Yarın, artık bugün. Peki, bu durumda, istihdam ne olur? Aslına bakarsanız, soruyu şöyle sormak lazım: “Peki, bu durumda ücretler ne olur?” Bu istihdam piyasası beceri dağılımı açısından baktığınızda, Türkiye’de yeşil-dijital dönüşüm döneminin dikkatle yönetilmesi gerekiyor. Çalışma hayatına katılacak olanların analitik becerilerini, düşünme ve müdahale edebilme yeteneklerini artırmamız önem taşıyor. Meslek okullarından başlayarak, eğitimin içeriğini, ders dinamiklerini süratle elden geçirmekte fayda var.
*****
Prof.Dr. Güven SAK
İşimiz asıl neden zor?
Tecrübeli bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak, ehem ile mühimi yine birbirinden ayırmakta zorlandığımızı ifade etmek isterim öncelikle. Bugün karşı karşıya olduğumuz problemin görünenden daha büyük olduğunun altını çizeyim diyorum.
Tamam; geçen hafta, Türkiye’nin, “her an her şeyin olabileceği”, ne yapacağına güvenilmez bir ülke olduğunu ele güne gösterdik. Dört ay önce başlayan rota düzeltmesinin akıbeti hakkında kuşkuları tetikledik. İyi olmadı.
Doğrudur; bu hadise enflasyon, faiz, kur tartışmasından çok daha derin bir problemin işareti Türkiye açısından. Memleket an itibariyle “kurt var” diye bağırıp milleti kandıran yalancı çobana dönmüş oldu, yatırımcılar açısında baktığınızda. Bundan böyle, “Biz şimdi bir rota düzeltmesi yapıyoruz” diye milleti yeniden ikna etmek, artık neredeyse imkânsız hale geldi.
Memleketin hastanesi neyse, postanesi de öyle olur sonuçta. Ülkede bir yönetim sistemi meselesi olduğunu saklayabilmek artık mümkün değil. Reformların en başına artık idari sistem reformunu koymakta fayda var, hazır anayasa değişikliği gündemdeyken. Türkiye, yeşil-dijital dönüşüm sürecini, hadi diyelim ki finanse etmeyi her şeye rağmen becerdi, iyi yönetemediği takdirde bir istihdamsız büyüme kıskacına yakalanacak. Bu hadise, bugün artık dünden daha önemli bir problem bana sorarsanız.
Batıda geliştirilen yeni teknolojiler “çalışan sayısını çoğaltmaya” (labour augmenting) değil, “çalışan sayısını azaltmaya” (labour replacing) odaklı esasen. Ve çoğaltmaya değil azaltmaya odaklı bu teknolojik değişim sürecinde hala gelişmiş ülkeler belirleyici. Uluslararası rekabet gücünüzü mevcut teknolojik değişim çerçevesi belirliyor ve bu süreç işgücü tasarrufuna dayalı. Kötü. Hele istihdam piyasasındaki beceri dağılımına bakarsanız, durum daha da kötüleşiyor.
Dani Rodrik vd. (2021)’nin NBER’da çıkan Etiyopya ve Tanzanya ile ilgili çalışma kağıdı doğrusu çok dikkat çekiciydi. Buradan bakınca, “yalancı çoban” hadisesi bile bana daha ufak bir problem gibi geliyor doğrusu. Önemli ama geleceğimizi belirleme açısından yetersiz. Turpun daha da büyüğü hadisesi, bir nevi. Gelin bir anlatayım. Hem memleketin trajikomik gündeminin dışına çıkmış olursunuz.
Çin, 1980’lerde yaptığını, bugün olsa yapabilir miydi?
Nedir mesele? Bugünkü argüman için gereken bölümü serbestçe özetleyeyim (Rodrik vd., 2021)’den isterseniz. Etiyopya ve Tanzanya’da, sanayi yatırımları var ama sanayi sektöründe çalışanların toplam çalışanlara oranı artmıyor, azalıyor. Özellikle küresel değer zincirlerine bağlı üretim yapan verimli sanayi işletmelerinde istihdam artmıyor, azalıyor. Neden? Teknolojinin niteliğinden.
Ortada emek-yoğun değil, sermaye-yoğun çalışan büyük sanayi firmaları var. Küresel rekabet gücüne sahip Afrikalı firmaların kullandığı teknoloji, yerel ekonominin şartlarına uygun değil yazarlara göre. Neden? Teknolojik değişimi getiren inovasyonların kaynağı yerel olmayınca sonuç böyle oluyor.
Ortada çalışabilecek, iş arayan, kalabalık bir nüfus varken, çalışan sayısını artırmaya değil, azaltmaya odaklı bir dönüşüm belirleyici oluyor. Çalışmadan çıkan üzerine konuşulabilecek bir sonuç bu, benim gördüğüm. Ve doğrusu Türkiye için tam bu yeşil-dijital dönüşüm sürecinde dikkate alınıp ders çıkartılmalı.
Bu çerçevede, aklımdaki soruyu hemen sorayım. Çin, 1980’lerde yaptığını bugün olsa tekrarlayabilir miydi? Doğrusu ya çalışan sayısını artırmaya değil, azaltmaya odaklı bir teknolojik değişim süreci giderek derinleşirken, Çin’in ve hatta Türkiye’nin 1980’lerden başlayarak yaptığını aynen tekrarlayabilmek sanki giderek zorlaşıyor.
Burada tekrarlayabilmek derken, iç göçler vasıtasıyla, kırdan kente gelenlere sanayi istihdamı yaratabilme kabiliyetinden söz ediyorum. Bunun ilgili çalışmada özetlenen iki temel nedeni var. Birincisi, teknolojinin, giderek, çalışan sayısını artırmaya değil, azaltmaya odaklı hale gelmesi; işletmeleri bu çerçevede giderek daha sermaye yoğun faaliyet göstermeye zorlaması. Bir nevi yerel şartlara uydurulamayan teknoloji çağı.
İkincisi, küresel değer zincirlerinin bugün, dünden çok daha fazla belirleyici hale gelmiş olması. Bir nevi, dünyanın, Richard Baldwin gibi söylersem, malların sınırları aştığı bir dünyadan, fabrikaların sınırları aştığı bir dünyaya dönüşmüş olması ve rekabetin çalışan sayısını artırmaya değil azaltmaya odaklı yeni teknolojiler vasıtasıyla yapılıyor olması. İnovasyon sürecinin ise Batı odaklı olması esasen.
Belki buraya bir üçüncü noktayı daha eklemek mümkün olabilir. Fikri mülkiyet haklarından başlayarak, tüm bir düzenleme çerçevesinin de süratle dönüşmüş olması da sanırım burada önemli. Yatırımlarla ilgili düzenleme çerçevesinin her yerde aynı olmaya başlamasını da eklemekte de fayda var.
Sanayi politikası açısından herkes küresel düşünmeye başlayınca, yerel etki her zaman yerel koşulları yeterince dikkate almıyor. Bunu her ülkenin kendi şartlarını dikkate alan bir “doğrudan yabancı sermaye yatırımları politikası” olmalı diye düşünmek de mümkün belki.
Sonuçta unutmayalım, hem Türkiye, hem de Çin kırdan kente göçle kapsayıcı bir büyüme sürecini gerçekleştirebildiler. Çin her yıl orta büyüklükte bir sanayi ülkesini dünyamıza ekler gibi, her yıl 30-40 milyon kişiyi sanayi çalışanı yaparak ilerledi. Belki de daha erken, bugünden daha önce, sanayi ülkesi haline geldiği için.
Türkiye, kişi başına milli geliri 2008’de 10 bin dolara çıkartmıştı; sonra yan yan giderek koca bir on yılı siyasi itişmelerle heba etti. Bu arada, Çin 2019’da kişi başına 10 bin dolarlık milli gelirle Türkiye’yi orada da sollayıp geçti. Onu da unutmadan söyleyeyim. Çin’in nüfusu 1,4 milyar, Türkiye’ninki ise 82 milyon.
Yeni teknolojiler neden Almanya’da istihdamı artırırken Türkiye’de azaltabilir?
Şimdi ortadaki meseleyi biraz daha sorgulayalım. Öyle görünüyor ki, yeni teknolojiler vasıtasıyla Almanya’da istihdam artarken, Türkiye’de azalabilir. Aynı teknoloji Almanya’da çalışan sayısını artırırken bizim burada azaltabilir. Neden? Şimdi bu çerçevede isterseniz, Almanya ve Türkiye’nin işgücü piyasalarını karşılaştıralım.
Yeni teknolojilerin çalışanlar açısından bakıldığında iki özelliği var, benim gördüğüm. Birincisi, yapay zekâ tabanlı teknolojilerde de gördüğümüz gibi analitik beceri sahibi işgücüne olan ihtiyacı artırıyor, o tür çalışanların sayısını artırıyor. Analitik beceri sahibi olanlar daha da aranır oluyor.
İkincisi, tekrara dayalı işlerin yerini giderek otomasyon alıyor. Yeşil-dijital dönüşüm ile birlikte bu süreç giderek hızlanacak. Teknolojinin niteliği, istihdamın seyrini belirleyecek bana sorarsanız.
Şimdi buradan Türkiye ve Almanya’da istihdamın becerilere göre dağılımına bakabiliriz. İlk göze çarpan nedir? Almanya’da istihdamın yaklaşık yarısı rutin olmayan, tekrara dayalı olmayan ve analitik beceri gerektiren işlerde çalışıyor. Aynı oran Türkiye’de çalışan nüfusun beşte biri yalnızca. Buna bir de Türklerin yarısının zaten işgücü piyasasının dışında olduğunu eklerseniz vaziyet vahim aslında.
Rutin olmayan, tekrara dayanmayan manuel işler deyince mesela araba sürmek aklımıza gelmeli. Otonom araçların devreye girmesi ile birlikte, şehirlerden kırlara her yerde kendi kendine hareket edebilen araçlar olacağını hatırlatmak isterim.
Rutin analitik deyince mesela muhasebenin tutulması bunun içinde. Bu tür işlerde çalışanlar bundan böyle yalnızca yan büroda çalışanlarla değil, Pakistan’da çalışanlarla da rekabet etmek mecburiyetinde kalacaklar.
Rutin manuel işleri ise hiç saymıyorum. Bundan böyle, fabrikalarda iki görevli olacak, bir insan ve bir köpek devri gerçek oluyor. Hani şu, “köpeğin görevi, insanın makinelere dokunmasını engellemek, insanın görevi ise köpeği beslemek” diye devam eden fütürist yaklaşım.
Yarın, artık bugün. Peki, bu durumda, istihdam ne olur? Aslına bakarsanız, soruyu şöyle sormak lazım: “Peki, bu durumda ücretler ne olur?” Bu istihdam piyasası beceri dağılımı açısından baktığınızda, Türkiye’de yeşil-dijital dönüşüm döneminin dikkatle yönetilmesi gerekiyor. Çalışma hayatına katılacak olanların analitik becerilerini, düşünme ve müdahale edebilme yeteneklerini artırmamız önem taşıyor. Meslek okullarından başlayarak, eğitimin içeriğini, ders dinamiklerini süratle elden geçirmekte fayda var.
Daha yerli-milli inovasyon stratejisinin ülkenin işgücü piyasası dinamikleri açısından ne manaya geldiğine dair bir laf işittik mi? Hayır. Ezbere konuşma işte.
Bundan önce yeşil-dijital dönüşümün gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki teknoloji uçurumunu derinleştirmemesi gerektiğinin altını çizmiştim. Aklımda esasen Türkiye gibi “şirketleri çok borçlu, bankaları çok problemli, kamu idaresi pek sorunlu” ülkeler vardı. Şimdi buna “istihdam piyasası çok rutin becerilerle dolu” ifadesini de eklemek gerekiyor sanırım.
Daha önümüzde yapacak çok iş var ama biz burada saçma ile pek meşgulüz. İstihdam ve reel ekonomi için özellikle bu dönemde makro istikrarın önemini ne kadar vurgulasam az, bir de.
Böyle işte.
Bu köşe yazısı 29.03.2021 tarihinde Dünya Gazetesi’nde yayımlandı.
—————————————
Kaynak:
https://www.tepav.org.tr/tr/blog/s/6889/Isimiz+asil+neden+zor_