Gerçekten “NATO’ya devam mı, tamam mı?” Kararını vermek çok zor.70 yıl önce içinde bulunduğu şartlar doğrultusunda dönemin hükümeti tercihini Batı Bloğundan yana kullanmıştır ve NATO üyeliği ile bu süreç günümüze kadar devam etmektedir. Ancak, NATO’dan çıkarak Şanghay İşbirliği Teşkilatına girilecekse, bu bir maceraya, büyük bir zaman kaybına ve gereksiz harcamaya neden olacaktır. Sanırım en iyi hareket tarzı fazla zig zag yapmadan milli menfaatlerinizi koruyacak şekilde, müttefik ülkelerin bölgemizdeki tek taraflı çıkarlarına yönelik eyleme ve operasyonlarına fırsat tanımayacak şekilde bölgesel politika geliştirerek ve içinde bulunduğunuz paktın imkân ve olanaklarını azami kullanarak NATO üyeliğini devam ettirmek daha mantıklı bir seçim gibi görünmektedir.
*****
Bircihan D. DİLEK
Türkiye son dönemde, satın almak istediği silah sistemleri ile ilgili olarak, hiç olmadığı kadar dünya gündeminde yer almaktadır.
Türkiye’nin NATO üyeliğinin devam edip etmeyeceği konusunu da tartışılan konular arasında yer alıyor. Türkiye ve NATO birbirlerine ne kadar ihtiyaç duyuyorlar veya kim diğerine daha çok ihtiyaç duymaktadır? Bu soruyu bazı tespitlerde bulunarak ve varsayımlar kullanarak cevaplamaya çalışalım.
Önce Türkiye’nin NATO serüvenini kısaca bir görelim. Atlantik Okyanusu doğu kıyısından 3600 Km uzaklıktaki Türkiye, ismi “Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı (NATO)” olan bir oluşumun içinde neden yer alıyor?
NATO ilk olarak 1949 yılında iki kuzey Amerika ülkesi (ABD ve Kanada), 10 Kuzey ve Batı Avrupa ülkesi (Belçika, Danimarka, Fransa, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz ve İngiltere) ile kuruldu. Türkiye ve Yunanistan NATO’ya Şubat 1952 yılında katıldılar. Daha sonra Almanya (1955), İspanya (1982), Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya (1999), Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya (2004), Arnavutluk ve Hırvatistan (2009), ve Karadağ (2017) NATO’ya katılmıştır.
NATO, II. Dünya Savaşından sonra SSCB’nin komünist yayılmacılığına karşı koymak amacıyla kurulmuştur. Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya alınmasının sebebi ise Sovyetler Birliği’ne karşı geliştirilen Soğuk Savaş Stratejilerinden kaynaklanmıştır. 1950’li yıllarda Komünizm karşıtı hükümetler tarafından yönetilen Türkiye ve Yunanistan, Batılı ülkeler tarafından Moskova ve Komünizmin Batıya yayılmasını önleyecek bir kalkan olarak görülmüştür.
Batı’da bu düşünceler gelişirken, İkinci Dünya Savaşı Sonrasında, Sovyetler Birliği’nin Kars Ardahan ve Boğazlarla ilgili istekleri, o tarihte Türkiye de hükümet eden Demokrat Parti iktidarını da Batı Bloğuna yakın bir politika izlemeye doğru itmiştir.
Kore Savaşının ufukta görülmesi, Çin ve Rusya’nın dünyanın çeşitli taraflarında yayılmacılık etkisinin ortaya çıkardığı korku iklimi de buna katkıda bulunmuştur. Nitekim Türkiye ve Yunanistan Kore Savaşına birlikleriyle katılım sağlamış ve destek vermiştir. Truman doktrinini ile de Sovyet tehdidine ve yayılmacılığına maruz kalabilecek olan Türkiye ve Yunanistan askeri ve ekonomik olarak desteklenmiştir.
Türkiye, 70 yıla yakın bir süre boyunca NATO ülkelerinin güvenliğine çok büyük katkılarda bulunmuştur. Özellikle Soğuk Savaş döneminde Türkiye, NATO Güney kanadının koruyuculuğunu üstlenmiş, bugün ise şiddet içeren aşırıcılıklarla mücadelede, Füze savunma alanında (Kürecik) ve Afganistan’da NATO’ya destek vermektedir.
