Türklerde Hayvan Haklarının Önemi, Padişah Fatih, II. Bayezıd ve III. Murat’ın Hayvanlarla İlgili Fermanı

Necdet BAYRAKTAROĞLU

Kainat insan ve diğer canlıların hayatları boyunca birlikte yaşadığı bir yerdir. İnsanlar hayatlarını sürdürürken hayvan ve bitkilerle devamlı bir ilişki içindedir. İnsan-hayvan-bitki gibi canlıların uyum içinde yaşaması için yüce Allah mükemmel ve güzel bu kainatı yaratmıştır. Her canlının bu kainatta bir rolü vardır. İnsan çevresindeki canlılarla nasıl yaşayacağı ve yararlanacağı hususunda bilgi ve sorumluluk sahibi olması lazımdır. Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek ve hoş görmek gerekir. İnsanlarımız Allah’ın yarattığı ağaçlara, hayvanlara, bitkilere karşı iyi davranmalı, onları sevmeli ve korumalıdır.

Kainat her şeyin bir amaca yöneldiği, her şeyin iyiliğine, uyumuna ve dengesine katkı sağlandığı bir alemdir. Allah Rad Suresi 8.ayette “Biz her şeye ona uygun bir ölçü verdik” demekte. Rahman suresi 7. Ayette “O göğü yükseltmiş mizanı (dengeyi) koydu”, 10.ayette “yeryüzünü mahlukat için serdi”, 29.ayette “göklerde ve yerlerde olanlar O’ndan dilenirler. O her gün yeni bir tecellidedir”, 48.ayette “Her birinde çeşitli meyveler, çeşitli ağaçlar vardır”, 60.ayet “Güzel davranmanın karşılığı elbette güzelliktir” demekte ve Allah Kuran’ı vasıtasıyla “Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık, dengeyi bozmayın, güzel davranın. Gökte ve yerde bulunan her şey devamlı beni tesbih eder demektedir” demektedir.

Kainatın yaratılışı, nizamlı ve maksatlı oluşunun temelindeki esas olan her şeyin Allah’ın eseri olmasındandır. Temiz ve güzel olarak insanın emrine verilmiş, insan da bu tabiattan yararlanmasını, onu koruması ve onun değerini bilerek, iyi ve temiz bir kalple, ahlaki davranma zorunluluğu vardır. Allah yarattığı bu kainatın, tabiatın genel bir düzeni, güzelliği, uyumu ve devamlılığı olduğunu, insanoğlundan anlamasını ister ve onu uyarır. Kuran Hac Suresi 18. Ayette “Görmedin mi göklerde olanlar, yerdeki olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar bütün hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde ediyor” demektedir. Yine Enam Suresi 38.Ayette “Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, onlar da sizin gibi birer ümmet olmasınlar” demektedir. İnsanların bu dünyada yaşayan tek ümmet olmadığı, diğer canlıların da ümmet olduğu, Allah yarattığı varlıklar olduğunun bilinmesini ve sevgiye, ilgiye, korumaya değer olduklarının hissedilmesini istemektedir.

Hz. Peygamberimiz de yalnız insanlara değil diğer canlılara şefkat gösterilmesini, korunmasını, onlara karşı merhametli davranılmasını belirtmiştir. “Merhamet edenlere rahman merhamet eder, yeryüzündekilere merhamet ediniz. Semadakiler de (melekler)  size merhamet eder” demektedir. Merhametli kimse hem kendini hem de başkalarını esirgeyendir. Hz. Ali ise “Merhamet olmazsa fazilet kuru kelimedir” demiştir. İmam Gazali “Merhametli ol ey oğul! Cenabı Hak şefkati ve merhameti sebebiyle Musa Aleyhisselama peygamberlik verdi. Sen de şefkat ve merhameti elden bırakma ki merteben yüce olsun. Yeryüzünde olan mahlukata merhamet eyle” demektedir. Shakespeare de “Merhamet her zaman intikamdan daha değerlidir” demiştir.

Canlılar dünyasında hayvanların hayatımızda büyük önemi vardır. Kainattaki dengeyi sağlayan varlıklardan birisi de hayvanlardır. Kuranı Kerim Secde Suresi 7.Ayetinde “O ki yarattığı her şeyi güzel yarattı…” Nahl Suresi 5.Ayette “Hayvanları da yarattı, sizin için onlarda ısınlık-ısıtılacak şeyler ve birtakım menfaatler vardır. Hem de onlardan yersiniz” demektedir.

Hz. Peygamber de hayvanların korunması, onlara merhamet ve şefkat gösterilmesini, eziyet edilmemesini, aşağılanmaması ve zulüm yapılmasını yasaklamış “Haksız olarak bir serçeyi öldürenden Cenabı Hak kıyamet gününde hesap soracak” demektedir. Ayrıca kuşların yuvalarının bozulmamasını, yumurta ve yavrularının alınmamasını emretmiştir. Hayvanların ve kuşların korunmasını, onlara eziyet edilmemesini, temizlik ve bakımlarının yapılmasını, yaradılışlarına uygun işlerde kullanılmasını, fazla yük yüklenmemesini, av yasağı koyarak eğlenme için avlanılmamasını istemiştir. Yine Peygamberimiz susuzluktan soluyan bir köpeğe su veren kadının günahlarının bağışlandığını söyleyip “Yaşamakta olan her canlıyı sulamakta sevap vardır” demiştir. Bir kadının yemek vermeyip bir kedinin ölümüne sebebiyet verdiğinden Allah’ın gazabına uğradığını belirtmiştir. Ayrıca “Sağlığında yavrusu için süt bırak” , “Her canlıya yapılan iyilik için mükafat vardır” demiştir. Keza “Hayvanları keserken bilenmiş bıçakla ve hayvana fazla eziyet edilmeden kesilmelerini emretmiş” , “Onu iki kere öldürmek mi istersin, bıçağını önce bilesene” demiştir. Yine Peygamberimiz “Üç kişi birden hayvana binince melundur” , “Allah hayvanın azasından birini kesene lanet etsin” , “Canlı bir varlığa nişan alana lanet olsun” demiştir.

Peygamberimiz hayvan sahiplerinin sadece ihtiyaç süreleri kadar hayvanlara binmelerine izin vermiş “Hayvanlarımızın sırtını iskemleniz gibi kullanmayın, Allah bu hayvanları ancak güçlük çekmeden gidemeyeceğiniz yerlere kolayca gidebilmeniz için sizin emrinize verdi” demiştir. At, katır, eşek eti yenmesini yasaklamış, hayvanların sevilmesini, yapılarına uygun işlerde çalıştırılmasını, yiyeceklerinin zamanında verilmesini, hasta olduklarında tedavi ettirilmelerini söylemiştir.

İslam dini hiçbir canlıya eziyet ve işkence edilmesine izin vermemektedir. İnsanların hakları olduğu gibi hayvanları ve diğer canlıların da kendilerine göre hakları bulunmaktadır. Yüce Allah Kuran’ında “Şu bir gerçektir ki, öteki hayatta hak sahiplerine bütün haklarını ödeyeceksiniz” demektedir.

Hz. Ömer valilerine gönderdiği mektubunda “Atların boş yere koşturulup, onlara eziyet edilmemesini, ağır gemlerin takılmamasını, altında demir bulunan yularla eziyet verilmemesini” istemiş, hayvanların haklarının korunmasındaki hassasiyetini ortaya koymuş, koyunu kesmek için ayağından sürükleyene “Yazıklar olsun sana! Onu ölüme en güzel şekilde tutup götürsene” demiştir.

İlk insanlar hayvanlardan korunmak için barınaklarını dağların yamaçlarına, kayalıklara kurmuşlardır. İlk evcilleştirilen hayvan köpek olmuş, sonra zamanla koyun, keçi, at, sığır, tavuk ve kedi gibi hayvanlar evcilleştirilmiş, insanlara faydalı ve yardımcı olmuştur. Et, süt, yumurta, yağ, bal gibi besinler yün, tüy ve deriler hayvanlardan sağlanılmıştır.

Türklerin dünyasında hayvanların çok önemi vardır. Türkler çok iyi hayvan yetiştiricisi ve avcıdırlar. Aynı zamanda yaşamaları için gerekli olan her şeyi onlardan sağlamışlardır. Birçok ünlü Türk hakanı ve yöneticisi ve savaşçılarına hayvan isimleri verilmiştir. Arslan, pars, boğa, tay, doğan gibi isimleri kullanmışlardır. Bir Arap tarihçi eserinde: “Türklerde güçlü ve becerikli bir komutanda on hayvanın nitelikleri olmalıdır” demiş. “Horozun yürekliliği, tavuğun iffeti, aslanın cesareti, yaban domuzunun saldırganlığı, tilkinin kurnazlığı, köpeğin sadakati, turna kuşunun uyanıklılığı, karganın ihtiyatı, kurdun savaş arzusu, ineğin sağlığıdır.” diye bahsetmiştir. (1) Türklerin özellikle at ve köpeğe karşı sevgi ve ilgileri büyüktür. Yine oğuz aşiretlerinden 22-24 klan amblem olarak kendilerine yırtıcı hayvanları seçmişlerdir. Kurt Türklerin en çok önem verdiği ve saygı duydukları bir hayvan olmuş, kurt simgeleri Türk tarihi boyunca devamlı kullanılmıştır. Eski Türklerde 12 yıl takvimde birer hayvanla temsil edilmiştir. Bu hayvanların isimleri ise: Sıcgan (sıçan), Ud (sığır), Bars (pars), Tavşan, Ru (ejder), Yılan, Yond (at), Koyun, Biçin (maymun), Tavuk, İt (köpek), Domuz idi. (2) Bu hayvanlar arasında at ve ineği kutsal tutmuşlardır. Orta Asya Türklerinde horoz zaman bildiricisi, işe ve ibadete davet eden hayvan olarak kabul edilmiş ve horoz imam adı verilmiştir. Kaz ve kuğu güzellik ve kalp temizliğinin sembolü olarak görülmüştür.

Selçuklularda hayvanlara çok önem verilmiş hatta bunların bakımları ve korunmaları için vakıflar kurmuşlardır. Hayvanlara karşı beslenen sevgi, Allahın yarattığı varlıklar olarak görülerek, koruyucu olmuşlardır. At, kurt,arslan, kaplan, pars, deve, boğa, alageyik, köpek, horoz, kartal, güvercin ve kuğu değer verdikleri ve hayatlarında önem arzeden hayvanlardır.

Osmanlılar döneminde ise hayvanlara haddinden fazla ilgi ve sevgi gösterilmiş, vakıflar kurarak onların hayatları ve refahları üzerine korumalı olmuşlardır. Her türlü hayvana gösterilen merhamet ve şefkat batılı insanları şaşkınlığa uğratmıştır. Osmanlı Devletine gelen gezginler, elçiler yazdıkları seyahatname ve eserlerinde Türklerin kuşlara, sokak kedi-köpeklerine, yük hayvanlarına karşı besledikleri sevgiden, bakım ve korunmaları için kurulan vakıf ve tedavi merkezlerinden, hayvanlar için çıkarılan kanuni düzenlemelerden bahsetmişlerdir. Türk düşmanlığıyla bilinen Fransız avukat Guver şöyle demiştir: “… Müslüman Türkün şefkati hayvanlara bile şamildir. Bu hususta vakıflar ve ücretli şahıslar vardır. Bu şahıslar, sokaklardaki köpek ve kedilere ciğer dağıtırlar. Verilenlere alışmış olan hayvanlar da besicilerin şefkatli seslerini o kadar iyi tanırlar ki, işitir işitmez hemen yanına koşmakta hiçbir kusur etmezler. Kasapların da her gün muayyen miktarda kedi ve köpek beslemeleri itiyat halindedir. Ayrıca Şam’da hastalanan kedi ve köpeklerin tedavisine mahsus bir hastane vardır.” (3) Ayrıca Şam’ın Yeşil Mera denilen mevkiinde (Bugünkü şehir stadının bulunduğu alan)  çalışma gücünü yitirmiş, hayvanların hayat boyu bakımlarını sağlandığı bir çiftlik kurulmuştur.

Fransız yazar Lamartin ise gözlemlerinde: “ Müslümanlar canlı ve cansız mahlukatın hepsi ile iyi geçinirler. Ağaçlara, kuşlara, köpeklere, velhasıl Allah’ın yarattığı her şeye hürmet ederler; bizim memleketlerde başı boş bırakılan veyahut eziyet edilen bu zavallı hayvan cinslerinin hepsine şefkat ve merhametlerini gösterirler. Bütün sokaklardan mahalle köpekleri için muayyen (belirli) aralıklarla su kovaları sıralanır, bazı Müslümanlar ömürleri boyunca besledikleri güvercinler için, ölürken vakıflar kurarak, kendilerinden sonra da bu hayvanlara yem serpilmesini sağlarlar.” (4)

Du Loir ise anılarında (1654) “… Osmanlının bazı şehirlerinde kediler için yapılmış mekanları, gıdaları için tesis edilmiş vakıfları görünce hayret etmeyecek insan var mıdır?… yavruları olan köpeklerin barındırılması için sokaklarda kulübelerin yapılması ve gıdaların teminine bilhassa itina edilmesi de hayret vericidir. Bunları yapanlar kendilerine cennet kapılarını açacak birçok sevaplar kazandıkları itikadındadırlar” demektedir.

Conte de Bonneva ise eserinde şöyle demiştir: “Türkler, kedi, köpek vs gibi başıboş hayvanlar içinde vakıflar tesis ederler. Kasaplar da her gün bu gibi hayvanların bir miktarını vicdanen beslemekle mükelleftirler.”

Fatih Sultan çevre nizamnamesinde, hasta ve bakıma muhtaç olanlar için gıda maddesi buhranı vaki olduğunda görevlendirdiği silahlı kişilere “… hayvanat-ı vahşiyenin yumurtada veya yavruda olmadığı sırada balkanlara çıkıp avlanalar ki, zinhar hastalarımızı gıdasız bırakmayalar” demiş, hayvanlara ne kadar önem verdiğini göstermiştir. (5) Ayrıca vakfiyesinde, imaretlerde kalan misafirlerin binek hayvanlarına yem verilmesi için tahsisat ayırmıştır.

Sultan II. Bayezıd zamanında hazırlanan İstanbul Belediye Kanunnamesindeki hükümde hayvanlarla ilgili şunlar yazılıdır:

“ Ve ayağı yaramaz bargiri işletmeyeler. Ve at ve katır ve eşek ayağını gözedeler ve semerin göreler. Ve ağır yük urmayalar; zira dilsüz canavardır. Her kangısında eksük bulunursa, sahibine tamam etdüre. Etmeyeni ve eslemeyeni gereği gibi hakkından gele.

Fil-cümle bu zikrolunanlardan gayrı her ne kim Allah u Te’ala yaratmıştır, hepsinin hukukunu muhtesip görüp gözetse gerektir, şer’i hükmi vardır.”(6)

Kanuni Sultan Süleyman Süleymaniye Camiinin yapımında yük taşıyacak hayvanların bakımları, taşıyacakları ağırlıkları ile ilgili fermanlar yayınlamıştır. Sarayın bahçesindeki armut ağaçlarını kurutan karıncaların öldürülebilmesi için Şeyhü’l- İslam Ebussud  Efendiden şu beyti yazarak fetva ister:

Dırahta ger ziyan etse karınca, Zarar var mıdır, anı karınca? (Ağaca karınca zarar verdiği zaman, onu kırmanın, yok etmenin mahzuru var mıdır?)

Ebussud Efendi de bir beyitle ona cevap verir: Yarın Hakkın divanına varınca, Süleyman’dan hakkını alır karınca. Tabiat karıncasının bile incinmemesini istemektedir.(7)

Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan vakfiyesinde: “Fakirlere her gün iki defa birer tas buğday çorbasıyla ekmek dağıtılacak ve at başına yem sadakası verilecektir.” demiştir. (8)

1587 tarihinde padişah III. Murat yük hayvanlarına taşıyabileceklerinden fazla yük yüklenilmemesi hususunda ferman yayınlamıştır. Bu fermanda şöyle demektedir:

İstanbul kadısına hüküm ki, şu anda İstanbul Muhtesibi olan Mehmet çavuş mektup gönderip şehir içinde at hamallarının; zayıf, kemikleri çıkmış, sakat ve nalsız, semerleri harap, beygir ve katırlarına takatlerinden fazla yük vurduklarını, hayvancıkların yıkılıp helak olduğunu haber vermiştir. Adı geçen hamallar taifesini hayvanlarını besleyip, sakat ve zayıf hayvanlara tahammülünden fazla yük vurmayıp, hayvanlarını katar halinde yularlarından çekerek yola çıkmaları için hamallara ve kethudalarına tembih olunması hakkında emri şerifimi istemektedir. Bu hususta buyurdum ki: emrim sana ulaşınca adı geçen hamal  taifesini kethudalarıyla birlikte toplayıp cümlesine tembih ve te’kit eyleyesin ki, bunan sonra hayvanlarını besleyip, sakat ve zayıf hayvanlara taşıyabileceğinden fazla yük vurmayıp ve yük ile yolda giderken hayvanlar birden çok ise birbirine katarlayıp kendileri sürüp arkalarından yürümeyeler” Rebiülahir 995 “Mart 1587” (9)

2 Ekim 1856 tarihli Abdülmecit zamanında hazırlanan atlar için hafta tatili emirnamesinde hayvanlara iyi davranılması hatırlatılmış ve şöyle denilmiştir:

“Saadetli efendim hazretleri, beyana gerek olmadığı üzere, beygir hamallarının Cuma günleri tatil eylemeleri ve beygir sahiplerinin beygirlerin boş olduğu halde, üzerine binmemek halde semerleri üzerine demir çubuklar mıhlattırılmaları eski adettendir. Fakat bir müddetten beri bu usule riayet edilmeyerek Cuma günleri tatil edilmemekte ve sahipleri beygirleri yüklü olmadığı halde üzerlerine binerek birtakım çoluk çocuğa çiğnettirmektedirler. Bu hal layıksız bir şeydir ve asla caiz değildir. Bundan böyle bunların Cuma günleri tatil ederek semerleri üzerine dahi çivi mıhlattırmaları kati olarak sağlanmalıdır. Ayrıca bu hususta beygir hamalları ile bu tür iş yapan sebze taşıyan esnafın kethudalarına gerekli tebligatın yapılması, esnafın devamlı kontrol altında bulundurulması… (10)

1542 yılında İstanbul’da Sadaret Kaymakamı olan Koca Mehmet Paşa, şehri teftiş ederken bir ağaca bağlı sırtında odun yükü taşıyan bir at görür ve sahibinin nerede olduğunu sorar. Lokantada karnını doyurduğunu öğrenince çok kızar ve adamı yaka paça getirtir, atın sırtındaki küfeleri adamın sırtına yükletip ibret-i alem olsun diye adamı aynı ağaca bağlatır. Ata bir akçelik kuru ot aldırır. At bu otu yiyene kadar adam sırtında ağır odun yükü ile ayakta bekler.

Top arabası çeken büyükbaş hayvanlar yaşlanınca kasaplara satılmaz, ölene kadar iyi bakımları sağlanırdı. Yine aynı dönemlerde mezbahanelerde hayvanların en acısız şekilde kesmeleri, bıçakların keskin olmaları, kasapların ehil olmaları, hayvanların gözlerine bağlanması konusunda düzenlemeler getirilmiştir.

Selçukluda ve Osmanlıda kuş sevgisi çok fazlaydı. Kuşların bir mekanı olsun diye ağaç dallarına, evlere, yalılara ve şehrin muhtelif yerlerine ve binalara kuş yuvaları yapmışlardır. Kuşevleri Sivas’taki İzzettin Keykavus Şifahanesindedir. Daha sonra Osmanlıda yaygınlaşmış zarif ve sanat harikası bu kuş yuvaları Yeni cami, Balipaşa, Doğancılar, Nurosmaniye, Fatih camii, Eyüp Sultan Cami, Laleli Taşhan, Feyzullah Efendi Kütüphanesi, III. Selim ve III. Mustafa Türbesi gibi yapılarda kuş evlerini görmekteyiz. Kuşların yağmurdan, kardan, soğuktan barınması ve korunması için yapılmıştır. Ekmek, tane yiyecek bulanlar getirip bu yuvalara bırakırlar, kuşlarda gelir bunları yerler. Sultan Ahmet Camisinde kuşların beslenmesi ve bakılması için özel yerler yapılmıştır. 18.yüzyılda Castellan eserinde “Bir Türk meskenini inşa ederken güvercinlerin ve diğer kuşların susuz kalmamaları için münasip yerlere yalaklar yapardı” demiştir.

Osmanlıda canlı kuşları kafesleri ile satın alarak azat etmek bir anane haline gelmişti. 1732’de Lebruyn, 1836’da Dr. Brayner gezi notlarında Osmanlıda kuşların azat edilmesi geleneğinden bahsetmişlerdir. Evliya Çelebi ise “Tatil günleri baylar, bayanlar İstanbul’da kurulan büyük kuş pazarlarına gider, parayla aldıkları kuşları salarlardı” demektedir. Ahmet Haşim anılarında Bursa’da (19.yy) Gurabahane-i Laklakan adı ile hizmet veren leylek ve diğer kuşların tedavi edildiği kuş hastanesini ve bugünkü Haffaflar çarşısının ortasında sakat ve yaşlı kuşların barındırıldığını, hayırsever insanların bu kuşları beslediklerinden bahsetmektedir. Ayrıca Osmanlıda göç esnasında hastalanıp, yaralanıp düşen kuşların tedavi edilmeleri için göçmen kuşlar vakfı, kış aylarında sokaklarda yem bulamayan kuşları beslemek için darı vakfı, sokak hayvanlarını korumak için de çeşitli vakıflar kurmuşlardır.

Mimar Sinan Kayseri de ki vakfiyesinde:”Ağırnas köyünde yaptırdığım çeşme ile  etrafındaki geniş arazi, hayvanların yemesi, su içmesi ve dinlenmeleri  içindir.”demiştir. (11)

Hayvan ve tohum ıslah eden vakıf– Ahmet Bin Rahatel-hattap-Sivas-1321, Hayvanlara mera açan vakıf-Adana-Beylerbeyi Ramazanoğlu.1538, “Vakıf arz kıt’asının bir kısmı müşarünileh vakıfa ait öküzlerin, camusların, merkeplerin, katırların ve atların otlaması için korunmasını…”, Güvercinhane yaptıran vakıf– Çandarlızade Mehmet Bey- Bursa.1707; “Mülkü mevrusun olan çiftliğin dahiliyesinde vaki fevkani iki bab odayı vs buyut-i müteferikayı ve … bir güvercinhane ve bi’r-i ma’ve eşcar-ı  müsmine ve gayr-ı müsminiyi …”, Sokak hayvanlarına ekmek veren vakıf– Hacı Mustafa Vakfı- İstanbul. 1778, “Her gün taze ekmek alınacak, sokak hayvanlarına yedirilecek” denilmektedir. Leylekleri koruyan vakıf– İbrahim Ağa Bin Abdullah Vakfı- İzmir- Ödemiş. 1889; “… Yeni Camii şerifi meskurda mücair kalan leyleklerin ekilleri (yemeleri) için seneyi yüz kuruş virile…” denilmektedir. (12)

Conte De Boneva anılarında “Türkler kedi, köpek vs gibi başıboş hayvanlar için de vakıflar tesis ederler. Kasaplar da her gün bu gibi hayvanların bir miktarını vicdanen beslemekle mükelleftirler.” demektedir. 17.yy Jean Dumond “Türklerde kedi-köpek-at gibi hayvanları öldürmek suçtur” diye anılarında yazmıştır. 19.yy alman Mareşali Molke anılarında “Üsküdar’da hizmet veren kedi hastanesinden” bahsetmiştir. 1655’te 9 ay yurdumuzda kalan Jean Thevenot da anılarında “Ölen bazı kişiler mallarını haftada birkaç defa köpek ve kedileri beslemek üzere bırakırlar; bu vasiyetlerini yerine getirmek için sadakatli ve dindar fırıncı ve kasaplara paralarını bırakırlar” demiştir.

Sultan II. Osman (Genç Osman), çok sevdiği Sisli Kır adlı atı öldüğün de,  Üsküdar da ki Kavak sarayının avlusuna defnettirmiş, başına da mezar taşı diktirmiştir. Daha sonra insanlar, hasta atlarının şifa bulması için,  Sisli Kır atın  mezarını başında  atlarını üç defa tavaf etmeye başlamışlar, Sisli Kır atın adı da bu nedenle at evliyası olmuştur.

Hacı Evhaddin Yedikule’de kendi adına hayır için yaptırdığı cami ve tekkede kedilerin bakılacağı bir alan yapılmasını ve bu kedilere her gün yirmi takım ciğer dağıtılmasını vasiyet etmiştir.

Avrupa ülkelerinde aynı dönemlerde hayvan haklarına dair hiçbir kanun ve düzenleme olmadığı gibi, 16 y.y. da Paris de her yıl yaz ayının belli bir gününde tüm sokak kedilerinin çuvallara doldurulup yakıldığı ve halkın bu günü eğlencelerle bir festival havasında kutladıkları yazılan eserlerden öğrenmekteyiz. Avrupa da hayvan haklarına ilişkin 1822 yılında İngiltere de ilk kez hayvanları korumak için hayvanları koruma birliği adında bir dernek kurulmuştur. Daha sonra birçok dernek ve federasyon 1931 yılında bir araya gelerek 4 Ekimi Hayvanları Koruma Günü olarak ilan etmişlerdir. 15 Ekim 1978 yılında ise, hayvan hakları bildirgesi Paris de yayınlanmıştır. Türkiye de ise ilk hayvanlarla ilgili dernek 1908 yılında kurulmuş, hayvanların haklarını korumak için, 2004 yılında 5199 sayılı kanun çıkarılmıştır. Bu nedenle Türklerin hayvanlara gösterdiği duyarlılık, Türk tarihi açısından önemli olduğu kadar, Dünya tarihi açısından da örnek olacak şekilde önemi bulunmaktadır.

KAYNAKLAR

1-Erol Göka- Türk Grup Davranışı- Aşina Kitaplar- Ankara.2006- S.108

2-Jean-Paul Roux- Orta Asyada Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar- Kabalcı Yay.-İst.2000-S. 229

3-4-5-6- Ahmet Akgündüz- İslam ve Osmanlı Çevre Hukuku-Osmanlı Arş. Vakfı Y.-İst.2009-S.54.55.158.56

7-Kemal Arkun-Kanuni Sultan Süleyman-Akademisyen Yay.-İst.2009-S.173

9- Osmanlı Devlet Teşkilatı- Türkiye Gazetesi Yay.-İst.2006-S.376.377

8-10-11-Murat Bardakçı- Hayvan Soykırımı- Habertürk-7 Ekim 2012

12- Tarihte İlginç Vakıflar-Vakıflar Gn. Md. Yay.-İst.2012-S.117.26.84.14.

Yazar
Necdet BAYRAKTAROĞLU

Necdet Bayraktaroğlu, Sivas’ın Gemerek kazasında 1952 yılında doğdu. İlk ve orta öğrenimini Gemerek’te tamamladı. Ankara Kurtuluş Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Ankara Hukuk ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen