Aralarındaki fayların büyük ölçüde kırıldığı iki ülkenin ilişkilerini düzeltmeleri iki tarafın da yararınadır. Türkiye artık soğuk savaş döneminin, hatta 15-20 yıl öncesinin ülkesi değildir. Ayrıca İkinci Dağlık Karabağ savaşı ile Rusya-Ukrayna savaşında görüldüğü üzere Türkiye, ABD’nin küçük hesapları için bir kenara atılacak değil, dört elle sarılması gereken bir ülkedir. ABD yönetimi, Kongresi ve düşünce kuruluşları da tıpkı Avrupa ülkeleri gibi akıl almaz bir öngörü eksikliği içerisindedirler. Zira Avrupa için tehdit olduğu anlaşılan Rusya’yı Karadeniz’de durdurabilecek en güçlü bölge ülkesi Türkiye’nin, aynı zamanda son dönemlerde Ortadoğu’ya yerleşmekte olan Çin’e karşı da en önemli müttefik olabileceği görülememektedir.
*****
Prof.Dr. Celalettin YAVUZ[i]
ABD’nin, kendi çıkarları gereği küresel ölçekte rejim ve iktidar değişiklikleri için yoğun çabalar saf ettiği bilinmektedir. Aslında aynı işlem soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği tarafından da yapılırdı. Son yıllarda ise ABD ve zaman zaman İngiltere’nin bu konuda öne çıktığı görülmektedir.
ABD’nin “Demokrasi” kisvesi altında Karadeniz sahildarı ülkelerden Ukrayna, Gürcistan ve hatta son yıllarda Ermenistan’da bile “Renkli Devrimleri” hatırlatan gelişmelere ön ayak olduğu henüz unutulmadı. Uzlaşamadığı, daha doğrusu ABD’nin çıkarlarına uymayan ülkelerdeki seçimlerde “demokrasi ve insan hakları” bahanesiyle muhalefete destek vermekte, bu müdahaleler sonucunda kalıcı iç çatışmalar ve karışıklıklar dahi çıkabilmektedir.
Daha önceleri seçimlere müdahale yeterli olmadığında fiilen askeri müdahalede bulunduğu görüldü. Soğuk savaş sonrasında ilk akla gelen örnekler arasında Panama’da, ardından Afganistan, Irak ve “Arap Baharı” ile birlikte Libya ile Suriye’de yaşananlardır. Türkiye’de ise Ergenekon, Balyoz vb düzmece davalarla Türk Silahlı Kuvvetlerini hedef aldığı dönem henüz unutulmadı.
Soğuk savaş öncesinde ülke yönetimlerine müdahaleleri Latin Amerika ülkelerinde sıkça tekrarlayan ABD, yakın geçmişte Ortadoğu ülkelerinden İran’da, Irak’ta ve Mısır’da denedi. Hatta geleceğin kral adayını öne çıkartmak maksadıyla Suudi Arabistan’da bile bazı manevralar yapmakta olduğu görülebilmektedir.
ABD’deki Mevcut Joe Biden yönetimi de “Silahlı harekât yerine, ABD’nin hasımlarına karşı olanların muhaliflerine destek verileceği” mesajını açıkça vermişti. Hem bu stratejilerinden, hem de ABD Kongresi Araştırma Servisi’nin 2023 Türkiye Raporu’nda belirtilen “Türkiye’de iktidar değişse dahi iki ülke ilişkilerinde söylem dışında pek fazla iyileşmenin beklenmediği”ne ilişkin ifade üzerine iki ülke ilişkileri masaya yatırıldı.
Türkiye-ABD Diplomatik İlişkilerinin Başlangıcı
Kasım 1800’de ilk Amerikan harp gemisi “George Washington”, Albay William Bainbridge komutasında İstanbul’u ziyaret ettiğinde, iki ülke arasında bir anlaşma da imzalandı. Anlaşma ile Osmanlı’nın Amerika’da harp gemisi inşası ve teknik malzeme temini öngörülüyordu. 1830’da Amerika ile Osmanlı Devleti arasında ticaret anlaşması imzalandı. Osmanlı’da ilk konsolosluğunu 1831’de İzmir’de açan ABD’nin konsolosluk sayısı hızla artarak 1911’de 45’e yükselmişti. Osmanlı Devleti ilk kez 11 Nisan 1867’de Washington’da orta elçilik düzeyinde bir temsilcilik açarken bu göreve Bulak Bey atanmıştı.
Bu arada Pliny Fisk ve Levi Parsons adındaki Protestan misyonerlerinin 1820’de İzmir’e ayak basmasıyla birlikte Osmanlı Devleti’ndeki Amerikan misyonerlerinin sayısı hızla arttı. Aynı yıl içinde Amerikan misyonerlerinin ilklerinden Prosbiterienlerden biri Beyrut’a çıkarken, 1830’dan itibaren Amerikan misyoner hareketleri de Osmanlı coğrafyasında güç ve yoğunluk kazanmaya başladı. 1831-1850 döneminde Türk topraklarında özellikle Ermenilerin yoğun olduğu yerlerde faaliyetlerine hız veren 268 Amerikalı misyonerin kurduğu 7 Protestan Kilisesi mevcuttu. I. Dünya Harbi başladığında Amerikalı misyonerlerin kurduğu kilise sayısı 163’e, misyoner sayısı ise 15.348’e ulaşmıştı. Aslında bu belirtilen Protestan misyonerleri dışında da Yahudiler için “Mesihçi” (Binyılcı) gibi veya Mormonların başlattığı diğer Amerikan kaynaklı misyoner faaliyetleri de mevcuttu. I. Dünya Savaşı’nın başlarında 151 Amerikalı misyoner ve 1.200 yerli çalışanı ile dokuz hastane, sekiz kolej, 24 ortaokul, 369 ilkokul ve 137 kilisede hizmet veriyorlardı.
ABD ile İlk Çatışmalar
I. Dünya Harbi sırasında İstanbul Büyükelçisi Henry Morgenthau’nun sözde Ermeni Soykırımı konusunda Ermeni hizmetkârının uydurma hikâyelerine göre kitabı ABD’de dikkat çekti. Heath W. Lowry, Morgenthau’nun bu kitapla amacını, “Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü” adlı kitabında, I. Dünya Harbi’nde ABD’nin İtilaf Devletlerini desteklemeye ikna olduğunu ileri sürmektedir. O dönemde Osmanlı savaşa girmeden önce ABD’nin Osmanlı sularına savaş gemisi göndermesi üzerine Waşington Büyükelçisi Ahmet Rüstem Bey Amerikan basınına ABD aleyhtarı demeç verince, ABD’den özür dilemesi, ya da ülkeyi terk etmesi istendi. Bunun üzerine istifa etti ve yerine Abdülhak Hüseyin Bey atandı.
ABD, savaşın başlarında vatandaşlarına ve misyonerlerine “Osmanlı topraklarını terk etmeleri” çağrısı yapmışsa da misyonerler devam ettiler. Genellikle savaştan zarar gören Ermenilere yardımcı olan bu misyonerlerinin sayısı 1916’da yarıya düşerken, 1917’de ise sadece 24 misyoner ve aile bireyleri kalmıştı. Osmanlı Devleti tarafından, Şubat 1917’de ABD, Almanya’ya savaş ilan edince, “ABD’nin müttefik Almanya İmparatorluğu ile savaş halinde olduğu” gerekçesiyle diplomatik ilişkiler kesildi.
I. Dünya Harbi sonrası Paris Konferansı’nda ve Sevr görüşmelerinde bir Kürt devletinin kurulmasını öngören İngiltere ve Fransa’ya da destek veren ABD Başkanı T. Woodrow Wilson, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan azınlıklara özerklik verilmesiyle ilgili düşünceleri sebebiyle ülkenin doğusundaki bazı Kürt aşiret reislerini heveslendirerek, bir Kürt devleti kurma yönünde harekete geçirmişti. Üstelik başlangıçta bazı Türk aydınları tarafından benimsenen “Amerikan Manda Grubu” dahi kurulmuştu. ABD’nin bu faaliyetleri İstiklal Harbi kadrosunun karşısındaydı.
Cumhuriyet Dönemi Türk-Amerikan İlişkileri
6 Ağustos 1923 tarihinde karşılıklı olarak bir “Genel Anlaşma” ABD Senatosunca kabul edilmedi. Ancak daha sonra aynı kapsamdaki yeni antlaşma 17 Şubat 1927’de imzalandı.
II. Dünya Harbi sonrası ABD Başkanı Truman, Türkiye ve Yunanistan’a yardım yapılarak, Sovyet tehdidinin dengeleneceğini açıkladı. Avrupa ülkelerine ekonomik yardımı öngören ”Marshall Yardımı” projesi kapsamında Türkiye-ABD arasında 1948’de protokol imzalandı.
Sovyetlerin artan tehdidi karşısında Türkiye, ABD’nin liderliğindeki NATO şemsiyesi altında güvenliğini sağlayabilmek maksadıyla Kore’ye asker gönderdi ve ardından ABD’nin desteğiyle 1952’de Yunanistan ile birlikte NATO ittifakına üye oldu.
DP’nin son dönemlerinde ABD ile ilişkiler bozulmaya başladı. 1959’da Türkiye ekonomik olarak sıkıntı çektiği sırada, kredi başvurusu için Washington’a giden Başbakan Adnan Menderes’in talebi reddedildi. Daha sonra Temmuz 1960 içerisinde Menderes’in Moskova’yı ziyaret edeceği duyuruldu ama 27 Mayıs 1960 darbesi üzerine bu ziyaret gerçekleştirilemedi. 27 Mayıs’ı yapanların ilk açıklamalarında, “Türkiye’nin NATO ve CENTO’ya bağlılık kararlılığı” tekrarlandı.
“Johnson Mektubu: ABD’nin Gerçek Yüzü ve İlk Uzlaşmazlıklar
1960’lı yıllarda U-2 Uçağı krizi, Küba Krizi gibi olaylarda sorun yaşansa da Türkiye-ABD ilişkilerinin en belirgin kırılma noktası Kıbrıs konusunda ABD Başkanı’nın 1964’te gönderdiği “Johnson Mektubu” idi. Muhtıra niteliğindeki mektupta, Türkiye’nin Kıbrıs’a NATO’nun rızası ve mutabakatı dışında yapacağı bir askeri müdahale üzerine, Sovyetlerin Türkiye’ye yapacağı olası bir müdahalede NATO üyelerinin yükümlülük alamayacağı belirtiliyordu.
Örtüşen çıkarlarda Türkiye’ye destekte pek kusur etmeyen ABD, Türk-Yunan ve Kıbrıs meselelerinde görüldüğü gibi, kendisine daha yakın ülkeler ve milletler söz konusu olduğunda Türkiye aleyhinde hareket etmekte bir an bile tereddüt etmiyordu. Ya da iç kamuoyunda oy kaygısıyla Ermeni ve Rum lobilerinin isteklerini Türkiye’ye rağmen karşılamakta bir beis görmüyordu. Türkiye, bir zamanlar ABD liderliğindeki Batı savunması altına girmek için “hayranlıkla” karşıladığı ABD’nin gerçek yüzünü görüyordu.
Türkiye’nin; Kıbrıs sorununda Arap Birliği’nin desteğini çekebilmek maksadıyla 1973 Arap-İsrail Savaşlarında Arap ülkelerinden yana tavır alması, ABD ile ilişkilerde bir diğer kırılma noktasıydı. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, ABD baskısına rağmen haşhaş ekme ısrarı üzerine Türkiye’ye Aralık 1974’te silah ambargosu uygulanmasıyla ABD, Türk kamuoyunda prestij kaybına uğradı.
12 Eylül 1980 darbesi sonrasında Cumhurbaşkanı Evren, Arap ülkelerini 1980’li yılların ilk yarısındaki ziyaretleri sırasında İsrail’i, “bölgedeki istikrarsızlığın en büyük kaynağı” olarak gösterince ABD’de tepkiyle karşılandı. 1981’de 61 Amerikalı senatörce Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği’ne gönderilen mektupta, Türkiye’nin İsrail politikasının Türk-ABD ilişkilerine zarar vereceği uyarısı vardı. İlişkiler gerilirken, Türkiye’ye gelmek isteyen bir ABD spor kafilesine vize verilmedi.
Özal’la Düzelen Türk-Amerikan İlişkilerinde Soğuk Savaş Sonrası Zikzaklar
1983’te iktidara gelen Turgut Özal, ABD’yle daha yakın ilişkiler kurmak suretiyle ABD’deki Ermeni, Rum ve Yahudi lobilerinin verebileceği zararı hafifletme düşüncesindeydi. Tekstil başta olmak üzere, Türk ürünleri üzerindeki ABD kotalarının yükseltilmesi hedefleniyordu İsrail’le ilişkilerin düzeltilmesi taraftarı olan Özal, Arap liderlere bile “…çıkarlarımızı düşünmek zorundayız. ABD’deki İsrail Lobisi’nin de rolünü biliyoruz!” şeklinde cevap veriyordu. Zamanla Özal yönetimindeki Türkiye, İsrail ve Filistinliler arasında denge politikasını izlemedi.
Soğuk savaş sona ererken 1991 yılı başlarında ABD ve müttefiklerinin Irak müdahalesi sırasında Cumhurbaşkanı Özal’ın adeta tek başına yönettiği Türkiye-ABD ilişkileri ve sonrasındaki “Çekiç Güç” ile “Huzur Harekâtı” (Provide Comfort) sırasında Türkiye mümkün olan yardımı göstermeye çalıştı. Türkiye ABD’ye destek verirken, ABD ise bölgedeki Kürt grupları (KDP, KYB) bir araya getirip devletleştirme sürecini başlattı. PKK terör örgütü de önemli mevziler kazandı. 1992’de ABD’de Bill Clinton’ın başkanlığı döneminde silah alımları, SMS kredileri ve Türkiye’de terörle mücadele sırasındaki “insan hakları ihlalleri” sebebiyle ABD ile ilişkiler pek parlak sayılmazdı.
1994’te ABD; eğitimleri bile tamamlanan, hizmet dışına çıkarttığı gemileri ve bazı hava vasıtalarını vermeyi geciktirdi. 1996’da ABD senatosu, “Ermeni Meselesi” bahanesiyle Türkiye yardım programını kaldırdı. REFAHYOL Hükümeti ve Başbakanı Necmettin Erbakan döneminde Türkiye-ABD ilişkileri daha sancılı hale geldi. Ancak Balkanlarda Bosna-Hersek ve Kosova krizlerinde iki ülke son derece uyumlu işbirliği sergilediler. 1999’da PKK elebaşısı Öcalan’ı ABD (CIA) teslim etti.
11 Eylül 2001 tarihli ABD’deki küresel terör sonrası Türkiye, ABD’nin uluslararası kurumlarda terörle mücadele taleplerine tam destek verdi. ABD’nin Aralık 2001 sonuna doğru Afganistan’a asker gönderme kararına katıldı. Doğu Akdeniz’de, terörün önlenmesi için oluşturulan Aktif Çaba Harekâtı’na (Active Endeavour) bir muharip gemiyle katılarak destek verdi.
ABD’nin 2003 Irak Müdahalesi ve Türk-Amerikan İlişkilerinde Kırılmalar
Soğuk savaş sonrası, ‘NATO’nun önemini kaybettiği’ AB ülkelerinde sıkça söylenince MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç, Harp Akademileri’nin Mart 2003’teki “Türkiye’nin Etrafında Barış Kuşağı Nasıl Oluşturulur?” konulu sempozyumda “AB yerine İran ve Rusya ile işbirliğine gidilmesi!” şeklindeki sözleriyle küresel ve güçlü ülkelere karşı bilinen ilk tepkilerden birini verdi. Aynı tarihlerde ABD’yle, Irak’a Türkiye’den ikinci bir cephe açmak ve Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde TSK ile güvenlik kuşağı oluşturması konusunda görüşmeler de yapılmıştı. TBMM, 1 Mart 2003’te bu duruma onay vermeyince, Türkiye-ABD ilişkileri uzun bir aradan sonra tekrar gerilmeye başladı.
Önce ABD Başkanı G.W. Bush’un Türkiye’yi “At pazarlığı” yaptığı şeklinde aşağılaması geldi. Bunu takiben Irak’ı işgalini “Yeni bir Haçlı Seferi” gafı ile tanımladı. 4 Temmuz 2003’te Irak’ın kuzeyindeki Süleymaniye’de Türk Özel Kuvvetler personelinin başına çuval geçirerek sorguladı. Kerkük’te Türkiye aleyhtarı gelişmelere göz yumdu. PKK terör örgütünün yeniden yeşermesine zemin hazırladı. Türkiye-Irak ticaret yolu “Yeni İpek Yolunun tekrar akamete uğramasına sebep oldu.
CIA Türkiye masası eski şeflerinden Graham E. Fuller, soğuk savaş sonrasında giderek bozulan Türkiye-ABD ilişkilerini daha 2007’de yazdığı kitapta şu özetle açıklamıştı:
– ABD’nin Orta Doğu’ya yönelik amaç ve politikaları ile Türkiye’nin kendi çıkarları arasındaki farklılaşmaya ilişkin Türk kaygıları.
– ABD’nin Orta Doğu’da Türk kontrolü dışındaki siyasi, ekonomik, askeri ve stratejik eylemleriyle egemenliğinin kaybedileceği yönündeki Türk kaygıları.
– ABD’nin Türk milli onur ve haysiyetine önem vermediği yönünde Türk kaygıları.
– ABD’yle stratejik bağların, Türkiye’nin bölgedeki diğer seçeneklerini kısıtlaması.
– İttifakların sebep olduğu karışıklıkların, Türkiye’yi istenmeyen bölgesel çatışmalara sürükleyebileceği endişesi.
– Özellikle ABD çıkarlarına aykırı düşüldüğü anda, ABD güvenlik taahhütlerine ne derece güvenilebileceğine ilişkin Türk kaygıları.
– ABD liderliğindeki terörizmle küresel savaş, Müslüman dünyada gerginlikleri arttırmakta ve İslam dünyası-Batı ilişkilerini kutuplaştırmaktadır.
– Irak’ta Türk çıkarlarına zarar veren savaşla, Kürtlerin bağımsızlığı teşvik edilip, ülkenin parçalanma süreci hızlandırılmakta, radikal İslamcı terör yaratılmaktadır.
– ABD, Irak’ta PKK sorununu çözmek için ciddi ölçüde gayret sarf etmemektedir.
– ABD, Irak’ta Türkiye’nin eylem özgürlüğünü kısıtlamaktadır.
– ABD’nin İran politikaları, Türkiye’nin İran’la enerji politikasını engellemekte, İran milliyetçiliğini ve Batı’ya karşı direniş ruhunu yoğunlaştırmaya hizmet etmektedir.
– İran’ın nükleer sorununa askeri çözüm girişimleri etkili olmayacak ve bölgesel istikrarsızlıkları Türkiye’nin çıkarları aleyhine geliştirecektir.
– Türkiye’nin güvenliği ve çıkarlarını etkileyen stratejik ve askeri eylemler konusunda Türkiye’ye saygılı davranmamakta ve ciddi olarak danışmamaktadır.
– İsrail’e kayıtsız şartsız desteğiyle Filistin sorununu derinleştirmekte, Müslüman-ABD gerilimini kutuplaştırmakta, Türkiye’nin çıkarlarına zarar vermektedir.
– ABD politika tercihleri, tüm dünyada olumsuz reaksiyonlar yarattığından Türkiye’nin bu politikaları benimsemesini veya bunlarla işbirliğini zorlaştırmaktadır.
ABD’nin İslam dünyasına demokratikleşme dayatması istikrarsızlığı azdırmaktadır.
Fuller’e göre: “Gelecek ne getirirse getirsin, bir şey kesindir: O eski, öngörülebilir ve sadık Amerikan müttefiki olan Türkiye artık tarihe karışmıştır!”
Türkiye-ABD İlişkilerinde Türk Kamuoyunu Etkileyen Sinir Uçları
G.W. Bush dönemiyle birlikte ABD’nin giderek müttefiklik sınırlarını aşan ve ilişkileri gerilimler yaratacak düzeye yükselten sinir uçlarından öne çıkanlar şöyledir: (a) Türkiye’nin istediği modern silah sistemlerini vermekte isteksizken, Türkiye’ye tehdit PYD-YPG’ye önemli ölçüde silah, cephane, eğitim ve siyasi destek vermesi. (b) Türkiye’yi ele geçirmek, demokratik hukuk düzenini değiştirmek için 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi’nde bulunan FETÖ’cüleri koruyup kollaması. (c) ABD’nin 1991 tarihinden itibaren Irak’ta Türkiye’ye zarar veren çıkar politikaları. (ç) Irak ve Suriye’ye yerleşerek Türkiye’nin güvenliğine ve ekonomisine verdiği büyük zarar. (d) ABD’nin İran’a yaptırımları ve Türkiye’yi de bu yaptırımlara zorlayarak, Türkiye’ye verdiği ekonomik ve güvenlik sorunları. (e)) İranlı kara para aklayıcısı Reza Zarrap üzerinden Halk Bankası yöneticilerine, dolayısıyla Türkiye’ye yönelik hukuki operasyon. (f) Rahip Brunson’un olayında ABD’nin Türkiye’ye ekonomik yaptırımlarıyla verdiği zarar. (g) Mısır ve Filistin konularında Türkiye’nin tam tersi yönde farklı politikaları. Filistin sorununda İsrail’in sınır tanımayan hareketlerine destekle bölgenin istikrarsızlığına dolaylı katkısı. (h) Türkiye’nin ihtiyacı olan gelişmiş hava/füzesavar silah sistemi NATO ülkelerinden verilmeyince, Rusya’dan S-400 füzesavar sistemi alınması üzerine tehditkâr tavır ve CAATSA yaptırımları. Bu bağlamda üretim ortağı Türkiye’ye F-35 uçağı verilmesini dondurması. (ı) Zaman zaman Montrö Sözleşmesi hilafına Karadeniz’e çıkma istekleri. (i) Önceleri Türkiye’yi tehdit edici olan Sözde “Ermeni Soykırımı”nı Nisan 2021’de tanıması. (j) Doğu Akdeniz deniz yetki alanları konusunda Yunanistan’a diplomatik desteği. Güney Kıbrıs Yönetimi’ne uzun bir aradan snra silah satma kararı alması. (k) Rusya-Ukrayna savaşında Türkiye’nin “tarafsız” tutumuna tepkisi.
Türkiye – ABD İlişkilerini Düzeltebilecek Adımlar
Aralarındaki fayların büyük ölçüde kırıldığı iki ülkenin ilişkilerini düzeltmeleri iki tarafın da yararınadır. Türkiye artık soğuk savaş döneminin, hatta 15-20 yıl öncesinin ülkesi değildir. Ayrıca İkinci Dağlık Karabağ savaşı ile Rusya-Ukrayna savaşında görüldüğü üzere Türkiye, ABD’nin küçük hesapları için bir kenara atılacak değil, dört elle sarılması gereken bir ülkedir. ABD yönetimi, Kongresi ve düşünce kuruluşları da tıpkı Avrupa ülkeleri gibi akıl almaz bir öngörü eksikliği içerisindedirler. Zira Avrupa için tehdit olduğu anlaşılan Rusya’yı Karadeniz’de durdurabilecek en güçlü bölge ülkesi Türkiye’nin, aynı zamanda son dönemlerde Ortadoğu’ya yerleşmekte olan Çin’e karşı da en önemli müttefik olabileceği görülememektedir.
Oysa ABD’nin Rusya ve Çin’le giderek keskinleştirmeye başladığı kutuplaşma sebebiyle birlikte hareket ederken yanından ayrılarak karşısındaki kutupla yakınlaşacak yeni “düşmanlara” değil, aksine mevcut müttefiklerine dört elle sarılmaya ve yeni dostlar kazanmaya ihtiyacı vardır. Buradan hareketle ABD’nin iki ülke ilişkilerini düzeltmek maksadıyla başlatabileceği faaliyetlerden bir kısmı şöyledir:
- F-35 uçakları yerine Türkiye’nin istediği F-16 uçakları ve modernizasyon parçalarının verilmesi.
- Suriye’de PKK/PYD’ye desteğini çekmesi, Suriye’den çekilmesi. Suriye’nin geleceğinde Türkiye ile işbirliğini dikkate alması.
- Irak’ın kuzeyinde Türkiye’yi rahatsız eden faaliyetlerden vazgeçmesi.
- Özellikle Ermenistan’ın kalkınmasına katkı ve bu ülkeyi Rusya ile İran etkisinden kurtarmak maksadıyla Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan arasındaki ilişkilerin düzelmesi için Ermenistan’ı 10 Kasım 2020 tarihli Dağlık-Karabağ Ateşkes’inde belirlenen şartları yerine getirmesi yönünde ikna.
- Türkiye’de darbe girişiminde bulunan FETÖ elebaşısı ve önde gelen kadroların Türkiye’ye teslim edilmesi, ya da bu terör grubunun Türkiye aleyhtarı faaliyetlerinin engellenmesi.
- Türkiye’ye yaptırımların kaldırılması.
- Türk-Yunan sorunlarında tarafsızlık.
- İsrail-Filistin sorununda iki devletli çözüme ilaveten, İsrail’in çeşitli alanlarda frenlenmesi.
İki ülke arasında önemli bulunan bu uzlaşmazlık konularından en azından Türkiye’nin F-16 uçaklarıyla ilgili 20 milyar dolarlık paketin Kongre’den geçirilmesiyle bir başlangıç yapılabilir.
—————————–
[i] Güvenlik Politikaları Uzmanı