Turgut GÜLER
“Menfaat” söz konusu olduğunda; insanların da, devletlerin de nasıl tanınmaz hâle geldiklerine, Dünyâ târîhi şâhittir. Şahsî seviyedeki menfaat gözetme ameliyeleri, netîce îtibâriyle de fazla kalabalık kitleleri ilgilendirmez. Fakat devlet cüssesiyle takınılan menfaat paletleri, önüne çıkan her çeşit insânî mâniâyı yıkıp, ezip geçer. Geriye, kepçeler dolusu ıztırâb malzemesi, – daha doğrusu – tortusu kalır.
Çok meşhûr bir meseldir ve Dünyâ nizâmâtından söz eden nice ahkâm kesicinin diline pelesenk olmuştur: “Devletler arası münâsebetlerde dostluk aranmaz, menfaat aranır.” Bu hükmü duymayan, bilmeyen yoktur, ama yine de sahne-i siyâset, “Muâşaka-yı Düvel” oyunundan hiç bıkmaz. Ne hikmetse, seyircisi de trübünler dolusudur.
Orta Asya’dan başlayarak, Türk’e vatan olmuş bütün coğrafya parçalarında, milletimizin saf ve berrak, insaflı ve müşfik, âdil ve hakkaniyetli vasıflarını, hep bu “kapalı gişe temsîl”i seyrederek zulme, emperyalizme peylemedik mi? Ardından, daha kandırıldığımızı anlamadan, kocaman kocaman vatan topraklarını müstevlî çizmesine çiğnetmedik mi?
Elimizde kalan Anadolu ve Trakya arâzisi, Sultan Üçüncü Murad dönemindeki mesâhanın kırkta birini bile karşılamıyor. Bunu dahî bize çok gören tavra, “düşmanca” demek, kâfî değildir. Yanıla yanıla, sâdece yine yanılmayı mı öğrendik?… Horlanış, alışkanlık hânesine yazılmaya başlanınca, horlayanların hesâbı tamâma eriyor demektir. Müsâmaha, şefkat ve insana hürmet şeklinde tecellî eden Türk duruşunun, en acımasız hunharlıklarla cezâlandırılması, sebeple netîceyi ağzı açık bırakmaktadır.
Orijinâl adı “Kitâb-ı Dede Korkud Alâ Lisân-ı Tâife-yi Oğuzân” olan hikâyeler, Türk Millî Destânı’nın en mühim halkalarından birini teşkîl eder. Türk kültür yekûnunun kıymette ağır, fevkalâde üslûba sâhip bir özeti olan Dede Korkud Kitabı, Mevlânâ ve Yûnus Emre’nin şiirleri, Vesîletü’n-Necât, Orhun Âbideleri, Oğuz Kağan Destânı, Divânü Lügâti’t-Türk, Kutadgu Bilig, Atabetü’l-Hakâyık, Dîvân-ı Hikmet gibi öteki esas dubalarla berâber, Türklük gemisini Kâinât Okyanusu’nda taşıyor.
Oğuz boyları arasında doğup serpilen ve Anadolu coğrafyasını Merkezî Asya’ya sıcak, kuvvetli kementlerle bağlayan, Akkoyunlu Türk Devleti başta olmak üzere, çoğu tanıdık ve akrabâ, nice siyâsî yapıyı engin nazarlarla besleyen Dedem Korkud’un dili, “boy boyladıkça, soy soyladıkça”; Türk’ün sînesi hem kavîleşmiş, hem de Cihân’ı içine alacak biçimde genişlemiştir.
Türk milletinin, Müslümanlıkla ebedî nikâhını aktettiği bir dönemin mahsûlü olan bu hikâyeler, sâdece içinden çıktığı Oğuz Türklerinin değil, dört cihete yayılmış bütün Türk Dünyâsı’nın konuşan dili olmuş.
Korkud Ata’nın, bilhassa idâreci makâmında oturanların kulaklarına küpe olacak altın sözleri, günümüzde seyirlik tren mevkiinde kalıyor. Bu da ayrı bir ağıt vesilesi. Korkud’ca yaşayacağımız günlere teşneyiz…