Türkülerimiz; engin bir sevdâ denizi olan Türk’ün rûhunda yatan güzellikleri dize dize, ezgi ezgi Türkçenin güzellikleriyle buluşturan; hitâbı, üslûbu, tavrı, âhengi ve müzikalitesiyle milletimizin gönül sesini, hayâtı algılayış biçimini, beşerî hasletlerini, millî ve mânevî değerlerini, gurbeti ve sıla hasretini, aşkının ve muhabbetinin yüceliğini mısrâ mısra nota nota cihana duyuran bir letâfet beyânıdır.
Türkülerimiz; Türkçenin zarâfet ve kudretini, Türk kültürünün ihtişâm ve ulviyetini, bizi “biz” yapan değerler manzûmesinin hikmet ve kutsiyetini en güzel bir biçimde ortaya koyan ve Türk Dünyası’nın burcu burcu kokularıyla nağmeleri telvîn eden Ay-Yıldız tuğralı muahabbet lisânıdır.
Türkülerimiz; tevârüs edilmiş bir asâletin bütün güzelliklerini rengârenk kelimelerle dile getiren, gönül dünyamızın hudutsuz zenginliğini en güzel ezgilerle notaya döken ve ışıklı nağmelerden oluşan muhteşem bir şehrâyin gibi, hem mâzîden hâle uzanan muazzam bir kültür köprüsü, hem hâlden istikbâle açılan bir medeniyet kapısı, hem de bir edebiyat ummânıdır.
Türkülerimiz; milletimizin nâtıkasını, râbıtasını, rûhunun şifresini, yürek sesini, ahlâk ve terbiyesini ortaya koyan, güneşin ışıkları üzerine nurlar yağdıran söz sanatlarının gülistânı, duygu penceresinden ömür rüyâsını seyreden bir hayat destanı ve coşkun ırmaklar gibi çağıldayan has şiirin ve estetiğin anavatanıdır.
Türkülerimiz; karanlığı aydınlatan bir şafak ihtişâmıyla “gün ve ay ışığından ve yayla çiçeği kokusundan”[1]güzellikler sunan; bir parmak balın, tâze bir kaymağın tadını alan dilimize-damağımıza mümâsil, rûhumuzu târifsiz lezzetlerle buluşturan ve estetik zevkimizi kıyâma durduran, her dizesinde, her ezgisinde hissiyâtımızı ve fikriyâtımızı en zârif nağmelerle anlatan Türk’ün liyâkat nişanıdır.
Türkülerimiz; katmer katmer açan gül tomurcuğundan seher vakti yayılan kokular gibi gönlümüze müstesnâ şevkler ve zevkler tattıran, çehremizi ve çevremizi ışıklandırıp gönüllere bir güneş gibi doğan, duygularımızı yorumlayıp hayâl penceremizi genişleten uçsuz bucaksız bir sanat gülistânıdır.
Türkülerimiz; İlâhî bir ihsânla aziz Türk milletine Yüce Rabbimizin bahşettiği ses ve söz bayrağımız ve “Ağzımızda anamızın ak sütü gibi”[2] olan, her kelimesinin ve nağmesinin yüreğinde nice münzevî güzellikler saklayanTürkçemizin Altaylardan Tuna’ya kadar konuşulan lisanını müzik âletleri eşliğinde dalgalandıran ve “allı turnalarla” cümle Tûran ellerine selâm gönderen turkuaz bir vuslat âsumânıdır
Türkülerimiz; ata yurdumuz Uluğ Türkistan’da tarih sahnesine çıkan, “Şimşek gibi Türk atlılarının geçtiği yolda”[3]“Gönlüm, dilim, kanım ve mizâcımla sizdenim”[4] diyen, Türk’ün meşrebini, mefkûresini, maksûdunu, menzîlini yansıtan ve millî estetikle bütünleşmiş şiiriyetiyle gönülleri şâha kaldıran efsunkâr bir irfan hazînesi ve görkemli bir asâlet dîvânıdır.
Türkülerimiz; bizi birbirimize kenetleyen millî bağ, ruhumuzu ateşleyen kadim çerağ, üç bin yıl önce doğanlarla, şimdiki nesilleri aynı muhabbet sofrasında toplayan ulu bir dağ ve sır yüklü nice hazînelere sâhip olan, medeniyet kültürümüzün, tarihimizin ve hâlet-i rûhiyemizin en nâzenin tercümânıdır.
Bedri Rahmi’nin;
“. . .
Şâirim şâir olmasına
Canım kurban şiirin gerçeğine hasına
İçerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum
Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter
Eğri büğrü, kör topal kabulüm
Şâirim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şâirliğimden utanırım
Şâirim
Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm
Hey hey, yine de hey hey
Salınsın türküler bir uçtan bir uca
Evelallah hepsinde varım
Onlar kadar sâhici
Onlar kadar gerçek
İnsancasına, erkekçesine
‘Bana bir bardak su’ dercesine
Bir türkü söylemeden gidersem yanarım
Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana sütü gibi candan
Ana sütü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler
Köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen’i
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni
Ben türkülerden aldım haberi
Ah bu türküler, köy türküleri
Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak
Hilesiz, hurdasız çırıl çıplak,
Dişisi dişi, erkeği erkek
Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara
Bıçağı bıçak
Ah bu türküler, köy türküleri
Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi
Kiminin reyhâsından geçilmez
Kimisi zehir zemberek
Ah bu türküler, köy türküleri
Olgun bir karpuz gibi yarılır içim
Kan damlar içinden, mürekkep değil
İşte söz, işte ses, işte biçim
‘Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar’
İliklerine kadar işlemiş sızı
Artık iflâh olmaz bu kavak ağacı
Bu türkünün yüreğinde sancı var
Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
İçlerinde yürek var
Cennet misâli sevişen
Cehennemler gibi dövüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutur nasıl
Ömründe bir kez olsun
Halk türküsü dinleyen”[5]
dediği türkülerimiz; ozanlarımızın gönül sesi, halkımızın Ay-Yıldızlı sözü, bizi biz yapan değerlerimizin özü, milletimizin irfan penceresinden bakan gözü ve insanımızın her hâlini en yalın biçimde dile getiren dîvan sazıdır…
Türkülerimiz; saz, söz ve mûsikî notaları arasındaki uyum ve mânâ birliğiyle temâyüz ettiği gibi, insanımızın; inanç değerlerini, sanat zevkini, dünya görüşünü, beşerî hâllerini, fakirliklerini, çaresizliklerini, yaşadıkları tabii âfetleri, içtimâî felâketleri, ecele boyun eğişini, feleğe kahrını, hayâllerini, hüzünlerini, hissiyâtını, mutluluklarını, sevdâlarını, aşklarını hicranlarını, vuslat arzularını, sıla özlemini, gurbet elde yaşadıkları hasreti, hayata dâir her hâdiseyi, mertliği, yiğitliği, vatan sevgisini, millî heyecanlarını ve medeniyet kültürlerini de çok veciz mısralara ve gökkuşâğı rengindeki âhenkli nağmelerle dile getirir.
Türkülerimiz; bizim her türlü duygumuz, düşüncemiz, hüznümüz, sevincimiz, kıvancımız, acımız, yürek sancımız, tarihimiz, kültürümüz, kimliğimiz ve medeniyetimizdir. Hâl böyle olunca; türküleri tanımak, Türk’ü tanımakla eş anlamlıdır. Bu sebeple türkü bilmeyen Türk’ü bil/e/mez, türkü dinlemeyen Türk’ü anl/a/yamaz…
Bütün bunlardan dolayı ve bizim türkümüz, bizim Türk’ümüz olduğu için “Bozkırın Tezenesi”;
“Bunca erler evliyâlar
Türk’ü sever türkü söyler
Görür gözlü enbiyâlar
Türk’ü sever türkü söyler
Türk’üm diye
Türkü söyler dillerimiz
Ne gözeldir ellerimiz
Bağlamada tellerimiz
Türk’ü sever türkü söyler
Türk’üm diye
Aydın gerçekler sözleri
Gerçeğin gitmez izleri
Çalar Garib’in sazları
Türkü sever türkü söyler
Türk’üm diye
Türkü söyler dillerimiz
Ne gözeldir ellerimiz
Bağlamada tellerimiz
Türk’ü sever türkü söyler
Türk’üm diye”[6]
dizelerini “çığırarak” bütün cihana sazıyla ve sözüyle haykırmıştır. Zâten bizim türkülerimiz; sazın söze, sözün saza Türk’çe düşünüp, Türkçe söylediği muazzam kitâbelerdir. Türkülerimiz; Uluğ Türkistan’dan yayılan sesin, Anadolu yaylasında bâzen Yavuz’ca, bâzen de Yunus misâli sadırlardan satırlara döküldükten sonra sazın tellerinde yankılanmasıdır.
Gönül dilimizi ifâde eden türkülerimiz; turkuaz desen ve motifleriyle, bize has ifâde ve dizeleriyle, bizi anlatan muhtevâ ve müktesebâtıyla, gönül burçlarımızda dalgalanan “Anamızın ağzımızdaki ak sütü gibi”[7] olan Türkçemizin en güzel, en nâdide, en anlamlı ve en hikmetli dizeleridir.
Türk’ü Türkçe anlatan türkülerimiz; modern çağın metalik gürültülerinden meydana gelen; yılan tabiatlı, timsah ruhlu, kaktüs görünümlü pozitivist dünyadan yükselen bir ses kirliliği olmadığı gibi; aklı putlaştıran, aşkı öldüren duygu fakiri bir nota karmaşası da aslâ değildir.
Kalbimize taht kuran türkülerimiz; bozlak, tatyan, mahnı, tesnif, gazel, hoyrat, barak, zeybek, uzun hava, maya, kırık hava, ağıt, ilâhî, nefes… vs. otantik yapısıyla dile gelince bizi kendimizden geçirir. Türkülerimiz, sözlerindeki zarâfet, makamlarındaki letâfet, yorumlamadaki mârifet ve icrâ edilişindeki ihtişâm sebebiyle dinleyenleri kendisine hayran bırakır. Baharda Hüda-i nâbit gibi biten kır çiçeklerine benzeyen türkülerimiz, kültür dünyamızın en güzel güllerinin derildiği müstesnâ bir gülşendir.
“Muhabbet deminde çalsın sazımız / Türk’ün türküsünden bir türkü söyle” diyen çok kıymetli şâir gönüldaşımız Mehmet Ali Kalkan;
“İçinde hayat var, can var, biz varız
Sevdadır kadına, ere türküler
Her bir nağmesinde Türk’ü duyarız
Söylenen, yaşanan töre türküler
Yerde alev alev Mecnun’un izi
Gökte yağmur yağmur sevda denizi
Çokluktan sıyırıp alır da bizi
Götürür bırakır Bir’e türküler
Gâh katık yaparız ekmeğe aşa
Gâh sitem ederiz gökteki kuşa
Yarını kurarken eğlene, coşa,
Ummanı hoş eden dere türküler
Kimleri dağların ardına attı
Kim bilir kaç kere yara kanattı
Gurbeti ağlattı, yolu ağlattı
Gökleri indirir yere türküler
Aşk kozası ördüm bir yeşil ah’tan
Yüceleri tuttum mavi sabahtan,
Niyâzım odur ki Yüce Allah’tan
Kıyâmet gününü göre türküler”[8]
dediği millî hâfızamız, “âlemde hoş avazımız” ve “muhabbet sazımız” olan “Türküler”imizi çok güzel vasfetmiş ve kıyâmete kadar bâki olması niyâzını dile getirmiştir.
Türk milleti; vatan topraklarını hep türkülerle nakışlamış, “memleket ahvâlini” hep türkülerden sormuş, duygularını hep türkülerde âşikâr etmiştir. Türk insanı, türkülerle oynamış, türkülerle ağlamış, kahramanlıklarını türkülerle anlatmış, derdini türkülere dökmüştür. Yörelerimizin farklı rengini, söz ve müziğin muhteşem ahengini hep memleket türküleri dile getirmiştir. Türkülerde il, ilçe ve belde isimleri de terennüm edilmiştir. “ Yurttan Sesler”de neler söylenmemiştir ki: “Adana Köprü Başı”, “Çıktım Kozan Dağı’na”, “Kadirli köprüsü geçek”, “Yenice yolları bükülür gider”, “Adıyaman, yolu yaman”, “Gölbaşı’na vardım gölleri çoktur”, “Afyon’un yolu taşlı”, “Karahisar kalası”, “Emirdağ’ı birbirine ulalı”, “Yeşil olur Sandıklı’nın biberi”, “Dinar yolu gide gele aşındı”, “Ağrı dağından aştım”, “Nasip olur Amasya’ya varırsam”, “Merzifon’un dağlarında”, “Ankara’da yedim tâze meyveyi”, “Ayaş yollarından aştım da geldim”, “Antalya’nın mor üzümü”, “Elmalı’dan çıktım yayan”, “Şu Artvin’in bağları”, “Arhavi’nin dağına”, “Aydın’ın içinde kapalı çarşı”, “Nazilli’nin hanları”, “Çine Çayı taşkın olur”, “Balıkesir içinde körük faytona bindim”, “Dursunbey’in Hanları”, “Edremit yolu tozlu”, “Çayırhisar’ın ufak tefek taşları”, “Söğüt’ün erenleri”, “Oğul Bingöl bugün dumandır”, “Bitlis’in önünde bağlar”, “Benden selâm olsun Bolu beyine”, “On ikidir şu Burdur’un dermeni”, “Şu Dirmil’in çalgısı”, “Bursalı mısın kadifeli gelin çaydan mı geçtin”, “Çanakkale içinde aynalı çarşı”, “Bozcaada sirtosu”, “Evreşe yolları dar”, “Şu Biga’nın düzüne”, “Gidiyorum Çorum’a”, “Denizli’nin horozları çillidir”, “Diyarbakır etrafında bağlar var”, “Edirne’nin ardı bağlar”, “Malkara’dan çıktı bayrak”, “Elaziz uzun çarşı”, “Kar mı yağmış şu Harput’un başına”, “Mezire’den çıktım ağrıyor başım”, “Hüseynik’ten çıktım şeher yoluna”, “Mâden Dağı dumandır”, “Erzurum’da çevirdiler yolumu”, “Erzincan’a girdim ne güzel bağlar”, “Eğin dedikleri de kurban bir küçük şehir”, “Erzincan’dan Kemah’tan yar gelir oynamaktan”, “Antep’in hamamları”, “Giresun’un evleri şima ile kaynama”, “Kelkit’in altı bağlar”, “Evlerinin önü Mersin”, “Anamur yolları kayrakta çakıllı”, “Silifke’nin yoğurdu”, “Lâl gevherdir taşı Kars’ın”, “Kağızman’a ısmarladım yâr gele, yâr gele”, “Ilgaz’a gittik Tazu’ya”, “Gayserilim, Gayserilim”, “Erciyes Dağı’nın karını kantar mı tartar”, “Erkilet güzeli bağlar bozuyor”, “Gesi bağlarında dolanıyorum”, “Yürü bre Pınarbaşı”, “Biter Kırşehir’in gülleri biter”, “Çiçek Dağı da derler var mı sana zararım”, “Üç mum yaksam Konyalıyı arasam”, “Yeşil olur şu Konya’nın Meram’ı”, “Kütahya’nın pınarları akışır”, “Gediz pazarıdır benim pazarım”, “İstanbul’dan ayva da gelir nar gelir”, “Aksaray’a gide gide yoruldum”, “İstanbul’dan Üsküdar’a yol gider”, “Kasımpaşa kıyıları tersâne”, “Sarıyer’in ortasında var bir çeşme”, “Tophane rıhtımında”, “İzmir’in kavakları dökülür yaprakları”, “Aman Karşıyakalı Karşıyakalı”, “Alaçatı’da bir yâr sevdim”, “Birgi’nin kavakları”, “Ödemiş kavakları pazardır sokakları”, “Kınık’ın yolları”, “Çeşme senin ne belâlı başın var”, “Dervent deresini duman bürüdü”, “Aşamadım Bergama’nın belinden”, “Malatya Malatya bulunmaz eşin”, “Benim yârim Arguvan’ın gülüdür”, “Hekimhan’a vardım hani kovallar”, “Akçadağ’ın düzüne”, “Manisa’nın üzümü”, “Manisa’yla Bergama’nın arası”, “Maraş Maraş derler bu nasıl Maraş”, “Gel gel yolcu gel Afşin eline”, “Elbistan ovasına bir aslan geldi”, “Yola çıktım Mardin’e”, “Şu Muğla’nın çamları da çamları”, “Bodrumlular erken biçer ekini – Mefâret Hanım”, “Çökertme’den çıktım da Halilim”, “Çıktım Belen kahvesine”, “Şu Köyceğiz yolları”, “Muş’un etrafı dağdır, meşedir”, “Nevşehir dedikleri de bir büyük şehir”, “Şen olasın Ürgüp dumanın tütmez”, “Gine yeşillendi Niğde bağları”, “Ordu’nun dereleri aksa yukarı aksa”, “Ne uzundur şu Fatsa’nın yolları”, “Boztepe’nin başında”, “Perşembe’nin düzleri”, “Ünye’den çıktım da başım selâmet”, “Rizeliyim Rizeli”, “Çayeli’nden öteye”, “Çoruh’a git bulacaksın”, “Şu Samsun’un evleri”, “Çarşamba’yı sel aldı”, “Hasta düştüm zâlim Bafra’da”, “Siirt beyaz bir gelin”, “Sinop da tabyaya yakın”,“Sivas ellerinde sazım çalınır”, “Çamlıbel’e süreyidim yolumu”, “Beydağı’nın başı kardır dumandır”, “Kösedağ yücedir Zâra engini”, “Divriği’den çıkan yolcu treni”,“Tekirdağ’ın üzümü”, “Tokat yaylasında yaylayamadım”, “Tokat’tan mı geliyon da kız sen Almuslu musun”, “Oy Trabzon Trabzon”, “Maçka yolları taşlı”, “E Çaykara Çaykara”, “Dersim dört dağ içinde”, “Hozat’ta gezerdim bir fidan boylu”, “Urfalı’yam ezelden, gönlüm geçmez güzelden”, “Vara vara vardım Siverek’in hanına”, “Uşak gelin alma havası”, “Vanlıyam, şanlıyam kılıcı kanlıyam”, “Şen olasın Yozgat dumanın getmez”, “Zonguldak üstünden karga geçiyor”, “Söyleyim Bayburt’un vasfı hâlini”, “Karaman’dan çıktım yolum Yemen’e”,“Bartın yolu düzdedir”, “Ardahan’ın yollarında, güller açıp bağlarında”, “Aksaray’ın kapıları sürgülü”, “Iğdır’ın al alması ay balam”, “Ben giderim Batum’a”, “Gözlerine hayranım Azerbaycan maralı”, “Ay aman Karabağ’da talan var”,“Tebriz üstü Maraga”, “Güzel Türkistan senge ne boldu”, “Kerkük’e düştü yolum”, “Halep’te bir güzel gördüm”, “Aman aman Bağdatlı”, “Şu Yemen’de akarsular akmıyor”, “Kırım’dan gelirim adım Sinan’dır”, “Sivastopol önünde yatan gemiler”, “Üsküp’e varmadan gelir Kumova”, “Eğildi Şar Dağı eğildi”, “O Şumnu’nun saçlarını Saniyem”, “Selânik içinde selâm okunur ”, “Magusa limanı, limandır liman”, “Girne’den eser rüzgâr”, “Şu Lefke’nin üstünü”, “Gidemem Girit’ten”, “Estergon kal’ası su başı durak”, “Tuna Nehri akmam diyor”, “Arda boylarında kırmızı erik”, “Tunca boylarında tozdan dumandan”, “Varna gibi kale yoktur”, “Belgrad kalesi”, “Deryalar – Kırcali’yle Arda arası”, “Radalya minâresi Ayşem yetmiş basamak”, “Drama köprüsü bre Hasan”, “Hotina’nın ufak taşı”, “Budin dedikleri Aksu’yun başı”, “Küffâr sanır hüccet almış Eğri’ye”, “Manastır köprüsü dardır geçilmez”, “Şu Prizen’in eğri büğrü yolları”, “Mayadağ’dan kalkan kazlar – Vardar Ovası”, “Marova’dan aldım bir okka nohut”, “Maçin Dağı Maçin Dağı”, “Rodop Dağları – Pakizem”, “Lofça’nın ardında kaya” ve daha saymakla bitiremeyeceğimiz güzelim türkülerimizle aziz vatanımızı, Tûran illerini ve gönül coğrafyamızı baştan başa dolaşarak, dinmeyen sıla hasretimizi memleket isimlerini yâd ederek de olsa dindirmeye çalışmışızdır.
Netice olarak türkülerimiz; hayatın her kesitinden, tarihimizden, coğrafyamızdan, inancımızdan, değer yargılarımızdan, ruh kökümüzden, hayatı kavrayış biçimimizden, töremizden, gelenek ve göreneklerimizden, folklorumuzdan, yaşantımızın her bölümünden ve ömrümüzün her mevsiminden pasajlar taşıyan şehirlerimizden, kasabalarımızdan, köylerimizden ve toprağı yâdellerde türküsü dilimizde kalan Türk illerinden haberler veren ve mesajlar taşıyan mükemmel âbidelerdir.
Mâzîden hâle, hâlden istikbâle uzanan kültür köprüsü oluşturan, “tarihimizi, coğrafyamızı, bizim en derin mâcerâmızı”[9] anlatan ve “En çorak gönülleri yeşertecek bir ses yağmuru yâhut ışık seli, bir demet çiçek, bir top gül”[10] olan türkülerimizi her duyduğunda Âşık Veysel’in;
“Dünya dolsa şarkıyılan
Türk’üz türkü çağırırız
Yola gitmek korkuyulan
Türk’üz türkü çağırırız
Türk’üz Türkler yoldaşımız
Hesaba gelmez yaşımız
Nerde olsa savaşırız
Türk’üz türkü çağırırız
Türklerdir bizim atamız
Hâlis Türk’üz kanı temiz
Şarkı gazeldir hatamız
Türk’üz türkü çağırırız
Bayramlarda düğünlerde
Toplantıda yığınlarda
Sıkılınca dar günlerde
Türk’üz türkü çağırırız
Yaylalarda yataklarda
Odalarda otağlarda
Dağ başında koytaklarda
Türk’üz türkü çağırırız
Su başında sulaklarda
Türk’ün sesi kulaklarda
Beşiklerde beleklerde
Türk’üz türkü çağırırız
Hep beraber gelin kızlar
Bile coşar o yıldızlar
Koşulunca çifte sazlar
Türk’üz türkü çağırırız
Veysel inler arı gibi
Bülbüllerin zarı gibi
Turnalar katarı gibi
Türk’üz türkü çağırırız”[11]
dizeleri yıllar yılı dilimizden hiç düşmemiştir. Gönül sazımızın tellerinden dile dökülüp zamanın sinesinde demlenerek türkü olan ve Türk’ü söyleyip kalbimize dokunan her melâl; bizim hüznümüzdür, bizim ülkümüzdür, bizim türkümüzdür…
Dilâver Cebeci bu duygu ve düşünceleri “Türkiye’m” şiirinde çok latif ifâdeler ve coşkulu mısralarla dizelere dökmüş, Mustafa Yıldızdoğan da bu güzel şiiri Hüseynî türkü olarak bestelemiş ve marş şeklinde de söylenen bu eser milletimizin dilinden hiç düşmemiştir. Bu türküyü her dinlediğimizde, söylediğimizde; göğsümüz kabarır, bakışlarımız çakmak çakmak olur, duygularımız aşka gelir ve gönül tellerimiz titrer:
“Baş koymuşum Türkiye’min yoluna
Düzlüğüne yokuşuna ölürüm
Asırlardır kır atımı suladım
Irmağının akışına ölürüm
Ölürüm Türkiye’m
Ölürüm Türkiye’m hey
Deli sular salkım saçak söğütler
Kışlada kumandan asker öğütler
Yaylalarda ata biner yiğitler
Bozkurt gibi bakışına ölürüm
Ölürüm Türkiye’m
Ölürüm Türkiye’m hey
Sevdâlıyım yangın yeri bu sinem
Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem
Pınarlardan su doldurur Eminem
Mavi boncuk takışına olurum
Ölürüm Türkiye’m
Ölürüm Türkiye’m hey
Düğünüm, derneğim, halayım, barım,
Toprağım, ekmeğim, nâmusum, arım
Kilimlerde çizgi çizgi efkârım,
Heybelerin nakışına ölürüm
Ölürüm Türkiye’m
Ölürüm Türkiye’m hey”[12]
Selâm olsun Ay-Yıldızlı ses ve söz bayrağımıza âşina olan nesillere, melâlimizi ve merâmımızı anlayıp türküler sevdâmızdır diyenlere, Türk’ü sevenlere, türkü söyleyenlere ve türkü dinleyenlere…
Ve hatm-i kelâmı da Bizim Yunus’un diliyle yapalım:
“Bilmeyenler bilsin bizi,
Bilenlere selâm olsun.”[13]
14 Ocak 2023
(Devam edecek)
Dipnotlar:
[1] Nihad Sâmi Banarlı, Türkçenin Sırları, Benim Dünyam, 58
[2] Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi (1860 – 1923), Yahyâ Kemâl Beyatlı, 732
[3] Yahyâ Kemâl Beyatlı, Kendi Gök Kubbemiz, Akıncı, 16
[4] Yahyâ Kemâl Beyatlı, a.g.e., Üsküdar’ın Dost Işıkları, 31
[5] Bedri Rahmi Eyuboğlu, Dol Karabakır Dol, Türküler Dolusu, 139-142; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019
[6] Bunca erler evliyâlar Türk’ü sever türkü söyler, Yöre: Kırşehir, Kaynak kişi: Neşet Ertaş, Notaya alan: Eyüp Görkem, Repertuar Nu: 94; Erol Parlak, Neşet Ertaş, Hayatı – Sanatı – Eserleri, II. Cilt, 364, Demos Yayınları, İstanbul, 2013
[7] Kenan Akyüz, Yahya Kemâl Beyatlı, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi (1860-1923), 732; İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1986
[8] Mehmet Ali Kalkan, Gök Aradım Tuğlara, Türküler,115; Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014
[9] Nevzat Kösoğlu, Millî Kültür ve Kimlik, 64
[10] Nevzat Kösoğlu, a.g.e., 63
[11] Türk’üz türkü çağırırız, Yöre: Sivas / Şarkışla / Sivrialan Köyü, Kaynak kişi: Âşık Veysel Şatıroğlu, Notaya alan: Savaş Akbıyık, Repertuar Nu: 9
[12] Baş koymuşum Türkiye’min yoluna, Söz Yazarı: Dilâver Cebeci, Bestecisi: Mustafa Yıldızdoğan, Notaya alan: Salih Turhan, Repertuar Nu: 279; Dilâver Cebeci, Türkiye’m, Ve Sığınırım İçime, 86; Burak Yayınevi, İstanbul, 1992
[13] Yunus Emre, Yunus Emre Güldeste, 194; Hazırlayanlar: Sevgi Gökdemir- Ayvaz Gökdemir, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990