Türkçe, Kültür Emperyalizmi ve Frantz Fanon

Sömürülen insanların psikolojisi üzerine gerçekleştirmiş olduğu çalışmalarla bilinen ünlü bir psikanaliz ve düşünür olarak Frantz Fanon, kolonileştirilmiş insanların psikolojisini dil ve edebiyat bağlamında da çözümlemeye çalışmış ve “sömürmek” eylemini yalnız siyasi ve sosyolojik bağlamda değil, psikolojinin edebiyatın, dilin ve günlük rutinlerin dahil edildiği geniş bir düzlemde incelenmesine öncülük etmiştir.

Bu bağlamda Siyah Deri, Beyaz Maskeler (1952), Yeryüzünün Lanetlileri (1961) gibi önemli eserlerinde sömürülen insanların psikopatolojisine o kültürdeki insanların toplumdaki söylemlerine ve kullanmış oldukları dile yönelik söylem analizlerinde bulunarak esasında sömürü konseptinin dildeki yansımalarına değinmiştir. Öyle ki, yalnızca 5 başlıktan oluşan Siyah Deri, Beyaz Maskeler gibi en önemli eserlerinden birinde “Siyah ve Dil” adı altında bu duruma ayrı bir başlık ayırması, Fanon’un sömürü olgusunu dili dahil etmeden ehemmiyetli bir şekilde irdelenemeyeceğine olan inancının bariz bir göstergesidir. Sömürü olgusu irdelenirken şüphesiz ki sömüren kişi/devlet bağlamında çözümlenmesine yönelik bir eğilim söz konusudur. Fakat Fanon sömüreni ve sömürüleni yalnızca eylemi gerçekleştiren devletler bağlamında tartışmamakta ve üstelik sömürenleri eleştirdiği kadar sömürülenleri de eleştirmektedir. Siyah ve Dil başlığı altında özellikle de Fransız sömürgesi altında olan insanların Fransızcaya olan düşkünlüklerinin sıklıkla belirtilmesi bu duruma bir örnektir. Keza Fransa tarafından sömürülen insanlarda Fransız kültürüne ve Fransızcaya olan hayranlık sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Sömürüldüğü kendi anavatanından Fransa’ya okumaya veya başka bir amaçla giden kişi sömürüldüğü vatanına döndüğü zaman farklı bir ruh hali ve anlayış içerisine bürünmektedir. Henüz Fransa’ya gitme şerefine erişememiş (!) memleketlilerine yönelik bir tepeden bakma, aşağılayıcı tavırlar geliştirme yönelimi öyle yüksektir ki Fanon bu durumdaki kişilerin Fransa’ya gitmeden önce ve gittikten sonraki fizyolojik/biyolojik değerlerinin incelenmesi ve incelenen veriler ışığında bedenlerindeki değişimleri belirlemeye yönelik ciddi bir önerisi bulunmaktadır (1952). Fransa seyahatinden sonra meydana gelen bu değişim en çok da gidip gelen kişinin diline yansımaktadır. 1 aylık kısa bir seyahat sonucunda dönen kişi, diğer akranlarına ve akrabalarına kullandığı Fransızca üzerinden aralarında görünmez olsa da seyahat neticesinde oluşan sözde sınıf farkını hissettirme gayretindedir. Sömürülen topraklarda Fransızcanın zorunlu öğretimi herkesce bilinen bir durumdur. Esasında sömürülen topraklardaki herkes kırık bir Fransızca da olsa Fransa’nın dilini konuşabilmektedir. Lakin Fransa’da bulunma mertebesine erişmiş kişiler için memleketlileri gibi kırık bir Fransızca konuşma lüksü yoktur. Keza onlar 1 ay gibi bir süre için bile olsa Fransız kültürü ile yoğurulmuşlardır, artık herhangi biri değillerdir. Farklı bir aksanla konuşurlar, zorlama da olsa bir Fransız gibi konuşmaya çalışırlar. Fanon’a göre oldukça gülünç bir durumdur bu. Dilini elinden alan ve onun yerine kendi dilini dayatan insanlara karşı duyulan bu saygı ve hayranlık, en temelinde bozuk bir ruh halinin sonucudur.

Şüphesiz ki o dönemde sömürenlerin kendi dilini dayatma anlayışı (kültür emperyalizmi) daha geniş bir çerçevede yer alan sömürü politikalarının yalnızca bir parçasıydı. Günümüz dünyasında ise kültür emperyalizmini fiziki anlamda bir topluluğu ve o topluluğun bulunduğu toprak parçasını çeşitli amaçlarla elde etmek gibi daha geniş bir politikanın parçası olarak görmüyoruz. Keza günümüzde kültür emperyalizmi başlı başına farklı bir amaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki, günümüz dünyasında ülkelerin askeri insan gücünü ve silahlarını bir kaldıraç olarak kullanması eskiye göre çok daha azdır. Ülkeler, diğer ülkeler üzerinde kültüre dayalı bir güç oluşturmak peşinde olup bunu da çeşitli yollarla gerçekleştirmektedir. İlk kez 1990 yılında Joseph Nye tarafından yumuşak güç, sert güç ve akıllı güç olarak sınıflandırılan farklı güç çeşitleri o günden itibaren sıklıkla çeşitli akademik çevrelerce kullanılmaktadır. Nye’a göre sert güç, ülkelerin askeri, ekonomik ve silah güçleri gibi daha fiziki araçlarını ifade ederken, yumuşak güç ise ülkelerin diğer ülkeler üzerindeki kültüre dayalı etkileridir. Yumuşak güç araçları ise bir ülkenin sineması, edebiyatı, dünya çapında bilinen markaları, sportif başarısı ve dünyaca tanınan halka mâl olmuş vatandaşları gibi çeşitli şekillerde tanımlanmaktadır. Son olarak akıllı güç ise hem yumuşak gücün hem de sert gücün iyi bir dengede kullanıldığı karma bir güç çeşididir. Bu yazının konusu itibarıyla göze çarpan unsur yumuşak güç unsurudur. Keza yıllar öncesinde sömürmek eylemi fiziki anlamda tezahür ederken günümüzde bu kavram farklı bir boyut kazanmıştır. Ülkeler birbirleriyle kültürlerinin etki alanları doğrultusunda rekabet etmekte ve bu rekabeti kültürlerini güçlü kılan unsurlar oluşturmaktadır. Günümüzde yumuşak güç kavramını en etkili kullanan ülkelerin başında şüphesiz ki Amerika Birleşik Devletleri gelmektedir. Herkesin evine kadar giren ve Amerikanın köklü (!) tarihini yücelten Holywood filmleri, dışarıda bir şeyler atıştırmak için girilen Burger King, McDonalds gibi Amerika menşeli zincir markalar, gençlerden yetişkinlere herkesin üzerinde ne yazdığını bilmeden ve sorgulamadan giydiği İngilizce süslemeli kıyafetler ve sinemasından sporuna kadar dünya çapına bilinen ünlü kişileriyle Amerika, yumuşak gücüyle beraber dünyadaki ekonomik ve askeri hakimiyetini kültürel anlamda da güçlendiren sayılı ülkelerdendir. Kültürünün birçok yönü dünyaca tanındığı için İngilizce dilinin ise Amerika’nın artan kültürel hamiliğiyle birlikte eşgüdümlü olarak yayılması işten bile değildir. İngilizcenin bir kültürel emperyalizm olarak kullanılması ise yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’nin tekelinde olmayıp, British Council, BBC gibi dünyaca bilinen çeşitli kurumlarıyla İngiltere tarafından da sıklıkla kullanılmaktadır.

ABD ve İngiltere’nin etkili yumuşak güç uygulamalarının neticesinde günümüzdeki durumu dilsel anlamda Frantz Fanon’un incelediği sömürge topluluklarına benzetmek hiç de zor değildir. Halk arasında “plaza dili” olarak bilinen ve başı Türkçe sonu İngilizce olan tümceleri yalnızca plazalarda değil sokaklarda, alışveriş merkezlerinde, evlerde ve yukarıda sayılan yumuşak güç unsurlarına maruz kalmış insanların bulunduğu herhangi bir yerde duyabilmek mümkün. Üstelik, söz konusu İngilizce kullanımlar bir süredir gençler arasındaki yaygın “havalı görünme” amacıyla Türkçe tümcelere serpiştirilirken artık bu durum “bilgili görünme” güdüsüyle gerçekleştirilmektedir.  Ve bu sürece yalnızca Netflix gibi İngilizcenin yaygın bulunduğu platformlarla haşır neşir olan gençlerin değil aynı zamanda toplumda önemli yerlere sahip yetişkinlerin de dahil olduğunu görmek kültür emperyalizminin bir nevi ne kadar başarılı olduğuna da bir kanıttır. “Ne yapayım, Türkçesi aklıma gelmiyor.” tümcesinin son yıllardaki artan kullanımı bu duruma bir örnektir. Türkiye’de doğmuş, burada yetişmiş ve hali hazırda burada yaşamakta olan insanların yalnızca aldıkları İngilizce eğitim veya gün içerisinde iş sebebiyle maruz kaldıkları İngilizce nedeniyle “İngilizcem Türkçemden daha iyi.” gibi bir anlayışa sürüklenmesi şüphesiz ki Frantz Fanon’un psikopatoloji adı altında incelediği, sömürüldüğü insanların dilini büyük bir hayranlıkla kullanma eğiliminde olan insanlara bir örnek teşkil etmektedir. Bir insanın ikinci bir dil olarak öğrendiği İngilizceyi, ABD ve İngiltere gibi anadil düzeyinde konuşulan ülkelerde çok uzun süre yaşamadığı müddetçe kendi anadilinden daha iyi bilmesi mümkün değildir. Üstelik, insanların eğitim yoluyla öğrendikleri İngilizce dilini ancak ve ancak kendi anadil bilgisi ve becerileri kadar geliştirebilecekleri bilinmektedir. İnsanlar, kendi anadil bilgileri kadar ikinci bir dil öğrenebilirler. O nedenle “Türkçesi aklıma gelmiyor”cuların yalnızca Türkçelerinin değil aynı zamanda İngilizcelerinin de yetersiz olduğunu söylemek mümkündür.

Peki görsel-işitsel medyanın hayatın her alanına yabancı içeriklerle sirayet ettiği günümüz dünyasında İngilizenin emperyalizminden kaçınmak mümkün müdür? Başta eğitimin ilk kademesinden başlayıp hayatın ileri dönemlerine kadar uzanan düzgün bir dil bilincinin oluşturulmasıyla mümkündür. Feyza Hepçilingirler’in Türkçe “Off” (1997), Dedim “Ah”(2006), Dilim Dilim Anadilim (2007) eserleri; Oktay Sinanoğlu’nun Bye Bye Türkçe (2000), Ne Yapmalı? (2003) gibi eserleri Türkçenin günümüzde yabancı diller karşısındaki konumunu irdeleyen ve söz konusu dil bilincini oluşturabilmek için kaynak kitap olarak okunabilecek çalışmalardır.

Kaynakça

Fanon, F. and Philcox, R. (1952) Black Skin, White Masks. UK: Penguin Books.

Fanon, F. et al. (1961) The wretched of the Earth. New York: Grove Press.

Nye, J.S. (1990) Bound to lead: The changing nature of american power. New York: Basic Books.

Hepçilingirler, F. (2000) Dedim ‘ah!’ Cağaloğlu, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Hepçilingirler, F. (2006) Türkçe ‘off’. İstanbul: Everest Yayınları.

Hepçilingirler, F. (2007) Dilim Dilim Anadilim. Cağaloğlu/İstanbul: Everest Yayınları.

Sinanoğlu, O. (2000) ‘Bye bye’ türkçe: Bir Nev-York rüyası. Mecidiyeköy, İstanbul: Otopsi.

Sinanoğlu, O. (2010) Ne Yapmalı? İstanbul: Bilim + Gönül.

Yazar
Yaşar AKGÜN

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İngilizce Mütercim ve Tercümanlık bölümünden yüksek şeref öğrencisi olarak mezun oldu. Ege Üniversitesi Çeviribilim alanında yüksek öğrenimine devam etmekte olan Akgün, dil ve kültür ilişkisi,... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen