Türk Ocakları konusuna elim bir gidiyor bir gitmiyor. Fuzuli’nin dediği gibi “söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil.” Türk Ocaklarındaki son istanbul olayının Kemal Kılıçdaroğlu’nun orada konuşması veya hele Marx’dan bahsetmesi veya toplantının finansörü İBB ve onun başkanı İmamoğlu’nun konuşmasıyla da ilgisi yok. Konuşulan içerikle ilgili de bir sorun yok. Varsa da kimsenin haberi yok. Ama böyleymiş gibi yorumların işaret ettiği bir şey var ve asıl sıkıntı da bu işte.
En önemli sorun Canan Kaftancıoğlu ve onun protokolde oturtulması. Bir arka sırada oturtsalar belki hiçbir sorun olmazdı. İkinci sorun Türk Ocağının ürkek biçimde muhalefet yapması, CHP ve İyiP ile örtük bir ortak alan içinde olduğuna dair işaretleri son altı ayda giderek arttırması. Son toplantının düzenleniş biçiminde diğer siyasilere rol verilmemesi ve çağrı da yapılmaması CHP İyiP eşleşmesini güçlendirdi.
Canan Kaftancıoğlu meselesi haliyle Fethullah Gülen’e ödül verilmesini hatırlattı. İşi çığrından çıkaran budur.
Yoksa Türk Ocağı eskiden beri MHP ile mesafelidir. Hem üyeleri ama özellikle yöneticileri MHP ile araları soğuk kişilerden oluşur. Bir iki hatır sorma gönül alma dışında genel merkezler birbirine çok mesafelidir. 12 Eylül’den sonra açılmasından beri bu böyledir. Türk Ocağına gidip gelenler veya ilgi gösterenler hele de etkinlik içerisinde olan kitle zaten daha okumuş bir kesim, daha kentli bir kesim ve daha ülkemizin batısı ağırlıklı bir kesim. Bunun sonucu olarak da MHP ve zaten Ak Parti’ye mesafeli kesim. Tabii genel merkezin 2013’lü yıllara kadar Ak Parti yönetimi ile yakın ilişkisi izaha muhtaç bir ilişki. Ama sosyolojik olarak Türk Ocakları kitlesi, ki zaten geniş bir kesimde değil, sadece daha kentli ve etkili bir kesim, CHP ve İyiP’e yakın. Bunu konuya yakın herkes az çok bilir.
Milliyetçi kesimler için parti, dernek, vakıf ve sosyal etkinlikler esasen fikri bir mücadeleden daha çok kişisel kariyer yoludur. Bu da kariyer seçenekleri dar bir kesim için bence anlaşılabilirdir. Zaten fikre dayalı faaliyetler milliyetçi kesimde hem az hem etkisiz hem de daha çok hayattan kopuktur. Ve o kesimde üretilen bilginin pratik sonuçlar üretme ihtimali de pek düşüktür. Bu ise kariyer sıkışmasına ve daralmasına yol açmaktadır. Ben yıllar içinde soldaki örgütlerde de benzer kültürü gözlemledim. Esasen herkes köylü henüz.
Türk Ocaklarında daha etkin olan kesim biraz da yaş ortalaması yüksek bir kesim. Bunlar yavaş yavaş hem etkinlik alanlarını hem de hayatlarını bitirecekler. Benim gördüğüm kadarıyla sağlıklı bir geçiş demografisine de sahip değiller. Bu ise bazı aceleciliklerin ve acemiliklerin kaynağı oluyor muhtemelen.
Burada sorun insanlarla ilgili değil bence. Vasat bu. Ortam bu. Hayat alanı bu.
Türk Ocağı Genel Merkezinin sık ve peş peşe açıklamaları da son sürecin doğrusu iyi yönetilemediğinin işaretini de taşıyor. Hem aceleci hem derinlikten yoksun mesajlar bence genel merkezi yıpratıyor.
Ben Kılıçdaroğlu’nun da Bahçeli’nin de Erdoğan’ın da son olaya dair mesajlarını “laf olsun torba dolsun” kabilinden gördüm doğrusu.