Türk kültüründe seyahatin hatırı sayılır ve dikkate değer bir yeri vardır. Seyahat kavramı medeniyetimizde göç, gurbet, seyr ü sülûk ve sefer gibi kavramlarla iç içedir. Bu durum Türklerin hareketli bir millet olması, uzun devirler boyunca göçebe hayat tarzını benimsemiş bulunmaları ve askerî faaliyetleriyle yakından ilgilidir.
İslâmiyet’in, ortaya çıktığı ilk zamanlardan başlayarak hareketi benimsemiş olması da Müslüman milletlerin seyahat hakkındaki tutumlarını büyük ölçüde etkilemiştir. Seyahat bahsi hem Kuran’daki âyetler hem de Hz. Peygamber’in sünneti ve hadisleriyle mânevî olarak büyük ölçüde beslenen bir konu olmuştur. Hz. Peygamber henüz çocukluk ve gençlik yıllarında ticaret maksadıyla Suriye ve Yemen gibi yerlere gitmiştir. Bunlar içinde en önemlisi de İslâmiyet’in bir hareket ifadesi olan hicretle yayılmaya başlamış bulunmasıdır.
Seyahatin Türk kültüründe en çok ilgi hâlinde bulunduğu kavramlar göç ve gurbettir. Bir zaruret hâlinde ortaya çıkmasıyla insan yerini yurdunu terk edip kendisine bir iş yahut yaşayabilecek yeni yerler bulmak endişesiyle yola çıkabilir. Göç eden insan, kendisine ve ailesine bir yurt bulana kadar bir seyyahın yaşadığı hemen her tecrübeyle karşı karşıyadır. Böyle insanlara “garip” denir. Çünkü o gurbettedir. Bu iki kavramın yanında seyahatin temas hâlinde olduğu bir de sefer bahsi vardır ki, birkaç şekilde algılanabilir. Sefer daha çok askerî hareketlilikler için söz konusu edilmiştir.
Seyahatin tarih içinde takip ettiği seyir, kendi içinde belli başlı bazı kaidelerinin oluşmasına yardımcı olmuştur. Bunların en önemlisi herhalde “sefer âdâbı” diyebileceğimiz bir kurallar silsilesinin meydana gelmesidir. Bunlar yolcuların seyahatleri sırasında uyması gereken kaidelerdir. Bir kişinin bu tecrübelerden ve kaidelerden haberdar olması, sonra bunlardan yararlanması seyahatin zahmetini hafifleten tedbirler cümlesindendir.
Seyahatin şekillenmesinde etkili olduğu kavramlardan birisi de mimârîdir. Seyahati mümkün kılan birçok sosyal müessese uzun zaman boyunca Müslüman Türk devletlerinin mimarî anlayışının şekillenmesinde etkili olmuştur. Kervansaray, han, hankâh, zaviye, dergâh, tekke, misafirhâne, imârethâne, çeşme, kuyu gibi birçok mimârî unsurun şekillenmesinde başlıca âmillerden birisi, belki de birincisi seyahat olmuştur. Bunlardan maksat yolcunun seferini en rahat şekilde gerçekleştirmesini sağlamaktır.
Seyahatte dikkat edilmesi gereken şeylerden birisi ve en önemlisi, yol arkadaşının seçilmesidir. Gelenek, “Önce arkadaş sonra yol” anlamına gelen bir sözle de bunu desteklemiştir. Yolculuğun verimli bir hâle gelmesinde arkadaşın rolü büyüktür. Bilgili, sabırlı, görgülü bir insanla yapacağımız yolculuğun faydalı olacağı şüphesizdir.
İslamiyet’in bilgi geleneğinde seferin çok önemli bir yeri vardır. İslâm âlimleri ve sûfîleri seyahati çok seven insanlardı. Öğrenmek, öğretmek için daima yer değiştiren bir zümre ile karşı karşıya olduğumuzu konuyu araştırırken daha iyi fark ettik. Seferin gerçekleşmesi bazen dervişlerden istenen bir şeydi. Hatta sefere çıkmayanlar bazen ayıplanıyordu. Bir şehre gidip bir âlimin veya sûfînin sohbet halkasında bulunmak gerekli görülüyordu.
Seferin yapılmasını icap ettiren en önemli sebeplerden bir diğeri ilim tahsiliydi. Türk-İslam coğrafyasında bazen belli başlı şehirler herhangi bir ilim veya sanat şubesinde öne çıkabiliyordu. Yahut bazı devlet merkezleri, sanata ve ilme değer veren bir hükümdar bulunuyorsa, marifet sahipleriyle dolup taşabiliyordu. Bütün bunlar, bir şehirden başka bir şehre gidip gelen ilim ve sanat tâliplerinin varlığını artıran başlıca sebepleri oluşturuyordu.
Türk kültüründe, seyahatin veya seferin böylesine değer verilen bir faaliyet olması birçok yolculuk çeşidinin gelişmesini beraberinde getirmiştir. Bu kavram çöllerde yapılan seyahatlerle kara ve deniz yolculukları konusunda birçok alternatifin gelişmesine yardımcı olmuştur. Tabii ki, son devirlere doğru buna modern seyahat yolları da eklenmiştir. Dolayısıyla tercih edilen seyahat metoduna dair kültürümüzde bazı değerler ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi misafir ağırlama kültürüdür. Tarih boyunca hem devlet hem de millet olarak yolda olan, bir yerden bir yere giden insanların ağırlanması konusuyla son derece ilgilenen Türkler, tarih sayfalarında bu konuyla ilgili ve insanlık adına iftiharla yâd edilebilecek faaliyetler gerçekleştirmiştir.
Seyahatler bizde genelde dervişlerin, âlimlerin ve askerlerin tercih ettiği bir husus olmakla birlikte, zaman zaman hükümdarlar da seyahate çıkmışlardır. Bu hükümdar seyahatleri Babür’ün hatıratında belirgin bir şekilde görülür. Babür, Vekâyi adlı eserinde daima savaş ve hareket hâlinde olan bir hükümdar görünüşü uyandırmakla birlikte eserinde yazdıkları bir seyyahınkinden pek de farklı değildir. Ancak onun gibi hâtıralarını kaleme alan hükümdarların sayısı çok sınırlıdır. Hele seyahate çıkmanın o günkü şartlar düşünüldüğünde çok sıkıntılı olduğu göz önüne alınırsa böyle bir faaliyete hükümdarların neden yanaşmadığı biraz anlaşılmış olur. Bununla birlikte son Osmanlı padişahlarının seyahatle yakından ilgilendiğini söyleyebiliriz. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında Sultan Mahmud, Abdülmecid Han, Sultan Abdülaziz gibi padişahların seyahate çıktıkları bilinmektedir.
Seyahatin kültürümüzde böylesine köklü bir yere sahip oluşu, edebî malzemeler içinde de kendini gösterir. Özellikle halk edebiyatı bu tür malzemeler bakımından oldukça renkli ve zengin örnekleri içinde barındırır. Diyar diyar gezen âşıkların söylediği ürünler gurbetin, yolculuğun, gezilip görülen yerlerin intibalarıyla doludur. Mesela Karacaoğlan’ın şiirlerine kısa bir bakış bile birçok yeri karış karış gezen, belki bu yüzden isim benzerliği olan şairlerle karıştırılan şairimizin ne kadar hareketli bir hayata sahip olduğunu görmeye yeter. Halk edebiyatının ve diğer edebî sahaların en fazla meşgul olduğu konulardan biri olan gurbet bahsi seferin bir başka boyutunu anlatan derinlikli ifadelerden birisidir.
Edebiyat, sanat, zanaat sahalarda bilgiyi ilerletmek gibi gayelerle yapılan seyahatler kültürümüzde oldukça yaygındır. Bunu eski edebiyatımızın edebî zenginliği içinde de görebiliriz. Bazı şairler hayatlarını yolculukla geçirirken bazıları da memleketlerinden dışarıya çıkma imkânı bulamamışlardır.
Eski geleneğimizde şairlerin seyahate çıkma sebeplerinden birisi de ilmî ve edebî bakımlardan kendilerini geliştirmekti. Bununla beraber diğer sanat erbabı ile görüşmek ve hükümdarların meclisine katılmak da bu türden istekler üzerinde etkili olmuştur.
Bir seyahatin yaşamasını sağlayan şey seyahatnâmelerdir. Seyahatnâmeler birçok sosyal konuyla çok yakından ilgili eserlerdir. Bu eserler özellikle sosyal bilimlerde birçok sahaya kaynaklık edecek niteliktedir. Bu sebepten seyahatnâmelerle ilgilenen biri onlarda tarihî, edebî, coğrafî, mimarî, sosyal, psikolojik, kültürel vb. birçok malzemeyle karşılaşabilir.
Bu konunun diğer önemli bir yanı seyahatnâmeler içinde değerlendirilen sefâretnâmelerdir. Bunlar bir devlet nezdine gönderilen elçilerin kaleme aldığı yolculuk ve sefâret izlenimlerinden oluşan eserlerdir. Kaynaklar kırk beş civarında sefâretnâmenin varlığını haber veriyor. Bunlar içerisinde elçilikle ilgili intibaların ağır bastığı sefâretnâmeler olduğu gibi yolculuk veya seyahatle ilgili izlenimlerin ağırlıkta olduğu sefâretnâmeler de vardır. Bunlar içerisinde en ilginç olanı Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin yazdığı Fransa Sefâretnâmesi’dir.
Seferin bir eğitim yolu olarak görüldüğü mesleklerin başında tasavvuf gelir. Müritlerin yetişmesi esnasında birçok tasavvuf öğretisi, seyahatin zengin ve eğitici yanına başvurmuştur. Bununla ilgili bazı terimler de ortaya çıkmıştır. Seyyah vermek ve selmana çıkmak gibi. Bunlar dervişlerin bir hata işlediklerinde cezâî işlem uygulamayı veya mânevî olarak açılmasını temin etmek üzere bir yere gönderilmesini ifade eder. Bundan başka olarak gezgin dervişler tasavvufta önemli bir yer tutmaktadır. Diğer tasavvuf mekteplerinden başka olarak Kalenderîlik, seyahati bir tarikat esası olarak benimsemiştir. Menkıbelerde okuduğumuz kadarıyla seyahate veya sefere hayatlarında sıkça yer veren tarihî ve menkıbevi şahsiyetler vardır.
Sonuç olarak seyahatin kültürümüzde köklü ve çok önemli bir yeri vardır ve bu bahsin ihmal edilmiş, işlenmeye çok muhtaç bir muhtevasının olduğunu söylemek gerekir. Tarihte oldukça hareketli zamanlar yaşayan Türkler, sadece ordularıyla değil; seyahati bir metot olarak benimseyen ve geliştiren ilim ve irfân geleneğine mensup âlim, şâir, ârif şahsiyetlerle de geniş bir coğrafyada faaliyet göstermişlerdir.