Bir ülkenin geleceğini doğrudan etkileyen temel unsurlardan bir taneside şüphesiz o ülkenin nüfus politikalardır. Ülkemizdeki nüfus politikalarını inceleyecek olursak, 1923 – 1965 yılları arasında ülkemizde nüfusu artışı desteklenmiştir. Kürtaj yapmak bu dönemde yasak olduğu gibi, çok çocuk yapan aileler devlet tarafından ödüllendirilmiştir. Altı çocuk yapan ailelere madalya verilmesi ve çok cocuklu ailelere hazine arazilerinin verilmesi gibi uygulamalar bunlardandır. Bunların neticesinde Türkiye nüfusu hızlı bir artış göstererek iki katına çıkmıştır. 1965 yılı itibariyle Türkiye nüfusunun bu denli artışı belli çevreleri rahatsız etmeye başlamıştır. Nitekim hemen ardından devlet nüfus artış politikalarını rafa kaldırmış ve aile planlaması adı altında yeni bir sürece girilmiştir. Bu dönemde belli bir haftaya kadar kürtajın serbest hale gelmesi, çok çocuk yapan ailelere desteğin kaldırılması yanı sıra az çocukluluğu yücelten, çok çocuk yapmayı hakir gören bir zihniyet algısı milletin bilinç altına yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bu politikaların da etkisiyle 2000 li yıllara gelindiğinde, Türkiye’nin nüfus artış hızı önemli ölçüde bir düşüş trendine girmiş ve nüfus artışı anlamlı seviyede azalmaya başlamıştır. Öyle ki doğurganlık hızı 2,1 altına inmiştir. Doğurganlık hızının bu seviyede azalmasının manası şudur; eğer böyle devam ederse nüfus kısa bir süre içinde yaşlanacak ve devamında nüfusun azalması süreci başlayacaktır. Bugün başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinde yaşanan bu süreç, bizim gibi nüfus hareketliğinin çok yoğun yaşandığı coğrafyalarda büyük ve önlenemez olumsuz sonuçlara yol açacağından bu tehlikeli gidiş devlet tarfından da fark edilmiş ve bu süreci tersine çevirecek tedbirler alınmaya başlanmıştır. Özellikle Sayın Cumhurbakanımız tarafından dile getirilen “en az üç çocuk” bu süreci ifade eden söylemlerdendir. Nitekim 2015 yılı itibariyle ile devlet resmen nüfus artışını destekleyici ve aileleri çok çocuk yapmaya teşvik edici birtakım uygulamaları hayata geçirmiştir.
Ancak üzerinden geçen süreye bakıldığında ve bugün geldiğimiz noktada, söylemlerin ve teşvik edici uygulamaların toplumda tam bir karşılık bulamadığını görüyoruz. İstatistikler bize doğurganlık oranlarının her geçen yıl azalma eğiliminde olduğunu gösteriyor.
Peki devletin desteğine rağmen ülkemizde doğurganlık oranları neden artmıyor ?
Bu durumun elbette tek bir sebebi yok. Birçok sebebi mevcut. Bunların içinde benim en çok üzerinde durduğum neden uzun yıllar boyunca iki veya bir çocuklu aile modelinin topluma dayatılmış olmasıdır. Ülkemiz uzun yıllardır ve hatta bazı çevreler tarafından halen “bakabileceğin kadar çocuk yap” söylemi adı altında “mümkün olduğunca az çocuk yap” propagandası ile karşı karşıya. Bir diğer sık tekrarlanan klişe söz ise nüfusun sayısı değil niteliğinin daha önemli olduğu şeklindedir. Az çocuk olunca daha iyi eğitim verileceği tezi düz mantıkla doğruymuş gibi gelebilir. Ancak insan eğİtimi ve gelişimi o kadar basit anlaşılacak ve girdi çıktı hesabı ile izah edilebilecek bir hadise değildir. Üç çocuk yerine tek çocuk yaparsan onu daha fazla kursa gönderir, daha pahalı okula gönderirsin, daha fazla masraf yapınca da çocuğun daha başarılı olur mantığı, pedogolojikbir cehalet örneğidir. Bu şekilde yaklaşılan çocuğun daha başarılı olacağı sadece pedogojik açıdan değil pratikler açısından da şüphelidir. Dünyanın büyük mucit ve araştırmacılarının bir çoğunun kalabalık ve hatta yoksul aile çocukları olması bizi ayrıca düşündürmelidir. Ayrıca bu derece para oranında eğitim anlayışının sorunlu ve mutsuz çocuklar yetiştireceği de muhtemeldir. Az çocuk her zaman daha iyi bir gelecek anlamına gelmediği gibi bunun çocuk sayısından ziyade çocukların doğru şekilde eğitilmeleri ile ilişkili olduğunu çevremizdeki birçok örnekte de görebiliriz. Nitekim örgün eğitim devletin işi olmalı ve devlet memleketin her bir bireyine en üst seviyede ve çağın gereklerine göre çocuklarını yetiştirmelidir. Aileler ise çocuğa sevgi, saygı, milli kültür, çalışkanlık gibi temel değerler eğitimi vermelidir.
Doğurganlık oranlarının düşmesinin bir sebebi ise evlenme yaşının yükselmesi ve gençlerin evlenme düşüncesinden uzaklaşmalarıdır. Esasında bu durum da hem aile yapımız açısından hemde gelecek nesiller açısından ayrı bir tehlikeldir. Ülkenin aydınlarının, vatanseverlerinin üzerinde konuşup düşünmesi gereken bir durumdur. Gençleri suçlamak veya meseleyi direk olarak ekonomik sebeplere bağamakta kolaycılık olacaktır. Anne babaların yaklaşımı, özellikle metropollerdeki yaşam şartları ve tabi yine insanlara özendirilen özgür bireysel ve haz alma odaklı yaşam tarzı üzerinde durulmalıdır. Ayrıca sınıfcı yaklaşımlarda sorgulanmalıdır. Kadınların çalışması eğtiim ve tahsil sahibi olmaları aile kurmaları açısından bir dezavantaj olamaktan çıkarılmaladır.
Üzerinde kitaplar yazılacak ve derin araştırılmalar yapılması gereken konulara biraz değinmek ve dikkat çekmek istedim Türk Milleti olarak varlığımızı sürdürmek ve güçlü bir devlet olmak idealine sahipsek bunun olmazsa olmaz koşulu, aile sistemimizi korumak ve dinamik,genç bir nüfusa sahip olmaktır. Bu coğrafyada rahatlık ve haz almayı önceleyerek yaşamak gibi bir lüksümüz yok. “Ya güçlü olac