Türkiyeli Değil, Türk’üm

 

Türk’üm.

Türk olmakla övünüyorum.

Dünyâda millet vasfını ilk olarak kazanan, bütün târihi boyunca “insanlığın huzur ve barış içinde yaşayabileceği bir yeryüzü nizamı kurmayı” şiâr edinen, bu uğurda kan ve ter akıtan bir millete mensup olmak, elbette iftihar vesilesidir.

Bir Fransız da, Fransız olmakla,

Bir Alman da, Alman olmakla,

Bir İngiliz de, İngiliz olmakla,

Bir Rus da, Rus olmakla,

övünebilir.

İnsanın, milletiyle övünmesi, tabii bir duygudur. Önemli olan, bu sevgiyi ifrata vardırmamaktır.

Türk töresi, başkalarının (ve tabii, başka toplumların da) hukukuna saygılı olmayı emreder. Kut inancı bunun ifâdesidir. Bu yüzden, Türk Medeniyeti evrenseldir. Buna karşılık, Batılı toplumlar, sömürgeciliğe yatkındır. Kendisi için istediğini başka toplumlar için de istemeyi anlamsız bulur. Dolayısıyla, Batılı toplumlar, günümüzde bilim-teknik ve ekonomi gibi alanlarda ileri olmakla birlikte, Batı Medeniyeti evrensel değildir. İşte bu yüzden de, Türk olmak, övünç vesilesidir. Eğer Türkler, sömürgeci/köleci bir toplum olsaydı, bugün yeryüzündeki pek çok toplum varlığını sürdürüyor olamazdı.

Türk Milleti, etnik bir topluluk değildir. Aynı değerleri benimseyen, bu değerleri yaşatmak ve bir arada yaşamak konusunda irâde oluşturmuş, bu konudaki samimiyetini ve kararlılığını, uzun târihi boyunca güçlüklere berâberce göğüs gererek, sevinçleri birlikte yaşayarak kanıtlamış insanlardan müteşekkîl saygın bir millettir.

Nitekim, nation karşılığı olan “budun” (günümüzdeki söylenişiyle, bütün) sözcüğü de “bütünleme” anlamındadır. Türk, aynı değerler etrafında birleşerek “bütün” oluşturan insanlar topluluğu demektir.

1924, 1961 ve 1982 Anayasaları, bu gerçeklerden hareketle, “Türk Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk addolunacağını” teminat altına almıştır. Böylece, Türk Devleti, bütün vatandaşlarına, etnik kökeni, inancı ve mensup olduğu zümre sebebiyle olumlu ya da olumsuz anlamda ayrım yapılmayacağı konusunda taahhütte bulunmaktadır.

Din, millet vasfını kazanamayan toplumlar için, “birleştirici” değil, “ayrıştırıcı” bir işlev görür. Târihteki en kanlı savaşlar, din adına ve çoğu da aynı dinin müntesipleri arasında yapılmıştır.

Millet olmak, birlikte yaşamayı mümkün kılan değer, ilke ve kuralların oluşturulmasını ve bunların uygulanmasını mümkün kılan kurumların (devlet nizâmının) ihdas edilmesini gerektirir.

Millet vasfını kazanan bir toplumda, görüş ayrılıkları bir çatışma unsuru değil, zenginliktir. Doğru yolu bulmayı, sorunlar için en doğru çözümleri üretmeyi, ancak bu medenî, özgürlükçü tartışma ortamı sâyesinde başarabiliriz.

Millet vasfını kazanamayan toplumlarda, bir arada yaşamayı sağlayacak ortak değerler, müşterek duygu ve idealler vücuda getirilemediğinden, hemen her şey çatışma konusu olur.

Nitekim, Araplar, târihin en eski toplumlarından birisi olmalarına rağmen, millet vasfını kazanamadıklarından, sürekli iç çatışmalar yaşamışlar,  İslâmiyetin kazandırdığı kısa süreli birlik dönemi hâriç, bir arada, huzur ve barış içinde yaşamayı hiç bir zaman sağlayamamışlardır.

Bugün, meselâ Lübnan’da, nüfusun tamamı Arap soyundan geliyor, hepsi Arapça konuşuyor, çoğunluk Müslüman. Fakat, bu ülkede yakın geçmişte korkunç bir iç savaş yaşandı, günümüzde de huzur ve barış tam olarak sağlanabilmiş değil. Bunun en önemli sebebi, ortak yaşama idealine sâhip bir Lübnan milleti vücuda getirilememesidir. Osmanlı sonrasında bölgeye hâkîm olan Batılı güçlerin, bilinçli olarak kurdukları “inanç eksenli” devlet-toplum yapısı, bu bölünmüşlüğün başta gelen müsebbibidir.

Tekrar edelim; Batılı toplumlar, pek çoğu din kaynaklı savaşlar ve iç çatışmalar yaşadıktan sonra, ulus-devlet olmanın önemini kavradılar. Bu yüzden, 1648 târihli Vestfalya anlaşması, modernitenin başlangıcı olarak kabûl edilir.

Hâsılı, Türkiye Cumhûriyeti mükemmel bir modernleşme projesidir ve Aziz Atatürk, târihî tecrübelerden hareketle ve büyük bir ileri görüşlülükle, Türkiye Cumhûriyetini ulus-devlet olarak yapılandırmıştır.

Dünyâda millet vasfını ilk kazanan toplumlardan birisi olan Türk Milletini “etnisite” derekesine indirmeye ve ulus-devletimizi yıpratmaya çalışanların önemli bir kısmının, iyi niyetle, ulus-devlet konusundaki bilgi ve bilinçlerinin yeterli olmaması yüzünden bunu yaptıklarını düşünüyorum. Son zamanlarda, “Türk” yerine “Türkiye/li” ibâresinin kullanılması konusunda özel bir çaba gösterilmesinin de, bu bilinç noksanlığının bir tezâhürü olduğu inancındayım.

Bundan yüzyıl önce, büyük bir tecrübe yaşadık. Türklüğümüzü inkâr eder ve İmparatorluğumuzun bütün ahâlisini Osmanlı olarak isimlendirirsek, birliğimizi muhafaza edebiliriz, diye düşündük. Olmadı, işe yaramadı. Bunun üzerine, dindaşlarımızla bir İslâm Milleti oluşturmayı denedik, o da işe yaramadı. Sonunda biz bize kaldık, Türklüğümüz tek güvencemiz ve dayanağımız oldu. Bu inançla yeniden silâha sarıldık ve hiç değilse Anadolu toprakları üzerinde hür, müstakil ve huzurlu yaşama imkânına kavuştuk. Eğer, binbir emekle kurduğumuz ulus-devletimizi ve Türk Millî bütünlüğünü koruyamazsak, hele de onu kendi ellerimizle parçalarsak, başımıza neler gelebileceğini görmek için çevremize bakmamız yeterlidir.

NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE

TANRI TÜRK’Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN

 

Yazar
Mustafa TEZEL

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü'nden mezun olan Mustafa TEZEL, yüksek lisansını Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Maliye Bölümünde yapmıştır. Çalışma hayatına bir kamu bankasında müfettiş yard... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen