Bu olaydan da anlaşılacağı üzere ABD, Suriye’deki faaliyetleri sebebiyle Türkiye’yi tehdit olarak görmektedir. Ancak ABD’nin bu hareketleri ilk de değildir. Akla ilk gelen, İnönü’nün başbakanlığı döneminde kendisine 1964’te dönemin ABD Başkanı Johnson tarafından yazılan mektuptur. Türk siyasi tarihine “Johnson Mektubu” olarak geçen olayda ABD, şayet Türkiye Kıbrıs’ta kuruluş anlaşmalarını rafa kaldırarak Türkleri asimile etmeye çalışan Rum tarafına karşı ABD’den alınan gemi, uçak ve silahları kullanırsa, Sovyetler ve Varşova Paktı’nın Türkiye’ye olası saldırısında NATO Antlaşmasının 5’nci maddesini yürürlüğe koydurmayacağını bildirerek “müttefik” bir ülkeyi tehdit etmekteydi. Yani diğer üye ülkeler, Türkiye’yi savunmaları gerekirken, bu yaptırtılmayacaktı. İşte ABD’nin gerçek yüzü buydu.
*****
Prof. Dr. Celalettin YAVUZ[i]
Bilindiği üzere Ekim 2023’ün ilk haftasında Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından Suriye’nin doğusunda bölücü terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı PYD/YPG’ye karşı harekatı sırasında, Tel Temir’de bir silahlı insansız hava aracı (SİHA) düşürüldü. Daha sonra bu SİHA’nın bir ABD F-16 savaş tarafından vurulduğu bizzat ABD kuvvetleri tarafından bildirildi. Olayın ardından SİHA’nın “meşru müdafaa” sebebiyle düşürüldüğü açıklandı. Yani Türkiye’nin sınırının hemen ötesinde meşru müdafaa hakkı ile PKK terörü ile mücadelesindeki meşru müdafaa hakkı ile, ülkesinden binlerce km uzaklıkta sözde DEAŞ terörüne karşı Suriye’de yürüttüğü harekattaki ortağı sebebiyle ABD’nin meşru müdafaa hakkı çatışmaktaydı. O günlerde Konu, konu Türk medyasında ve sosyal medyasında bir süre işlendi. Biz de tam ele alacak iken İsrail’in Gazze Şeridi saldırısı başlayınca ertelemek mecburiyetinde kalmıştık.
ABD’nin Türkiye Düşmanlığı Vukuatları o Kadar Çok ki!
Olaydan bir hafta sonra ABD Başkanı Biden, “özellikle Türk hükümetinin Suriye’nin kuzeydoğusuna askeri harekât için attığı adımların bölgedeki barışı, istikrarı ve güvenliği tehdit ettiğini, DEAŞ ile mücadeleyi zayıflattığı” gerekçesiyle Suriye’yi ilgilendiren mevcut durumun “ABD’nin ulusal güvenliği ve dış politikasına alışılmadık ve olağanüstü bir tehdit!” olduğu gerekçesiyle, Trump döneminde alınan “Ulusal Acil Durum” kararnamesini bir yıl daha uzattı.
Aslında ABD’nin PKK’nın uzantılarıyla bu ülkede yürüttüğü faaliyetler, Türkiye’nin milli güvenliği açısından çok daha ciddi tehdittir. Bu sebeple Cumhurbaşkanı Erdoğan da SİHA’mızı düşüren ABD ile NATO’da ittifakında birlikte olduğumuz halde aramızda güvenlik sorunu olduğunu, Biden’ın kararının da “müttefiklik ruhuyla bağdaşmadığı gibi Suriye’yi bölmeye çalışan terör örgütlerine de cesaret verdiğini” söyleyerek cevap verdi.
Bu olaydan da anlaşılacağı üzere ABD, Suriye’deki faaliyetleri sebebiyle Türkiye’yi tehdit olarak görmektedir. Ancak ABD’nin bu hareketleri ilk de değildir. Akla ilk gelen, İnönü’nün başbakanlığı döneminde kendisine 1964’te dönemin ABD Başkanı Johnson tarafından yazılan mektuptur. Türk siyasi tarihine “Johnson Mektubu” olarak geçen olayda ABD, şayet Türkiye Kıbrıs’ta kuruluş anlaşmalarını rafa kaldırarak Türkleri asimile etmeye çalışan Rum tarafına karşı ABD’den alınan gemi, uçak ve silahları kullanırsa, Sovyetler ve Varşova Paktı’nın Türkiye’ye olası saldırısında NATO Antlaşmasının 5’nci maddesini yürürlüğe koydurmayacağını bildirerek “müttefik” bir ülkeyi tehdit etmekteydi. Yani diğer üye ülkeler, Türkiye’yi savunmaları gerekirken, bu yaptırtılmayacaktı. İşte ABD’nin gerçek yüzü buydu.
Gene Kıbrıs’ta Rumların Sampson Darbesi sonunda anayasal düzenin yerle bir edilmesi ve katliamların durdurulması için yapılan Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ardından da Türkiye’ye silah ambargosu uygulamıştı. Bu ülkeden müttefiklik ve dostluk beklenebilir miydi?
Irak işgali öncesinde TBMM, ABD kuvvetlerinin Türkiye üzerinden girmesini “Tezkere” ile reddedince ABD askerleri Süleymaniye’de “dost” görünümüyle yaklaştıkları Türk Özel Kuvvetler mensuplarını başlarına çuval geçirerek sorgulamışlardı. Hala bu ülkeye müttefik denilebilir miydi? Obama döneminde %80’inini PKK’nın uzantısı PYD/YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) çakma adı altındaki oluşuma eğitim, silah ve son yıllarda siyasi destek veren ABD, Türkiye’nin her türlü ikna çabasına rağmen 2018 yılında bu teröristlerden sözde DEAŞ’a karşı 30 bin kişilik sözde bir “Suriye Sınır Güvenliği Gücü” kurmaya bile kalkmıştı. Daha sonra bu birlikten vazgeçildi ama SDG adı altındaki teröristlere her türlü destek sürdürülmektedir.
Rahip Brunson olayında da ilk celsede beraat ettirilmedi diye Trump, Türkiye’den ithal edilen bazı ürünlerin gümrüğünü yükselterek TL’nin %70’lere varan değer kaybına sebep olmuştu.
Sonuç
Demokrasi ve insan haklarının “havarisi” gibi görünse de ABD’nin saklama gereği bile görmediği çirkin yüzünü görmemek için kafasını kuma görenler için daha ne yapmalı?
—————————————–
Kaynak:
https://www.worldofturkiye.com/turk-sihasini-dusuren-abdnin-turkiye-dusmanligi-ilk-degil-ki/
[i] Güvenlik Politikaları Uzmanı