Esat ARSLAN
Ülkemizde iç politikada olduğu gibi, dış politikada da özellikle bir uluslararası aktörün liderine sesin volümünü yükseltmek ve de “Ey” ile söze başlamak, bir moda hitap tarzı oldu ya, ben de buradan esinlenerek diyorum ki, “Ey Trump bütün yapıp yapabileceğin, hepsi bu muydu? Başkan Trump son açılımlarıyla belki de kendi adıyla anılacak, uluslararası ilişkiler jargonunda yeni bir çığır açmıştır: “Twitter Diplomasisi”. Bunun dışında ortaya konulan herhangi bir performansının olmadığı da görülmüştür. Ama insan sormadan edemiyor, onun tüm kabadayılığı bu mu? Diye. Bu “kolpocu”luktan başka bir şey değildir. Kavgada tutmayın beni diye yaygara kopartıp, bıraktıktan sonra da “neden beni tutmuyorsunuz?” davranışının alandaki adıdır. Bıçkınlar dünyasında, “söz verip de sözünde durmayanlara, atıp atıp tutanlara” takılan bir isimdir. Kısaca sözüne inanılmayan kimse, “Fareli Köyün Kavalcısı” olma durumudur. Ama Sayın Trump, unutmayın, bir müddet sonra sözünüze kimse inanmaz, size güvenenler “güvenilen dağlara kar yağar.” özdeyişini tekrar eder dururlar. Hep biliyorsunuz, yakından izlediniz, sevgili izleyiciler, Başkan Trump, Twitter hesabından Beşar Esad’a sadece “Kimyasal Gaz Öldürücüsü Hayvan”(Gas Killing Animal) demekle kalmadı, “Hazırol Rusya, Füzeler Geliyor” diyerek batı olarak başta Rusya olmak üzere ortadoğuya meydan okudu. Bu hali ile Başkan Trump kimleri korkuttuğunu zannediyor, bilmem anlıyabiliyor musunuz? Gerçekten de bunu anlamakta güçlük çekiyor tüm dünya, bütün insanlık âlemi, atılan kimyasal silahların acısı bu şekilde hafifletildi mi, acılar dindirildi mi? Doğu Guta’daki yaralar sarıla bilebildi mi? Unutmayalım, Suriye’de iç savaşın başladığından bu yana başta klor ve sarin gazı olmak üzere 47 kez, 2018 yılının başından itibaren de dört kez kimyasal silah kullanıldı, masum halk, yaşlı, kadın, çoluk çocuk üzerine. Çaresizlikten çırpınan anne babaların yüreklerini dağlayan seslerini duyabiliyor musunuz? Aralarında çocukların da bulunduğu bin 600’den fazla kişinin yaşamını yitirdiği 21 Ağustos 2013 tarihindeki katliamda, ikiz bebeklerini kaybeden bir babanın yürek dağlıyan feryatları kulaklarınızda çınlamıyor mu? 7 Nisan 2018 Cumartesi günü yapılan kimyasal saldırıda küçücük kızını kaybeden Doğu Gutalı babanın yürekleri dağlayan feryadını içinize sindirebiliyor musunuz? Katledilen kızının başında ağlayan babanın, “Kızım beni affet. Bak sana ne aldım bak. Hadi kalk uyan, yüzünü göreyim. Kalk kızım ‘bana çikolata getir’ deyiver yeniden” diye ağıt yakması, gözlerimizi kapattıktan sonra da devam etmiyor mu? Ne diyeyim, yazık, yazık ki ne yazık. Oysa geçen yıl yine bir Nisan ayının başında Suriye’de kimyasal silah kullanıldığı gerekçesi ile Trump Yönetimi 59 füze atabilmişti. Kuşkusuz bu Trump’ın tek başına verebileceği bir karar mıydı? Tabii ki değil.
Unutmamamız gereken bir hususun da ABD yönetiminin Amerikan derin devleti ve arkasındaki Finans – Kapital Sisteminin vesayeti altında olduğu gerçeğidir. Trump iktidara geldiğinden bu yana bu vasiler ile bu vesayetçilerle uğraşmaktadır. Trump yönetimi özel statüdeki ABD Merkez Bankası konumundaki FED’i kontrol etme amacı başta olmak üzere ABD yerleşik yönetim sistemi (Establisment)’nin hükümet üzerindeki vesayetini bir türlü kıramamıştır. Amerikan Milli Savunma dokümanı ilkeleri çerçevesinde İsrail’e kayıtsız şartsız destek vermeye devam etmektedir. İşte bu nedenle Amerikan derin devleti geçen yıl Nisan ayı başında Suriye’de kimyasal silah kullanıldığı gerekçesi ile Trump Yönetimine 59 füze attırmayı başarabilmiştir. Yapılan araştırmalar ve incelemeler ile teröristlerin son ifadeleri göstermiştir ki, bu saldırının rejim güçlerince değil, ABD’nin saldırısını sağlamak için kasıtlı olarak teröristlerce yapıldığı anlaşılmıştır. Son saldırı ise her ne kadar neredeyse tüm dünya Beşar Esad’ı suçlasa da alanla adeta bütünleşen uzmanlar, kimyasal saldırı planının İsrail’in, MOSSAD’ın bir planı olduğu konusunda fikir birliği içerisinde bulunmaktadırlar. Yine unutmayalım, İsrail de aynen ABD gibi, “Tehditle Varolma Stratejisi”ni benimsemiş, Arap–İsrail Savaşlarıyla Ortadoğu’da mevcudiyeti pekiştirmiştir. Kontrol edilebilir bir tehdit mevcut olduğu müddetçe, İsrail saldırılarına her zaman bir gerekçe bulmakta güçlük çekmemektedir. O da ona saldırıda bir ön alma inisiyatifi sağlamaktadır. İsrail, İran’ın Irak’tan sonra Suriye’de de genişlemesinden son derece rahatsızlık duymaktadır. Yalnız, bir farkla bu tehdit İran’ın desteğindeki Hizbullah’dan daha büyük ve kendi olanaklarıyla halledebileceği bir tehdit değildir. Suriye iç savaşının başladığı 2011 yılından itibaren İsrail, Lübnan’ın kuzey sınırından başlayarak, Humus, Tanif, Palmira, Suveyda Deraa, Kunetra ile Şam’ı içine alan geniş bölgeyi “öncelikle müdahale edilmesi gereken tehdit bölgesi” olarak belirlemiştir. Suriye’deki iç savaşın sürekliliği, Sünni-Nusayri çatışması, bir anlamda körüklenen Sünni gruplar arasında bitmek tükenmek bilmeyen iç anlaşmazlıklar ve bölünmeler İsrail’in bölgesel çıkarlarıyla koşut ve örtüşmektedir. Bu çerçevede İsrail’in en stratejik bölgesi Golan’daki su kaynakları ile Galile gölüdür. Bu yüzden bu bölgenin hemen doğu sınırına Daiş’in en önemli unsurlarını yerleştirdiği gibi bu bölgeye de son derece ihtimam göstermektedir. Bu unsurları vekalet savaşının bir elemanı olarak Hizbullah’a ve HAMAS’a karşı elinde tutmaktadır.
İsrail’in tüm endişe ve kaygısı, İran’ın 150.000 Devrim muhafızı (Pastaran)’yla Suriye’de kendisini tehdit eder bir şekilde mevzilenmesi ve silahlarını İsrail’e çevirmesidir. İsrail iç savaşın başladığı 2011’den bu yana zaman zaman Suriye ve Golan Tepelerinden, topraklarına roket atıldığını ileri sürerek, İran destekli Hizbullah güçlerine ve rejime ait askeri noktalara saldırılar düzenlediği gibi, her kimyasal saldırısından sonra inisiyatifi ele alarak İran güçlerini hedef alarak hava saldırısı düzenlemiştir. Bu saldırılara karşılık olarak bir İsrail F-15 uçağı düşürülmüş, Rusya Savunma Bakanlığı 9 Nisan 2018 tarihinde İsrail’e ait iki F-15 savaş uçağının Suriye hava sahasına girmeden T-4 hava üssüne 8 füze attığını açıklamıştır. T-4 askeri havaalanı, Esad rejimin özellikle son dönemde Doğu Guta’daki kimyasal silah saldırılarını düzenleyen uçakların kalktığı üs olarak bilinmektedir. Ancak bu saldırıda 5 füzenin hedef varamadan düşürüldüğü, kalan üç füze saldırısı sonucu yedi İran devrim muhafızının öldüğü açıklanmıştır. Hemen arkasından Doğu Guta’da bir gövde gösterisi yapan İran dini lideri Ali Hamaney’in Baş Danışmanı Ali Ekber Velayeti’nin birbiri peşi sıra tehditleri gelmeye başlamıştır. Jerusalem Post gazetesi isimleri açıklanmayan İsrailli askeri yetkililerin, “İran, Suriye topraklarını kullanarak İsrail’e saldırırsa bunun bedelini Esed rejimi öder.” ifadesini kullandığı gibi, İran’a İsrail’e karşı saldırı girişiminde bulunmamasını tavsiye eden yetkililerin, “Eğer İran, Suriye topraklarını kullanarak İsrail’e saldırırsa biz de Esed rejimini haritadan ve dünyadan sileriz.” dediği belirtilmiştir. Bu durum doğrudan İran’a bir meydan okumadır. Ancak Putin, ilk defa Suriye’nin Humus kentindeki T-4 hava üssüne düzenlenen saldırıdan Tel Aviv yönetimini sorumlu tuttuğu gibi Netanyahu’nun da dikkatini çekmiştir. Bu durum bugüne kadar RF’nun İsrail’e yönelik yapmış olduğu ilk suçlamadır, RF İsrail’e karşı bu tür suçlamalardan sürekli kaçınmıştır.
ABD’nin, Suriye sorunu çözülse bile, Suriye’de kalıcı bir askeri güç bulundurma kararı aldığı bilinmektedir. Şüphesiz, bu kalıcılığın da ancak PKK ile sağlanabileceği artık bir devlet politikası haline gelmiştir. ABD, Irak’tan almış olduğu kanlı dersler ışığında Suriye’de, kendi askeri gücünü doğrudan tehlikeye atmak istemediğinden ve de PKK militanları son derece düşük maliyetlere mal olduğundan askeri güç olarak kullanmayı benimsemiştir. Kendi değerlendirmelerine göre, siyasi ve sosyolojik olarak dağılmış Araplara göre daha güvenilir bir örgüt olarak düşünülmektedir. Suriye toprakları ve Kürtler ABD’ye İran’ın bölgedeki nüfuz alanını genişletmesini engellemek için çok stratejik bir fırsat sunmaktadır. Ayrıca ve her şeyden önemlisi, bölgede yaratılan İran korkusu, ABD’ye Arap Yarımadası’ndaki bütün ülkelere silah satma olanağı yaratmış ve yaratmağa da devam etmektedir. İran’a saldırmakten ziyade İran ile gerginlik durumunun muhafaza edilmesi ABD savunma sanayiinin olmazsa olmazlarındandır.
Görüşlerine her zaman önemsediğim, Kissinger’ın 2013 yılında söylemiş olduğu “savaş davullarının seslerini duymuyorsanız, sağırsınız” ifadesi günümüz ortamını adeta sembolize etmektedir. 2015 yılında Soros’un benzer beyanı ve daha sonrada ABD düşünce kuruluşlarının değerlendirmelerine bakıldığında 2018 yılının da bir önceki yılı aratacak tarzda gittikçe artan bir gerginlik ortamı içerisinde çatışmalar hatta tabiri caizse muharebeler içinde geçebileceği değerlendirilmektedir.
Bu durumda Türkiye Cumhuriyetine yönelik sorulabilecek sorulardan birisi de acaba Türkiye stratejik bir boşluk içerisinde midir? Sorusudur. Türkiye’nin akil devlet vizyonu kapsamında bu durumda en önemli hamlelerden birisi Doğu Guta’da daha fazla insanlığa karşı işlenebilecek suçlarını önüne geçebilmek için bölgeyi tahliye etme becerisini göstermiş olmasıdır. Bu Zeytin Dalı Zaferinden sonra Milli İstihbarat Teşkilatının en büyük başarısıdır. Bu şekilde Türkiye Cumhuriyeti, bir vizyoner devlet akl-i selim duruşu içerisinde Suriye’nin daha başka yerlerini de özgürleştirebilme bağlamında Özgür Suriye Ordusunun şemsiyesini genişletebilmiştir. Bu daha sonra ki harekâtlarda Türkiye’nin elinin güçlenmesine yardım edebileceği değerlendirilmektedir. Türkiye sıcak saatlerin yaşanabileceği bu günlerde sağduyulu, temkinli ve tüm olaylara teenni ile yaklaşması her şeyden fazla önem arz etmektedir.
Sonuç
Görünen odur ki, AB(D) Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtlarındaki siyasi ve askeri başarısı üzerine Suriye’nin güneyine doğru yoğunlaşmaya başlamışlardır. Şimdi hedef Güney Suriye ve Suriye-Ürdün sınırında uzanan koridordur. Daha yerinde bir ifadeyle Deyrizor’u ve Musul ve Kerkük’ü içeren kuzey Mezopotamya’yı bu bölgeye bağlayacak olan Welid- Suveyda-Derea’dan İsrail’e uzanan tarihteki Davut Krallığı’nın adıyla anılan “Davut Koridoru”dur. Ancak bunu ortadan kaldırabilmenin bir yolu İran sınırına kadar Kuzey koridorunun tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Daha doğru bir deyişle kuzey koridorun üçüncü ayağı Telafar-Sincar’a kadar olan bölgenin temizlenmesi gerçeğinden geçmektedir. Türkiye Cumhuriyeti her şeyden önce Bağdat Yönetimiyle birlikte Telafar-Sincar bölgesine bir harekât icra etmelidir.
Eğer bu durumda yaşanması olası görünen bu gerginliğin önü alınamazsa bu durumda bir büyük kıyamet “Melhame-i Kübra” oldukça yakın görünmektedir. Evangelistler ve fanatik Yahudiler Siyonist şeriata göre son büyük dünya savaşının, kendi deyimleri ile Armagedon’un vaktinin geldiğine tabii bu arada da bilmem kaç bin tanesinin Tanrı tarafından bir anda göğe yükseltileceğine ardından da dünya devleti Davut Krallığı kurulacağına inanmaktadırlar. Bu krallık kurulmadan önce İsrail’in amaçlarına bire bir hizmet eden bu “Davut Koridoru” inşa edilirken dünya, bir Armegedon’la mı karşı karşıya gelecek midir? işte mesele budur. Bu savaşın adı onların inandıkları gibi Armagedon mu, bizim inandığımız ve hadislerde haber verildiği gibi Melhame-i Kübra mı olacak? Bunu zaman gösterecek ama unutmayalım, bizim inandığımız akl-ı selimin, sağduyunun ve barışın egemen olacağı bir dünya Türkiye’nin öncelikli hedefleridir. Sanırım, Türkiye’nin Akil Devlet Vizyonunun gereği de budur, sevgili okurlar.