Halil ATILGAN
Türkülerimiz ekmek gibi su gibidir. Deniz olur dalgalanır, nehir olur şahlanır. Bazen karlı dağ olur geçit vermez. Kır çiçekleri gibi, yaban gülü gibi arı duru ve yalınkattır. Zalim felek, gurbet, ayrılık, gönül onunla dile gelir. Düşündürür, güldürür, ağlatır, oynatır. Sevindirir. O, gönlün aziz dostu, duygu ve düşüncenin aynasıdır. Bizi söyler, bizi çalar, bizi anlatır. Hepsi ayrı renkte ve biçimdedirler. Halkımızın yaşama mücadelesinin dile ve tele yansımasını sağlayan bir aynadır. Onun içindir ki Anadolu insanı düğününü, kara gününü, kınasını, yakınmasını, mizahını, taşlamasını, kahramanlığını, aşkını, gurbetini, hatta sevgilisine sitemini dahi turnanın kanadında dile getirmeye çalışmış. Onlar bize, biz onlara sevdalanmışız. Geçit vermez dağları onlarla aşmış, ulaşamadığımız yerlere onlarla haber salmışız. Türkülerimiz arı misali her çiçekten bal almış, çiçekten çiçeğe konmuş, sevda bahçemizin gülleri olarak geçmişten günümüze varlığını korumuş. Onun için türküler yakılmış toprak üstüne, aşk üstüne, sevda üstüne. Her konu onlarla dile gelmiş. Keremin Aslı’sı, Karacaoğlan’ın yavuklusu onların sayesinde dal budak salmış. O kadar geniş bir alana yayılmış ki: Âşığın sevdası, Yörük kızının gaydası, Erciyes’in yaylası, bülbülün kanadının sarısı bile onlarla dile gelmiş.
Neleri barındırmamış ki bünyesinde: Karadeniz’in hamsisi, Sisdağı’nın dumanı, Kızılırmak, Aras ve Fırat türkülerle ününe ün katmış. Dertlilerin yoldaşı, âşıkların sırdaşı olmuş. Çobanın kavalı, obanın yaylaya göçü, tülü mayanın inleyişi, Gelin Ayşe’nin suya gidişi onlarla dile gelmiş, Toroslar’daki pınar, kayada kekliğin sekişi, bir sekiye çıkıp delicesine öten turaç türkülerimizin nağmeleriyle bize ulaşmış. Âşık, turnalarla sevdiğine haber salmış. Kırım, Kerkük, Estergon, Eğri Kalesi, Yemen, Bağdat türkülerle ününe ün katmış. Türküler derinliklerinde bizi anlatan kendimizi bulduğumuz ömür bohçasıdır. Dert bohçasıdır. Sevgi bohçasıdır. Duygular yumak yumaktır bu bohçada. Tortoptur. Herkes gönlündeki sevgiyi en içten duygularla dile getirir. Sevginin, aşkın anlatımı bir başkadır türkülerde. Kendisi bulut, sevgilisini yağmur yapar. Yağmurla bulutu da Maçka’da buluşturur. Trabzon Maçka’dan yüreğimize dolan: Divane âşık gibi / Dolaşırım yollarda dizesiyle başlayan türkünün bağlantısı:
Al şalım mavi şalım
Dünyayı dolaşalım
Sen yağmur ol ben bulut
Maçka’da buluşalım
diyerek sevgisini, kavil yerini böyle dile getirir. Dünyayı dolaşsa da onun için en iyi buluşma yeri Maçka’dır. Senin için İstanbullarda kaldım: Arada sıra dağlar var. Pekiyi nasıl buluşacağız. Bu engelleri nasıl aşacağız. Kuş olsak bile zor. Ancak yağmuru ve bulutu Maçka’da buluşturalım. İstanbul’da iken ben bulut olup tüm engelleri aşacağım. Sen yağmur olup yere yağacaksın. Nerede buluşacağız. Maçka’da. Dünyayı dolaşsak ta illa ki Maçka…
Sevenlerin biri bulut, diğeri yağmur. Sevgi anlatımının da bir damlası. Bu nasıl bir anlatım, nasıl bir yakıştırma. Arı ve duru bir dille dizelere müthiş bir anlam yüklenmiş.
“A benim bahtı yârim
Gönlümün tahtı yârim
Yüzünde göz izi var
Sana kim baktı yârim “
diyerek büyük bir ustalıkla, nezih bir kıskançlık sergiler. İşte bu ifade ve anlatım zenginliği, türkülerimizdeki sanatın, estetiğin nedenli yüce olduğu hükmünü çıkarır karşımıza. Halkımız türkülerinde hem ağlar, hem de güler. Dertlilere deva, çaresizlere çare olur. Oynar, oynatır, zılgıt çeker. Oynatır oynatmasına amma: Karakaş altında göz oynamasın diyerek de tembih eder. Erzurum’dan repertuvara giren: Güzeller bezenmiş toya giderler / Sizlere emanet yar oynamasın / Ben bilirim rica minnet ederler Yengüllük edip tez oynamasın dizeleriyle başlayan türkümüzde sözler enfestir. Nezaketin tüm özellikleri sözlerle bütünleşmiştir. Ben bilirim düğüne gelenler sevdiğinin oynaması için rica minnet ederler. Elbette: Ölüye giden ağlar. Düğüne giden oynar. Onun için ben de “Sevdiğim oynamasın” demiyorum. Oynasın… Oynasın onamasına amma: Yengüllük edip tez oynamasın. Ağır oturaklı olsun. Naza çeksin kendisini. Tez oyuna çıkarsa hafif olduğu düşünülür. Onun için düğünde bile ağır olmalı. Oturaklı olmalı.
Ben seni sevmişim sevgili yârim / Sizlere gurbandır bu şirin canım / Demirem (demiyorum) oynamasın oynasın hanım / Karakaş altında göz oynamasın dizeleriyle yine nefis bir anlatımı sergiler. Ben oynamasın demiyorum. Oynasın oynamasına amma… Karakaş altında göz oynamasın diyerek işini sağlama alır.
Türkülerimizdeki hoş görü, aşk ve sevgi nakış nakış işlenmiş. Ahrazın dile gelmesi, bülbülün güle gelmesi, arının bala gelmesi onların sayesinde gerçekleşmiş. Emrah, Yunus, Pir Sultan, Seyrani, Sümmani, Karacaoğlan, Köroğlu türkülerle diyeceklerini demişler. Karacaoğlan: Türkülerle güzellerin, Dadaloğlu da padişahın fermanını yazmış. Her konu türkü bahçesinde yeşermiş, olgunlaşmış bize ulaşmış. Karadenizli hiç çekinmeden: Efkârlı günlerinde ramazanın gelmesini, kapının eşiğini, çocuğunun beşiğini, kayıkçının küreğini türkülerle anlatmış.
Zileli Sadık Doğanay’dan repertuvar kayıtlarına geçen: Bağlantısı: Mah yüzüne bir nikap çek ben yandım el yanmasın dizeleriyle biten türkü deki sözler sevgi ateşiyle yanmanın, kavrulmanın nefis bir ifadesi olarak kayıtlara geçtiği gibi imansız birinin imana gelmesi de enfes bir şekilde anlatılmıştır.
Gözlerin inkâra benzer ebrular keman olur*[1]
Yüzünü görse bir kâfir şüphesiz iman bulur
Her kaçan yüzüne baksam katlime ferman olur
Mah yüzüne bir nikap çek ben yandım el yanmasın
Dörtlüğündeki deki Yüzünü görse bir kâfir şüphesiz iman bulur dizesiyle imansızların bile imana geleceği müthiş bir ifadedir. Yüzüne bakanın tebdili şaşar. Çarpılır. Din değişir. Müslüman olur. Onun için mah yüzüne bir örtü geçir beni yaktın başkaları yanmasın.
Merhum Haydar Aslan’ın okuduğu bir Çukurova bozlağı vardır. Burcu burcu toprak kokar. Toros Dağları kokar. Yavşan kokar. Kekik kokar. Çukurova kokar. Ovanın ipil ipil eden sarı sıcaklarını serer gözler önüne. Karşı yaylaya tırmanan katar katar göçler gelir aklınıza. Sevdiğinin üstüne kol kanat germenin en açık ifadesi vardır o sözlerde. Dulda olmak, gölge olmak karışmıştır birbirine. Salını salına gelen sevdiğim / Gel böyle salınma göz değer sana / Alların üstüne yeşil giyinme / Zalim düşmanlardan söz değer sana dizeleri ok olur saplanır yüreğinize. Anlatım sade ve yalındır. Kır çiçekleri gibidir. Uyaklar arasındaki uyum, sevgiyi, sevişmeyi hatırlatır sizlere. Hani esen yelden, uçan kuştan kıskanırım diyen dizeler sanki bu sözlere nazire yapar.
Bozlağın her dörtlüğü ayrı bir güzellik arz eder. Sözle müzik arasındaki uyum tek vücuttur. Halkın duygusu bu dörtlüklerle, haykırışla arşı alaya ulaşır: Salınıp gelende kimin yârisin / Böyle sallandıkça dünya malımsın / Yüceden yüceye Toros Dağısın / Sabahın güneşi tez değer sana dizeleri konuyla ilgili söz söyleyecek olanlara pes dedirttirecek niteliktedir. Sevdiği yücelerden yüce. Toros dağları gibi. Erişilmez, ulaşılmaz. Onun için de sabahın güneşi sevdiğine tez ulaşır. Güneşin sevdiğinize tez ulaşmasını siz nasıl anlatırsınız. Hangi kitaba hangi dizelere sığdırabilirsiniz. Sabahın güneşinin tez değmesi, sevdiğinin Toros Dağları kadar yüce olması ancak gönül dediğimiz izafi kavramla dile getirilir. İşte o da deli gönül dediğimiz kavramla müthiş bir şekilde dile getirilmiştir.
Böyle olduğu için de âşıklar türkü üstüne türkü yakmış. Bu türküler bir gün öldürür beni diyerek duygularını dile getirmiş. Türkülerin tüm özelliklerini, güzelliklerini ortaya koymaya çalışmışlar. “Kadrin bilmeyenler alır eline / Onun için eğri biter menevşe” dizeleriyle değer vermeyi, “Canım esirgemem billahi senden / Götür sat pazara kölem var deyi” söyleyişiyle de sevgiye olan sadakati dile getirirler.
Anadolu‘da “Gözüm seyiriyor” tabiri yaygındır. Sağ göz seyirimesi hayra, sol gözün seyirimesi şerre yorulur. Hayra yorulan göz seyirimesi: İyi bir haberin, gurbetten birinin geleceğine, ya da yolculuğa çıkılacağına işarettir. Tabi bu halkın değerlendirmesidir. Tıpta göz seyirimesi: Dışardan bakıldığında fark edilemeyen, ancak göz kıpırtısı ile insanı rahatsız eden, gözün çevresindeki kasların titremesiyle oluşan bir rahatsızlıktır. Genelde göz kapağında, gözün alt kısmında olur. Anadolu insanı bunları bilmediği için kendine göre değerlendirir. Yârinin geleceğine yorar. O duygusunu da türkülerle dile getirir. Balıkesir yöresinden repertuvara giren: Ayva çiçek açmış yaz mı gelecek / Gönül bu sevdadan vaz mı geçecek / Sağ gözüm seyiriyor yar mı gelecek dizeleriyle bizlere ulaşan türkü halkın kabul ettiği değer yargılarının en güzel ifadesi olarak bize ulaşır.
Türkülerde ayrılıkta çokça işlenen konulardandır. Seven konuşmaz. Derdini demez. Göğüs geçirir. İç geçirir. Kimseye diyemediği ayrılık derdini türkülerle söyler. Kederini dizelere döker. Merhum Nida Tüfekçi marifetiyle repertuvara giren bir Yozgat sürmelisinde.
Sabahınan esen seher yeli mi Benim gönlüm divane mi deli mi Durup durup yâr göğsünü geçirir Yoksa bu gün ayrılığın günü mü
diyerek nefis bir ifade kullanır. Ayrılık gününün geldiğini durup durup göğüs geçirerek ifade eder. Bu nasıl bir anlatımdır. Nasıl bir ifadedir. Göğüs geçirme ile ayrılık günü nasıl bütünleştirilmiştir. İç çekerek. Derin derin nefes alıp alıp vererek. Göğüs geçirerek. Hiçbir şey söylemeden: Durup durup yâr göğsünü geçirir/ Yoksa bu gün ayrılığın günü mü diyerek duygular dile ve tele dökülür.
Onun için de bu toprağın türküleri gönlümüze ferman, yüreğimize derman olmuş. Onlar bize, biz onlara sevdalanmışız. Geçit vermez dağları onlarla aşmış, ulaşamadığımız yerlere onlarla haber salmışız. Arı misali her çiçekten bal alan, çiçekten çiçeğe konan türkülerimiz bulut olmuş göğe ağmış, yağmur olmuş yere yağmış. Sevgilileri Maçka’da buluşturmuş. Sonra da: Ahrazı dile, bülbülü güle, arıyı da bala getirmiş. Dile, güle, bala gelen türküleri bilenlere ne mutlu.
SÖZ YANLIŞLIKLARI / HAKSIZ SAHİPLENMELER
Konuya çok popüler olan, bir türküyle başlamak istiyorum: Türkü: Yeşil ördek gibi daldım göllere. Yöresi Sivas. Sabahattin Alpaslan’dan Osman Özdenkçi derlemiş, notaya almış. TRT, Türk Halk Müziği repertuvar sıra no 2363’tür. Sözler Pir Sultan Abdal’a aittir. Bu türkünün ikinci dörtlüğünün ilk iki dizesini bir grup sanatçı aşağıdaki gibi okunmaktadır. ( TRT kayıtlarındaki ikinci dörtlüğün sözleri de böyledir.)
Yeşil ördek gibi daldım göllere
Sen düşürdün beni dilden dillere
Başım alıp gidem gurbet ellere
Ne sen beni unut ne de ben seni
Sevdiğim cemalin güneşim ayım
Seni seven âşık çeker ezvahı / ervahı
Getir el basayım kelamullahı
Ne sen beni unut ne de ben seni
Sevdiğim cemalin güneşim ayım / Seni seven âşık çeker ezvahı
ilk dizedeki “ayım”la, ikinci dizedeki “ezvah”ı kafiye itibariyle uyumsuzdur. “Ezvah” diye bir kelimede sözlüklerde yoktur. Aynı dörtlüğün ilk iki dizesini diğer bir grup da: Sevdiğim cemalin güneşim ayım / Seni seven âşık çeker ervahı şeklinde okumaktadır. Bu okuyuşta da iki dize arasında kâfiye bozukluğu olduğu gibi, anlam bütünlüğü de yoktur. Bu söylenişiyle güfteden: Sevdiğim yüzün güneşim ayım (Yüzün ay gibi güneş gibi) / Seni seven âşık çeker ruhları şeklinde bir anlam çıkmaktadır. Çünkü “ervah” ruhlar demektir. Ayım ile ervahı arasında anlam bütünlüğü olmadığı gibi kâfiye de tutmamaktadır. Her iki okuyuşta yanlıştır. Türkünün doğru sözleri aşağıdaki gibidir.
Sevdiğim semanın güneşi mahı / Seni seven âşık çekmez mi ahı.
Getir el basayım Kelamullahı / Ne sen beni unut ne de ben seni
Dörtlük bu hâliyle anlam ve kâfiye itibariyle bir bütünlük arz etmektedir. Otantiğinde ne ezvah, ne de ervah yoktur. Kaynaklarda sözler Deli Derviş Feryadi ve Pir Sultan olarak kayıtlara geçmiştir. Şimdi ünlüler aynı dizeleri nasıl okumuşlar onları bir gözden geçirelim.
Müslüm Gürses[2] :
Sevdiğim cemalim güneşim ayım
Seni seven âşık neylesin malı
Getir el basayım kelam Allah’ı
Ne sen beni unut ne de ben seni
Muazzez Ersoy[3]:
Sevdiğim cemalim güneşim ayım
Seni seven âşık çeker bu kahrı[4]
Getir el basayım kelamullahı
Ne sen beni unut ne de ben seni
Müzeyyen Senar:
Sevgili cemalem güneşim ayım
Seni seven âşık çeker ezharı
Getir el basayım kelamullahın
Ne sen beni unut ne de ben seni
Zeki Müren:
Sevdiğim cemalim günüm mehtabım
Seni seven âşık çeker efganı
Getir el basayım kelam Allah’ı
Ne sen beni unut ne de ben seni
Şimdi günümüzde meşhur olmuş bir başka türküyü örnek vermek istiyorum.“Bugün bize pir geldi”. Bu türkü için Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı Türkiye’de Alevilik Bektaşilik kitabının 354. sayfasında aynen şöyle diyor. “Zâkirler dededen destur isteyerek düvaza başlarlar.
Bugün bize pir geldi Padişahım karadan
Gülleri taze geldi Hak’tır bizi yaradan
Önü sıra Kamberi Ben pirimden vazgeçmem
Ali el Mürteza geldi Bin yıl geçse aradan
Ali bizim şah’ımız
Kâbe Kıblegâhımız
Bedraştaki Muhammet
O bizim padişahımız
Bağlantı
Eyvallah şahım eyvallah
Hak leilahe illallah
Eyvallah pirim eyvallah
Adı güzeldir güzel şah
Bu düvazın da 3. dörtlüğündeki “miraç” sözcüğünü; “bedraş, epraş, mehraç” şeklinde okuyanlar vardır. Bedraşın da epraşın da hiç bir anlamı yoktur. Sözcüğün aslı “miraç” tır.
Geçtiğimiz yıllarda dillerden düşmeyen Çorum dolaylarının güzel bir uzun havası vardı. “Gayrı dayanamam ben bu hasrete”. Türkü Çorum’dan Ali ihsan Erdoğan’dan TRT Müzik Dairesi Başkanlığı tarafından bozlak olarak derlenmiş. Uzun hava repertuvar sıra no: 187’dir. Bu türkünün sözleri de yanlış okunmaktadır. Özellikle şu dörtlüğü:
Sen gidersen kendim berdar ederim / Bülbül gül dalına konmaz niderim
Elif Kaddin büker kement ederim / Ya beni de götür ya sen de gitme
“Bu türküyü okuyan şahıs KADD kelimesini bilmediği için, ona en yakın kelime olan KADR’i kullanıyor. Halbuki, KADR ile KADD’inin hiçbir ilgisi yoktur. Çorumlu Âşık Hüseyin’e ait olan bu şiirde, klâsik (divan) şiiriyle, halk şiirinin birleştiğini görüyoruz. Şair teşbih ve tenâsüp sanatını ustalıkla kullanıyor. Eski yazı bilenler hatırlayacaklardır: (He) harfinin yazılışı form olarak kemende benzer. Ayrıca Elif’i kadd’e yani boya posa; beli bükülmüş insanı da (He) harfine benzeterek, şair (elif) ve (he) harfleriyle bir “ah” yazmış olduğunu ifade etmeye çalışıyor. Yani sen gidersen âhü figan ederim, feryat ederim demiş oluyor. Zaten birinci mısradaki berdar ederim (Kendimi dâra çekerim, asarım ) anlamı, söz konusu mısraa böyle bir mânâ gerektiğini açıkça gösteriyor.” (B. Bilge Tokel Gazi, Üniversitesi Yayınları, Milli Kültür ve Gençlik Sempozyumu Bildirileri-1985 )
Görülüyor ki: Cehalet devletin her kademesine bağdaş kurmuş hiç de istifini bozmadan oturuyor. 65 milyona hitap eden ve de adına sanatçı dediğimiz zevat MİRAÇ’A – EPRAŞ, KADD’ine KADRİN, HASLET’E HASRET demeye devam ediyor.
Ülkemizdeki halk müziği sanatçılarının okuduğu türkülerin söz analizini yapmadıklarını daha önce belirtmiştik. Şu vereceğim örnek bahsettiğimiz konunun çok güzel bir kanıtıdır. Müziği Kâzım Birlik’e sözleri Karacaoğlan’a ait türkü formundaki bestenin ikinci dörtlüğünde sözler maalesef bazı sanatçılar tarafından:
Şahinim var bazlarım var / Tel alışkın sazlarım var
Yâre gizli sözlerim var / Diyemiyom ele karşı
Şahinim var kazlarım var / Tel alışkın sazlarım var diye okunmaktadır. Birinci mısradaki “kazlarım” değil “bazlarım “ olacaktır. Şahinin dişisine baz denir. Alıcı bir kuştur. Türkü sözünde “şahin” geçince “bazı” bilmeyen halk müziği sanatçısı oraya kazı yakıştırmayı uygun bulmuştur.
Şimdi çok popüler olan ve Kırşehir de bozlak, Çukurova’da Afşar Bozlağı olarak bilinen bir uzun havadaki söz yanlışlığına bakalım: Türkü Muharrem Ertaş’tan, Nida Tüfekçi derlemiş, Şenel Önaldı da notaya almıştır. TRT repertuvar sıra no: 208’dir. İkinci dörtlüğün sözlerini işi bilmeyenler aşağıdaki gibi okumaktadırlar.
Belimizde kılıcımız Kirmani / Taşa geçer mızrağımın dermanı
Devlet hakkımızda vermiş fermanı / Ferman padişahın dağlar bizimdir
Dörtlüğünün birinci mısrasında Dadaloğlu: Belimizde kılıcımız Kirmani diyerek İran’daki Kirman şehri kılıcından bahsedilmektedir. Pekiyi; “Taşa geçer mızrağımın dermanı” dizesindeki dermanla taşa geçmenin ne ilgisi olabilir. Elbette hiçbir ilgisi olamaz. Zira“temren” sözcüğü “derman” olarak kullanılmaktadır. Yanlıştır. Doğrusu aşağıdaki gibidir:
Belimizde kılıcımız Kirmani / Taşa geçer mızrağımın temreni. Temren: mızrağın ucundaki sivri demirdir.
SEHER VAKTİ ÇALDIM YÂRİN KAPISINI
Bir başka söz yanlışlığı da yine Neşet Ertaş’ın popüler ettiği Seher vakti çaldım yârin kapısını adlı türküdedir. TRT kayıtlarında: Yöresi Kırşehir. Kaynak kişi Neşet Ertaş, TRT THM sıra no 132 olan türkü, 17. 3. 1973 tarihinde incelenmiş, Nida Tüfekçi tarafından derlenip notaya alınmıştır. Bu türkünün kaset kayıtlarında söz ve müzik Neşet Ertaş dese de, sözler Emlekli Agâhi’ye aittir. Türkünün I. DÖRTLÜĞÜ:
“Seher vakti çaldım yârin kapısını
Baktım yârin kapıları sürmeli
Boş bulmadım ortağının yapısını
Çıkageldi bir gözleri sürmeli”
dörtlüğünde üçüncü dizedeki “ortağının” ifadesi; “otağını” şeklinde olmalıdır. Yani; “Boş bulmadım otağını, yapısını” biçiminde olacaktır (Otağ: Büyük çadır. Yoksa; buradaki “ortak” kimdir? Yârin ortağı mı vardır; varsa, âşık, sevgilinin ortağının yapısında ne aramaktadır? Kısacası; doğru kelime “ortak” değil, “otağ”dır. Türkünün son dörtlüğünde Agahi tapşırması vardır.
Agâhi karıştırır ganlı yaş ile / Dost bulunmaz hayal ile düş ile
Yetilmez menzile bu gidiş ile / Hemen aşk atına binip sürmeli
şeklindedir. “Agâhi karıştırır kanlı yaşı ile” dizesindeki “Âgâhi” âşığın mahlasıdır. “Âgâhi”den –A’yı kaldırırsanız “Gâhi karıştırır kanlı yaş ile” olur. Böyle okunduğunda “Agâhi” tapşırması ortadan kalkar. Sözdeki anlam ;“Bazen karıştırır kanlı yaş ile” şekline dönüşür. Neşet Ertaş “Agâhi’yi” “gâhi” olarak okumuş türkünün sözleri de TRT kayıtlarına böyle geçmiştir. Yanlıştır. Doğrusu, “Agâhi karıştır kanlı yaş ile” olması gerekir.
Neşet Ertaş’ın popüler ettiği bir başka türkü de Acem Kızı türküsüdür. Ancak türkü sözü incelemesine geçmeden Bayram Bilge Tokel’in Neşet Ertaş Kitabı, “Neşet Ertaşla Baş başa” bölümündeki Ertaş senaryosunu gözden geçirmek gerekir: ( Bayram Bilge Tokel Neşet Ertaş Kitabı, s.184 -185 Akçağ Yayınları Ankara 1999 ) Bu bölümde Sn. Tokel Ertaş’a soruyor:“Bir de şu ünlü Acem Kızı’nın hikâyesini dinleyelim sizden. Selli Yusuf’un Ecem Kızı’na, Avrupaların, Amerikaların kurban olması hikâyesini…”
Ertaş cevap veriyor: “Ben çok küçük yaşta şiirler yazardım kendi kendime. Bazı şiirleri pazarlarda satan tellâllardan alır türküler yapardım. Bunun bir örneği Zahide’dir. Çiçekdağı’nda, oralarda uzun bir şiir olarak elime geçti. Acem kızı da böyle bir şansa sahip. Bu da bizim Selli Yusuf’tan duyulan dörtlüklerdir. İki dörtlüğünü ben kendime göre havalandırdım önce. Böylece 45’lik plâğa okudum. Benim Fransa’da, Belçika’da kız kardeşlerim var. Almanya’da biraderim var. Arada bunları görmeye gelirdim Biraz da içtiğimiz sıralar bir meyhaneye gittik. Burada böyle yerlere sırf erkekler değil kızlar da gelip gidiyor. Oturuyoruz bir yerde, bir ara baktım ki, kapıdan şah gibi bir kız girdi içeriye. Bütün millette ona baktı. Yanında kızları olanlar da baktı. Yalnız ben değildim. O havayla barmene oturdu. Tabii yanına gelenler oldu, kendine bir içki söyledi, sağına soluna gelenler oldu, ama kimsenin yüzüne bakmadı, keyfine baktı. Böyle bir havanın bizi etkilememesi mümkün değil. Zaten anadan doğma güzele aşığız. Güzel kim, insan. Eee insanın güzeli erkeğe göre bir kız, kıza göre bir erkektir. Ben Acem Kızı’nı çalarken iki dörtlüğe arada bir dörtlükte ben takmış oldum. Ne Acem Kızı’nın benden haberi var, ne benim ondan. Acem Kızı işte kimi Ayşe, kimi Fatma ad takmadım. Dünyaya insan gelip de âşık olmadım diyen yalan söyler. Ne var ki bu aşkın aptallığını biz yapıyoruz. Abdallık değil aşkı biz yüreğimizde yaşıyoruz.
Avrupa kurban olsun karakaşına / İngiliz Fransız değmez döşüne
Amerika Belçika düşmüş peşine / Bir de Alman kurban bil Acem Kızı
diyerek Selli Yusuf’un Acem Kızına bir dörtlük de kendisinin eklediğini,“Avrupa kurban olsun kara kaşına” diye başlayan dörtlüğün yazılma senaryosunu Sn. Ertaş işte böyle dile getiriyor. Hâlbuki şiir ne Telli Yusuf’un, ne de Neşet Ertaş’ındır. Karslı Âşık Cananî’nindir. Bu konuyla bizzat ilgilenen, Mehmet Gökalp “Halk Edebiyatında Hatalı Söyleyişler” adlı makalesinde:
“Kars’a bağlı Selim ilçesinin Sipkor (Yamaçlı ) köyünde 1917 doğan Canani’nin asıl adı Ahmet Çelik’tir. Meşhur saz şairi Dursun Ceylani’den saz dersleri almış, birçok koşma, güzelleme ve ilahiler söylemiştir. Yazın çiftçilik, kışın da kahvelerde ve düğünlerde saz eşliğinde koşma ve türküler söyleyen Canani’nin ilk defa şiirlerini Türk Folkloru Araştırmaları dergisinde yayınlamak bize nasip oldu. 1980 de İzmir’e göç eden Canani’nin Acem Kızı türküsü 7 hane olup ancak üç hanesi radyo ve televizyonlarda mahlas ve ozanın adı verilmeden okunmakta. Bu da bizim yüreğimize dokunmaktadır” diyerek sitemini dile getiriyor. (Folklor Edebiyat, Mart 1997 S.9, s.97. )
Piyasadaki bant ve CD’ler de Acem Kızı türküsün söz ve müziğinin hâlâ Neşet Ertaş’a ait olduğu yazılarak Âşık Canani’nin ve Mehmet Gökalp’in burnunun direği sızlatılıyor. ( Örnek: Oyun Havaları ve Türküler – Neşet Ertaş- Nostalji: 1. Bayar Müzik Market A.ş. Kültür Dizisi adlı CD’ de Acem Kızı türküsünün detayında, Söz-Müzik Neşet Ertaş yazmaktadır.) Müzik belki kendisinindir. Bu konuda bir iddiamız yok. Ama tespitlerimize göre söz Âşık Canani’nindir.
TRT repertuvar sırası 1398 olan Acem Kızı türküsü Kırşehirli Çekiç Ali’den kayıtlara geçmiş, Osman Özdenkçi tarafından derlenmiş, notaya alınmıştır. TRT repertuvarındaki sözler aşağıdaki gibidir.
Çırpınıp da Şan ovaya çıkınca Seni seven oğlan neylesin malı
Eğlen Şan ova’ da kal Acem kızı Yumdukça gözünden döker mercanı
Uğrun uğrun kaş altından bakarken Burnu fındık ağzı kahve fincanı
Can telef ediyor gül Acem kızı şeker mi şerbet mi bal Acem Kızı
Emir Kalkan’nın XX. Yüzyıl Türk Halk şairleri Antolojisi kitabının 278. sayfasında da Âşık Canani’ye ait olarak yayınlanan Acem Kızı, 7 dörtlük olup aslı aşağıdaki gibidir. ( Kültür Bakanlığı Yayınları / 1295 Ankara, 1991. )
Silkinip de Şamova’ya çıkınca Canım kurban olsun kıymet bilene
Eğlen Şamaova’da kal Acem kızı Belin ince boyun benzer fidana
Gerdan domur domur rengin kırmızı Ateşine yandı Tarsus Adana
Seherde açılmış gül Acem Kızı Getirdin başıma hal acem kızı
Silkinipte Şamova’ya çıkarsın Seni saran oğlan neylesin malı
Misk-i amber gül yanağa takarsın Yumdukça gözünden dökerler câmı
Kaş altından uğrun uğrun bakarsın Burnu fındık ağzı kahve fincanı
Can alır sendeki tel acem kızı şeker mi şerbet mi bal acem kızı
Amerika kurban olsun karakaşına Yavru şahin gibi ben de döneyim
İngiliz Fransız değmez döşüne Yeleli de kır atıma bineyim
Avrupa Belçika düşmüş peşine Berdül yaylasından gökçek yanağın
Bir de Alman kurban bil Acem Kızı Dudağından akar bal Acem kızı
Canani âşıkta der ki naz olur
Yavaş salın belki sonun hız olur
Mısır haznesini versem az olur
Beni de üstüne al Acem Kızı
TRT kayıtlarındaki Acem Kızı türküsünün sözleri, aslı 7 dörtlük olan şiirin 1., 4., 5. kıtaları alınmış. 5. dörtlük aynı kalmak kaydıyla diğer dörtlükler değiştirilmiştir. Halk şiirinde yer adlarının önemli ipuçları verdiği düşünülürse 1. dörtlüğün 1. dizesindeki Şamovası’nın Şanova’sı olarak kayıtlara geçmesi affedilecek bir tahribat değildir. Kaynaklara göre Şamovası Kars civarında bir ovanın adıdır.
Bir başka türkü de zahidedir. Zahide Arap Mustafa’ya aittir. Sözlerin tamamı 13 dörtlükten ibarettir. Arap Mustafa’ya aittir. Arap Mustafa Çiçekdağı ilçesinin Ortahacıahmetli köyünde 1901 yılında doğmuştur. Küçük yaşta babasını ve annesini kaybeden Arap Mustafa Hacı Bürozade Mehmet’in dutmasıdır. Mustafa ağanın kızı Zahide’ye aşıktır. Kızın yaşı 12 Arap Mustafa’nın yaşı 22’dir. Ağa kızını vermez.
ÇÖKERTME
Çökertmeden Çıktım (Da Halilim Aman) Başım Selâmet,
Bitez de Yalısına Varmadan (Halilim Aman) Koptu Kıyamet.
Arkadaşım İbram Çavuş Allah’ıma Emanet,
Burası da Aspat Değil Halilim Aman Bitez Yalısı,
Ciğerime Ateş Saldı, Telli Kurşun Yarası.
Bitez: Vitez aspat da asfalt olarak söylenmektedir. Gerçek ama çok acı bir gerçektir.
GİRESUNUN EVLERİ
BU TÜRKÜNÜN SÖZLERİ ŞÖYLE:
Giresun’un evleri / Şima ile kaynama şeklinde olmasına rağmen / girasunun evleri Şimal ile kaynama olarak okunmaktadır.
Evlerinin ÖNÜ MERSİN. İSPARTA TÜRKÜSÜDÜR.
EVLERİNİN ÖNÜ MERSİN / SULAR AKAR KADINIM TERSİN TERSİN / sular akmaz kadınım tersin tersin olarak okunması gerekir.
BEN FELEĞİ GÖRDÜM TAŞTAN İNERKEN
Ben feleği gördüm taştan inerken / Kırıldı kanadım celvan (ARARKEN ) ederken Pervan dönerken. BEN FELEĞİ GÖRDÜMM ARŞTAN İNERKEN
BEN MELAMET HIRKASINI: sözleri nesimiye ait olan bu parçayı çok kişi yanlış okumaktadır. Çoğu da: Ben melamet hırkasını kendim giydim eynime dizesinde yapılmaktadır. Melamiliği ve sırt anlamındaki eyni bilmeyen sanatçı ben melanet hırkasını kemdim giydim kendime diye okumaktadır. Melanet şeytanlık anlamına gelir. Melâmet; kınamak, ayıplamak, azarlamak, serzenişte bulunmak, korkmak, rüsvalık anlamına gelen melamet mastar bir kelime olup, melâmeti ise kınanmaya konu olan demektir. Tasavvuf: Yaptığı iyilikleri gösteriş olur endişesiyle gizlemek, kötülükleri ve işlediği günahları ise nefsiyle mücadele etmek için açığa vurmak. Bu tanımlardan da anlaşıldığı gibi, melâmetin temel vasfı, riyadan kaçınmak amacıyla gizlilik ve şöhretten sakınmaktır.
EZİZ DOSTUM MENNEN KÜSÜP İNCİDİ
Türkü : Eziz dostum mennen küsüp incidi
Yöre : Azerbaycan
Kaynak kişi : Şah Ruh / Arif Babaef
Derleyen : Azize Gürses
Repertuvar No : 3889
Repertuvardaki sözleri:
Eziz dostum mennen küsüp incidi
Ayrılık yağ kimi çekti yeridi
Gezdiğin yerleri ot basıp indi
O gedip galmışam hesretindeyem
Bağlantı
Neçe nağme goşum Neçe dillenim
Dost gedip özüme gelebilmirem
Ele bir ellerim yoh olup menim
Gözümün yaşını silebilmirem
Çaldığı sazını getirip mene
Görsün ki çalmakta neçe mahirem
Elinde yay kimin incelsin gine
Ziyler hep çekilin güyüldi odam
Sim: Tarın telleri — Goum: Söylemek, yaratmak — Güyüldi: Harap oldu, bozuldu – Od: Ateş. Şeklindedir. Sözlerin altına, goşmak, güyüldü ve sim sözcüklerinin anlamları yazılmış. Sim sözcüğünün anlamı dipnot olarak verilmesine rağmen türküde geçmemektedir. Acaba “simler” sözcüğü yanlışlıkla “ziyler” olarak mı yazıldı. Orasını bilemiyoruz. Ancak; türkünün birinci dörtlüğünün üçüncü dizesindeki “od”, ateş anlamında. Dizede bu sözcüğün “ot” olması gerekir. Aynı ezginin sözleri Azeri sanatçı Zabit Nebizade’den aşağıdaki gibi tespit edilmiştir.
Eziz dostum mennen küsüp incidi Nece nağme goşum nece dinlenim
Yâd kimi ayrılıp çıktı yeridi Dost gedip özüme gelebilmirem
Gettiğin yolları ot basıp indi Ele bil ellerim yoh olup menim
O gedip özüme gelebilmirem Gözümün yaşını silebilmirem
Çaldığım sazımı getirin mene
Görsün ki çalmakta nece mahirem
Elim değen kimi ince tellere
Simler haray çekip kırıldı o dem
Eziz dost: Kadim, kıymetli dost —Yâd: El, yabancı — Nağme: Müzik, türkü, şarkı — Goşum: Söylemek — Mahirem: Ustayım — Sim: Gümüş, fakat sözde tel anlamında kullanılmaktadır — Haray: Feryât, figân, nara anlamında kullanılmıştır. Zabit Nebizade’den tespit ettiğimiz sözlerle, repertuvar kayıtlarına geçen sözlere bakalım:
Tespit ettiğimiz sözler: Repertuvardaki sözler:
Eziz dostum mennen küsüp incidi / ……………………………
Yâd kimi ayrılıp çıktı yeridi / Ayrılık yağ kimi çekti yeridi
Gezdiğin yerleri ot basıp indi / Gettiğin yolları od basıp indi
O gedip özüme gelebilmirem / O gedip galmışam hesretindeyim
Bağlantı
Nece nağme goşum nece dincelim / Neçe nağme goşum neçe dillenim
Dost gedip özüme gelebilmirem / ………………………………….
Ele bil ellerim yoh olup menim / Ele bir ellerim yoh olup menim
Gözümün yaşını silebilmirem / …………………………………
Çaldığım sazımı getirin mene / Çaldığı sazını getirip mene
Görsünki çalmakta nece mahirem / Görsün ki çalmakta neçe mahirem
Elim değen kimi ince tellere / Elinde yay kimin incelsin gine
Simler haray çekip kırıldı o dem / Ziyler hep çekilin güyüldi odam
Tespit ettiğimizle, repertuvardaki sözler incelendiğinde farklı dizeler görülecektir. Oldukça yanlış okunan sözlerin aslına uygun olarak düzeltilmesi gerekir. Ezginin bestesi Kulu Askerov’a aittir, türkü anonim değildir.
ZEYTİN YAĞLI YİYEMEM
Zeytinyağlı yiyemem aman / Basma da fistan giyemem aman
Senin gibi cahile / Ben efendim diyemem aman Bağlantı: Kaldım Domaniç[5] dağlarında / Sevgili yârim nerelerde
(II)
Kara üzüm asması / Yeşil olur yazması Ben yârimden ayrılmam / Kara yazı yazması Bağlantı
(III) Asmadan üzüm aldım / Sapını uzun aldım. Verin benim yârimi / Annemden izin aldım Bağlantı
Doğrusu bu türküyü duyduğum günden beri hep düşündüm. Zihnimde sorular cirit attı. Beni çok rahatsız eden soru: Halkımızın yaşama mücadelesinin dile ve tele yansımasını sağlayan türkülerimiz nasıl olur da: “Zeytinyağlı yiyemem / Basmada fistan giyemem” diyebilirdi. Diyemezdi… Çünkü: Zeytin ve fistanının ham maddesi pamuk, halkımızın yaşama mücadelesinde öne çıkan önemli iki unsur. Bu iki unsur Anadolu halkının geçim kaynağı. Çukurova’da pamuk, Ege ve Marmara’da özellikle Bursa – Gemlik – Gaziantep ve Nizip zeytiniyle ünlü yerleşim birimleri. Çukurova denince pamuk, Bursa, Gemlik, Nizip denince akla zeytin gelir. O zaman bu halk nasıl olur da: “Zeytinyağlı yiyemem / Basma da fistan giyemem” der. Demesine demez. “Devlet malı deniz / Yemeyen domuz. Pire itte, bit yiğitte bulunur” sözünü de demez. Pekiyi bunları kim der? Seni yok etmek isteyen güçler, sömürmek isteyen, varlığından rahatsız olanlar der. Altıncı kol faaliyeti dediğimiz güçler der. Kısacası: Ham meyveyi kopardılar dalından diyen halkım: “Zeytinyağlı yiyemem / Basmada fistan giyemem” diyemez. Böyle bir türkü yakmak, bestelemek bindiği dalı kesmek demektir. Halk yiyeceğini, ne alıp ne satacağını iyi bilir. Yediğini içtiğini türkülerle de dile getirir. Süt içitim dilim yandı / Kara erik çağala / Ye ki yaran sağala diyen halkım: “Zeytinyağlı yiyemem / Basmada fistan giyemem” demez. Diyemez. Demeyeceğine göre birileri dedi. O halde kim dedi. Ya da dedirttirdi? Nasıl ve ne zaman ortaya çıktı? Kim besteledi? Ya da bestelettirildi? En ünlü türküler arasında yerini aldı. Cevap: Kadim dostumuz Amerika. Gülmeyin… Sakın ha… Nasıl olur da demeyin? İşte cevabı…
Yıllardır dinlediğimiz türkü: Amerika tarafından sipariş verilerek bestelettirilmiş. Amerika’nın, Türkler zeytinyağı yemesin / Basma fistan giymesin diye türkü bestelettireceği şeytanımın bile aklına gelmezdi. Ama Amerika’nın aklına gelmiş. Art niyetle bestelettirilen türkü anonimmiş gibi repertuvar kurulundan geçerek, ülkemizin en ünlü türküleri arasında yerini almış, yıllardır da çalınıp söyleniyor. Allah Allah… Allah Allah…
Diyeceksiniz ki “Amerika türkülerimize de mi el altı.” Maalesef el atmış. “Bursa yöresine ait bu türkü 2 Kasım 1954 tarihinde İhsan Kaplayan’dan[6] Muzaffer Sarısözen derlemiş. THM Repertuvar Sıra No: 1133.’tür. Şimdi türkü ile ilgili Prof. Dr. Kenan Demirkol’un tespitlerine bakalım:” ‘Marshall Planı 2. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948–1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca ABD’den ekonomik kalkınma yardımı almıştır (wikipedia). ABD geçmişten beri dünyanın en büyük mısır üretici ülkesidir. ABD birikmiş olan mısır yağlarını eritmenin bir yolu olarak mısırözü yağı ihracatını keşfetmiştir. Marshal yardımının koşullarından biri Türkiye’nin ABD’den mısırözü yağı almasıdır. (Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda Emperyalizmi, Osman Nuri Koçtürk, Toplum Yayınları, 1966). Buna koşut olarak Türkiye’de ilk margarin fabrikası kurulur. Yine aynı dönemde yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek bir katliam yapılır.
Yazıyı okuduktan sonra yüzlerinizde ki hayret ifadesini görür, olamaz dediğinizi duyar gibiyim. “Olmadık yok da duyulmadık çok” diye bir tabiri vardır Çukurova’nın. Bu da onlardan birisi. Amerika şahsi menfaati için binlerce kilometrede öteden gelecek, türkü bestelettirecek, benim insanımın duygularını sömürecek. Hem de Bursa da. Gemlik’te… Zeytinin en çok yetiştiği yerde ünlenen türkü dalga dala Anadolu’ya yayılacak ve en ünlü türküler arasında yerini alacak. Sonra yöre insanı türküye bir de hikâye yazacak… Vay benim ülkem vay…
Kalan zeytin ağaçlarından elde edilen zeytinyağının büyük bölümü ABD tarafından Dolar karşılığı alınır ve mısırözü yağı TL karşılığı satılır. Türk insanı zeytinyağından soğutulur ve mısırözü yağı ile margarine alıştırılır[7]. Bu amaçla zeytinyağı ısınırsa kanser yapar gibi yalanlar uydurmaktan da geri kalınmaz. Hâlbuki zeytinyağı halk ağzındaki deyişiyle dumanlaşma derecesi en yüksek (en zor yanan) sıvı yağlardan biridir. Bununla da kalınmaz, kötülemek için tıpkı bugün yapılan halkla ilişkiler endüstrisi çalışmaları gibi “Zeytinyağlı yiyemem aman / Basmadan fistan giyemem aman…” diye türkü sipariş edilir ve ülkenin en popüler türküsü yapılır. Katı yağa / Margarine mahkûm edilen halk, 20–30 yıl içinde bir kaşık yağa bile muhtaç hâle getirilir. Basma giyen kadınlar da plastik giysilerle tanıştırılır’.
Marshall Plânı münasebetiyle Zeytinyağlı yiyemem / Basmada fistan giyemem dedirten kadim dostumuz Amerika: “Ak bıçak kara bıçak / Babam dükkân açacak/ Evlenmeyin bekârlar / Naylon kızlar çıkacak diyerek naylon kızları da piyasaya sürüyor. Vay benim ülkem vay… Zeytinyağı yeme. Basma fistan giyme. Kucağında naylon kızlar. Ah Amerika… Vah Amerika… Yuh Amerika…
Dipnotlar
[1] * Ebru: Kaş. Mah yüz: Ay gibi yüz. Nikap: Yüz örtüsü, perde.
[2] http://sarki.alternatifim.com
[3] http://sarki.alternatifim.com
[4]Aynı sanatçı türküyü bir başka okuyuşunda: Seni seven âşık çeker ehvalım şeklinde okumakta.
[5]Bu sözler TRT’nin yayımlamış olduğu Türk Halk Müziği Sözlü Eserler Antolojisinden (Cilt II. Sayfa 817 ) alınmıştır. Adı geçen kaynakta bağlantı bölümündeki sözleri: Kaldım Domaniç dağlarında / Sevgili yârim nerelerde olarak kayıtlara geçmesine rağmen, Kaldım duman içi dağlarda / Sevgili yârim nerelerde şeklinde okunmaktadır.
[6] İnternetten tespit ettiğim bilgilere göre: “Selma Erdal’ın Zeytinyağlı yiyemem aman türküsü 1950’li yıllarda Merinos Fabrikasında çalışan rahmetli İhsan Kaplayan tarafından Ankara Radyosuna verilmiştir. Türkü çalınacağı zamanda ismi anons edilerek çalınırdı” denilmektedir. Kaynak: Selçuk Alpay, http://wowturkey.com / forum/viewtopic. php?t=20027.
[7] Sana ve Vita yağının en yaygın olduğu dönemden söz ediliyor olmalı.