Mehmet MAKSUDOĞLU
Sûriye’de Amerika’ya dediğimizi yaptırdık mı? Evet YAPTIRDIK! Amerika, görünüştekigüçlü ordusuna rağmen karşımızda duramadı! Gireceğimiz bölgeden conilerini çekti. Sûriye’ye giden Mehmetçik, Hudeybiye’deki sahâbîlerin sekînetiyle, rahat, sâkin, telâşsız; beklemesinler!diyordu. Böyle bir askerin karşısında KİMSE DURAMAZ!
Doğrudan, mertçe karşımıza çıkamıyorlar; ekonomik, psikolojik, kültürel yollar kullanarak bizi zayıflatmağa çalışıyorlar. Bu konuda da Tanzîmat’la resmen tutulan batılılaşma/asrileşme/çağdaşlaşma zemîni, onlara yardımcı oluyor.
Türkiye’yi zayıflatmak, yok etmek, için NE YAPILIR?
Türkiye yurttaşlarının millî – manevî değerleri yıpratılır;insanlar, Amerika’da, Avrupa’da çevrilmiş filmleri seyrederken, oralardaki halkın yaşamatarzına alıştırılır. Ağır Kültür İstilâsına mârûz bırakılır.
En muhafazakâr âileler bile bu filmleri seyrederken, Batı’da zâten çoktan buharlaşıp yok olmuş olan hayâ duygusu gibi bir “yük!” ten kurtulmuş(!) kişilerin yaptıklarına sempati duyar, gençler eşek hürriyetine özendirilir. Karı-kocanın ahlâksızlık yapması, âileyi yıkacak işler işlemesi, sanki çok doğal, günlük işler imiş gibi gösterilir. Batı’da yok olmağa yüz tutmuş âile kurumunun bizde de iyice zayıflatılması için negerekiyorsa yapılır.
Nasıl soygun yapılacağı, ballandırılarak anlatılır.
İnsan öldürme, çok kolay, sıradan bir işmiş gibi gösterilir. Zâten kendi dîninin temel kitabı Kur’ân-ı Kerîm’den uzak, laik/çağdaş havanın hâkim kılındığı toplumda, “bir insanı öldürmenin, ‘bütün insanları öldürmeğe denk’ idiğinin” lafı bile edilmez.
Mîrac’da vahyolunan âyet-i kerîme ile “ana-babaya ‘öf bile dememesi emrolunan” Müslüman çocuğa (zâten bu emir çok azına öğretilmiştir) büyüklerine nasıl kafa tutacağı gösterilir. Yerli filmlerde, reklamlarda, çocuklara bol bol ‘öff’ çektirilir.
Yeni yetişen bir genç, câmiye de gitmemişse, hele, namaz kılınmayan bir evde doğup büyümüşse, alkollü içkinin haram idiğini nereden bilsin; belki zihninde ‘haram’ kavramı bile yoktur; su içilir gibi alkol içilen sahneler ona bol bol seyrettirilir, öyle ki, onda, içki içmenin iyi, büyüklere özel bir eylem olduğu yanlış görüşü yerleştirilir.
Avrupa özentisi Tanzimat yazarlarının Avrupalı’nın yaşayışını örnek alan, eskimiş romanları, marifetmiş gibi filme alınıpseyrettirilir.
Bâzı kanallarda tekrar tekrar gösterilen kayıplar, cinayetler, soygunlar, tuhaf ilişkiler …
Örnek alınan Batı’da böyle sinir bozucu olaylar SEYRETTİRİLMEZ.
Fitnevizyonların cinâyetleri, tâcizleri, kazaları tekrar tekrar göstermesinden ÖNCE BU FECİ OLAYLAR BU KADAR ÇOK MU İDİ?
Kendini bilmez magandaların, bunalımını tetiğe basarak, havaya ateş ederek açığa vuran tedaviye muhtaçların, intihar edenlerin yaptıklarını tekrar tekrar göstermek ne ola? Avrupa’da DEĞİL TEKRAR TEKRAR, öyle münâsebetsizlikler HİÇ GÖSTERİLMEZ. İnsanların sinirleri böyle sahnelerle yıpratılır ve, trafikte zâten sıkıntılı durum varken, çok acıklı olaylar patlak verir; tabiî, bunlarda tv lerin HİÇ etkisi yoktur!
Mârifet yaptığını zanneden zavallınınayağıyla direksiyon kullanması, asker uğurlayan şaşkınların, bunalımlarını açığa vurarak havaya ateş etmeleri, drift yaparak yolu kapatan, ‘ben de varım!’ ‘benim de farkıma varın’ diyen cebi şişkin, kafası, gönlü boş bîçârenin yaptığı, sanki kınanıyormuş gibi, TEKRAR TEKRAR gösterilir, âdetâ reklamı yapılır!
Muhâfazakârların eline geçtiği kabûl edilen tv kanalları, gazeteler, haber, yorum vb. konularda, iktidarı tutar gibi yapar,… amma… oralarda çalışan elemanlar, Tanzîmâttanberi süregelen Batıcı akımın mâmulleri olduklarından, muhtevaları, müktesebatları öyle teşekkül etmiş olduğundan, -küp, içindekini sızdıracağından- mahallî, bizi biz yapan değerleri yıpratmakta devâm ederler.
Bir misâl verelim:
Şehîdlik, bu sınav dünyasından ayrılış için çok mânâlı, imrenilecek,gıpta edilecekbir olaydır; şehîdin, kul hakkından başka bütün günahları bağışlanır, deniz şehîdinin ise, –Allah’ın, şehîd üzerindeki hak sâhibi kullarını râzı etmesiyle—bütün günahlardan temizlendiğine inanılır. “İnanılır” diyoruz; KİM İNANIR? İmânı sağlam, İslâmı, şehîdliğin ne demek olduğunu BİLENMüslüman inanır.
Sâhip değiştiren medya kuruluşundaki ELEMANın bu işlerden şöyle böyle haberi olduğu için, şehîd haberini vakarla karşılayan babanın, annenin durumunu değerlendirmek, etraflıca göstermek, zavallı muhabirin aklına bile gelmez. Çünkü, kendisi, o inançtan uzak yetiştirilmiş bir “imâlât”tır, çalıştığı gazete el değiştirmiştir, o zavallı yine, “yetiştirildiği gibi, imâl edildiği gibi” davranmaktadır.
Böyle bir eleman, şehîd haberini MUŞTU VERİR GİBİ vereceğine, falan yerdeki âile ocağına ATEŞ DÜŞTÜ diye verir!!!
“Vatan sağolsun! Diğer oğlumu da şehîd vermeğe hazırım” diyen babanın, şehid oğlunun cenâzesinde vakur bir şekilde yer alan anne veya babanın DURUŞUNU değerlendirmek, böyle gazeteci için, tasavvur ötesi bir şeydir.
Eğer anne ağlıyorsa, üzgünse, marifetmiş gibi, onu gösterir, düşmanların sevineceğini DÜŞÜNEMEZ.
Gazete patronu –kendi kültürü ne ola ki?- bu son derece ters durumun farkına bile varmaz, O ELEMANIN İŞİNE SON VERMEK aklının ucundan bile geçmez!
***
Lütfen Japon antropologun NE DEDİĞİNİ BİRKAÇ DEFA okuyalım … ve kendimize soralım :
Bu topraklarda yaşamağa, devâm etmeğe KARARLI MIYIZ?
Kararlı isek, NE YAPMALIYIZ?
Bizi BİZ YAPAN DEĞERLERe sâhip çıkmak için NE yapıyoruz? NE yapmalıyız?
***
10 Kasım 2019