Bu yazımızda kendimize yine kendimizi anlatmaya çalışacak ve yine bazı alıntılar yapacağım. Bakalım, kim olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimiz konusunda bir fikir edinebilecek miyiz?
Bizim amacımız bizi yani Türk’ü yeniden ve yeni baştan bize anlatmaktır. İnanıyoruz ki, birçok değerimiz hem aşınmış hem de biraz unutulmuş gibidir. Bunu tekrar hatırlamak ve hatırlatmak her milliyetçinin görevi olmalıdır.
Şimdi alıntılara geçelim:
“Türkün ömrünün günlerini toplasan, arı üzerinde geçen günlerin, yer üzerinde geçirdiği günlerden daha çok olduğunu görürsün. Türk kısraklarının aygırına biner gaza yapmak, yolculuk etmek ve avlanmak için veya herhangi bir maksatla yurdundan çıkarsa kısrağı ve tayları onu takibeder.”
“İlk hücuma gelince, Türk bu hususta daha makbul tesire, daha derli toplu, daha sağlam bir etkiye sahiptir. Zira, Türk yaptığı hamle kati, azmi kesin olsun, kararı bölünmüş ve kafası dağınık olmasın diye atını yolundan sapmamayı, saptığı zaman hızla koşmayı öğretmiştir. Aksi takdirde atını bir iki defa döndürmesi gerekir. Böyle olmazsa atı yolunu bırakmaz, koşmaktan vazgeçmez. Türk böyle yapmakla kafasına doğacak zararlı fikirlerden, hayatı sevmek ve düşmanla karşılaşmak korkusu dolayısı ile azmini kırmak gibi bir hataya düşmekten ümidini kesmek istemiştir.”
“Türk, vahşi hayvana, kuşa, havadaki hedefe, insana, çömeltilmiş veya yere konmuş hayvandan hedeflere, avının üzerine pike yapan kuşlara ok atar. O hayvanını hızla sürdüğü halde, öne, arkaya, sağa ve sola, yukarıya ve aşağıya ok atar. Harici yayına bir ok koymadan Türk on tane ok atar. Bir dağdan inerken veya bir çukur vadinin içine girerken atını Haricinin düz yerde sürdüğünden daha hızlı sürer. Türk’ün ikisi yüzünde, ikisi kafasının arkasında olmak üzere dört gözü vardır.”
“Türk, hücum ettiği zaman şahsı, silahı, hayvanı, hayvanının takımları ile ilgili her şeyi yanında bulundurur. Hızlı yürüyüşe, devamlı yolculuğa, uzun gece yürüyüşlerine ve memleketler katetmeye gelince bu hususta o cidden şayan-ı taaccüptür.”
“Divan ü Lügat-it-Türk’te Kaşgarlı Mahmud, bir Türk atasözünü nakleder: ‘Kuş kanadıyla, Türk atiyle’.”
“Bir Yakut efsanesine göre ‘Türk, gökten atı ile beraber inmiştir. Oğuz Kağan doğar doğmaz ata biner.’”
“Türk bir baytardan daha usta, atını istediği gibi terbiye etme bakımından seyislerden daha başarılıdır. Atını kendisi yetiştirir, tay iken kendisi terbiye eder. Atının adını söylese, atı onu takip eder, koşarsa atı da arkasından koşar.”
“İnsanlar bir vadiye varıp geçmek için vadinin geçidine veya köprüsüne hücum ettikleri sırada, Türk hayvanını mahmuzlayıp ileri sürer, sonra diğer taraftan bir yıldız gibi doğar. İnsanlar bir sarp yokuşa varınca diğerleri yoldan gittiği halde, Türk yolu bırakıp yokuş yukarı dağa tırmanır. Sonra dağ geçişinin inemeyeceği yerlerden aşağı sarkar. Eğer o, bütün bu işlerden kendisini tehlikeye atmış olsaydı buna benzer hadiseler başından çok geçtiği için uzun zaman sağ kalamazdı.”
“Türk, diğer askerlerle yola çıkarsa başkaları on mil katetmeden Türk yirmi mil kat eder. Sağındaki ve solundaki askerler geride kalır.”
“Türk kullandığı aleti bilir ve onu en iyi kullanır. Bu aynı zamanda ve her şeyden önce çok küçük yaşlarda başlayan ve ömür boyunca devam eden bir terbiye ve disiplin meselesidir.”
“Türk’ün, sırtında ağırlığı, yerde yürürken ayaklarının tıpırtısı yoktur. Bizden bir süvarinin önünde iken görmediğini o, arkasında iken görür. O, bizden bir süvariyi av, kendisi pars, süvariyi geyik kendisini av köpeği yerine koyar. Allah’a yemin olsun ki, Türk eli kolu bağlı olarak bir kuyuya atılsa, mutlaka bir çaresini bulup kurtulur.” (Yazid b. Mazyad)
“Türkler yaltaklanma, yaldızlı sözler, münafıklık, koğuculuk, yapmacık, yerme, riya, dostlarına karşı kibir, arkadaşlarına karşı fenalık, bid’at nedir bilmezler. Çeşitli fikirler onları bozmamıştır. Hile-i şer’iyye ile başkalarının malını helal saymazlar. Onların tek ayıbı ve başkalarını kendilerinden soğutan husus, vatanlarına karşı çok iştiyak duymaları ve zaferin sevincini, birbiri peşinden vukuunu, ganimetin tadını ve çokluğunu, sahralardaki oyunlarını, çayırlardaki gezintilerini hatırladıkları (…) ve uzun zaman boş durmakla kahramanlıklarının boşa gitmesini, aradan uzun müddet geçmekle enerjilerinin tükenmesini istemedikleri için muhtelif memleketlerde dolaşmayı çok sevmezler.”
“Vatan sevgisi, bütün insanları ve bütün memleketleri kapsayan bir hususiyet olmakla beraber aralarında benzerlik, uygunluk, vücut benzerliği ve vücutlarındaki terkibin aynı olması dolayısıyla Türkler’ de diğer milletlerden daha fazla ve daha köklüdür.”
“Türkleri vatanlarına dönmeye sevk eden başka bir sebep de şudur: Şöyle ki, İkamet etmek, bir yerde eğlenmek, uzun müddet kalmak, beklemek, az hareket etmek, az işle meşgul olmak Türklere çok ağır gelir. Zira onların bünyeleri hareket üzerine kurulmuştur. Durmaktan nasipleri yoktur. Ruhi kuvvetleri bedeni kuvvetlerinden daha fazladır.”
“Alman Filozofu Von Kayserling, “Avrupa’nın Tayfı Tahlili” adlı kitabında Türklere tahsis ettiği sahifelerde, Türkler der, eğer, tarihte ata hâkim oldukları gibi, çağdaş teknik vasıtalara hâkim olsalar, dünya medeniyeti değişir. Anadolu’da sarp dağlarda otomobili at gibi kullanan şoförler gören Kayserling, Birgün bunun mümkün olacağından şüphe etmez.”
“Bir adam bir kılıcı kuşanıncaya ve kullanıncaya kadar bu kılıç birçok ellerden ve çeşitli sanatkarlardan geçer. Onlardan hiçbiri diğerinin işini yapamaz, beceremez. Bu hususta bir iddiada bulunamaz ve onu yapmağa kalkışamaz. Zira kılıcın demirini eritip akıtan, tasfiye eden, düzgün hale getiren onu uzatıp döğenden başkadır. Onun demirini uzatıp döven kılıç şekline sokan, doğru ve düzgün hale getirenden başkadır. Doğru ve düzgün hale getiren su veren ve bileyenden başkadır. Bileyen kabzasının kabını ve bu kabı demirine takandan başkadır. Kabza kısmını çivileyen, kabzanın kına değdiği yerdeki çıkıntıları ve kının ucundaki demirden kısmı yapan kının ağaçlarını yontandan başkadır. Kının ağaçlarını yontan derisini debbağlayan tezyinatını yapandan başkadır. Tezyinatını yapan ve ucundaki demiri yerleştiren hamailini (kılıç bağı) dikenden başkadır.”
“Eyerin, okun, okdanlığın, mızrağın, yaralayıcı ve kalkan olarak kullanılan bütün silahların durumu da aynı şekildedir. Türk bunların hepsini başından sonuna kadar bizzat kendisi yapar. Hiçbir kimseden yardım istemez. Hiçbir dostun fikrine müracaat etmez. Hiçbir sanatkarın yanına gidip gelmez. Onun oyalamaları, yalan vaadleriyle ve ücretini ödemekle kafasını meşgul etmez.”
“Evinden uzakta geceler, avla geçinir. Oklarını tutkalla cilalar, yontar, üzerine koyun bağırsağı geçirir.”
“Bugün Türklüğün geri kalmasının sebebi, aşikârdır. Çağdaş medeniyetin alet ve tekniğine hem sahip olmamak hem de ona ata olduğu gibi hükmedememektir. Kötü kullanıştan, bakımsızlıktan Türkiye’de her yıl milyonlarca alet ve makine mahvoluyor. Bunun ta çocukluktan itibaren başlayan bir terbiye, görgü, bilgi ve mümarese (al alışkanlığı) olduğunu anladığımız gün, durum pek tabii olarak değişecektir. Yalnız alet ve makinenin arkasındaki kompleks ilmi düşünceyi, tecrübe ve araştırmayı unutmamak şartıyla.”
“Bugün bizde çok yanlış “kahramanlık” fikri ve duygusu vardır. Tarihi iyi anlayamayanlar zannediyorlar ki, çağın aletlerine sahip ve hâkim olmadan, sadece romantik duygularla başarılar kazanılabilir. Hayır, buna hiçbir zaman imkân yoktur. Goethe’nin söylediği gibi, her millet ve ferd çağına uygun alet ve vasıtalara sahip olduğu, ona uygun şekilde düşündüğü nisbette çağına tesirli olabilir. “Eski Türkler, atı ehlileştirdikleri, onu iyi terbiye ettikleri ve ona hâkim oldukları için, Çin’den Orta Avrupa’ya kadar akınlar yapabilmişlerdir.” Onlar doğuşlarından itibaren kendilerine has bir medeniyet sistemi içinde yetişmişlerdir.”
***
Türkler İslâm Medeniyetine ve yerleşik hayata geçtikten sonra, yaşayış tarzlarında büyük değişiklikler meydana gelmiştir. Türkler bu medeniyete intibak etmesini ve onu yüksek bir seviyeye ulaştırmasını da bilmişlerdir. Osmanlı devleti ve medeniyeti muazzam ve çok karmaşık teşkilatı ile, dünyanın en büyük İmparatorluklarından birini kurmuştur. Onun hangi temellere dayandığını, bugün yeteri kadar incelemiyor ve yeteri kadar iyi bilmiyoruz. Fakat her başarı maddi, manevi bazı şartlara ve sebeplere dayandığına göre, onu da yükselten pek çok amiller vardır.
Yukarıya aldığım kısa alıntılar kime mi ait?
Büyük Arap edebiyatının ve Mutezile’ nin seçkin simalarından olan Ek-Cahiz’e (776 Basra – 868 Basra) ait.
Gerek o yıllarda ve gerekse daha sonraki zamanlarda Müslüman Araplarla karşılaşan Türkler hakkında yazılanların içinde El-Cahiz’ in yazdığı “Hilafet Ordularının Menkıbeleri ve Türklerin Faziletleri” adını taşıyan ufak risale elbette çok önemlidir.
Türk’ün kim olduğunu Türk’ten gayri herkes görüp anladığı halde biz kendimizi görüp anlayamıyoruz.
Şimdi soru şu: Kendini Türk hisseden ve “Ne Mutlu Türküm Diyene” diye haykıran insanlar bu tarihte ifade edilen Türkler gibi Türk mü?
İkinci soru ise: Türk’ü el alem görüp değerlendirirken, Türk’teki cevheri görür ve ona göre tedbir alırken biz kendini Türk sananlar kendi kıymetimizi biliyor muyuz? Biz kendimizi Türk olarak görüyor muyuz? Yoksa biz başka bir milletten miyiz? Yoksa biz bir halita mıyız?
Kaynak:
1) Ramazan Şeşen, “Hilafet Ordusunun Menkıbeleri ve Türkler’ in Faziletleri”, “El-Cahiz”. Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1967, çeşitli sayfalar.
2) Prof. Dr. Mehmet Kaplan, “Cahiz’i Okurken”. Türk Kültürü dergisi, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayını, Ayyıldız matbaası, Ankara Ocak 1968, sayı: 63, sayfa: 2-6
***
Yayına hazırlayan; Kenan EROĞLU