Prof. Dr. Orhan ARSLAN
Tefekkür; bir şeyi düşünce alanına getirme, anlamını belirleme, boyutlarını açığa çıkarma, sentezleme ve kendinemal ederek yeni ve farklı dünyalarayelken açma anlamında kullanılan, yüksek/derin/asil düşüncenin ürünüdür. Tefekkür, akleden kalbin işidir, kalbin fiilidir.
Kur’anda akletme akleden kalbin eylemi olarak görülür. Kalpde bulunan ve eskilerin “süveydayı derun” dedikleri aşof-tawara düğümü, kalbin akletme merkezidir. Burası ayrıca, bedenin ruha açılan kapısı olarak kabul edilir. İstiaze (sığınma) de, akleden kalbe abdest aldırmadır.
Tefekkür, “metafizik ürperti” oluşturan düşüncedir. Bu her zaman olan bir eylem de değildir. “Normal insan yılda bir, âlimler haftada bir defa düşünür” derler.
Tefekkür kelimesi, tekellüf ifade eder. Tefekkürün zıddı düşünmemek, fikir üretmemek, atalet yahut donuk fikirli olmaktır. Bu açıdan bakıldığında tefekkür, hayrın anahtarıdır Akletmek; Tezekkür, hatırlamaya ve hafızaya dayanan geçmişe yönelik düşüncedir. Tedebbür, geleceğe yönelik düşünce, hadiselerin ve eşyanın arkasına geçmek (dübür) demektir. Tedbir üretmeye yarar.
Taakkul; geçmiş ve gelecek arasında bağ kurmak demektir. Zira «akil» bağ demektir. Tefakkuh: Geçmiş, gelecek ve bunlar arasındaki bağlantıdan yola çıkarak bugüne ilişkin sonuçlar çıkarmaktır. Fıkıh da budur.
Tefekkür: Bütün bu süreçlerin tümünü kapsayan düşünme melekesidir.
Düşünmekten kaçmak, onu günah saymak, bir çeşit yobazlıktır. Çünkü, “Kur’an’ı oku, ama sakın ondan düşünce yoluyla anlam çıkartmaya kalkma küfre girersin” zihniyeti maalesef hep hâkim olmuştur. Kur’an, anlaşılmadan okunup zevk alınan tek kitaptır. Lafzı Celil olduğu için doğrudur. Ama Kur’an sadece bu mudur?
Kur’an-ı kerim, bu kadar büyük bir ilim hazinesi iken, neden Müslümanlar Kur’an üzerinde tefekkür etmiyorlar?
Kamer (9. yıl): (54)17/22/32 ve 40. ayetlerde tam 4 yerde Rabbimiz: “ve doğrusu biz bu Kur’anı ders alınsın diye kolaylaştırdık; öyleyse yok mudur ders alan” diye ısrarla Kur’an’ın ders alınması gereken ve kolay anlaşılır bir hayat kitabı olduğuna vurgu yapmaktadır.
Yine Kamer 54/15’de: “biz bu kıssayı (Nuh Tufanı) bir ibret belgesi olarak bıraktık. Öyleyse yok mudur ders alan (her tuğyanın bir tufanı, her tufanın bir Nuh’u, her Nuh’un bir gemisi, her geminin bir rotası vardır, bizim de rotamız Kur’an’dır) buyurmaktadır.
Yine aynı surede, Kamer 54/51’de: “nitekim geçmişte sizinle aynı kafaya sahip toplumları (Lut Kavmi) yok ettik, hala yok mudur ders alan” diyerek, vakit geçmeden kıssadan hisse çıkartmamızı öğütlemektedir.
Kâinat kitabını okumamızı istediği şu ayetler ne güzel bir ders vericidir: “Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette akl-ı selim sahipleri için ibret verici deliller vardır (Al-i İmrân, 3/190)”.
“Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar, gözlerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler. “Rabbimiz derler, bunu boş yere yaratmadın, sen yücesin, bizi ateş azabından koru! (Al-i İmrân 3/191)”.
Biliniz ki kalpler ancak Allah’ı anmakla tatmin olur (Rad 13/28) ve tefekkür önce Kur’an üzerinde yapılır Kur’an, sahibi Allah ola hayat okulunun müfredatıdır. Kur’an, Allah’ın insanla konuşmasıdır.
Kur’an, gökten yere uzanan gök sofrasıdır. Kur’an okuyunca insan, aynen Allah Resulü gibi vahye muhatap olur. Burada şu sorunun sorulması gerekir: “Kur’anı kim anlayacak ve Rabbimize muhatap olacak”? Cevap: Kim okuyorsa o anlayacak.
Şimdi asıl can alıcı soru sorulmalı: “Kur’an nasıl okunacak”?
Cevap: “Döne döne, sindire sindire, anlaya anlaya, yani tertil üzere okunacak.” Tertil, Allah tarafından emredilen, ancak günümüzde unutulmuş bir farzdır (Müzzemmil 73/4).
Kur’an okumada ana prensip şöyle özetlenebilir: “Kur’an’ı kesinlikle oku, anla, yaşa, öğren ve öğret.”
Kur’an bir eğitim kitabıdır. Kur’an Allah’ın evreni idare ettiği sistemin kitabıdır. Ve bu kitap önce Peygamberi eğitti. ” O’na kitabı ve hikmeti öğretti (Ali İmran 3/164)”. Kur’an, Allah’ın İnsanoğluna kat kat ikramıdır (İsra 17/70).
Çünkü Kur’an insana, elest bezminde ” Kalu Bela” diyerek yaptığımız sözleşmenin kodlarını ve yazılım şifrelerini hatırlatır. “Kesinlikle şahidiz” dememizi ve bunu ikrar etmemizi ister (Araf 7/172).
Rabbimiz, Efendimiz vasıtasıyla, bu sözleşmeyi Fatiha suresine 3 esma ve 3 dua halinde açıklayarak, namazımızın her rekâtında bilinçaltına alır. Yani, Kur’an’ı bu şuur ve farkındalıkla okumamızı ister.
Kur’an ve İslâm, parçayı görenin, bütünü görene teslim olmasının adıdır.
Kur’an inananlara, tek yüzlü iki dünyalı olmayı öğretir, ikiyüzlü tek dünyalı olmayı engeller. Kur’an müminlerin gündemine, sürekli olarak fiyat esaslı değil, değer esaslı olmayı getirir.
Kur’an’lı olmak, çizgisi olmaktır, bir sınırı olmaktır. Sınırsızlık örneği olarak domuzu gösterir. 15 Milyon canlı türünden sadece domuz yemeyi haram kılar. Zira domuz, sınırsızca yer, cam hariç her şeyi yer, sınırsızca çiftleşir, sınırsızca, büyür, sınırsızca ürer, 4 saat gibi kısa bir zamanda yediği pislikleri metabolik bir sihirle ete dönüştürerek “domuz yerlerin” istifadesine sunar!
Kur’an bunları akletmemizi öğütler. Aklını kullanmayanların üstüne şeytan pisliği boca eder (Yunus 10/100).
Kur’an’ı anlayarak okuduğunda insan İslâm’ı anlar. Anlar ki, insan İslâm’ı aramaktadır, İslâm da insanı… Ve anlar ki İslâm; kolay, mantıklı ve güncel bir dindir. İslâm, dünyadaki bütün insani değerlerin toplamıdır.
Kur’an insanın iki kanadı olduğunu ve hem bu dünyada hem de âhirette, iki kanatla uçmasının zorunlu olduğuna işaret eder. Kanadın Allah’a bakan tarafı dua(namaz), kula bakan tarafı inkak (zekat, arınma)’dır. Rabbimiz pek çok defa “namazı ikame ediniz ve insanlara malınızdan veriniz” der ( Bakara 2/110).
Allah bu emri ile, dünya ve âhireti birlikte götürmemizin gereğini vurgular. “Dünyalarını ayırma, senin tek bir dünyan var ve sen ölümsüz varlıksın ey insan” demektedir adeta. Namaz kılıyorsan, malından da muhtaçlara vereceksin.