Türkiye aynı zamanda bir NATO üyesi olarak Doğu Avrupa’daki politik istikrarsızlıklar, 1990’lı yıllardaki Balkan savaşları, 9/11 sonrası Ortadoğu’daki faaliyetlerde de önemli katkılarda bulunmuştur. Türkiye konumu nedeniyle, NATO için Ortadoğu ve Asya’da kültürel ve politik bir köprü görevi icra etmiş, NATO standartlarına uygun askeri altyapısı nedeniyle bölgedeki NATO operasyonlarında, birçok diğer NATO ülkelerinden, çok daha fazla oranda katkı sağlamıştır.
Burada konumuzla yakından ilgili bazı tespitlerde bulunmakta fayda görüyorum. Aşağıda bazılarını ifade etmeye çalıştım.
Günümüzde öncelikle ABD ve NATO’nun tehdit olarak gördüğü ülkeler Çin, Rusya, İran ve Kuzey Kore’dir. Buna ilave olarak Radikal İslam da tehdit olarak görülen bir unsurdur. Bunlardan İran ile sınırımız bulunmakta, Rusya ile aynı coğrafyada bulunuyoruz. Radikal İslam ile de Suriye meselesi ile birlikte tanışmış olduk, sınırlarımıza yakın bölgelerde konumlandılar.
Son yıllarda bölgemizde ve sınırlarımızda sorunlar hızla artmaktadır; Suriye’de vekâlet esasına dayalı mini Dünya Savaşı, İran-ABD gerginliği, Akdeniz’de Kıta sahanlığı sorunları ve petrol/doğalgaz/hidro karbon yatakları, İşgal edilen Ege adaları, Yunanistan-ABD yakınlaşması, Kıbrıs, Suriyeli mülteci sorunu, Karadeniz’deki ABD varlığı, Kırım, Ukrayna, Enerji transfer hatları, İpek Yolu, Enerji kaynaklarının paylaşım savaşları, ABD Rusya gerginliği. Nerdeyse hepsinde NATO müttefikimiz ABD’nin dokunuşları var, adeta bölgemizde mikser görevi yapıyor.
ABD stratejik odağının Pasifik’e kayması nedeniyle, Avrupa kıtasında oluşabilecek kuvvet boşluğun Avrupalılar tarafından doldurulması gerektiğini düşünen ABD başkanı Trump, bu konuda Avrupa’ya baskı uygulamaktadır. Bu nedenle, 2018 yılında yapılan NATO zirvesinde üyelerin savunma harcamalarını iki katına çıkarmalarını istedi. Böylece ABD, Atlantik doğu kanadının yükünü Avrupa’ya ihale etmek istemekte ve bunun yaratacağı ortamda Avrupa’ya da daha fazla silah satmayı da hesaplamaktadır. Aslında Trump’ın yaptığı bu çıkışlar ile NATO’da yıllar boyunca oluşturulmuş Güvenlik anlayışı bir güvensizlik ortamı oluşturmaya başlamıştır. Nitekim bazı Avrupa Liderleri bu kapsamda çeşitli açıklamalar yaptı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Rusya tehlikesine dikkati çekerek ABD’ye bağımlı olmayan, egemen bir Avrupa Birliği (AB) ordusu kurmadıkça Avrupalıların güvende olamayacağını söyledi. Avrupa Komisyonu’nun başkanı Jean-Claude Juncker, AB’nin değerlerini savunma konusunda ciddi olduğunu Rusya’ya gösterebilmesi için bir Avrupa ordusu oluşturulması gerektiğini belirtti. Avrupa bu ortak orduyu oluşturabilir mi? Nüfusu buna müsait mi? Bu biraz zor görünüyor.
Zira, her ne kadar son teknolojiyi yakından takip ediyor olsa da Avrupa’nın gelecek için önemli kaygıları var. Çünkü Avrupa İstatistik Kurumu’nun (Eurostat) 2017 raporuna göre Avrupa Birliği ülkelerinin nüfus ortalamalarında 65 yaş ve üzeri kesimin payının yüzde 19,4’e yükseldiği açıklandı. Başka bir deyişle Avrupa’da 64 yaş üzerinde kişilerin sayısı 100 milyonu aştı. Bu çarpıcı oran özellikle İtalya ve Yunanistan’da rekor kırıyor. Eğer ABD NATO’daki desteğini çekerse, Avrupa kendi korumasını sağlayabilecek bir Avrupa Ordusunu kurabilmesi görünüşe göre zor görünüyor.
Diğer belirtmek istediğim bir konu da, Türkiye’nin NATO’dan bugüne kadar kayda değer ne gibi destekler aldığıdır? Bunun en bariz örneği Suriye’den gelebilecek olası saldırılara karşı Türkiye’nin NATO’dan talebi üzerine Patriot sistemlerinin Türkiye’ye konuşlanması olmuştur. Patriot konuşlanmasında ülkeler nispeten cömert davranmış, bu kapsamda Hollanda tarafından 26 Ocak 2013’te İncirlik Hava Üssü ile Seyhan İlçe Jandarma Komutanlığı’na Patriot sistemi kuruldu. 2015 yılında süresi dolan Hollanda Patriot’larının yerine İspanyol Patriot sistemi konuşlandı. Aynı dönemde ABD’nin Patriot bataryaları Gaziantep’e, Almanya’nın bataryaları da Kahramanmaraş’a yerleştirildi. İspanya, Türkiye’nin hava savunması için 2015 yılında Adana’ya konuşlandırılmış Patriot füze savunma sisteminin süresini 2019 sonuna dek uzattı. Asında Suriye meselesinde Türkiye için bir Balistik Füze tehdidi olmamakla birlikte, İstikrarsız bölgelerden atılabilecek füzeler ve muhtemel uçak taarruzlarına karşı bir kalkan oluşturulmuştur. Ancak NATO’nun, Patriot Sistemlerini, Kürecik ve İncirlik’teki ABD personeli ve tesislerini güvenlik şemsiyesi altına alacak şekilde konuşlandırması dikkat çekici olmuştur.
Son olarak da kısaca Türkiye’nin II. Dünya Savaşı öncesindeki durumuna göz atalım. 1923 de Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ile birlikte başlatılan sanayileşme hamlesi meyvelerini vermiş, yerli silah sanayi ve uçak üretim faaliyetlerine başlanmıştır. İstanbul’da İlk yerli uçak bombaları üretilmiş, Kırıkkale de mühimmat barut tüfek ve top fabrikaları kurulmuş, 1926’da Kayseri de ilk Uçak ve Motor fabrikası üretime başlamıştır. 24 adet NUD36 model eğitim uçağı imal edilmiş, 1944 yılında ise NUD38 model altı (6) kişilik yolcu uçağı üretilmiştir. Türk Hava Kurumu tarafından THK-5A hafif nakliye uçağı üretimi gerçekleştirilmiş, söz konusu uçağın ambülans versiyonunu Danimarka’ya ihraç edilmiştir.
Yukarıdaki tespitlerden sonra şimdi Türkiye’nin II. Dünya Savaşı sonrasında ABD’yle yakınlaşması ve NATO’ya girmesiyle ortaya çıkan olumsuzlukları belirtmeye çalışalım;
1920’li ve 1930’lu yıllarda büyük fedakârlıklar pahasına elde edilen Savunma Sanayi imkân ve kabiliyetleri kaybedilmeye başlanmıştır. Dünya Savaşında ve sonrasında İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından sağlanan hibe ve yardımlar ile NATO’ya girişiyle artış gösteren askeri yardımlar, henüz kuruluş aşamasında bulunan Savunma Sanayinin gelişmesini durdurmuştur.
Kayseri uçak fabrikasında II. Dünya Savaşı’yla birlikte fabrikada üretim yerine bakım ve onarım işlerine ağırlık verildi. Savaş sonrasında ise ABD’nin Marshall Planı devreye girdi. Marshall Planı çerçevesinde Türkiye’ye uçak ve motor da verildi. Bu nedenle fabrikada üretim durdu. Fabrika, 1950’de “Kayseri Hava İkmal ve Bakım Merkezi” olarak hizmet vermeye başladı.
Bunun sonrasında, Silahlı Kuvvetlerin yurt içi siparişleri azalmış ve askeri fabrikalar verimliliklerini yitirerek Milli Bütçeye önemli bir yük olmuşlardır. Bu nedenle askeri fabrikalar, 15 Mart 1950 yılında çıkarılan 5591 sayılı yasa ile Kamu İktisadi Devlet Teşekkülü şeklinde kurulan Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKEK) Genel Müdürlüğü bünyesine alınmıştır. Türk Hava Kurumu (THK) uçak fabrikası da MKEK’ye devredilmiş, ancak söz konusu fabrika 1968 yılında tekstil fabrikasına dönüştürülmüştür.
Hibe yoluyla veya satın alınan askeri silah sistemlerinde dışa bağımlılık artmış, yedek parça bağımlılığı ortaya çıkmıştır. Silah sistemlerindeki bağımlılık, politik açıdan da bağımlılık getirmiştir.
Bu bağımlılıkla birlikte Türkiye NATO’nun Güney kanadının muhafızlığına soyunmuş, geniş çapta bir orduyu deruhte etmek zorunda kalmıştır. Türkiye’nin bu hizmetinin ekonomik karşılığını ölçebilmek mümkün değildir.
Dünya Savaşı sonrasında, Orta Avrupa ülkeleri orduları küçülmüş, dolayısıyla güvenlik giderleri azalmış, böylece teknolojik ve ekonomik kalkınmalarına ağırlık vermişlerdir. Türkiye’nin 70 yıl boyunca bölgesinde oluşturduğu güvenlik politikaları ile Avrupa ülkelerinin güvenliğine büyük katkı sağlarken, kendi teknolojik gelişimini sağlayamamıştır.
Dünyadaki teknolojik gelişme süreçlerine ayak uydurulamamış, Savunma Sanayi alanında düşük katma-değerli üretime zorlayan orta teknoloji tuzağına düşmek zorunda kalınmıştır.
Şimdi de, II. Dünya savaşı sonrasında, Türkiye’nin ABD ile yakınlaşması ve NATO’ya girmesiyle ortaya çıkan olumlu sayılabilecek konuları ifade edelim;
TSK personeli, gelişmiş ülkeler silahlı kuvvetleri ile entegrasyon için de yurtiçi ve dışında eğitim, tatbikat gibi faaliyetlere katılarak yeni savaş taktik ve tekniklerine yönelik bilgi ve tecrübelerini arttırmıştır.
Askeri personel ve mühendisler ile Savunma Sanayi mühendisleri gerek NATO içerisinde yürütülen gerekse başta ABD olmak üzer diğer NATO ülkeleriyle yürütülen askeri projelerde birlikte çalıştılar. Bu projeler kapsamında Askeri ve Savunma Sanayi Standartları, proje yönetim, sistem tasarım ve geliştirme konularında, askeri personelimiz ve sivil mühendislerimiz tecrübe kazandılar.
NATO ülkeleri ile işbirliği ve NATO karargâhlarında Türk personelin görevlendirilmesi nedeniyle, personelin lisan ihtiyacını ortaya çıkmış, geniş oranda personelin yabancı dil öğrenmesi sağlanmıştır.
NATO’nun geniş İstihbarat paylaşımından yararlanılmıştır.
Bu aşamada, yukarıdaki tespitlerimiz doğrultusunda Türkiye ve NATO’nun birbirlerine olan ihtiyaçlarını aşağıda iki varsayım kullanarak incelemeye çalışalım.
İlk varsayım olarak, Türkiye 1952 yılında NATO’ya girmeseydi neler olabilirdi;
1950’li yıllardaki Türkiye’ye yönelik Rus tehdidi devam edebilir ve bu tehdit Türkiye’yi baskı altına alabilirdi. Ancak o döneme ait dünya dengeleri içinde ABD ve İngiltere’nin Komünizm yayılmasını engellemek adına yine Türkiye’nin yanında yer alması söz konusu olabilirdi. Böylece Rus Türk gerginliği belli bir süreç içinde yatışabilirdi. Ancak bu durum da ABD ile ikili ilişkiye girilerek, silah sistemlerimizi yine ABD üzerinden tedarik etmeye devam edebilirdik. Bu seçenek durumunda da gelişmeler NATO’daki gelişmelere benzer bir durumu yaratabilirdi.
Veya diğer bir ihtimalle, 1952 yılında NATO’ya girmemiş bir Türkiye, paktlardan bağımsız kalarak, 1920’li ve 1930’lu yıllarda büyük fedakârlıklar pahasına elde edilen Savunma Sanayi imkân ve kabiliyetleri üzerine konulacak yeni teknolojiler ile daha gelişmiş sistemler üretilebilirdi. Kendimize özgün standartlar ve teknolojiler geliştirebilirdik. Bugün Yerli ve milli savaş uçağımızı, radarlarımızı, tankımızı, motorlarımızı, uydumuzu ve diğer silah sistemlerini üretiyor olabilirdik.
Kuzey Atlantik Antlaşmasının 9. Maddesi uyarınca NATO’da karar alma süreci konsensüs/oy birliği ile yapılmaktadır. Türkiye oy birliği ile NATO’dan ihraç edilebilir mi veya kendi isteğiyle ayrılabilir mi bilinmez ancak ikinci varsayım olarak, bir an için Türkiye’nin NATO’dan ayrıldığını düşünelim, neler olabilir;
Cumhuriyet dönemi Savunma hamlesinden sonra, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtını takiben ABD tarafından konulan Ambargo neticesinde, ikinci bir savunma sanayi hamlesi yaratılmıştır. NATO’dan ayrılma durumunda, ülkemizde yeni bir motivasyon yaratabilir üçüncü bir hamle başlatılabilir. Türkiye için yeniden Milli bir Savunma mimarisi oluşturma şansı doğabilir.
Diğer taraftan ise, Türkiye’nin Rusya ve Çin’e yakınlaşması yüksek ihtimal dâhilindedir. Ayrıca Türkiye, Rusya ve Suriye’nin işbirliği söz konusu olabilir. Bu da, ülkemizin lehine olacak şekilde, Suriye’de toparlanmanın önünü açacağı gibi Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları paylaşımına yönelik anlaşmazlıklarda güç birliği oluşmasını sağlayabilecektir.
Veya Ekonomik, Finansal ve Enerji konularında Türkiye ağır yaptırımlara maruz kalabilir. Bugüne kadar yurt dışından tedarik edilmiş olan Silah sistemleri, Uçak sistemleri, Radar ve benzeri sistemler konusunda yedek parça tedarik sorunları yaşanabilecektir. Türkiye açısından NATO’dan ayrılması, çok sancılı ve masraflı olabilir. Batıya bağımlı mevcut askeri ve sivil sistemlerin idamesi, yeni statüsü ile bulunduğu coğrafyada politik dengenin korunması ve yeni savunma mimarisinin oluşturulması mücadele edeceği başlıca konular olacaktır. Bu süreçte yanlış adımlar atılması durumunda talihsiz gelişmelerle karşılaşılması ve mevcut statünün mumla aranması da söz konusu olabilir. Dikkat edilmediği taktirde, Türkiye’nin II. Dünya savaşı süresinde ve sonrasında ABD ile yaşadığı ABD lehine tek taraflı çıkar düzeni tehlikesini, bu aşamada Rusya ve Çin ile de tecrübe etme tehlikesiyle karşı karşıya gelme ihtimali bulunmaktadır. Zira, Rusya’nın milli menfaatlerimize aykırı yeni tehdit talep ve isteklerle gelmeyeceğinin de bir garantisi yoktur.
Türkiye’nin NATO’dan ayrılması Avrupa kıtasının güvenliği tehlikeye sokabilir. Türkiye’de konuşlu ABD ve NATO Tesisleri kapatılabilir. Türkiye, hâlihazırda Balistik Füze tehdidine karşı kurulmasına izin verilen Kürecik’te konuşlu Erken İhbar radarının çalıştırılmasına izin vermeyebilir. Bu da Avrupa’daki ABD Kuvvetlerini ve tüm Avrupa uluslarını Balistik Füze tehdidine daha açık hale getirebilir. Türkiye, hava ve deniz tehditleri açısından NATO Füzyon merkezlerini desteklemeyeceği için Avrupa’nın Hava Sahası ve Avrupa’nın güney kanadı dışarıdan gelecek tehditlere karşı daha hassas ve savunmasız hale gelebilir. Bu durum Avrupa’da ilave askeri tesis ve kuvvet bulundurma ihtiyacını ortaya çıkaracaktır. Avrupalıların refah içerisindeki yaşamları nedeniyle geliştirdikleri yaşam refleksi ve askerliğe yönelik soğuk duruşlarının yanı sıra yaşlı nüfusu nedeniyle yeni askeri sistemler için ilave bütçe ayrılması ve ilave askeri kuvvetler oluşturulmasının makul bir sürede yerine getirilmesi mümkün olamayabilecektir. Türkiye, topraklarındaki NATO alt yapısının kullanılmasına izin vermeyeceği için, ABD ve NATO ülkelerinin Ortadoğu, Akdeniz ve Karadeniz’deki operasyonları sınırlanabilecektir. Kesin olarak alınması durumunda buna bir de S-400 hava savunma şemsiyesi eklendiğinde kısıtlar üst düzeye çıkacaktır. Yani ABD ve NATO kuvvetleri için emniyetsiz ve güvensiz bir harekât ortamı ortaya çıkabilecektir. ABD topraklarının güvenliği açısından Türkiye’ye ihtiyacının bulunmadığını düşünüyorum. ABD’nin; Ortadoğu, Akdeniz, Yakın Asya ve Karadeniz’deki tek taraflı çıkar operasyonlarında Türkiye’ye ihtiyacı olabilecektir.
NATO’da kalmanın ve ya çıkmanın avantaj ve dezavantajlarını yukarıdaki varsayımlar çerçevesinde anlatmaya çalıştım. Kimin diğerine daha fazla ihtiyacı var sorusuna cevabım; NATO’nun Türkiye’ye daha çok ihtiyacı var, şeklindedir.
Aslında tarihin tekerrür etmekte olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Bu kez adeta tersine tekerrür ediyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Sovyetler Birliği’nin Kars, Ardahan ve Boğazlarla ilgili olarak Türkiye’ye tehditlerin bir benzeri, bugün Müttefiki olan ABD’den gelmektedir. Sovyetler Birliği’nin 1948’lerde yaptığı tehditlerden neredeyse 70 yıl sonra, S-400’ü alırsan F-35’i vermem, CAATSA yaptırımları uygularım şeklinde ABD’den direk tehditler geldi. ABD, dolaylı olarak da, Suriye’de müttefikliğe aykırı bir şekilde IŞID ile savaşıyorum bahanesiyle Güneydoğu sınırlarımızda Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit edebilecek terör yapılanmasının önünü açmaktadır. 1950’lerde Rus tehdidi karşısında Batıya yaklaşarak NATO’ya katılan Türkiye’nin 2019’larda ortaya çıkan ABD tehditleri karşısında hangi istikamete yöneleceğini hep birlikte zaman içinde göreceğiz.
Gerçekten “NATO’ya devam mı, tamam mı?” Kararını vermek çok zor.70 yıl önce içinde bulunduğu şartlar doğrultusunda dönemin hükümeti tercihini Batı Bloğundan yana kullanmıştır ve NATO üyeliği ile bu süreç günümüze kadar devam etmektedir. Ancak, NATO’dan çıkarak Şanghay İşbirliği Teşkilatına girilecekse, bu bir maceraya, büyük bir zaman kaybına ve gereksiz harcamaya neden olacaktır. Sanırım en iyi hareket tarzı fazla zig zag yapmadan milli menfaatlerinizi koruyacak şekilde, müttefik ülkelerin bölgemizdeki tek taraflı çıkarlarına yönelik eyleme ve operasyonlarına fırsat tanımayacak şekilde bölgesel politika geliştirerek ve içinde bulunduğunuz paktın imkân ve olanaklarını azami kullanarak NATO üyeliğini devam ettirmek daha mantıklı bir seçim gibi görünmektedir.
Günümüzde askeri ve ekonomik olarak söz sahibi ülkeler belli bir Pakt içinde yer almaktadır. Batı da NATO içerisinde ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa, Doğuda Şanghay İşbirliği Örgütünde Rusya ve Çin gibi ülkeler bulunmaktadır. Bu örnekler bize belli bir pakt içerside olmanın önemli olduğunun işaretlerini veriyor. Eğer Türkiye NATO’dan çıkıp, herhangi bir pakta dâhil olmamayı tercih ettiği durumda, yine zor bir seçim yapmış olacaktır. Bu sürdürülebilir bir durum mudur? Denemeye değer olabilir.
Türkiye 1990’lı yıllardan itibaren birçok proje kapsamında yurt dışına çok sayıda askeri personel, mühendis, savunma sanayi çalışanı gönderdi, bu kişiler yurt dışında eğitim aldı, bizzat üretim içinde yer aldı, yani Türkiye’ye yeterli know-how aktarımı yapıldı. Birçok projede Türk Firmaları ABD ve Avrupa firmalarının alt yüklenicisi olarak görev yaptı. Sanırım, son 25 yılda insan faktörü açısından bakıldığında yeterli sayıda Savunma Sanayi çalışanı yetiştirildi. Yani teknoloji transferi çoktan beyinlerde yapıldı. Türk mühendisleri artık kendi silah sisteminin ana yazılım ve donanımının özgün tasarımını yapabilecek olgunlukta ve yetenektedir. Sadece yetişmiş kadroları bir araya getirerek, yeterli finansal kaynak sağlanmalı, mühendislerimize güvenilmeli ve yürütülen projelerde sabır gösterilmelidir. Burada belirtmek isterim, Türkiye’ye benzer şekilde Japonya ve Güney Kore bizden daha önce 1970’li yılların ortalarından itibaren ABD’ye mühendis ve akademisyenler göndermiş, bu personelden en iyi şekilde yararlanarak bu günkü gelişmişlik seviyesini yakalamışlardır. Türkiye, Savunma Sanayi alanında yıllarca çalışmış tecrübeli uzmanları, genç mühendislere yol gösterecek şekilde, yönetim kadrosu içerisindeki ara kademelere yerleştirmelidir. Başka ülkelerden teknoloji transferi yapma aldatmacası ile zaman kaybetmeden, liyakate önem veren ve bilimle barışık kadrolarla yerli üretim konusunda ciddi, istekli, koordineli, bencilliklerden uzak, azim, kararlılık ve inanç içinde bize özgün bir tasarım ve üretim anlayışı geliştirilebilir.
Coğrafi konumun çok değerli olduğunu bilen, milli çıkarlarının farkında olan, çevresindeki risk ve tehdit değerlendirmesini iyi yapabilen, planlı ve programlı hareket eden, uğradığı başarısızlıkları komplolara ve yurtdışı güçlere bağlamayan fakat kendi iç dinamiklerinde arayan ve genç nüfusuna güvenen Türkiye’nin, paktlardan bağımsız bütün ülkelere eşit mesafede ilişki kurarak bölgesinde güçlü bir ülke olarak varlığını sürdürebileceğine inanıyorum.
KAYNAK:
https://www.ibtimes.com/why-turkey-nato-704333
http://www.ctad.hacettepe.edu.tr/9_18/6.pdf
https://www.trthaber.com/haber/turkiye/turkiyenin-ilk-ucak-fabrikasi-92-yil-once-kayseride-acildi-387891.html
https://tr.euronews.com/2018/05/09/avrupa-nufusu-yaslanmaya-devam-ediyor
https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/genel_kurul.cl_getir?pEid=22444
https://www.forces.net/news/what-european-army-and-could-it-become-reality
https://qz.com/1004687/eu-army-europe-dreams-of-a-common-military-but-has-too-many-types-of-tanks/
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-44789806
https://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/03/150309_avrupa_ordusu
https://www.nato.int/cps/en/natohq/topics_69718.htm
https://www.yerliteknoloji.net/iste-turk-savunma-sanayisinin-tarihcesi.html
——————————————————
Kaynak: