindeki temel kodlar da ortaya çıkacaktır.
Özellikle yeni kurulan ve laiklik temel ilkesini alarak Arap Dünyasından yaşadığı şokları en aza indirgeyerek yenidünya sistemine entegre olan devlet, ilk iş olarak Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuş, Kur’an meali, tefsiri ve sahih hadislerin derlenip Türkçesiyle kamuoyuna sunma projesini hayata geçirmiştir. Diğer bir ifadeyle aslında, yazının temel önermesi olan “ siyasi ve idari Cumhuriyet edebi alanda “Yeni Lisan, Yeni İnsan” kavramsallaştırmasıyla önceden ilan edilmişti. Yeni Politikaların ideolojik ayağını Gökalp ve Yusuf Akçura, sanat ve edebiyat boyutunu Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar üzerinden okumak mümkündür.[16] Velhasıl Yeni Türkçe, milliyetçilik akımının ürünüdür. Osmanlı yazı dilinin konuşma diline yaklaştırma çabaları sonucunda oluşmuştur.[17]
Bu sürecin ayrıntılı tahlilinin yapılması Türk Felsefesinin teşekkülü açısından son derece önemlidir. Çünkü bu çabaları bize göre “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak” için Türkistan/Atayurt ve Türkiye/Anayurt fikri sürekliliğinin yeniden okunması ve güncellenmesi bakımından önemlidir. Eğer bu yapılabilirse, Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte Türkçe düşünmek, Türkçeyi bilim dili yapmak ve “Türk Felsefesi”nin teşekkülünün eş zamanlı olduğunu görülecektir. [18]
- Türk Ocağında Türkçülük Müzakereleri ve Cumhuriyet’in Kuruluş Felsefesi
Türk Ocağı 1912’de kurulmuş, 1930 yılına kadar Türkiye’nin en etkili siyasi/ideolojik düşünce merkezi olmuştu. Millî Mücadele’nin kazanılmasıyla birlikte “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk denir, diyerek yeni bir tanıma gidilmiş, devletin resmi dili Tanzimat fermanında olduğu gibi Türkçe olarak açık bir şekilde belirlenmişti.
Hamdullah Suphi Beyin Türk Ocağı ile CHP’nin aynı amaçlar için çalışılacağı 1927 yılında Ocak Tüzüğüne kayıt edilmesine rağmen siyasete ve CHP’ye mesafeli duruşu eleştiri almaya başladı. Türk Ocağının 250 yakın şubesi, otuz bin civarında üyesi ve 141 parçaya ulaşan mal varlığı oldukça dikkati çekiyordu. Bunun üzerine 10 Nisan 1931 günü Türk Ocakları olağanüstü kurultayı Türk ocakların CHP ile birleşmesini ve bütün mal varlığının da devredilmesiyle sonuçlandı. Muhtemelen bunda Büyük Türklük ve/ya Turancılık öğretisinin SSCB’nin tavrına yönelik reel politik olarak dış Türklere yönelik politikaları da içermesinin ortaya çıkaracağı sorunları gidermek fikri de vardı.[19] Kapanışın ardından “Halk Evleri” açılmaya başlandı.
Bu görüş Türk Ocağı çerçevesinde kabul edilemedi, nitekim Hamdullah Subhi Bey Türk Ocaklarının görevinin ve amacının ülkede daima olması gerektiğini her ortamda vurguladı. 1947 yılındaki CHP kurultayında; Halk Evleri’nin “Türk Milliyetçiliği Ocağı” haline dönüştürülmesini istedi. Kurultayda yaptığı konuşmada da, ırk kavramının reddedilmesinin doğru olmadığını, buradan hareketle politika geliştirilmeyeceğini vurguladı. Nitekim 1949 yılında da Türk Ocağı’nın yeniden açılmasını sağladı, 1950 yılında “Yeter söz milletin” sloganıyla çok partili hayata geçildi.
Tam bu noktada Türk Ocağının Cumhuriyetten önce kurulması, devletin ilk yıllarında etkin bir fikir odağı olarak işlevi, ardından kapanma sürecini anlamak için Türk Yurdu dergisini takip etmek gerekir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan önce Türkçülük iki boyutuyla yani bir misak-i milli sınırlarında; bir de diğer Türkleri de içine alacak şekilde müzakere edilmişti.
Bu çerçevede Turan öğretisi yerine dönemin reel politikasına uygun düşen Anadolu merkezli bir Türk kimliğinin inşasının Anadoluculuk, Memleketçilik ve Türkiyecilik de denilen daha dar ama misak-ı milli sınırları içinde reel politik açısından daha verimli olan fikir tartışmaları Türk Ocağı ve Türk Yurdu dergisinde kamuoyuna açılmıştı. Bu Üç Tarz-ı Siyaset’in müzakeresi sonucunda gelinen Türkçülüğün de olası tıkanma noktalarını gidermeye çalışan bir öğreti olarak gündeme zaten gelmişti. 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde yeni bir başlangıç, yeni bir çözüm önerisinin siyasi anlamda gündeme gelmesi için kolektif bir isim olarak Anadolu Türkü’nün belirlendi. Ortak bir soy miti olarak Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden ve bu coğrafyayı Türklüğün İslamlaştığına duyulan inanç vurgulandı. Ortak zafer olarak 1071 Malazgirt öne çıktı. Böylece ortak acı ve paylaşılan tarihi anlar olarak ezilen ve mağdur olan Anadolu öncelendi.
Bu hususun önemi Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi söylemi Nutuk’ta Gazi Mustafa Kemal tarafından net bir şekilde kültürel ve mekânsal bir Anadolu milliyetçiliği olup, mevcut sınırlar içinde millî aidiyeti tanımlamasıyla ortaya çıkar. Bu milliyetçilik tasavvuru CHP’nin simgesi olan altı oktan ikincisi olarak resmiyete kazandırılır. Muhafazakâr ve Milliyetçi Anadoluculuk tasavvuru ise gayr-i resmi bir şekilde devam eder.
Velhasıl yeni devletin adını aldığı coğrafi mekân (Türkiye) merkez alınarak, kuruluşundaki ruhun yeniden üretilmesini amaçlayan okuma 1906/8 yılında Türk Ocağı’nda yapılan tartışmalar gözden kaçırılırsa Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini anlama imkanı zorlaşır. Bana göre bu tasavvurlar ve müzakereler, resmi ve diğer Milliyetçi/Anadolucu ve Turancı öğretiler, reel politiğin ortaya çıkardığı sorunları aşmak ve ileriye dönük olası politikalar geliştirmek için Türk Ocağı merkezli farklı politikaların temeli olarak düşünülebilir. Bu çerçevede, yani bütün yumurtaları aynı sepete koymamak gibi de düşünebileceğimiz bu hususu 14/6/1918 tarihli Türk Ocağı Kongresinde Büyük Türkçülük, Turancılık ve Küçük Türkçülük, Türkiyecilik şeklinde müzakere edilmesini ana hatlarıyla hatırlayalım:
Halide Edip, Ahmet Ferit, Ziya Gökalp, Doktor Sabri, Şükrü Eflatun, Doktor Hasan Ferit, Doktor Selahattin, Doktor Tevfik Remzi, Mehmet Emin, Sadullah Bey, Nüzhet Sabit ve Hüsnü Hamid’in asil üye, Doktor Cemil Şerif’in yedek üye olduğu olduğu Nizamnâme Encümeni oluşturulmuştur. Burada “Ocağın maksadı Türklerin harsî birliğine ve medenî kemaline çalışmaktır. Ocağın faaliyet sahası bilhassa Türkiye’dir” şeklindeki ikinci madde önerisi Büyük Türkçülük, Turancılık ve Küçük Türkçülük, Türkiyecilik müzakereleriyle geçmiştir. “Bilhassa Türkiye” kaydının kaldırılmasına ilişkin önerge oylanarak, oy çokluğuyla kabul edilmiştir. Encümen üyesi olan Doktor Şükrü Eflatun, Hüseyin Abbas ve Hamdullah Suphi “ ‘bilhassa Türkiye’ kaydının nizamnâmeye geçmesi[nin] doğru olmadığını, hakikaten en ziyade muhtacı muavenet olan Anadolu’dan işe başlamak lâzım geldiğini belirtmiştir.
Bununla beraber bu manevî yardım isteyen uzaktaki Türk kardeşlerimizin muğber olmaları ihtimal dâhilinde gerekli politikaların geliştirilmesi gerektiği vurgulanmış; “bilhassa Türkiye” kaydının gereksiz olduğunu ifade etmişlerdir. Başta Hamdullah Suphi olmak üzere pek çok üye, “ancak ve ancak manevi yardım” vurgusuna rağmen, gerçekte tahayyül edilen büyük vatanın sınırlarının daraltılmasına itiraz etmişlerdir. Encümenin tadil tasarılarını savunmakla görevlendirdiği Nüzhet Sabit ise “Anadolu Türkleri bütün Türk âlemine nazaran daha bedbaht, daha muhtac-ı muavenet bir haldedir. Hâlbuki Anadolu için çalışırken aynı zamanda hariç için de çalışmaya kuvvet ve kudretimiz, istitaatimiz müsait değildir. Büyük Turan hayalini ümitlerle karşılamakla beraber faaliyetimizin evvelemirde sırf Türkiye’ye hasredilmesi daha muvafık olacağından encümen bu kaydı oraya vaz’a lüzum görmüştür” şeklinde önerilerini savunmuştur.
Tartışmalardan sonra Mahmut Nedim’in verdiği “bilhassa Türkiye” kaydının kaldırılmasına ilişkin önerge oylanarak, oy çokluğuyla kabul edilmiştir. Bunun üzerine Halide Edip söz alarak, “Umûmî Turan”ın bir ideal olduğunu, faal hayatın ancak Anadolu’da olabileceğini, büyük hayaller peşinde koşan diğer düşüncelerin sadece kuramsal alanda kalacağını belirtmiştir.
Tuğrul Korkmaz’ın tespitleriyle o dönemdeki tartışmaları kamuoyuna sunulmasını özet şekilde verecek olursak; Ocak ve Derginin nasıl bir entelektüel çevre ve odak olduğu iyice netleşir: Halide Edip (Adıvar) 30/6/1918 tarihli Vakit gazetesinde “Evimize Bakalım: Türkçülüğün Faaliyet Sahası” yazısıyla müzakere başladı. Ziya Gökalp, 4/7/1918 tarihli Yeni Mecmua’ da “Türkçülük-Türkiyecilik” yazısını kaleme aldı. Ona göre, Türkiyeli tabiiyeti belirlerken, Türk terimi ise “hars”ı ortaya koymaktadır. İkisi arasındaki ortak ve farklı noktaları açıklar. “Vatancılık” da denilen “Türkiyecilik”, “katiyyen ihmali caiz olmayan mübrem bir vazifedir, der.
Köprülüzade Mehmet Fuat 16/7/1918 tarihinde “Türkçülüğün Gayeleri, adlı yazıyla Halide Edib’i eleştirir ve Gökalp’in yanında durur. ” “Akdeniz’den Çin’e, Sibirya’ya kadar geniş bir alanda bir Türk milleti vardır. Dağınık kütleler arasında “harsî bir vahdet teminine çalışan” Türkçüleri, “siyasî hudutların bir milleti parçalamayacağına kâni oldukları için, hangi tâbiyette olursa olsun Türkler arasında bir fark görmezler. Kendilerini filan siyasî saha dâhilindeki bir cüzün değil, bütün Türk milletinin bir ferdi olarak görürler.”
Mehmet Fuat, Halide Edip’i eleştirerek “faaliyetimizi yalnız kendi hudutlarımız dâhiline hasrederek hudutlarımız haricindeki millettaşlarımızı hiç düşünmemek” fikrinin “Osmanlılarca uzun zamandan beri savunulduğunu söyler. Oysa Türkçülük bu düşüncenin karşıtı bir hareket olarak doğmuştur.” Ahmet Ağaoğlu 19/8/1918 tarihli Tercüman-ı Hakikat Gazetesinde “Türkçülük ve Türkiyecilik” isimli yazıları kaleme aldı. Ağaoğlu, burada Halide Edip’in bir zamanlar Turancı olduğunu söyledi. Halide Edip 23/8/2016 tarihli Vakit Gazetesinde “Türkiyecilik Yoktur” yazısıyla buna cevap verdi. Türkçülük ve Turancılıktan vazgeçmediğini hedefine farklı sokaklardan gitmeye çalıştığını belirtti. Aslında Turan-Anadolu mücadelesi, dönemin koşullarına ve İttihat ve Terakki’nin yönelimlerine göre seyir izlediği de buradan takip edilebilir. Bu bakış açısının Nüzhet Sabit ve Raşit Hatipoğlu gibi sosyalizmi savunanların da olduğunu düşündüğümüz zaman o şartlardaki reel politik gereği üretilen bir söylem olduğu ortaya çıkar.[20]
Yakın tarihimiz açısından ise Ali Fuad Başgil, Hilmi Ziya Ülken, Erol Güngör, Mümtaz Turhan, Peyami Safa, Remzi Oğuz Arık ve Nureddin Topçu gibi âlimler, muhafazakar Anadoluculuk tasavvurunda hem Anadolu’nun milli ve dinî birikimine, hem de insanlığın evrensel felsefi birikimine sahip olmayı önemserler. Bu aslında Namık Kemal ile başlayan coğrafyayı vatanlaşlaştırma çabasının Remzi Oğuz Arık’ın “Coğrafya’dan Vatana” adlı eserinde somutlaşan “realist ve dindar milliyetçilik” öğretisinin savunulmasıdır. Rönesans yani dirilişin kaynağı Kur’an olacaktır, diyerek Anadoluculuğun ruhçu ve ahlakçı olduğunu dolayısıyla İslâmsız olamayacağını belirtir.[21] Bu Anadoluculuk fikri “Türk Tarih Tezinden Türk-İslâm Sentezine Geçiş” olarak yorumlanmış ve merkez ve taşra teşkilatları şeklinde çalışan Türk Ocağı yerine her bir şehirde müstakil kurulan Aydınlar Ocağı’nda baskın politika olmuştur, diyebiliriz.[22] Bunlara ilaveten Anadolu’nun salt seküler-Batı kültürü temelinden ibaret olduğunu iddia eden Cevaz Şakir, Azra Erhat, Vedat Günyol’un Mavi Anadoluculuk öğretisi vardır. [23]
Aslında Türk Ocağı ve Aydınlar Ocağı merkezli tartışmalar, Anadolu’da kurulan son Türk devletinin temellerini sağlamlaştırma, o dönemdeki olası siyasal sorunlardan uzak tutulması; ama aynı zamanda diğer Türk soylu halklar ile irtibatın korunması şeklinde okunabilir. Özellikle SSCB’nin dağılmasıyla birlikte bu hususun önemi iyice ortaya çıktı. Nitekim Ziya Gökalp’in görüşlerinin yeni devletin kurulmasında etkin olmasının gerekçelerinden birisi de onun Turan ve tarihteki Kızıl Elma fikrinin “uzak hedef” olarak tarihsel bilinci yenilemesi diye okumak mümkündür.
Yakın hedef olarak Anadolu’da yeni kurulan devletin Türk ve Müslüman kimliğini koruyarak muasır medeniyet seviyesini aşması için resmi öğretinin misak-ı milli içinde kalmayı önermesini, bu bağlamda yapılan tartışmaları reel politik bir tutum olarak görebiliriz. Bunun “uzak hedef” yani Turan’dan vazgeçme anlamına gelmediği ortadadır. Özellikle Osmanlı devletinin parçalanmasında oldukça etkin olan Vehhabi zihniyetinin günümüzde selefilik adı altında Türkistan yani Atayurtta hakim olma çabalarına karşı laik, sosyal ve hukuk devleti olarak kurulan Türkiye’deki Hanefi-Maturidi-Yesevi öğretisinin ne derece önemli olduğu ortaya çıkmıştır.
Bu bağlamda Gökalp’in İslamlaşmak, Türkleşmek ve Muasırlaşmak öğretisiyle Türk Birliğini simgeleyen ülkünün adı olarak gördüğü Turan tasavvurunun önemi ortadadır. Turan kavramının diğer nitelendirilmesi de Kızıl Elma olduğunu, Türkün “Kızıl Elma‟yı tahayyül ederken, gözünün önüne Türk ilhanlıkları (imparatorluk) geldiğini, dolayısıyla burada söz konusu olan ülkülerin milletlere ilham veren dinamikler olarak işlevselliğini düşünürsek, Türk Ocağındaki her iki tartışmanın gerek o dönemde, gerekse ileriye dönük açılımlar sağladığını söyleyebiliriz.
Bunlara ilaveten Turan’dan kasıt, Türk milletinin tarihi ülküsünün simgesi olarak “Kızıl Elma” tasavvuru olduğunu, belirli ve sabit bir yer anlamına gelmediğini, her dönemin kültürünün onu yeniden ve somut bir hedefle belirlediğini düşündüğümüz zaman Türkiye ve Türkistan irtibatının sürekliliğini sağladığını söyleyebiliriz. Öncelikle ekonomik ve kültürel birliktelik, dil, iş ve fikirde birliği temin sağlandığı zaman Kızıl Elma yeniden konumlandırılır. Bunun sürekli olmasından kasıt da budur, yani her daim yeni ülküler çerçevesinde toplumu ilerletir. Bu aslında Türk Cihan Hâkimiyetinin uzak hedeflerini belirlemektir.[24] Hatta Kazakistan Devlet başkanı Nursultan Nazarbayev’in “Orta Asya Devletler (Türkistan) Birliği” projesinin hayata geçirilmesin sağlanmasıyla maksimum güvenliği, dünya topluluğuyla maksimum entegre olma şartları gerçekleşebilir. Ön Asya’da kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin de katılımıyla İpek Yolu Projesi yeniden bir medeniyet mihveri haline gelebilir. [25]
Sonuç: Türkiye Cumhuriyeti jeopolitik açıdan dünyanın kalbi ve menteşesi durumunda olan Anadolu’yu merkez alarak kurulmasının hazırlıklarını, Selçuk ve Osmanlı Kültürlerinden istifade ederek kendine özgü bir “Cumhuriyet kültürü” oluşturma sürecini Türk Ocağı ve Türk Yurdu dergisinden ana hatlarıyla takip edilebilir. Çünkü Türkistan-Türkiye kültürel sürekliliğini felsefi analizlere tabii tutarak, düşüncenin bu coğrafya ile irtibatını sağlamak, Ocak ve Dergi son derece önemlidir. Düşünmenin toprakla yurtluk ilişkisi içinde gerçekleştiği, düşünmenin toprağı emen (veya daha iyisi onu “tutan”) bir içkinlik düzlemi serdiğini düşündüğümüz zaman Türk Yurdu dergisindeki müzakerelerin önemi iyice ortaya çıkar.
Son söz olarak 1923 yılında “Yeter Söz Türkler’in ilkesiyle kurulan Devletin kuruluş felsefesine dair bu kısa tespitlerden sonra 1950 yılında başlayan “Yeter Söz Milletin” ilkesiyle başlayan çok partili hayat sürecinde özellikle de 1970’li yıllardan itibaren kendi içine kapalı cemaatler şeklinde yaşayan tarikatların Türk Toplumundaki işlevselliği araştırılmasını öneriyorum. Çünkü 1980 yılı itibarıyla “Yeter Söz Kitlenin” politikasıyla küresel kapitalizme entegre olup Cemaat kapitalizmi yaygınlaşmaya başladı. Bu sürec gözden kaçırıldığı için cemaatleşmenin cemiyetleşmeye dönüşmediği, sivil toplum kuruluşları olarak vakıf, dernek, sendika adı altında etkinlik gösterenin daha sonra nasıl terörist bir yapıya (Fetö) dönüştüğü de kamuyonun geneli tarafından anlaşılamadı.
15 Temmuz 2016; “Yeter Söz Demokrasi ve Açık Toplumun” ilkesiyle riyaset ve din tacirliğinin, cemaatleşmeden cemiyetleşmeye geçiş çabalarının iflas ettiği gündür. Çünkü diğer cemaatler de bu vahim olaydan sonra bir öz eleştiri sürecine girip, denetlemeye açık sivil toplum kuruluşları olma yönünde çaba sarfetme ve devlet ile mesafeli durmayı öncelemediler. Bu nedenle, özellikle 15 Temmuz 2016 günü yapılan terörist saldırıyla gerçekleştirilmek istenilen darbenin arka planı keşfedilmek ve bir daha tekrar aynı hataya düşülmemek isteniyorsa Türk Ocağı ve Aydınlar Ocağı gibi sivil cemiyetlerin yaşaması, buralarda özgürce tartışmaların yapılarak demokrasi ve açık toplum adına kamuoyuna özellikle dergilerle ulaştırılması son derece önem arz etmektedir.
* Prof. Dr. Hitit Üniversitesi Öğretim Üyesi. [email protected]. Türk Yurdu, yıl 108, sayı 377, Ocak 2019, ss.19-25
KAYNAKLAR
[1] Özkul Çobanoğlu, “Orta Asya’da İslamiyet’in Yayılışı Bağlamında Türk Mitolojisi ve Sözlü Kültüründe Süreklilik ve Değişme” Orta Asya’da İslam: Temsilden Fobiye, edit. M. Savaş Kafkasyalı, Ahmet Yesevi Üniversitesi yay. Ankara 2012, c.2, s.691-692,696. Oğuz terimi için bkz. Fuzuli Bayat, “”Uz-Guz, Oğuz Kavim Adının Etimolojisi” Karadeniz Araştırmaları Dergisi, sayı 3,yıl 2004, s.71-76
[2] Ali Sevim, Yaşar Yücel, Türkiye Tarihi, TTK Ankara 1992, c.4, s.237-304. Halil İnalcık, Tanzimat Nedir/” Tanzimat: Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, edit. H.İnalcık, M.Seyitdanlıoğlu, İş Bankası yay. Ankara 2006, s.31vd, Reşat Kaynar, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, TTK yay. Ankara 1991, s.99 vd, İhsan Sungu, Tanzimat ve Yeni Osmanlılılar, Tanzimat 2, Komisyon, MEB, Ankara 1999, s.77-857, Ragıp Özdem, “Tanzimattan Beri Yazı Dilimiz: Fikri nesir dilimizin gelişmesi, Tanzimat 2,MEB, Ankara 1999, s.863, 872, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Dünya siyasi, dini, ictimai ve iktisadi görüşlerindeki değişiklikleri ayrıntılı bir şekilde tahlil eder. Bkz. Tanzimatta İçtimai Hayat, Tanzimat 2, Komisyon, MEB, Ankara 1999, s.620-659. Mevlüt Uyanık, Bilginin İslâmileştirilmesi ve Çağdaş İslâm Düşüncesi (Doktora tezi) Ankara Okulu yayınları, Ankara.;214, s.13-71; Modern İslâm Düşüncesi’nin Teşekkül Devri: Modernist ve Gelenekselci Eğilimler Merkezli Bir İnceleme, Muhafazakâr, Düşünce Dergisi, yıl.12, sayı.47, Ocak-Nisan 2016, s.9-19, Fuat Uçar, “Türk Düşüncesinde Osmanlıcılık Fikrînin Ortaya Çıkışı ve Türk Siyasal Hayatına Etkileri”, Karadenİz Sosyal Bİlİmler Dergisi Yıl 10/2018 cilt 10, s.82 vd
[3] Mevlüt Uyanık, Türkiye’nin Yeni Anayasasında Vatandaşlık Tanımı -Üç Tarzı Siyaset Merkezli Bir İnceleme-, Köprü Dergisi, sayı: 20, 2012, ss. 83. Metin Çınar, Anadoluculuk Hareketinin Gelişimi ve Anadolucular ile Cumhuriyet Halk Partisi Arasındaki İlişkiler (1943-1950) Ankara Üniv. SBE, Basılmamış Doktora Tezi. Ankara – 2007, s.5. Fırat Mollaer, Liberal Muhafazakârlık Karşısında Nurettin Topçu, Dergâh yay. İstanbul.2016, s.120. Nurflen Gürova, Ahmet Demirel, Özen Ülgen, Sezgi Durgun, Yüksel Taşkın, İsmet Akça, Murat Koralıtürk, Edit: Ahmet Demirel, Süleyman Sözen: Türk Siyasî Hayatı, AÜ, AÖF, Eskişehir.2013, s.8-9, 121-122, Lütfi Şehsuvaroğlu, Türk Sosyalizmi ve Nurettin Topçu, Elips. Yay. Ankara. 2011, s.76, 117-118. Fuat Uçar, “Üç Tarz-ı Siyaset’in Bir Unsuru Olarak İslâmcılık Ve Türk Siyasal Hayatına Etkileri” History Studies, Volume 10 Issue 4, June 2018 p. 191-217,
[4] 1950 sonrasını “Yeter Söz Milletin”, 1980 sonrasını ise “Yeter Söz Kitlenin” sloganıyla analizi için bkz. Tayfun Atay, “10.Yıl’dan 75. Yıl’a Cumhuriyet, Kültür ve Değerler” Yeni Türkiye Dergisi, yıl 4, sayı:23-24/1998, s.2431 vd. 1970’li yıllardan itibaren kendi içine kapalı cemaatler şeklinde yaşayan tarikatlar, 1980 yılı itibarıyla “Yeter Söz Kitlenin” politikasıyla küresel kapitalizme entegre olup Cemaat kapitalizmi’nin oluşumu, 2000’li yıllardan sonra sosyo-politik süreç analizi için bkz. Mevlüt Uyanık, “Türkiye’nin Son 15 Yılında Siyasal ve Sosyal Kimlik Teşekkülü Süreci Analizi: Muhafazakâr Demokrat; “Müslüman Demokrat” ve “Dindar Demokrat” Tasavvurları-Yeni Bir Din Oluşturmanın Gerekliliği-“ HFSA ve İstanbul Barosu’nun düzenlediği Hukuka Felsefi ve Sosyolojik Bakışlar –VIII (15-18 Mayıs 2017, İstanbul). Levent Alphan, “Türkiye Kültürü: İki Ters Bir Düz” Yeni Türkiye Dergisi, yıl 4, sayı:23-24/1998, s.2465.Ahmet Yaşar Ocak, Türkler, Türkiye ve İslam, İletişim yay. 2016, s.16-17
[5] İlgili kanunun ilk madesi şudur: Teşkilat-ı Esasi kanunuyla Türkiye halkı hukuk-ı hakimiyet ve hükümranisini mümesil-i hakikisi olan Büyük Milletç Melisi’nin şahsiyet-i maneviyesinde gayr-i kabil terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve irrade-i milliyeye istinat etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamaya karar veridği cihetle misak-ı milli hududları dahilinde Türkiye halkı hakimiyet-i şahsiyeye müstenit olan İstanbul’daki şekl-i hükümeti 16 Mart 1336/16 Mart 1920 tarihinden itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir. 1 Teşrisani 1922. Nutuk, c.2.s.185-186, krş. Mehmet Ali Ayni, Milliyetçilik, s.465, İsmail Kara, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi, Kitapevi, İstanbul.1997, c.2, s.86-93. Seyyid Bey ve ziya Gökalp’in bu konudaki görüşleri için bkz. Sönmez Kutlu, Türk Müslümanlığı Üzerine Yazılar, Ötüken yay. İstanbul 2017, s.110-116
[6] 16 Türk devleti sayısının belirlenmesi çalışmaları, bir rivayete göre Atatürk zamanında bir heyet tarafından ele alındığı söylenmiştir. Forsun şekli ve önemi, amblemdeki güneşin ve yıldızlara dair anlamlandırmanın ne zaman ve hangi gerekçelerle yapıldığı; niçin ve nasıl 16 Türk devleti seçildiği meselesinde yaşanan tartışmalar için bkz. Emrullah Öztürk, “Cumhurbaşkanlığı Forsu Ve 16 Türk Devleti Tartışması”. Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S. 57, Güz 2015, s. 79-99
[7] Mevlüt Uyanık, 1980 Sonrası (İslâmcı) Dergilerde Bilgi-Bilim Tasavvurları “http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/3241-1980-sonrasi-islamci-dergilerde-bilgi-bilim-tasavvurlari 09/04/2018 http://www.maturidiyeseviotagi.com/1980-sonrasi-islamci-dergilerde-bilgi-bilim-tasavvurlari/ http://kafkassam.com/1980-sonrasi-islamci-dergilerde-bilgi-bilim-tasavvurlari.html 7 Nisan 2018
[8] Temellendirme için bkz İlhan Tekeli, Selim İlkin, “Osmanlı İmparotorluğu’nda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü, TTK yay. Ankara 1993, s. 84 vd Meşrutiyet ile birlikte pozitivizm, materyalizm, Darwincilik gibi akımların düşünce hayatımızdaki etkisi için bkz. Mehmet Vural, Tanzimat’tan Günümüze Türkiye’de Felsefe, Elis yay. Ankara 2018,s.37-42
[9] Mehmet Ali Ayni, Milliyetçilik: Tarihte ve Türklerde Din, Millet ve Milliyetçilik, İstanbul 1944, yeni baskı: haz: İsmail Dervişoğlu Kurtuba yay. İstanbul 2011, s. 25/40
[10] “Modern Türk Tarihçiliği Üzerine Notlar” (‘Doğu Batı Makaleler II, Doğu Batı Yayınları, Ankara 2009, s. 292’den alıntılayan Ergin Ayan, “Türk Tarih yazımının Evriminde Annales Kuramının Yorumu” Tarih Okulu Aralık 2011, Sayı XI, ss. 87-97. http://www.johschool.com/Makaleler/1149139042_12-%20erginayanannales.pdf Halil İnalcık, “Fransız Annales Ekolü ve Türk Tarihçiliği” (Doğu Batı Makaleler II, Doğu Batı Yayınları, Ankara 2009, s. 311-324. Mehmet Ali Kılıçbay, “Fernand Braudel” maddesi, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1992, cilt: 06; sayfa: 333-335, Berna Fildiş, “ Braudel’i Tarihsel Sosyoloji Bağlamında Okumak” Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi The Journal of International Social Research Cilt: 8 Sayı: 41. Aralık 2015. http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt8/sayi41_pdf/4sosyoloji_psikoloji_felsefe/fildis_berna.pdf
[11] Bkz. Ahmet Bozdoğan, “Dönem” ve “Akım” Nitelemeleri Arasında Kalmış Bir Terim: Milli Edebiyat İlmı Araştırmalar, sayı 22, 2006, ss. 15-32 http://dergipark.gov.tr/download/article-file/73581
[12] Mehmet Ali Ayni, Milliyetçilik: Tarihte ve Türklerde Din, Millet ve Milliyetçilik, İstanbul 1944, yeni baskı: haz: İsmail Dervişoğlu Kurtuba yay. İstanbul 2011, s.59
[13] Derneğin kurucusu görünenler, Mehmed Emin (Yurdakul), Ahmed Ferit (Tek), Ağaoğlu Ahmet ve Askeri Tıbbiyelelileri temsilen Fuat Sabit (Ağacık) beylerdir. 1912’de yayımlanan Türk Ocağı Esas Nizamnamesi’ne göre, Ocağın amacı, “Akvam-ı İslamiyenin bir rükn-i mühimmi olan Türklerin milli terbiye ve ilmi, içtimaî, iktisadi seviyelerinin terakki ve i’lasıyla Türk ırk ve dilinin kemaline çalışmak” idi. https://www.turkocaklari.org.tr/turk-ocagi-tarihi/turk-ocaklarinin-kisa-tarihcesi-3496 31.11.2001. İlhan Tekeli, Selim İlkin, “Osmanlı İmparotorluğu’nda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü, TTK yay. Ankara 1993, s.101 vd, Mehmet Kaan Çalen, İslâmcılık Karşısında Türkçülük, Ötüken yay, İstanbul 2017, s.41-46, Ragıp Özdem, “Tanzimattan Beri Yazı Dilimiz, s.921-923 Mehmet Vural, Tanzimat’tan Günümüze Türkiye’de Felsefe, Elis yay. Ankara 2018,s.40-41
Türk ocağı da yeni devletin Anadolu merkezli olması ve isim tartışmaları hakkında bkz. Mevlüt Uyanık. http://www.anahabergazete.com/turk-ocaginda-anadoluculuk-turkiyecilik-memleketcilik-tartismalalarii-haberi-0 31 Ağustos 2017 http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/2575-turk-ocagi-nda-anadoluculuk-turkiyecilik-memleketcilik-tartismalari
[14] Türkçe’nin latin alfabesiyle yazım süreci için bkz. Mehmet Ali Ayni, Milliyetçilik, İstanbul 2011, s. 479-494. Özdem, “Tanzimattan Beri Yazı Dilimiz s.913-920, Şerif Aktaş, “Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı Hakkında” Yeni Türkiye Dergisi, yıl 4/1998, sayı 23-24, s.2886.
[15] Muharrem Dayanç, “Millî Edebiyat Dönemi, Milliyetçi Edebiyat ve Millî Edebiyat Kavramı Üzerine Düşünceler” Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Haziran 2012, 13(1),s. 92 vd, http://sbd.ogu.edu.tr/makaleler/13_1_Makale_5.pdf . M Orhan Okay, “Cumhuriyet Devri Edebiyatı Üzerine Bazı Dikkatler” Yeni Türkiye Dergisi, yıl 4/1998, sayı 23-24, s.2893 vd. Ekrem Sakar, Osmanlı ca mı? Osmanlı Türkçesi mi? https://www.dunyabizim.com/mercek-alti/osmanlica-mi-yoksa-osmanli-turkcesi-mi-diyelim-h30994.html 22 Ekim 2018. https://www.turkedebiyati.org/fikir_akimlari.html
[16] M. Fatih Şeker, Türk Dini Düşüncesinin Teşekkül Devri, Dergâh yay. İstanbul.2016, s.167 vd; Said Başer, Yahya Kemal’de Türk Müslümanlığı, İrfan yay. İstanbul. s.18 vd; Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, c.1, s.227. Şerif Aktaş, “Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı Hakkında” Yeni Türkiye Dergisi, yıl 4/1998, sayı 23-24, s.2887
[17] Tahsin Banguoğlu, Türkçenin Grameri, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara 2015, s.11-17
[18] Mevlüt Uyanık, “Türk Felsefesi”, Türk Felsefesi: İmkan ve Ufku edit.L.Bayraktar, Kırmızılar yay. Eskişehir 2018, s.137-191, Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak -Türk Felsefesine Giriş- Muhafazakar Düşünce Dergisi, yıl 15, sayı 54, Ankara 2018, s. 179-199. Mevlüt Uyanık, “Türk Felsefesi”, Türk Felsefesi: İmkan ve Ufku edit.L.Bayraktar, Kırmızılar yay. Eskişehir 2018, s.137-191, Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak -Türk Felsefesine Giriş- Muhafazakar Düşünce Dergisi, yıl 15, sayı 54, Ankara 2018, s. 179-199. Türkçeyi Bir Bilim Ve Felsefe Dili Yapmak: -Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunun 95. Yılına Armağan- https://kafkassam.com/turkceyi-bir-bilim-ve-felsefe-dili-yapmak-turkiye-cumhuriyetinin-kurulusunun-95-yilina-armagan.html 28 Ekim 2018 . http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/2613/turkceyi-bir-bilim-ve-felsefe-dili-yapmak.html 29/10/2018
[19] Necmettin Sefercioğlu, “ Türk Ocaklarının Kısa Tarihi”, https://www.turkocaklari.org.tr/turk-ocagi-tarihi/turk-ocaklarinin-kisa-tarihcesi-3496 31.11.2001
[20] Tuğrul Korkmaz, Tipolojik ve Kuramsal Bağlamda Milliyetçilik ve Anadoluculuk, a kitap, Ankara. 2016, s.4, 9-10, 165-182; Metin Çınar, Anadoluculuk Hareketinin Gelişimi ve Anadolucular ile Cumhuriyet Halk Partisi Arasındaki İlişkiler (1943-1950) Ankara Üniv. SBE, Basılmamış Doktora Tezi. Ankara – 2007, s. 47 vd. Mevlüt Uyanık, Selefilik, Arap Baharı ve Türkiye, Ankara, 2016, s. 227-239. Mevlüt Uyanık, “Türkiye Cumhuriyeti Kuruluş Dönemi Ve Anadoluculuk Felsefesi-Nurettin Topçu Ve Aksiyon Felsefesi Merkezli Bir İnceleme-“ 26-28 Ekim 2017. 2. Türk İslâm Siyasî Düşüncesi Kongresi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi Yakın Tarih Dergisi 2018 Cilt 1 Sayı 3, s.1-32. Lütfi Şehsuvaroğlu, Türk Sosyalizmi ve Nurettin Topçu, Elips. Yay. Ankara. 2011, s.97.
[21] Nurettin Topçu, “Millet Mistikleri”, (Bütün Eserleri 15) Dergâh yay. İstanbul.2001, s.69, 73 Nurettin Topçu, Felsefe, Mantık, Sosyoloji, İnkilap yayınevi. İstanbul.1952,s.79’den alıntılayan Sadettin Elibol, “Nurettin Topçu’nun Ders Kitabı Yazarlığı” Hece Dergisi, Nurettin Topçu Özel Sayısı, yıl.10, sayı:109, Ankara. 2005, s. 357. Fırat Mollaer, Liberal Muhafazakârlık Karşısında Nurettin Topçu, Dergâh yay. İstanbul.2016, s.87.
[22] Mustafa Özcanbaz, Bir Sivil Siyaset Modeli Olarak Aydınlar Ocağı, Araştırma yay. Ankara 2014, s.61 vd
[23] Nihat Pirinci, Felsefeyi Anadolu’da Yurtlandırmak -Mavi Anadoluculuk – Hitit Üniv. SBE, Basılmamış Yüksek Lisans Seminer Çalışması, Çorum.2015, s.37 vd
[24] M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, TDV, Ankara.1991, s.145 vd;- Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, Nakışlar yay. İstanbul.1978, c.1, 118-127, 226-228, M. Fatih Şeker, Türk Dini Düşüncesinin Teşekkül Devri, Dergâh yay. İstanbul.2016, s.15,20, 171-173, 235Nevzat Kösoğlu, “Kızılelma” Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayını, cilt. 2, Ankara. 2002, s.858. Abdullah Harmancı, «Yeni Türk Edebiyatında Kızılelma» Turkish Studies. Volume 5/3, Summer 2010.
Orhan Şaik Gökyay, «Kızılelma», TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul.2002. c.25, s.559-561, Uyanık, Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluş Felsefesi, s.22-23 . Yavuz Akpınar, “ İsmail Gaspıralı ve Türk Dünyası”, Türk dünyası Kültürel Degerleri Uluslarası Sempozyumu Bildiriler Kitabı editör Burhan Sayınır Eskişehir 4-8 Kasım 2013 Türk Dünyası Kültür başkenti Ajansı, s. 371. İsmail Şık, Gaspıralı İsmail Bey”, Çağdaş İslam Düşünürleri, ed.K.Sözen, A.K.Yılmaz, S.Yılmaz, Divan Kitap, İstanbul.2017, s.245-256
[25] Özcan Yeniçeri, “Orta Asa Devletleri Birliği’nin Anlamı, Gereği ve Geleceği” Türk Yurdu, c.25, sy.214, Haziran. 2005, s. 17, Mevlüt Uyanık, ” Küreselleşme Olgusu Ve İpek Yolunun Yeniden Diriliş Projesi”, Kırgızistan Oş Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 18-19 sayı (2013), ss.104-131