Sadaka Allah’a güzel bir borç vermektir (Hadid 57/11). Sadaka, fakirin sendeki emanetidir. Allah bu güzel iş için sana torpil geçmektedir. Sadaka, bir güzelin, bir güzelliği, en güzel adına, diğer güzellerle paylaşmasıdır. Sen kulca ver, ben Allah’ça ödeyeceğim demektedir adeta.
40-1= 39 yapmaz, 40-1= 400 yapar. Bunu rasyonel matematik açıklayamaz.
Bunun adı iman matematiğidir, bereket matematiğidir (Sebe 34/39). Anlamak için akıl yetmez, akıl+iman gerekir. Hatta bu da yemez, Allah’a sonsuz güven gerekir.
Cennete giden sarp yokuşun iki ayağı vardır: Birincisi, insanları boyunduruklarından kurtarmak, ikincisi ise servetini bölüşmektir (Beled 90/10-17). Yani iki yol da, insanlara yardımla ilgilidir. Namaz, oruç güzel ameldir ve kendimiz içindir. Bu ise salih ameldir ve başkaları içindir. Kur’an bizi, hep başkalarına yardım ve destek ile sınamak ister.
Kur’an’daki peygamber kıssaları, Hz Muhammed’e örnektir. Tamamı ise, bize örnek olması için inzal edilmiştir.
Adem’in cennetten çıkarılışında, tevbe etmemiz halinde dünyaya halife olacağımız, İblis kıssasında, İblisleşmenin Allah’tan umut kesilmesi demek olduğuna dikkat çekilir.
Yusuf kıssasında, gömleğin önden yırttırılmamasının, Ashabı Kehf’de ise, bir mağaracık kadar bile yer bulunması halinde, imanın yaşanması gerektiğini ve burada Rabbin kulunu yüz yıllarca koruyacağına garanti verilir.
Pek çok yerde geçen firavun kıssalarında, firavuna değil firavunluğa atıf yapılır. Firavunluğun her dönemde olabileceğini, ancak her firavunu boğacak bir denizin mutlaka olacağı kesin bir dille anlatılır. Firavunun eli, anaların rahmine uzandığında, Allah’ın Musa’yı Firavunun sarayında bir prens olarak yetiştireceği tarihi bir hakikat olarak gözler önüne serilir.
20 yılda dağılmış Arap kabilelerini toplayıp bir cihan devleti yapan Kur’an, günümüzde vakti geçmiş bir metin olarak hayattan çekilmiştir ve Rahmet peygamberi bu durumu Rabbimize şikâyet edecektir ( Furkan 25/30).
Kur’an günümüzde, uyanıkken terk edilen, uyurken başucuna asılan bir ölü metin haline dönüştürülmüştür.
Mehmet Akif ne güzel ikaz eder insanları: “Ya bakar geçeriz nazmı celilin yaprağına, ya üfler geçeriz bir ölünün toprağına, inmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin, ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için”. Hâlbuki Kur’an dirilere okunan, insan kılavuzu ve hayat kitabı olan bir rahmet kaynağıdır.
Biz bu kitabı yücelttik, kutsallaştırdık, abdestsiz el sürmedik, duvarın en yükseğine astık ve orada unuttuk. Evi hırsızdan bekleyen, yangınları söndüren, arabada kazaları önleyen, bilimsel teorileri ispat eden, ama asla anlaşılmayan bir sihir kutucuğuna döndürdük. Bazı ayet ve sureleri, cadı amaçlı, muska yapmaya ve cinleri kovmak için yoğun bir şekilde kullandık.
Büyü yapan, büyü çözdüren bir kitap… Harfleri toplar çıkar, çarp, böl bir takım şifreler üret. 19, 119 vb saçma salak bir sürü şifrelere boğduk. Mübin olan, açık ve anlaşılır bir hayat kitap, şifreler yumağına döndürüldü. Sıkıysa anla! Bunu ancak medyumlar anlayabilir, meczuplar anlayabilir. Halbuki Peygamberimiz zamanında bir tane bile meczup tipli insana rastlanmaz.
Metni terk edildi cildi ve kılıfı değerli hale geldi. Adı okumak bu kitap okunmaz oldu.
Kur’an görünce tarifsiz bir saygıyla üzerine titredik. Üç defa öpüp başımıza kaldırdık. Ama hiç anlamadık. Kur’an dünyada anlaşılmadan okunan tek kitaptır.
Bir de bir hadis uyduruldu: “Her kim Kur’an’ı kendi görüşüyle tefsir yeri ateştir”. Bu görüşe de akıl dediler. Aklını kullanarak Kur’an’dan anlam çıkartamazsın! Kur’an’da 2000 defa akledin, ilim yapın emrini hiçe sayarak bunu dediler. Öyleyse biz Kur’anı neyimizle tefsir edeceğiz? Her ayetin başına ve sonuna bir imamdan bir görüş getirerek… Kur’an’dan ve Müslümanlardan aklı çıkarttılar. Dinamik değil, statik Kur’an oluştu. Kur’an üzerinde tefekkür yok edildi.
Bu yazının başlığı: “Türk tefekküründe Kur’an yok artık” olmalıydı.
İnsanlarda Kur’an’ı anlama endişesi yayıldı. İnsanlar Kur’anı anlamaktan korkar hale geldiler: Ya yanlış yaparlarsa!..
Halbuki Kur’an’a kimse zarar veremez, sen de zarar veremezsin. Çünkü onda müheymin olan Allah’ın koruma kalkanı var. Müheymin sistem var.
Kur’an korunur.
Kur’an’ı anlamayan insanlar ateizme kaçıyorlar. Dokunulmayan ve anlaşılmayan kitabı olan bir dinde kim durur ki?
Aslında Kur’an okuma şartı belli: şeytandan Allah’a sığınmak ve akleden kalbe abdest aldırmak (Nahl 16/98). Bunun dışında Kur’an okumaya ön şart koymak, Kur’an okumayı zorlaştırmak ve engellemektir.
Kur’an’ı yaz, çiz, anla, dokun, cepte, çantada, her yerde taşı. Kur’an’ı öğren ve Kur’an ahlakını yaşa, mutluluğu tat. Çünkü inananların gelecekten korku ve endişeleri olmaz, geçmişten de hüzün duymazlar (Yunus 10/62).
Kur’an bizi tefekküre davet ediyor. Hem de 1000 yerde. Kur’an her şeyi söylemişse düşünmeye niçin davet etsin ki? İnsana ruh paketi içinde aklı niçin verseydi ki? Akıl insan içindeki peygamber, peygamber insan dışındaki aklı tarifini niçin yapsın ki? Neyi düşüneceğiz?
Hayat önümüze sınırsız mesele getirir. Kur’an bize balık vermez, balık tutmayı öğretir.
İçtihat nedir öyleyse? İçtihat akletmek, fehmetmektir. İki saatlik tefekkür 60 yıllık nafile ibadete eş değer deniliyor. Kur’an tefekküre davet ediyor. İçtihadı reddetmek, hayatı reddetmektir.
Hayatın önümüze koyduğu problemler 1400 sene öncesinin meseleleri değildir. Onlar nasıl çözdülerse biz de bu çağda öyle çözeriz.
Tefekkür, tedebbür, tezekkür, taakkul ve tefakkuh ederiz. Yani aklederiz. Akleden kalbimiz devreye sokarız. Kur’an’ı bu çağa getiririz. Çağımızın problemleri ile karşılaştırıp çözüm yolları ararız. İşte içtihat budur.
1000 yıldır durağan olan tefekkür dünyamıza, Kur’an’ı böylece dâhil ederiz. Dâhil edilmelidir.
———————————————————————–
*Bu bildiri Denizli Türk Ocakları ve Pamukkale Üniversitesi tarafından düzenlenen Bilgi Şöleninde sunulmuştur.