Türkiye İdlip’te Seyirci Olamaz!

Esat ARSLAN

Türk Silahlı Kuvvetlerinin İdlib’deki zırhlı araç ve mühimmat yığınağı ile hareketliliğin tavan yaptığı, Başkomutanın haftalık değerlendirmesine neredeyse tüm dünyanın gözlerini diktiği ve kulaklarını kabarttığı 12 Şubat 2020 Çarşamba günü, İdlip’in karşısında sınırın sıfır noktası Cilvegözü’ndeydim. Söze sıcağı sıcağına diye başlamak istemiyorum, insan arktik soğukta ateşin önemini bir kez daha kavrıyor, anlıyor. Dışarıda öylesine bir kutup soğuğu var ki, bana mikrofon tutan bir haberden diğer bir habere koşan, eli öpülesi muhabir arkadaşlar, rezonatik bir biçimde titrediklerini görüyorum. Hiç unutmuyorum, bir operasyon sırasında, ayak parmaklarımdan itibaren tüm vücudumun uyuştuğunu elimde olmayarak, titremeye başladığımda ellerimi havaya kaldırarak “Ey büyük Allah’ım, ilk insanların neden ateşe taptıklarını şimdi daha iyi anlıyorum.”Deyivermiştim, o anı anımsadım. Evet, sevgili okurlar, yurt içi ve yurt dışı kamuoyunun odaklandığı Cumhurbaşkanının İdlip’deki irili ufaklı tüm aktörlere seslendiği, daha doğrusu meydan okuduğu konuşmasını Cilvegözü hudut kapısından televizyon kanallarına değerlendirdim. Sınırın öte yakasında perişan bir halde, Bab-ül Hava’da sınırın iki yakasında sınıra paralel ve dik gelen yollar üzerinde 12-13 km.lik yarıçapında çamur deryasında derme çatma çadırlarda İdlip halkının çoluk çocuk, çaresizlik içerisinde beklediklerini değerli dostum A Haber’den Kerim Ulak’tan dinledim, dinledikçe üzüldüm, kahroldum. Binbir ayak birbirinin üzerinde hele küçük çocukların ayaklarının dizlerine kadar soğuktan mosmor bir biçimde çıplak doğrudan çamura bastığını anlatıyordu, değerli dostum.  Rejimin varil bombası atan helikopterlerini ve Rus uçaklarını gördüklerinde çil yavrusu gibi dağıldıklarını, korkunun nelere kadir olduğunu söylüyordu, Kerim Ulak kardeşim.

Buraya gelişim de ilk tespitim şu idi, Türkiye Cumhuriyeti gerçekten de bölgede kâğıtları karan bir ülke olmalıydı. Bölgeye bunları yansıtmalıydı. Ankara bu hengâmede yerini almıştı. Herkes Ankara’ya sadece kulak kabartmakla kalmıyor, karşı vaziyet de alıyordu. Bu çok, çok önemliydi. Üretilen politikalar ne kadar Ankara merkezli ve millî olursa o kadar çok önemseniyordu. Gidip, Washington’a, Moskova’ya ve hatta Berlin’e gidilip hesap verilmiyordu. Onlar heyetler halinde Ankara’ya geliyorlardı.  Öyle bir gündü ki, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey Ankara’ya gelirken, HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş “Yeni Yaşam”gazetesinde “Türkiye’nin İdlip Çıkmazı”başlıklı ilk köşe yazısında değerlendiriyor ve şöyle diyordu:“Türkiye bu cendereden kurtulabilir mi? Elbette bu mümkün ve son derece kolaydır. ” Suriye PeKaKası ile masaya oturmalıdır, onların kazanımlarına karşı durmamalıdır, bu çıkmazdan kurtulması için. 

