Bilirsiniz, uluslararası ilişkiler jargonundaki “güç” teriminin kavramsal çerçevesini, sık, sık da kullanırız. Aslında güç, benzer şekilde siyaset biliminde iktidar, hükmetmek gibi ifadeler insanın doğasında bulunan ve insanlık tarihi ile biçim değiştirse de temelde genel formunu koruyan kavramlardır. Güç kavramını uluslararası ilişkiler disiplininin merkezine yerleştiren İngiliz tarihçi Edward Hallett Carr, gücü “siyasetin temel unsuru” olarak doğru olarak tanımlamış ve gücün belirleyici rolüne dikkat çekmiştir. Öte yandan, Amerikan hükûmetlerinde etkin görevler almış olan ünlü siyaset bilimci Joseph S. Nye Jr. ise, gücü günümüzde ortaya konulanları içerecek biçimde şu şekilde betimlemiştir:
“Güç, hava durumu gibidir. Herkes ona bağlıdır ve onun hakkında konuşur; fakat çok azı onu anlar. …Güç aynı zamanda aşk gibidir de. Onu yaşamak, tanımlamaktan ve ölçmekten kolaydır; fakat bu onun gerçekliğini azaltmaz. Sözlükte, gücün bir şeyi yapabilme kapasitesi olduğu yazar. En genel anlamıyla, güç, birinin istediği sonuçları elde edebilmesi demektir.” (1)
Evet sevgili okurlar, ne güzel söylemiş Nye, güç birinin planladığı programları gerçekleştirebilmek için dayandığı elde mevcut kuvvet. Yani Ruhi Su’nun o Davudî sesiyle daha bir anlam kazanan Silifke folklorunda terennüm edilen “aslı yok yaylasında binbeşyüz koyunum var benim” değil; somut gerçeğin, hakikatin ta kendisidir, güç olgusu. Bana göre de güç günümüz koşullarında istenilen sonuçların alınması ve onun gölgesindeki toplumun en az zararla tehlikelerden uzak tutulması faaliyetlerinin bileşkesidir. O zaman uluslararası ilişkilere göre güç kavramı ne ifade eder? Uluslararası ilişkilerde güç kavramı kullanılan araçlara göre üçe ayrılır.
Sert Güç (Hard Power),
Yumuşak Güç (Soft Power),
Akıllı Güç (Smart Power).
Sert güce dayanan diplomasi, askerî ve ekonomik kapasite, nicelik gibi somut bir güç uygulanmasına dayanırken, yumuşak güç kültürel zenginlik, özgürlükçü siyasal rejim gibi etmenler içeren ‘ikna yeteneği’ne dayanmaktadır. Diğer bir deyişle zorlama kabiliyeti olan sert güç bir ülkenin askerî ve iktisadî gücünden; yumuşak güç ülkenin kültürünün, siyasî fikirlerinin ve politikalarının cezbediciliğinden kaynaklanır. Çokça duymuşsunuzdur, “Sert Güç”ün, devletlerin istediklerini elde etmek için politikalarında “havuç ve sopa” (carrot&stick)’yı araç olarak kullanmalarını, bir darb-ı meseldir, adeta. Sert güç; askeri müdahale, baskıcı diplomasi ve ekonomik yaptırımlara dayanmaktadır. Unutmadan söyleyelim, sert güç, Bush yönetiminin ulusal güvenlik stratejisini oluşturmuştur. Nye’a göre ise ABD başkanına danışmanlık yapan neo-muhafazakârlar (Neo-cons) çok yanlış bir hesaplama yapmışlardır. Diğer devletleri ABD’nin istediklerini yaptırmaya zorlamak için askerî güce çok fazla odaklanıp yumuşak güce çok az önem vermişlerdir. Yanlış mıdır? Hiç tevile gerek yok yanlıştır. En basit anlatımıyla, teröristlerin ılımlı çoğunluk arasından destekçi bulmasını engellemek yumuşak güç sayesinde olmakta, diğer yandan yumuşak güç, aynı zamanda devletler arasında çok-uluslu işbirliği gerektirecek önemli küresel meselelerin olmazsa olmazları olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden özellikle dünyayı tek kutuplu kendini de mega güç olarak algılayan ABD için yumuşak gücü daha iyi anlamak ve uygulamak mutlak derecede önemli olmaktadır. Çok fazla ileri gitmeye gerek yok, ABD’nin dış politikasının birincil müdahaleci çıkışı ne yazık ki, devlet terörünü kullanan kendisidir ve de üzülerek ifade etmek gerekir ki bu açılımından en çok nasibini alan ülke de Türkiye olmuştur. Günümüzde de bu durum bütün hızıyla devam etmektedir. ABD’nin Osmanlı Devleti’nin mirasına sahibiyetlik gösterirken Türkiye’yi de “Çevreleme Politikası”yla sarmalamasının nedeni, gerekçesi ve de anlamlı açıklaması budur. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Bunun nedeni de basittir. Hafif bir kuyruk acısıdır. XVIII ve XIX. Yüzyıl boyunca Akdeniz’e girebilmek için Osmanlı Devleti’nin Cezayir, Tunus ve Trablusgarp eyaletlerinde teşkil ettiği Yeniçeri Ağalığı tarafından atanan “Garp Ocakları Dayıbaşı”sına dolayısıyla Osmanlı Devleti’ne haraç vermeyi bir türlü içine sindiremeyen bir ABD profilidir. Kuyruk acısı derken, geçmişe dayanan ABD’nin sahip olabileceği en büyük acılardan günümüze yansıması ile sonuçlanan bu manevî yarayı kastediyorum. Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk halkının içinden çıkmış Türk Silahlı Kuvvetlerine yaptığı patavatsızlıklar bunun en belirgin özelliğidir. ABD’nin devlet mahfillerinde kapalı kapılar arkasında birtakım sinsi planlar üzerine kurguladıkları komplo kuramları üretmesi hep bu acıyla ilintilidir. Ancak uzun lafın kısası bu acıya sahip olduklarından, eziklerdir ve kaybetmeye de mahkumlardır. Zarar verme konusundaki ilintilerini adeta “Sahibimin Sesi Plakları” (His Master’s Voice)’nın logosundaki sadık köpek figürü gibi fonladıkları medya erbabı üzerinden yapmışlardır, yaparlar ve de onların olağanüstü çabalarını da yanlarında bulmak isterler ve faydalanırlar. Örneğin fondaş bir medya elemanı Türkiye’deki terörün bir numaralı destekçisi ABD’yi, allayıp pullarken, peygamber Ocağı Şanlı Türk Ordusunun Mehmetçiğinin şehit olmasını Türkiye’de terör olmadığı figüratif olgusuyla bir varsayım şekline sokmada ve aşağıdaki şekilde betimlemede herhangi bir beis görmediğinin tipik bir belirtisini sergilemiştir, son günlerde:
“Dikkat edin PeKaKa, çok uzun süredir sivil halka yönelik bir operasyon yapmıyor, hedef asker. Bir örgüt asker öldürüyorsa bunun dünyadaki karşılığı terör olmadığıdır.”(2)
Gelinen noktaya bakar mısınız? Bu ifadeleri televizyon ekranından betimlerken neredeyse zil takıp oynayacak. Bakar mısınız, algılayabiliyor musunuz? Şehit olan Mehmetçiği sanki Eski Yunan’daki paganist inanış gibi Tanrılara sunulan kurban olarak görebilmeyi bir iftihar vesilesi olarak sunabilmektedir. Heyhat!!! İnanın bu durum karşısında insan bir karşı söyleyiş yetisini bile yitirebiliyor, söylemeden edemiyorum insan aynı pasaportu taşıdığı böyle kişilerin bulundukları ortamı lanetliyor. Kendisinin de mensubu olduğu Türk milletinin namus ve şerefini üzerine üniforma olarak giyen askerimizi bir kurban olarak görmede hiçbir beis görmüyor. Ne diyelim, “yazık, yazık ki ne yazık!”
Türkiye bütün bunlara karşı akıllı gücü akilane bir biçimde kullanmayı yeğlemektedir. Gerçekten de bu hareket tarzı doğru bir hareket tarzıdır. Kuşkusuz bu gücün kullanılabilmenin en belirgin özelliği silahlı kuvvetler, ekonomik kaynaklar gibi somut kaynakların yeterli olmasını gerekli kılmaktadır. Akıllı güç ne sert güçtür ne de yumuşak güçtür. Akıllı güç, hedeflere ulaşmak için hem sert hem de yumuşak gücün birleşik bir strateji ile kullanılmasıdır. Akıllı güç hem güçlü bir ordu hem de ülkenin etkisini artıracak her seviyede ittifaka veya ortaklığa yatırımı gerektirir. İkisinin birleşimi ve kullanımı, diplomasi ve savaş sanatıdır. “Sanat” kavramı aslında bu durumu çok iyi karşılamaktadır çünkü gücün hangi durumda, nerede, nasıl kullanılacağına karar vermek ve uygulamak akıl, yetenek ve tecrübe gerektirir. Akıllı güç ve askeri güç, iki konuda birbiri ile bağlantılıdır. Bunlardan birincisi toplumu şekillendirme, ikincisi ise küresel gücün lanse edilmesinde daha yeni ve modern arayışlardır (3). Türkiye millî ve yerli açılımıyla savunma sanayiini merkeze oturturken, BİLSEM, ARGEM gibi eğitim kurumları, teknofest ve sahaexpo’larla bunu ülke sathına yaymayı bir hedef olarak toplumun önüne koyabilmiştir. Ayrıca bu tür akilane yaklaşımları Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından katkı sağlanan uluslararası harekâtlar ile konsolide etmiş ve sağlamlaştırmıştır. Türkiye’nin soğuk savaş sonrası günümüze kadar katılmış olduğu uluslararası harekâtlar aşağıdaki şekilde özetlenebilir: (4)
02 Ocak 1993-22 Şubat 1994 tarihleri arasında BM Somali İnsani Yardım ve Barışı Koruma Harekâtı,
Bosna-Hersek sorununun çözümü için 04 Ağustos 1993-31 Aralık 1995 tarihleri arasında BM Bosna-Hersek Koruma Gücü ve 2004 yılında Avrupa Birliği Gücü’ne devredilen NATO Uygulama/İstikrar Kuvveti,
Eski Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ne karşı Adriyatik’te Akdeniz Daimî Deniz Gücü tarafından 13 Temmuz 1992 – 02 Ekim 1996 tarihleri arasında icra edilen Sharp Guard Harekâtı,
Bosna-Hersek’te icra edilen görev için hava desteğini sağlamak maksadıyla icra edilen “Deny Flight”/”Deliberate Forge”/”Joint Guardian” Harekâtı,
Arnavutluk’ta “ALBA” Harekâtı,
Makedonya’da “Essential Harvest”, “Amber Fox”, “Allied Harmony”, “Concordia” ve “Proxima” Harekâtları,
Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde 30 Temmuz-30 Kasım 2006 tarihleri arasında BM Kongo Demokratik Cumhuriyeti Misyonu,
25 Nisan 2005 ve 27 Temmuz 2010 tarihleri arasında BM Sudan Misyonu (UN Mission in Sudan – UNMIS),
2004-2011 yılları arasında Türkiye’nin NATO kapsamında Irak’a Eğitim Desteği,
Libya’da yaşanan iç karışıklıkların ardından 29 Mart-31 Ekim 2011 tarihleri arasında NATO Birleşik Koruyucu Harekâtı,
Afrika Birliğine eğitim ve ulaştırma desteği sağlamak maksadıyla Haziran 2005-Aralık 2007 tarihleri arasında BM-Afrika Birliği Darfur Misyonu,
Somali açıkları ve Aden Körfezi’nde Ekim-Aralık 2008 tarihleri arasında NATO Okyanus Kalkanı Harekâtı,
2012-2015 yılları arasında BM Afganistan Yardım Misyonu,
11 Eylül 2001 saldırılarını müteakip, terörizme karşı icra edilen Etkin Çaba Harekâtı.
Şu an, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından hâlen Bosna-Hersek, Kosova, Afganistan, Lübnan ile Somali karasuları ve açıklarında icra edilen barışı destekleme harekâtlarına katkı sağlanmaktadır (4):
Bosna-Hersek’te barış gücü olarak AB ALTHEA Harekâtı,
Kosova’da güvenliğin tesisi ve sürdürülmesi maksadıyla NATO Kosova Gücü,
2011 yılından itibaren BM Kosova Misyonu,
Türkiye’nin Afganistan Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti ve Kararlı Destek Misyonu,
Lübnan’da barışın tesisi ve idamesi maksadıyla BM Lübnan Geçici Kuvveti,
2015 yılından itibaren BM Somali Yardım Misyonu,
Korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle mücadele maksadıyla Birleşik Görev Kuvveti,
Deniz güvenliği harekâtları kapsamında Deniz Muhafızı Harekâtı,
İstikrar ve güvenliğin sağlanması ile muhtemel krizlerin önlenmesi maksadıyla Savunma Kapasitesi İnşası Girişimi,
NATO Erken İkaz ve Kontrol Kuvvetine Konya İleri Üs Desteği.
Görüldüğü gibi geçmişten günümüze Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından birçok uluslararası platformda misyon ve harekâtların bir parçası olmuş ve olmaya devam etmektedir. Dolayısıyla, Türk Silahlı Kuvvetleri, aynı zamanda yumuşak güç unsuru olarak da görev yapmaktadır. Önemli olan nokta ise bu gücün farkında olmak ve stratejik, taktik, operatif seviyede doğru kullanabilmektir.
Diğer yandan sert gücün diğer unsuru olan Türk Diplomasisi de benzer çalışmaları 7/24 esasına göre yapmaktadır. Bu çabaları yakın bir örnekleme ile açıklayalım, anımsayacaksınız, BM Genel Kurulu’nda 27 Ekim 2023 tarihinde Gazze’de insani ateşkes talebinin yer aldığı karar 121 oyla kabul edilmişti. 1,5 ay sonrasında daha da ezici bir çoğunlukla kabul edilen tasarıda evet oyu kullanan ülke sayısının 153’e yükselmesi dikkat çekmiştir. Hayır oyları 14’ten 10’a düşerken çekimserlerin de 45’ten 23’e düşmesi işgalci güce desteğin yok olduğunu ortaya koymaktadır. Bu doğrudan doğruya “akıllı güç diplomasisi”nin zaferidir. ABD, bir anlamda 12 bin 511 kişilik Nauru’suyla, 113 bin 131 kişilik popülasyonu olan Mikronezya’sıyla baş başa kalmıştır. 27 Ekim’deki oylamadan sonra ateşkes çağrısı yapan 121 ülkenin sayısını daha da artırmak için Türkiye’nin diplomatik çalışmalar yapacağını söyleyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çabaları gerçekten de sonuç vermiştir. (5)
Öte yanda Osmanlı Devleti’nin devamı ardılı olan Türkiye Cumhuriyeti otantik halk olmanın bilinci ve istemi doğrultusunda Osmanlı Devleti’nin uyruğu olan ‘Tebâ-yı Osmani’ ile ilişkilerini de ümmet olgusu içerisinde devam ettirmektedir. Ankara, doğal bir biçimde her başı dara düşen eski Osmanlı uyruğu için hedeflenen bir müracaat ve röper noktasıdır. İngilizler Arapları, Mekke Şerifi Hüseyin önderliğinde Osmanlı’ya karşı ayaklandırmış olsalar da Araplar 1920 ve 1921 yıllarında bu kez İngilizlere karşı isyan etmişler ve bu isyanlar çok kanlı bir şekilde bastırılmıştır [6]. Emperyalizmin bu kanlı oyununu anlamışlardır, ama iş işten geçmiştir. Bu aldanış bugün de hala gözyaşı ve kanla ödenmektedir. Ancak Osmanlı Devleti’nin bir ardılı olan Türkiye Cumhuriyeti daha doğru bir ifadeyle emperyalist yayılmacılara ve onun maşalarına karşı olan savaşımında haklının yanında yer almayı bir uluslararası ilişkiler jargonu olarak benimsemiştir. Orantısız gücü eski Osmanlı uyruklarına karşı acımasız bir biçimde kullanan yayılmacı güce karşı savaşımda 2006 yılında İsrail-Lübnan arasında Hizbullah; 7 Ekim 2023 tarihinden günümüze kadar HAMAS ve Yemen’de Husiler tarafından kullanılan taktikler “Hibrid Savaş” kavramını önemini ortaya koymuştur. Klasik muharebe, gayrinizami harp ve siber savaş taktiklerinin bir arada kullanıldığı muharebe türü olan ‘Hibrid Savaş’ paradigması, silahlı bölgesel kuvvetlere daha kapsamlı bir güç yaklaşımını gerekli kılmaktadır. Ezcümle İsrail’in 2006 Lübnan’daki taş taş üzerinde bırakmadığı Dahiya kentinden mülhem “Dahiya Doktrini” ile Gazze Şeridi’ndeki hükûmet ve sivil altyapısını hedef alarak sivil-asker ayrımı gözetmeden orantısız ve ezici ateş gücü kullanarak “soykırım” doktrinize edilirken aynı Gazze Şeridi, HAMAS’ın yapmış olduğu pusularla İsrail Terörist Devleti’nin üst düzey elemanlarına da mezar olmaktadır. Bir türlü karşı koyma refleksi indirgenemeyen başta Gazze olmak üzere Lübnan ve Yemen halkı işgalcilere karşı bir karşı duruş inisiyatifini kuramsallaştırmışlardır.
Türkiye’nin mahirane bir biçimde alanda uygulamaya çalıştığı akıllı güç paradigması çerçevesinde bölgesel güç konumuna yükselmiş bulunan yerli ve millî Türk Silahlı Kuvvetlerinin, çatışma ortamı içinde veya dışında, diğer toplumlar üzerinde etki yaratmasını sağlayacak her türlü platform doğru yönetildiği takdirde yumuşak güç etkisi yaratması açısından bir fırsat niteliğini taşımaktadır. Alan ve boyut olarak gittikçe genişleyen muharebe ortamında yumuşak gücün bilincinde süreci profesyonel olarak idare edebilecek yöneticiler ve kendini geliştirmiş silahlı kuvvetler personelinin mevcudiyeti büyük bir önem taşımaktadır. Ayrıca kurumlar arasındaki eşgüdümün sağlanması ve bireyler tarafından benimsenen genel bir anlayış oluşturulması, başarının en temel kriterlerinden birisidir, sevgili okurlar.
Dipnotlar:
(1) Arda Görkem Yatağan, “Sert Güç Unsurlarının Yumuşak Güç Aracı Olarak Etkileri”, Kara Harp Okulu Bilim Dergisi, Aralık /December 2018, Cilt/Volume 28, Sayı/Issue 2, s.70-71.
(2) https://www.instagram.com/reel/C2QDwA7tNNl/?igsh=OHg3ZTJ1eGk2ZzNs/Erişim Tarihi 21.01.2024/
(3) Arda Görkem Yatağan, age, s. 74
(4) https://www.tsk.tr/Sayfalar?viewName=BarisiDestekleme/ Erişim Tarihi 21.01.2024/
(5) Yeni Şafak Gazetesi Haberler Servisi, “ABD Papua Yeni Gine’yle baş başa kaldı”, Yeni Şafak Gazetesi, 14 Aralık 2023; https://www.yenisafak.com/gundem/abd-papua-yeni-gineyle-bas-basa-kaldi-4581360 / Erişim Tarihi 14.10.2023/
(6) Sezen Kılıç, “Musul Sorunu ve Lozan”, Atatürk Araştırma Merkezi, July 2008, Volume XXIV – Issue 71, Pages: 319-340 ; https://atamdergi.gov.tr/eng/full-text/126/tur/Erişim Tarihi 21.01.2024/