Libya’ya barış, ancak dış müdahalelerin sona ermesi ve Libya’daki tarafların, ortak ulusal çıkarlar üzerinde anlaşması ile gelecektir. Bu bağlamda Cenevre sürecinin önemi büyük. Trablus yönetiminin Müslüman Kardeşler çizgisinde olmayan bir başbakan adayı üzerinde tercih göstermesi barışa yürüyen adımların hızlanmasını sağlayacak, parçalanmış ülkenin iki yakasını bir araya getirecektir. Gerisi önümüzdeki 11 ay içerisinde yapılacak seçimler için barış ortamının korunmasına ve ülke kaynaklarının yine Libya halkının çıkarlarına kullanılmasına bağlı olacaktır. Şimdi 1 Şubat’ta başlayan Cenevre sürecinde, başbakan adaylarının belirlenmesi beklenmektedir. Bu sürecin başarısı gereği, sonuçları Türkiye, Rusya ve BAE nin reddetme hakkı olamaz. Bu nedenle Sayın Çavuşoğlu’nun açıklaması yerindedir ve umarım göstermelik değildir.
*****
Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU
13 Nisan 2011 de Doha’da, “Libya Temas Grubu” olarak toplanıp perişan bir ülkenin derdine deva olacaklarını sandığımda “Adını Libya Temas Grubu Koydular” başlıklı bir yazı yazmıştım.
Oysa zaman içinde aynı grubun bazı üyeleri Libya barışı önündeki ideolojik engel oldu. Başlangıçta sorumluluk eşgüdümünün Türkiye-Katar-İslam Konferansı ve Arap Liginden oluşacak bir kuartette olacağı izlenimi vardı. Bir ara Afrika Birliğini de aralarına aldılar. Ama bu gruptan geriye Müslüman Kardeşler gündemi ile Türkiye ve Katar kaldı; Libya da bir iç savaşın ortasında.Evet, Libya Temas Grubu bir barış zirvesi değildi. Ama Libya’da taraflar arasındaki uçurumu derinleştirmesi için bir neden var mıydı?Beklentilerin aksine bir bağışçılar konferansı da olmadı. Sadece Katar vaat ettiği mali yardım karşılığında Libya’nın laik ruhundan geriye ne kaldıysa onu almak istedi. Türkiye ise, ideolojik bir yedekleme ile toz duman arasında ne kaparsa!
NATO ve Birleşmiş Milletlerin(BM) Anlaşılmaz Tutumu
Başlangıçtan itibaren NATO da Libya’daydı, BM de. Ama NATO’nun askeri gücünü oluşturan ülkelerin de o dönemeçte büyük açmazları vardı.BM in 2011 de acil finansman olarak ortaya koyduğu 310 milyon dolar ise, Kaddafi döneminden sonra ikiye değil, üçe bölünen Libya’nın dişinin kovuğuna bile yetmeyecek kadar sembolik bir miktardı. Ne oldu? 2011 i izleyen dönemde Trablus yönetimini tanıyan BM, Libya’nın batısında Türkiye ve Katar’ın, doğusunda ise Rusya’nın yüksek ses çıkarmasına uzunca bir süre göz yumdu. Bu bana hep batı dünyasının o tarihte, Libya’dan “kaz beklemediği” yoksa daha fazla “tavuğu” esirgemekten kaçınmayacaklarını düşündürmüştü. Oysa işleri biraz oluruna bırakırken, Türkiye ve Katar’ın ihtiraslarını nereye vardıracaklarına baktılar. Hatta Türkiye’nin göz göre göre bu ülkeye milisler sevk edip, Tobruk yönetiminin pazarlık gücünü zayıflatmasına seyirci kaldılar.2011 sonrasında Libya’nın dondurulmuş fonları Batı dünyası tarafından has sahibine nasıl aktarıldı bilmiyorum. Ama geçici boşluğu dolduran Katar’ın maddi, Türkiye’nin ise askeri gücü, Libya’yı daha da ayrıştırdı. Katar şimdi İsrail ittifakı ile önce Körfez İşbirliği Konseyi(GCC)”, sonra eski küresel etki ayarlarına hızla dönme çabasında. Zaten önce Katar’ı işin içinden çıkarmak akıllı yaklaşımdı. Onu da Abraham anlaşmaları ile ABD yaptı. Türkiye ise bir kez daha ama bu defa Libya’da yalnız kaldı. Üstelik elinde Trablus hükumeti ile sınırlarını gecikerek çizdiği bir Deniz Yetki Alanı Anlaşması ile. Şimdi Türkiye krizle zayıflayan ekonomik gücünü ve aşınan siyasi itibarını ancak Libya barışına olumlu katkıda bulunarak biraz onarabilir. Bu da Libya’dan BM talimatı uyarınca çekilmesi ile başlayabilir.
Libya’daki Türkiye İmgesi
Libya’da Türkiye’ye pek güven kaldı mı emin değilim. Onun için başından beri Türkiye’nin “Libya halkının arzuları” ifadesi genel kabul görmemiş ve konuya açıklık getirilmesi istenmişti. Bölünmüş Libya’da Tobruk ve Trablus yönetimleri, 2015 de imzaladıkları Skhirat Anlaşması(Libya Siyasi Anlaşması) ile BM tarafından tanınan Trablus yönetiminin, Libya adına anlaşmalar imzalamaya yetkili olduğunu dünyaya ilan ettiler. Ama daha sonra Halife Haftar ve Tobruk’ta mukim Temsilciler Meclisi anlaşmanın sekizinci maddesini* bahane ederek, Aralık 2017 de anlaşmadan çekildiğini açıkladı. Bu durumda Kasım 2019 da imzalanıp, izleyen aylarda hem Türkiye, hem de Trablusgarp’taki Ulusal Mutabakat Hükumeti (UMH) tarafından onanan Türkiye-Libya Deniz Yetki Alanı ve Askeri İşbirliği Anlaşmasının sudaki sureti, çırpıntılı Akdeniz’de gözden kaybolur gibi oldu. İmzalandığında epey gürültü koparmıştı. Yunanistan ve Mısır şikâyetlerini BM’ e, Haftar ise Rusya’ya taşıdı. O gün bugündür, Türkiye’nin yaptığı hamlenin kendisine sağladığı özgüven dışında birkaç önemli sonucunu görmekteyiz. Bunlardan en önemlisi Tobruk yönetiminin gücünü sınırlayarak, Trablus ile görüşmelere oturtacak kıvama gelmesine neden olması; diğer ikisi ise artık BM in bu işin peşini bırakmayacak kararlılık göstermesini sağlaması ve nihayet Türkiye’nin sahadan elini ayağını çekmesi için, Mısır’ın daha aktif bir rol oynamaya hazır olduğunu ilan etmesi. Şimdi Libya’daki gelişmeler, suya çizilen Türkiye-Libya Deniz Yetki Alanı ve Askeri İşbirliği Anlaşmasını suya düşürme işaretleri veriyor gibi. Yüzyıl sonra Trablusgarp’ın, Türkiye için bir başka makûs macera olmaması için Ankara teyakkuzda olmalı.
Cenevre Gündeminin Geldiği Aşama
Dünyada müzakere düzeni ve sorunlara çözüm arayış biçimi değişti dense bile vesayet savaşı dediğimiz çatışmacı yaklaşımlar yine son sözü egemen güçlere bırakıyor. Libya’da da durum böyle. Ama eğer “son söz” BM de ve BM Libya’da tarafları bir araya getirmeyi başarıp ve barışı güvenceye alabiliyorsa, Türkiye gibi ülkelerin Libya’da kazandıklarını sandıkları haklardan fedakârlığa hazır olması gerekebilir. Bu hafta başından beri başlayan barış görüşmelerine katılmak üzere aşağı yukarı 70 Libyalı yetkilinin Cenevre’de olduğu düşünülecek olursa, baharla beraber Doğu Akdeniz’in batı ucunda bazı gelişmeler bekleyebiliriz. BM özel temsilcisi Stephanie William’ın planı doğrultusunda Libya’da bulunan yabancı güçlerin ne kadarının geldikleri yerlere döndüğü konusunda fazla bir bilgim yok. Sadece 23 Ocak 2021’e kadar 20.000 yabancı askeri birliğin ve yabancı milisin Libya topraklarını terketmesi istenmişti, onu biliyorum. Ama Ekim 2020 de imzalanan ateşkes anlaşması hala geçerli ise bazı hareketler olmuş olmalı. Tabii Türkiye’deki vergi mükellefinin savunma bütçesi katkısı ile orada bulunan Türk askeri birliklerine ve onların yedeğinde Libya’ya gittiği iddia edilen milislere ne olduğu konusunda Ankara’nın açıklama yapması şeffaf bir yaklaşımla Türk halkını bilgilendirmek olurdu. Ama kapsamlı bir açıklama beklemek galiba hayal. Sadece Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun yaptığı, “Libya’da barışın destekleneceği” açıklaması, bazı tavır ve tutum değişiklikleri olduğunu veya mecburen olacağını gösteriyor.
Libya’ya barış, ancak dış müdahalelerin sona ermesi ve Libya’daki tarafların, ortak ulusal çıkarlar üzerinde anlaşması ile gelecektir. Bu bağlamda Cenevre sürecinin önemi büyük. Trablus yönetiminin Müslüman Kardeşler çizgisinde olmayan bir başbakan adayı üzerinde tercih göstermesi barışa yürüyen adımların hızlanmasını sağlayacak, parçalanmış ülkenin iki yakasını bir araya getirecektir. Gerisi önümüzdeki 11 ay içerisinde yapılacak seçimler için barış ortamının korunmasına ve ülke kaynaklarının yine Libya halkının çıkarlarına kullanılmasına bağlı olacaktır. Şimdi 1 Şubat’ta başlayan Cenevre sürecinde, başbakan adaylarının belirlenmesi beklenmektedir. Bu sürecin başarısı gereği, sonuçları Türkiye, Rusya ve BAE nin reddetme hakkı olamaz. Bu nedenle Sayın Çavuşoğlu’nun açıklaması yerindedir ve umarım göstermelik değildir.
Türkiye’nin Libya’da Önceliği Ne? Önderliği Ne Olmalı?
Türkiye’nin her halde önceliği Libya’da asker ve milis bulundurmak veya bu ülkeye insansız hava aracı ve silah satmak değil. Yoksa öyle miydi? Ama bunları Libya’da barışın sağlanması için sonlandırması söz konusu olduğunda, asıl önceliğinin, Skhirat Anlaşmasındaki yetkileri tartışmalı hale gelen UMH ile imzaladığı Deniz Yetki Alanı Anlaşmasının kaderi olması gerekir. İşte bunun güvenceye alınması Türkiye’nin Akdeniz’deki Mavi Vatan perspektifi açısından önemli olduğundan, bu anlaşmayı kabul etmesi konusunda, Ankara’nın Tobruk yönetimini de ikna çabası göstermesi beklenmeli. Önderlik rolüne gelince, şimdi artık Mısır ve Yunanistan’ın da Libya ile benzer birer anlaşma imzalamasını önermesi, bu iki ülke ile de ilişkilerine yepyeni bir açılım getirebilir. Mısır Libya’nın sınır komşusudur. Yunanistan, Girit güneyindeki denize Libya Denizi demektedir. Akdeniz kendini çevreleyen her ülke için bir Mavi Vatan’dır. Böyle olunca, Türkiye önderliğinde, Doğu Akdeniz’in batısında yaratılacak bir uzlaşma zemini, Akdeniz’de bir barış meltemi estirmeye yardımcı olabilir.
*Libyan Political Agreement (17 December 2015)
https://menarights.org/sites/default/files/2016-12/LBY_Political%20Agreement_ENG_0.pdf
———————————————
Kaynak:
https://www.21yyte.org/tr/libya/turkiye-libya-barisina-nasil-katkida-bulunur