Tuğba ÖZCAN
“Türküye medâr olan mesele neyse önce söyleyeni yakar, yanan da döner türküyü yakar”
****
Geçmişten günümüze kadar sahip çıkamadığımız birçok değerimize, bizim diye sahip çıkanlar olmuştur.
Medeniyetin beşiği olan bu kadim topraklarda bize kalan son değerlerimizden biri de türkülerimiz.
Sahip çıkmak gerek..
Türkülere saz,söz,müzik olarak bakmadan önce üstadın deyimiyle türkülerin melâl sofrasına oturup can kulağıyla dinleyip yakılmasına medar olan hâli anlamaya çalışmalı, aksi taktirde “Gözlerime bak, ne görüyorsun?” Sorusuna “Çapak” cevabını vermekten öteye geçemeyiz..
Anlamalı ve anlatmalı
Mehmet Ragıp Karcı gibi üstadlarımızın sayısı artsın inşallah..
***
Ahmet Hamdi Tanpınar, Türk insanının yazılmayan romanı türkülerde saklıdır demiş ya hani, anlamak isteyene her biri ayrı bir roman.
Yaşanan aşklar,kavuşamayan sevdalılar,bağrı yanık analar,vatan diye inleyen yiğitler, dağ gibi efelerin hikayeleri
***
Mehmet Ragıp Karcı, Türkü Dinleme Temrinleri’nde “yürek de yürekmiş ha!” diyerek, önce kadınlarımızın serencamını daha sonra milletimizin her bir ferdinin yüreğindeki serencamı dile getiren türküleri,müzikle alakasından ziyâde, yakılmasına medar olan mâşeri yürek yangınına dikkat çekerek, melâl sofrasında sohbeti ile okuyucusunu doyurmayı hedeflemiş.
***
Gönül dizginimizi toplayıp türkülerimizi terkimize alalım.
Gel gönül gidelim aşk ellerine
Muradın yâr ise bir tâne yeter
Hükmeyle gönlünün emellerine
Hevâ-yı cehl ile efsane yeter.
“Bu kitap yeryüzünü idrak ve bilgiyi irfana inkilâb ettirme macerasını yaşayan insanı fehmetmeye, bir hayat macerasını dilenmeye razı olduğunu haber veren,Çakır Ayşe’lerin, Zeynep’lerin,ihanete uğrayan Leylâ’ların ve tabii ki “yüzüğü çalmadığına” yemin eden ama yine anlaşılmayan Kamber, Mecnûn ve Ferhatların gözlerinde görmediğimiz ama kalplerinden akıttıkları göz yaşlarına şâhit olmaya ve okuyucuyu şâhit etmeye çalışan bir gayret olarak anlaşılmalıdır.”
“Ben şahsen salt kuru toprak bile olsa(ki değil) Viyana’da yarım kalmış bir hesabımız olduğuna inananlardanım yine de mesele toprak,arsa,arazi gibi maddi olmaktan çok, o hengâmede bırakıp geldiğimiz insani varlıklar ile ilgilidir. Şimdi soralım; Nasıl olurda bir milletin Yemen türküsü olur da Yemen’i olmaz? Cezâyir,Selânik,Tuna,Estergon Kalası gibi onlarcasını da siz ekleyin.
Aslında bunlar insanımız tarihinin aydınımıza bıkmadan usanmadan hatırlattıkları sorumluluklardır. Mâşeri tahattürdür bu. Milletimizin vicdanındaki yerlerinin hâlâ taze olduğunu gösterir. Ammâ ki işte biz onlara sıradan birer söz olarak bakıyoruz”
***
Melâl üzerine,
“Eskilerin melâl diye vasfettiği hâlin yüce Yaratıcı’nın dünya gurbetine gönderdiği kuluna kendini unutturmamak için ihsan ettiği iç sıkıntısıdır”
“Melâl bir bilgi değildir. Bilgi olmadığı için de iktisap etmesi gereken bilgiye de ihtiyacı yoktur, yâni ümmidir.”
***
Dinleyen söyleyenden ârif gerektir.
“Dinleyenin kulağını ve kalbini söylenene vermesi gerektiği hususunda bir şeyler söylemek ihtiyacı bu kitâbın asıl gayesini oluşturmaktadır. Marifetin iltifata tabi olması karşıklı sorumluluğu ihtar eder. Yani söyleyenin haber verdiği hâli idrak etmesi hususunda dinleyenin irfan sahasını tahrik etmeye çalışmaktır. İdrâk ettikten sonrası vicdanın işidir.”
***
Benim son sözüm, Türkü Dinleme Temrinleri’nin önsözünden
“Türkü yakılır, yakıldığı için de yakmak için yürek arar.”
“Türkü bir yerlerde kapanmış bir yarayı deşmiyor, bir gönülde yeni bir yara açmıyor ve en önemlisi bir yaraya merhem olmuyor ve daha önemlisi İsmail’in kurduğu gibi sırtlanıp Boztepe’ye çıkmayı hayal ettirmiyorsa neye yarar?”