Yunanistan egemenlik alanını adalar ve kayalıklar vesilesiyle genişletirken hukuk mantığına oturmayan birkaç yönteme dayanıyor. Bunlardan ilki Türkiye’ye aitliği antlaşmalarla belirlenmiş adalar dışında kalanların tamamının Yunanistan’a ait olduğu yönündeki tezidir. Bu yaklaşımın geçerliliğinin bulunması ancak ya Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’nin halefi olması durumunda ya da Lozan Antlaşması’nın değil de Sevr Antlaşması’nın geçerli olması durumunda söz konusu olabilecektir.
*****
Gözde Kılıç YAŞIN
Yunanistan-Türkiye ilişkileri, 2018’in ilk iki ayında Türkiye’nin iki cephede de savaşabileceği imajının resmedilmesine gerek duyulacak denli gerildi. İki ülke başbakanının telefonla irtibata geçip tansiyonun düşürülmesi görüşünü paylaşması ardından kriz en kritik döneminde yerini sessizliğe bırakmış görünüyor. Ancak her iki ülke de meseleyi egemenlik haklarına saldırı olarak gördüğü için ana sorun çözülmedikçe Ege, akşamdan sabaha doğacak yeni krizler ve gerginliklere gebe olacak. Ana sorunun ise istikşafı görüşmeler, teknik araştırma grupları kurulması ya da hukuk ve hatta siyaset yoluyla çözülemeyeceği artık anlaşılmıştır. Yunanistan tarafı özellikle Savunma Bakanı ve Dışişleri Bakanı açıklamaları çerçevesinde sıcak bir çatışmaya gönüllü görünüyorsa da ve belki Türkiye’nin güney sınırlarındaki meşguliyetini bir fırsat olarak değerlendiriyorsa da savaşın iki taraf için de gerçekte arzu edilir bir sorun çözme yöntemi olmadığı açıktır.
Ege’deki sorunlar silsilesi olarak görülen karasuları ve havasahası sınırlarını belirleme, kıtasahanlığı ve deniz yetki alanları paylaşımı, adaların silahsız statüsünün korunması meselelerinin tamamı, egemenliği devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklar konusunda bir uzlaşı sağlanmadığı müddetçe çözümsüz kalacaktır. Hangi adanın hangi devletin sahipliğinde olduğu konusunda uzlaşı sağlanmadıkça o ada ya da adacığın veya kayalığın karasuyu ve hava sahasının belirlenmesi imkansız olacak; Ege’nin egemenlik paylaşımı gerçekleştirilemeyecektir.
Savaş dışındaki seçenek olarak Türkiye bugüne dek tacizleri sessizce -basına duyurmadan engelleme ve meselenin halli için daha uygun koşulları bekleme yöntemini kullanırken Yunanistan, iskândan işgale evrilen ve aynı zamanda uluslararası camianın desteğini sağlayacak küçük görünen ama esaslı ve zamana yayılmış adımlarla ilerlemeyi tercih etti. Kardak bölgesine girmeye çalışan ‘Gavdos’ adlı Yunan Sahil Güvenlik botuna, ‘Umut’ isimli Türk Sahil Güvenlik botunun engel olması sırasında Gavdos’un Türk botunun arkasına sürtmesiyle açığa çıkan son gerginlikte AB Komisyon Sözcüsü’nün çarpılan Yunan teknesinin ” Avrupa Birliği Sınır Koruma ve Sahil Güvenlik Teşkilatı (Frontex) tarafından ortak finanse edildiği” yönündeki açıklaması ve bu kazanın Avrupa’daki vergi mükelleflerini de ilgilendirdiği vurgusuyla[1]sürece dahil olması önemlidir. Çünkü AB adına soruna taraf olunduğu ilan edilmektedir. Yunan yetkililerin tüm gerginlik sürecinde Türkiye’nin karasularını ve Türk adalarını da kapsayan sınırları “AB’nin doğu sınırları” olarak lanse etmesi zaten meselenin uluslararasılaştırıldığının göstergesiydi.
Yunan Sahil Güvenlik Botu ile aynı adı taşıyan Girit’in güneyindeki Gavdos adasını Yunanistan’ın 1996’daki NATO tatbikatına dahil etmek istemesi ─ile çıkan kriz ve araya ABD’nin girmesi─ de benzeri bir hamledir.
Türkiye kıtasahanlığı uzlaşmazlığının bütün sorunlarla birlikte masada çözülmesi için gayret sarf ederken de Yunanistan, Doğu Akdeniz ve Ege’deki adaların da kıtasahanlığı olduğu varsayımıyla hazırladığı bir haritayı BM Okyanus İşleri ve Deniz Hukuku Dairesi’ne sunarak Yunan kıta sahanlığının dış sınırları deklarasyonunu[2] yayınlamıştı. Esasen bu deklarasyon ve yayınlanan harita, Ege Adaları’nın aidiyeti meselesinin önemini ve uygun zamanı bekleme taktiğinin zaman ve zemin kaybettirdiğini göstermektedir. Nitekim Yunanistan’ın tüm tezleri ve girişimleri incelendiğinde, Ege’de egemenlik paylaşımında hiçbir anlaşmazlık yokmuş gibi hareket ettiği, bu deklarasyon ve diğer girişimleriyle de bu görüşüne hukuki çerçeve oluşturmaya çalıştığı görülmektedir.
Ege Adaları’nın aidiyeti meselesinin en kritik noktası ve öncelikle belirtilmesi gereken hususu, Türkiye ve Yunanistan arasında deniz sınırının çizilmemiş olduğudur. Deniz sınırı çizilmemişken ve Ege Adaları’nın aidiyeti hususunda ihtilaf söz konusuyken Yunanistan’ın bu konuda attığı her bir adım kendi tezlerine uygun yeni bir durum, yeni bir teamül yaratma çabasıdır. Yunanistan bunun için adaları iskâna açıp sonra da asker yerleştirmek yoluyla işgal etme ve ardından NATO tatbikatları ya da AB sınırları söylemleri veya BM’ye sunduğu deklarasyonlarla kendine tanık oluşturma ve taraftar sağlama adımlarını kullanıyor.
Ege’de Adaların İskân ve İşgali Süreci
Yunanistan açısından egemenliğini genişletme sürecini bağımsızlığını ilan ettiği 1830’a; egemenliği devredilmemiş adaları sahiplenme sürecini de Pasok Hükümeti döneminde 4 Temmuz 1985’te Ege Bakanlığı kurulmasına dek geri götürebiliriz.
Yunanistan Ege Bakanlığı, bazı adacıklara (Takmakia veya Tomaria (Midilli -Lesvos- doğusunda), Passas ve Vatos (Sakız -Hios- doğusunda), Strongili, Kalolimnos (Kardak yanında), Nimos, Farmakonisi ve Saira) 2-3 kişilik sığınak, küçük kilise, bayrak için gönder, su deposu, jeneratörde kullanmak üzere yakıt deposu inşa edilmesini öngören bir programı devreye soktu.[3] Belediyelerin işbirliğiyle uygulamaya konulan bu program adacıkların iskâna açılmasının ilk adımı oldu. İskâna gerek duyulması ise 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesinin 121. maddesinin 3. bendinde düzenlenen “İnsanların oturmasına elverişli olmayan veya kendilerine özgü ekonomik bir yaşamı bulunmayan kayalıkların münhasır ekonomik bölgeleri ya da kıtasahanlığı olmayacaktır” hükmünün sonucudur.
Türkiye ise Atina Deniz Askeri Ataşesi’nin 26 Kasım 1995 tarihli Ege Denizi’ndeki bazı küçük adacıkların Yunanistan tarafından iskâna açılacağı mesajıyla[4] harekete geçmiş, egemenliği devredilmemiş tüm ada, adacık ve kayalıkların Türkiye’ye ait olduğunu gösteren tapu ve belgeler arşivlerden çıkarılmıştır.
Yunanistan egemenlik alanını adalar ve kayalıklar vesilesiyle genişletirken hukuk mantığına oturmayan birkaç yönteme dayanıyor. Bunlardan ilki Türkiye’ye aitliği antlaşmalarla belirlenmiş adalar dışında kalanların tamamının Yunanistan’a ait olduğu yönündeki tezidir.
Bu yaklaşımın geçerliliğinin bulunması ancak ya Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’nin halefi olması durumunda ya da Lozan Antlaşması’nın değil de Sevr Antlaşması’nın geçerli olması durumunda söz konusu olabilecektir.
Nitekim hiçbir zaman yürürlüğe girmeyen Sevr Antlaşması’nda Osmanlı, Gökçeada ve Bozcaada’yı da kaybetmekte, 132. madde ile de Ege Adaları üzerindeki tüm haklarından ─Yunanistan değil─ Müttefik Devletler lehine feragat etmekteydi.
Yunanistan, Lozan Antlaşması’nın 16. maddesine işaretle tezini desteklemek istemektedir. Lozan 16. madde, Türkiye’nin egemenliği devredilmiş adalar ─ve egemenliği devredilmiş bütün diğer ülke kesimleri─ üzerindeki tüm haklarından ve sıfatlarından vazgeçtiğini düzenler.[5] Yunanistan, bu madde ile Türkiye’nin Ege’deki tüm diğer adalar üzerindeki haklarından vazgeçtiği yorumunu yapmaktadır. 16. madde son şeklini alana dek Lozan Barış Konferansı’nda yaşanan tartışmalar[6] bunun böyle olmadığını göstermektedir. Zaten Türkiye, Ege’de kendisine Osmanlı’dan kalan ada, adacık ve kayalıklar üzerindeki haklarından feragat etmiş olsaydı bile söz konusu topraklar, Yunanistan’a kalmaz ve egemenliği belirlenmemiş toprak statüsüne girerdi.[7]
Yunanistan’ın hukuk mantığına aykırı diğer bir yaklaşımı ise Lozan Antlaşması’nın 6. madde hükmüyle belirlenen üç mil kuralını, egemenlik devrini düzenleyen bir hüküm olarak değerlendirmesidir. Nitekim bu değerlendirmeye dayanarak örneğin Koyun adasını, egemenliği kendine devredilmiş Sakız Adası’nın 3 mil sınırında olduğu için kendine ait kabul etmektedir. Ancak bu yöntem Lozan’ın soyut bir belirleme yapan 6. madde lafzına aykırı olduğu gibi Yunanistan’a kendisine ismen sayılarak devredilmiş her bir adanın 3 mil sınırındaki egemenliği devredilmemiş adayı da alması ve ardından bu yeni adaların 3 mil sınırındaki diğer adaları da alması gibi mantıksız bir sonuca götürecektir. Halbuki hukuken adaların aidiyeti konusunda şüpheye yer bulunmuyor.
Adaların Aidiyetine İlişkin Hukuk
Ege Adaları’nın statüsü ve karasuları sınırlandırılması ile ilgili temel belgeler 1913 Londra Anlaşması, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile İkinci Dünya Savaşı’nın ardından 10 Şubat 1947’de imzalanan ancak Türkiye’nin taraf olmadığı Paris Barış Antlaşması’dır. Adaların aidiyeti meselesi bakımından üç temel tarih dikkate alınmalıdır: Yunanistan’ın bağımsızlığını kazandığı 1830, Lozan Antlaşması’nın imzalandığı 1923 ve Kardak Krizi’nin yaşandığı 31 Ocak 1996.
Yarı kapalı bir deniz olan Ege Denizi’nde, 1800 civarında ada, adacık ve kayalık ile bunların etrafında çok sayıda döküntü bulunmaktadır.[8] Bazı tür uzlaşmazlıklarda önceki sahiplik meselesi de önemli olabildiğinden, 1669’da Girit’in, 1718’de İstendil Adası’nın alınmasıyla Ege’nin tamamıyla Osmanlı iç denizi haline gelmesinden önce Ege Adaları’nın Venedik, Ceneviz ve Saint Jean Sövalyeleri’nin hakimiyetinde bulunduğunu ifade etmek gerekir. Osmanlı egemenliğinin tesisi ile Ege’de sahipsiz ülke statüsüne (res nullius) sokulabilecek bir ada, adacık ya da kayalık kalmamıştır. Ege Denizi’nde Osmanlı egemenliği, Yunanistan’ın bir devlet olarak ortaya çıktığı 24 Nisan 1830’a kadar kesintisiz devam etmiştir. Ege Denizi’nde bugün Yunanistan’a ait olan adalar ancak Osmanlı İmparatorluğu ve onun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti hakimiyetinden Yunanistan’a uluslararası anlaşmalarla geçen adalardır. [9] Dolayısıyla Yunanistan’a devredilen her bir ada, adacık ve kayalığın tespiti mümkündür. İsmen sayılarak uluslararası anlaşmalarla devredilen adalar dışında kalan ada, adacık ve kayalıkların egemenliği halefiyet yoluyla Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye’ye geçmiştir.