ABD’den yapılan açıklamada ise, Jeffrey’nin Ankara’daki görüşmelerden sonra 13 Şubat’ta Almanya’nın Münih kentinde düzenlenecek Münih Güvenlik Zirvesi’ne katılacağı kaydedilmekteydi. Nasıl ki ekonomik bakımdan Davos Zirvesi önemliyse terör ve terörle mücadele konusunda Münih Güvenlik Zirvesi bir o kadar önemlidir. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında İdlib’te 14 şehit ve 45 yaralıya mal olan Türk askerine yapılan hain saldırının ardından bölgedeki gelişmeler hakkında bilgiler verirken ‘Bu süreçte gözlem noktalarındaki veya diğer yerlerdeki askerlerimize en küçük bir zarar gelmesi halinde bugünden itibaren İdlib ile Soçi muhtırası sınırları ile bağlı kalmadan rejim güçlerini her yerde vuracağımızı buradan ilan ediyorum’ demesi alandaki bütün aktörlere aklını başına devşirsin demenin Türkçesiydi. Ben de dondurucu soğuk altında şu değerlendirmeleri yaptım. 

“Başkan Erdoğan’ın konuşması çok önemlidir. Astana ve Soçi süreci içerisinde rejimin olayları daha da tırmandırdığını biliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti hariç, bölgede bulunan tüm aktörler, görüntüde ya Cenevre ya da Astana Süreci içerisinde bulunmaya özen gösterirlerken, kapalı kapılar arkasında bölgedeki illegal unsurlarla keseri kendilerine yontacak bir biçimde kanlı eylemlerine devam etmektedirler. Gerek RF, gerekse AB(D) Türkiye’nin resmi belgelere atmış olduğu imzanın arkasında duracağını, herhangi bir harekâta girişmeyeceğini bilerek, Türkiye’nin bu barışçı duruşunu sömürmüştür, istismar etmiştir. Suriye’de iç savaş başladığından bu yana çağrılı veya çağrısız birçok kuvvet bölgededir ve tüm bu aktörler kendisi için yararlı olanı yapmaktadır. Suriye’deki tüm hava sahasını kontrol eden RF ve desteğindeki rejim ordusu, Türkiye’nin Astana süreci ve Soçi mutabakatı kapsamındaki gözlem noktalarının içerisine girmiş ve Türkiye’nin sabrını test etmektedir. İdlip’te halının altına süpürülen neredeyse tüm olumsuzluklar Türkiye’ye fatura edilmeye çalışılmaktadır. Türkiye ise, “artık yeter”diyerek buna karşı çıkmaktadır. Eşkıya, haydut, savaş baronları ya da Başkomutanının dediği gibi, “başıbozuk” bölgeye hükümdar olamaz.” Cumhurbaşkanının ifadesiyle “Türkiye Cumhuriyeti bölgede bulunan çağrılı veya çağrısız gücün desteklediği  “başıbozuk” muhalif gruplara asla taviz vermeyecektir ”

Sayın Cumhurbaşkanının veciz bir şekilde Osmanlı terminolojisine göre terennüm ettiği bu muhalif gruplar kimdir ve Suriye’de ne yapmaktadırlar, arkalarında hangi ülkeler bulunmaktadır? Şimdi hep birlikte bunlara bir bakalım. 

Başıbozukluğun bir numaralı kaynağı ABD ve İsrail tarafından desteklenen bölgede DAİŞ’leşerek Iraktaki gibi devletleşen, özellikle Lazkiye’de yaptığı Alevi katliamlar ve kanlı infazlarla tanınan ve fütursuzluğu tavan yapmış olan El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesinden dönüşen cihatçı Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ)’dir.İdlib’in büyük kısmı, HTŞ’nin kontrolü altında bulunan örgütün lideri, eski El Nusra mensubu Ebu Muhammed Colani’dir. Bölgede Cihatçılar olarak bilinen, El Nusra örgütü, Temmuz 2016’da El Kaide ile ilişkilerini sonlandırdığını açıklamış ve adını “Şam’ın Fethi Cephesi”olarak değiştirmiştir. Bu isim Türkiye’de pek fazla bilinmemektedir. Ancak örgüt yeni adıyla da BM ve ABD’nin “terör örgütleri”listesine girmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin IŞİD, El Kaide ve onlarla bağlantılı kişi ve gruplarla ilgili alınan kararların izlenmesinden sorumlu komitesinin 15 Temmuz 2019 tarihli raporuna göre, HTŞ’nin İdlip’de 12 bin ile 15 bin arasında savaşçısı bulunmaktadır. Cilvegözü hudut kapsının Suriye tarafı Bab-ül Hava sınır kapısı HTŞ tarafından yönetilmektedir. Kapı yönetmek demek para demek, saygınlık demek, itibar demek,  ekonomik bağımsızlık demektir. İdlib’in büyük kısmı, neredeyse tamamı acımasız bu örgütün tahakkümü altındadır. Her gün Suriye plakalı Birleşmiş Milletler amblemli 150-200 TIR sınırdan geçerken hem Türkiye tarafı hem de Suriye tarafında hudut kapıları açılmakta, basın mensuplarının fotoğraf çekilmesine bile müsaade edilmemektedir.  Görünen odur ki bu TIR’ların içerisinde yiyecek mi, giyecek mi, tıbbi malzeme mi, silah mühimmat mı var? Maalesef Türkiye Cumhuriyetinin Gümrük makamları bile bilememektedirler.  Siz ce bu işte garip bir şeyler var mı? Bu TIR’lar Türkiye’ye girmekte ve dolumlar ülkemizden yapılmaktadır. İsrail’den gelen Suriye halkının diliyle Cihatçılar itirafı, düşünebildiklerimizi de doğrular mahiyettedir. İsrail kaynaklı haberlere göre, Suriye de çatışmalar sürerken, İsrail Savunma Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığından Korgeneral Gadi Eisenkot, İsrail’in Esat ve İran’ın güçlenmesini engellemek amacıyla Suriye’deki cihatçı muhalifleri desteklediğini itiraf etmesi, savımızı doğrular mahiyettedir. İsrail resmi ağızları, şimdiye kadar yalnızca sivillere insani yardım sağlandığında ısrar ederken, HTŞ’ye verdikleri destek konusunda konuşmamışlardı. Bölgede İsrail’in rüçhaniyeti bu kadarla mı sınırlıdır? Hayır, ne gezer. Gelin bir de buna bakalım.

Kısaca İsrail ve Rusya Federasyonu arasında bir hava sahası kullanma antlaşması bulunmaktadır. Bu anlaşmanın mimarlarından birisi de bize alçak koltuk itibarsızlaştırmasını yaşatmış olan, İsrail’in kısa da olsa bir süre Savunma Bakanlığı ve Dış İşleri Bakanlığı yapmış olan Avigdor İvet Liberman’dır. Kuşkusuz,  Netanyahu-Putin ilişkisini bir kenara atmıyorum Eşkenazi Yahudisi Liberman’ın Rusça bilgisi ve eski Rus vatandaşı olması bu ilişkilerde oldukça önemli rol oynamış olduğunu önemle belirtelim. Efendim, demek istiyorum ki, İsrail’in Rusya ile yaptığı bu mutabakat anlaşması, Suriye hava sahasında kimseye sormadan ve ön izin almadan istediğini yapma serbestliği tanımaktadır. Anlaşma halen yürürlüktedir. İsrail’e ne mi sağlıyor denildiğinde, İsrail Hava Kuvvetleri, Suriye’de konuşlanmakta olan İran Devrim Muhafızları birlikleri ile büyük ölçüde Haşdi Şaabi ve Şii Hizbullah örgütü çatısı altındaki İran müzahiri bazı grupların mühimmat depolarını mutad ziyaretleriyle imha etmesine yardım etmektedir. Bu durum birkaç yıldır devam etmekte ve ne zaman bir silah sevkiyatı olsa, söz konusu hava ziyaretleri Rusya ile yapılmış olan mutabakat anlaşması çerçevesinde, Rusya’nın Suriye’yi veya Esad’ı sözümona korumak maksadıyla Suriye’de bulunan Rus kuvvetlerinin tepkisi ile karşılaşmadan vurup gelebilmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti’nin antlaşmalarla sağlamış olduğu Suriye hava sahasına girişleri önümüze Türk Hava Kuvvetlerinin ihlalleri olarak konulurken, İsrail’e sağlanan bu desteği nereye koymak gerekmektedir. Zaman zaman Türkiye’nin F 16 ‘larına karşı Su 24’lerle önleme yapan Rus Hava Kuvvetleri uçaklarını Türk kamuoyu tam olarak bilmemektedir. 

Evet, sevgili okurlar bütün bu “flu” bilinmezlik ortamında Türkiye’ye gelebilecek yeni milyonları aşabilecek bir mülteci akını ve bu mültecilerle beraber Türkiye’nin içerisine girebilecek cihatçı teröristleri engellenmesi amacıyla “Suriye Rejim Ordusu”üzerine bir harekâtın yapılması zorunludur. Elzemdir. Ama ondan sonrası daha da önemlidir. Suriye Rejim Ordusunun gözlem noktalarının gerisine çekilmesini müteakip, İdlip HTŞ’ın tahakkümünden de kurtarılmalı ve disipline edilmiş Suriye Milli Ordusu (Ceyş-ül Vatani)’yla düzen sağlanılmalıdır.  Mevcut durumda alandaki binin üzerindeki birbirini dinlemez örgütten oluşan “Suriye Milli Ordusu” ve “Heyet Tahrir el-Şam”’ın Suriye’yi normalleştirmesi imkânsızdır. Harekât sonrasında bu tür harekâtların olmazsa olmazı askeri talimnamelerde yer alan “Sivil İşler ve Askeri Hükümet”(Civilian Affairs & Military Government)faaliyetleri “Geçici Suriye Milli Hükümeti”tarafından yerine getirilmelidir. Bunlar yapılmazsa askerlik sanatında darbımesel mahiyetinde bir özdeyiş vardır,“Savaş sanatında kaza yoktur, hata vardır.” Hata yaptığınız için şehit verirsiniz, yaralı verirsiniz. Bu hatalar da tüm Türk milleti olarak canımızı yakar, haberiniz olsun. 

            Efendim bütün bunlardan sonra söylemem odur ki, peşinen söyleyeyim, saptamalarım, yerinde tespitlerdir ve hayatidir. Türkiye Cumhuriyeti bölgede NATO’ya tahsisli 2’nci Ordusunun artık yapılması elzem haline gelen, askeri harekâtının siyasi hedefini açık bir şekilde ortaya koymalı ve bu konuda dünya kamuoyunu bütün çıplaklığı ile bilgilendirmelidir.Başıbozukluğun bir numaralı kaynağı ABD ve İsrail tarafından desteklenen bölgede DAİŞ’leşen, özellikle Lazkiye’de yaptığı Alevi katliamlar ve kanlı infazlarla tanınan ve fütursuzluğu tavan yapmış olan El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesinden dönüşen cihatçı Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) bir şekilde ya bölgeden çıkarılmalı yâda etkisizleştirilmelidir.Bu konuda başta İran ve Rusya olmak üzere bölgedeki tüm muhalif unsurların her türlü katkıyı yapacakları aşikârdır. Suriye’deki anayasal sürecin çıkış noktasını oluşturan 16 Eylül 2019 tarihinde 14 maddeyle taraflar arasında bağıtlanan Ankara zirvesinin sonuç bildirgesindeki, “Suriye’nin egemenliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü ile Birleşmiş Milletler Şartı’nın amaç ve ilkelerine”bağlılık“İdlip”sorununu çözebilecek mutabakat tutanağıdır.

            Her ne pahasına olursa olsun, Türkiye’nin 16 gözlem noktası görevlerini yapabilecek şekilde,  bölgede kanlı muhalif katliamların öznesi durumundaki “Suriye Rejim Ordusu”gözlem noktalarının gerisine çekilmelidir. “İdlib’te doğru olan “Halep – Lazkiye, Halep – Şam yolları”nı diğer bir deyişle M4 ve M5 yollarını açık tutulması Türkiye Cumhuriyetinin taahhüt ettiği bir konu olduğu cihetle Suriye Rejim Ordusu gözlem noktalarını birleştiren hattın gerisine çekilmelidir. “İdlip” bölgesinde ilkel koşullar altında yaşama çabaları içerisinde yaşamda kalmaya çalışan Suriye rejimine muhalif halka her türlü destek sağlanılarak, bölgenin bir demokrasi adası haline getirilebilecek şekilde yasadışı tüm örgütlerin boyunduruğundan kurtarılmalıdır. Aksi yapıldığı takdirde alanda sadece ve sadece Kürtlerin temsilcisi olarak “Suriye PeKaKası”sının; Sünni toplumun temsilcisi olarak HTŞ’in borusu öter, bölgede yaşayan rejim muhaliflerinin esamisinin bile okunmaz, sevgili okurlar. 

Yazar
Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi da... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen