Turgut GÜLER
Türkçe, kendi târîhi ve milleti önünde, böylesine boynu bükük duruma, birden düşmedi. Çok iyi hazırlanmış bir senaryo içinde, bilerek veya bilmeyerek hepimiz rol aldık. Sonunda, öyle bir yere geldik ki, ilerisi uçurum. Aşağıya bakmak için cesârete ihtiyâcımız var… Onu da futbola havâle ediyoruz.
Memleketin bütün mühim işlerini bir kenâra bıraktık, varsa-yoksa futbolla meşgûlüz. Tevâzû ve haddini bilme ocaklarını, pey sürerek imhâ ettik. Fâtih Sultan Mehmed’in tâlihsiz şehzâdesi Cem’in, sanki bugünkü futbol kazanı kaynayan maslahat kaosunu, kelime darbeleriyle tablolaştıran mısrâları, ister-istemez hâtıra geliyor:
“Rif’at istersen eğer Mihr-i Cihân-ârâ gibi
Sür yüzün her gün yere, eyle tenezzül mâ gibi.”
Hikmet dolu bu söz istîfi, “su”medeniyetini tek başına temsîl eden bir milletin, bugün “su”dan nasıl uzakta kaldığını da, mânidâr şekilde gözler önüne seriyor.
İkrâm edilen bir bardak suyu içtikten sonra, karşımızdakine:
“Su gibi azîz ol!”
deriz ya.
İşte o misâl, kültür havuzumuzda biriken hazîne, dâimâ “su”ile istiâreye çalışılmıştır. Çünkü su, “azîz”lik makâmına, “yere yüz sürerek”ulaşmıştır. Fuzûlî’nin şiirdeki şâhikalarından “Su Kasîdesi”ndeki:
“Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl
“Başını taşdan taşa urup gezer âvâre su.”
beyti, tesâdüfen de olsa, Cem Sultan patentlidir.
Eskiden, insan âyârını ölçmeye yarayan birtakım muâmeleler olurmuş. Meselâ, Ziyâ Paşa’nın:
“Bed-mâye olan anlaşılır meclis-i meyde
İşret, güher-i âdemi temyîze mihekkdir.”
deyişi, böyle bir muâmeleyi anlatmak maksadına yöneliktir.
Çınar gibi uzun ömürlü ağaçların, kökleri üzerinde ve gölgelerinde cereyân eden hâdiseleri kaydetme imkânları olsaydı, herhâlde çok kıymetli mâlûmâta ulaşırdık. Belki de, târîh ilminin mesâî yekûnu, yarı yarıya azalır, kısalırdı.