Hukuki durum ve tapu belgeleri Ege’de bugün üzerinde tartışma varmış gibi görünen ada, adacık ve kayalıkların egemenliğinin Türkiye’de olduğunu gösteriyor. Ancak bir tespit yapılması gerekirse 3 Haziran 1999 tarihli bir habere dönebiliriz: Eşek adasına 31 Temmuz 1999 günü bir Yunan vatandaşının 40 metrekare büyüklüğünde bir Yunan bayrağı dikmesiyle tırmanan ada krizinde Yunanistan küstahlığı elden bırakmıyor. Türkiye’den gelen sert tepkiye aldırmayan Atina, Türk Sahil Koruma gemilerinin Eşek adası civarında “Yunan karasularını ihlal ettikleri” gerekçesiyle sözlü protesto girişiminde bulunmaya kalktı… Yunanistan’ın bir süredir kaşıdığı ada krizi konusunda Dışişleri Bakanı İsmail Cem dün sert bir açıklama yaparak son noktayı koydu: “Ege’deki adalar bize Osmanlı İmparatorluğu’ndan devredilmiştir” dedi.”[10]1999’da Yunan bayrağı dikilmesi Türkiye tarafından engellenen Aydın il sınırları içerisindeki Eşek adasına 6 Ocak 2009’da Yunanistan Cumhurbaşkanı’nın gelerek buradaki denize haç atma törenine katılmasını ve Eşek adasının Oniki Ada il sınırı içinde olduğunu yazan bir tabela önünde fotoğraf çektirmesini[11] nasıl yorumlamak gerekir?
Son söz olarak bahse konu olan toprak parçaları iki keçinin otladığı kayalık dahi olsa, vatan toprağı olması açısından Edirne’deki, Erzurum’daki, İstanbul’daki bir yerleşim alanından farkı yoktur. Karasuları, havasahası, kıtasanlığı belirlenmesi ve deniz yetki alanlarının sınırlanması açısından önemleri ortadadır. Üstelik bu adaların statüsü, sadece Ege’deki deniz sınırlarının belirlenmesinde değil 2000’li yıllarla iyice açığa çıkan tüm Doğu Akdeniz’deki egemenlik paylaşımı yarışı ve hatta Türk Boğazları’nın yönetiminde sonuç doğuracak niteliktedir.
*****
Bu makale ilk olarak Diplomatic Observer’da – March 2018 (i. 121) Turkey-Greece Tension: OwnerShip of the Aegean Islands başlığıyla yayınlanmıştır.
Kaynaklar
[1] Kardak’ta Gerilim… AB de Müdahil Oldu, Hürriyet, 14 Şubat 2018
[2] Samaras Çıldırmış Olmalı, Milliyet, 8 Ocak 2013
[3] 10-11 Şubat 1996 tarihli Ependitis Gazetesi’nden aktaran Turgay Cin, Türkiye ve Yunanistan Bakımından Ege’deki Karasuları Genişliği Sorunu, Seçkin Yay., Ankara 2000
[4] Hakan Cem Işıklar, Casus Belli, -içinde- Ali Kurumahmut ile 20 Ağustos 2008’de yapılan mülakat, IQ Yay, 2009, İstanbul
[5] Kurumahmut – Başeren, Ege’de Gri Bölgeler Unutul(may)an Türk Adaları, Türk Tarih Kurumu Yay
[6] Seha L. Meray, Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar Belgeler, Takım I,I/2, Ankara 1970
[7] Kurumahmut-Başeren, Ege’de Gri Bölgeler, s. 76
[8] Ali Kurumahmut, “Ege’de Egemenliği Tartışmalı Adalar Sorununun Ortaya Çıkışı”, Ege’de Temel Sorun, Türk Tarih Kurumu Yay, Ankara 1998; “Döküntüler”, 1800 sayısını önemli ölçüde değiştirmektedir. Örneğin Midilli Adası’nın etrafında 120 ada, adacık ve kayalık bulunmaktadır. Bkz. Constantin P. Economides, “Tartışma: Türkiye ile Yunanistan Arasındaki İhtilaflı Adalar, Ege Denizi’ndeki İmia (Kardak) Adaları: Kuvvetle Yaratılan Uyuşmazlık”, çev. M. Göçer, Kocaeli Ünv. Hukuk Fakültesi Dergisi, Sayı:2, 1998-1999
[9] Ali Kurumahmut ve Sertaç Hami Başeren, Ege’de Gri Bölgeler, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara 2004
[10] “Adalar Bizim”, Sabah, http://arsiv.sabah.com.tr/1999/06/03/g13.html 3 Haziran 1999
[11] TBMM’ye sunulan 2 Kasım 2016 tarih 879 sayılı soru önergesinde yer almaktadır. http://www2.tbmm.gov.tr/d26/10/10-88203gen.pdf
—————————–
Kaynak:
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/balkanlar-ve-kibris-arastirmalari-merkezi/2018/03/13/8837/turkiye-yunanistan-gerginligi-ege-adalarinin-aidiyeti