Ana dili Türkçe olan insanların yaşadığı her yerde söylenen, dün olduğu gibi bugün de sözlü geleneğin vazgeçilmez icrâ ürünlerinden birisi olan ve uçsuz bucaksız koskoca bir derya, bir okyanus diye ifâde edebileceğimiz Türk Dünyası’nın ve medeniyet kültürümüzün müşterek değerlerinin başında gelen türkülerimiz, millî kültür kodlarımızın ana sütunlarından ve temel unsurlarından birisidir. Türkülerimiz; duygularımızı Türk olmanın hazzıyla kıyama durdurmuş, hiçbir sınır tanımadan ve sun’i gümrüklere takılmadan Türk Dünyası’nın tamamında söylene gelmiş ve gönüllerimizi coşturmuştur.
“Türkü” teriminde söz eden ilk yazılı metin XV. asırda Ali Şir Nevâî’nin kaleme aldığı “Mîzânu’l-Evzân” (Vezinlerin Terâzisi) isimli eserdir.[1] Muhtelif Türk boylarında farklı terimlerle adlandırılmış olan, Anadolu ve Balkanlarda “türkü” kelimesiyle ifâde edilen halk müziği eserlerine; Azerbaycan Türkleri, “mahnı”, “tesnif”, “mugammat (uzun hava)”; Özbek Türkleri, “türki, koşik, halk koşigi”; Kazak Türkleri, “cır, türik, türkî, halık âni”; Kırgız Türkleri, “ır, lirika, eldik ır, koşok (ağıt)”; Gagauz (Gök Oğuz) Türkleri, “türkü, hava”; Türkmenler, “aydım, ölen, leyeran, yar-yar,”;Çuvaş Türkleri, “yuri, takmak, peyit”; Kazan Türkleri / Tatarlar, “cır, halk cırı, kısa cır (dörtlük), yır, takmak,beyit”; Başkurt Türkleri, “yır, halk yırı, takmak, sinlev, beyit”; Hakas Türkleri, “ır/sarın, tahpan”; Irak Türkleri, “beste, şarkı, neşîde, hoyrat”; Karaçay Türkleri, “cır”; Karakalpak Türkleri, “kosık”; Kumuk Türkleri, “yır, sarın, yas,veyah, şahalay”; Altay Türkleri, “kojan”; Tıva Türkleri, “ır, kojamık, kojan”; Nogay Türkleri, “yır, bozlav (bozlak), zâr(ağıt)”; Uygur Türkleri de “koşak, nahşa, koça nahşisi” demektedir.[2]
Türk Dünyası’nın halk çalgılarının başında Anadolu’daki bağlamanın atası olan “kopuz” gelmektedir. Uluğ Türkistan’da eski zamanlardan beri müzik âleti olarak kullanılan ve millî halk çalgısı olan kopuz iki-üç telli, armûdî bir kâse, uzun olmayan bir sap ve perdelerden oluşmaktadır. Ülkemizde kopuz sözcüğü ifâde edildiğinde telli bir çalgı akla gelmekte olup, kopuz tâbirinin yerine Türkiye Türkçesinde “saz” kelimesi kullanılmaktadır. Yâni zaman içinde kopuz kelimesi ve saz ifâdesi Türklerin müzik aletlerine verdiği genel bir isim hâline gelmiş ve “çalgı âleti” mânâsını ifâde eder olmuştur.
Bilinen en eski Türk çalgısı olan “kopuz”, günümüzde Türk Dünyası’nın değişik coğrafyalarında farklı özellikte müzik âletlerine verilen isim olarak da kullanılmaktadır. Şöyle ki; Kazak Türkleri yaylı çalgıya “kılkobız”, Kırgız Türkleri üç telli çalgıya “komuz”; ağız tamburasına Altay Türkleri “khomıs”; Türkmenler “gopuz”; bir tür kemençeye Gagauz Türkleri “kauş”, Başkurt ve Tatar Türkleri “kubuz”, Özbek Türkleri ise “şang kobuz” adını vermiş olsa da, Türkistan coğrafyasındaki enstrümanlara genel olarak kopuz denilmektedir.[3]
Türk Dünyası halk çalgılarından “telli-tezeneli (tezene veya parmakla çalınan) çalgılar” en önemli müzik âletleridir. Altay ve Tıva bölgelerinde kullanılan iki telli çalgı “toşbuluur”dan Anadolu bağlamasına kadar uzanan bu âilenin müzik âletlerine Kazak Türkleri “dombıra”, Kırgız Türkleri “komuz”, Türkmen, Özbek ve Uygur Türkleri “dutar, Azerbaycan Türkleri “âşık sazı”, Türkiye Türkleri ise; “ikitelli”, “tambur”, “tambura”, “bozuk”, “bağlama”, “üçtelli”, “cura” demektedir. “Toşbuluur”, “dombıra” ve “dutar”lar iki telli çalgılardır ve muhtemelen bu ailenin ilk örneğini oluştururlar. Özbek ve Uygur Türkleri ipek telli dutarın yanı sıra özellikle şehir çevrelerinde kullanılan ve makam müziği çalgıları olan “sato” (setar), “rubab” ve “tambur”lar ise metal telli olan ve tezeneyle çalınan müzik âletleridir. Bu sınıftaki diğer bir çalgı olan “tar” ise İran, Azerbaycan, Özbekistan ve Türkmenistan’da yaygın olarak kullanılmaktadır.[4]
Altay, Hakas ve Tıva bölgelerinde kullanılan “ikele” veya “igil” “telli-yaylı çalgılar” grubundan enstrümanlar olup,özellikle Oğuz kültürünün hükümrân olduğu bölgelerde tel sayısının artması ile ismi de değişmekte ve “kabak kemane” ile “rebab” adlı çalgılara dönüşmektedir. Bu çalgılara Azerbaycan’da “kemança”, Türkmenistan ve Özbekistan’da “gicak”, Doğu Türkistan da ise “ecek” denilmektedir.[5]
“Telli-vurmalı çalgılar”a; Altaylar’da “çatagan”, Tıva’da “yatka”, Kazakistan’da “cetigen” ismi verilmektedir. Bu çalgı, Azerbaycan ve Anadolu’da “santur” ve “kanun” ismini almış ve daha da geliştirilmiştir.[6]
Anadolu’da “çoban kavalı” ve “ney” ismiyle tanınan “nefesli çalgılar”a; Kazak Türkleri “sıbızgı”, Kırgız Türkleri “şoor”, Başkurt ve Kırım Türkleri (Tatarlar) “kuray” demektedir. Anadolu’nun “sipsi”si, Türkmenlerde “tilli tüydük”, Özbekistan’da ise “kuş nay” ismini almaktadır. “Tulum”un Kazakistan’daki adı da “jelbuvaz”dır. Bizdeki “dilli düdük”ü Gagauz Türkleri “çığırtma” olarak isimlendirirken, Türk Dünyası’nda yaygın olarak kullanılan ve nefesli bir çalgı olan “zurna” Türkistan coğrafyasında daha çok “surnay” diye bilinmektedir.[7]
Anadolu’da “tef” ve “bendir” olarak isimlendirilen “vurmalı çalgılar”a; Özbek Türkleri “doyra” (daire), Uygur Türkleri “dap”, Azerî Türkleri “gaval” demektedir. Ritm çalgısı olan “kaşık”a, Azerbaycan’da “goz”, Kazakistan’da “tokuldak” denilmektedir. Bizdeki “davul”un biraz küçüğüne Azerbaycan’da “nagara” ismi verilirken; “zil”, “çalpara”, “asatayak”, “kongırav” gibi metal vurmalı çalgılar, Türk Dünyası’nın hemen her bölgesinde farklı isimlerle anılmaktadır.[8]
Geçmişte çok geniş bir coğrafyada hüküm sürmüş olan Türk boyları ve toplulukları, uzun yıllar boyunca bir araya gelerek güçlü devletler kurdukları gibi, kimi zaman da bölünerek küçük beylikler hâline gelmişler ve bunun tabii neticesi olarak da güçlerini kaybederek başka milletlerin, özellikle de Rusların ve Çinlilerin tasallutu altında kalmışlardır. Çok şükür bu karanlık dönem 20. asrın sonlarında bir müjdeli şafakla aydınlanmaya başlamış, bağımsızlığını kazanan Türk devletleriyle yeni ufuklara doğru adımlar atılmış ve bir önceki yazımızda özet hâlinde ifâde ettiğimiz gibi “Türk Birliği” yolunda siyâsî, içtimâî, askerî, ekonomik ve kültürel alanlarda çalışmalar hız kazanmıştır. Hâl böyle olunca, SSCB Dönemi’nde birbirinden ayrıştırılan, ‘soy kimliği olan Türk ismi’ unutturulmaya çalışılan ve bunun yerine boy adları öne çıkarılarak; “Âzerî, Kazak, Özbek, Kırgız, Türkmen, Uygur, Tatar, Noyan, Karapapak, Çuvaş, …” ve benzeri isimler verilerek; aynı kökün ve gövdenin dallarının farklı milletler olduğu öğretilmeye gayret gösterilse ve bunda da kısmen başarılı olunsa da, Türk milletine mensûbiyet şuuru küllendirilmeye çalışılsa da aslâ söndürülememiştir. Ortak soy ve dil, inanç ve kültür birliği, edebiyat, sanat ve folklor müşterekliği milliyet şuurunu ayakta tutarken; romanlarımız, şiirlerimiz, destanlarımız ve türkülerimiz de yüreklerdeki Türklük ateşini ve gönül coğrafyamızdaki Türk milleti sevdâsını harlandırmıştır. Bu duygu ve düşüncelerle sözleri yazılan ve turkuaz nağmelerle bestelenen “Türk Milletiyiz” isimli türküde de aynı soyun faklı boyları olsak da “Biz hep birlikte Türk milletiyiz” anlayışı şu mısrâlarla dile getirilmiştir:
“Yörük Türkmen, Oğuzlardan
Bozkırlardan gelen benim
Balkanlardan, Kafkaslardan
Urumçi’den esen yelim
Kırgız, Kazak, Uygur benim,
Kırım, Tatar, Özbek benim
Türkmen, Nogay, Karapapak
Azerbaycan sevdâm benim
Hem Drina, hem Mostar’da
Tarihimden miras benim
Makedonya, Rumeli’de
Kıbrıs’taki Sancak benim
Altay, Hazar, Çuvaş benim
Sibir, Tuva Başkurt benim
Balkar, Saha, İdil Ural
Gök Oğuz’dan kelâm benim
Musul, Kerkük, Türkmenli
Halep’te bir yarım benim
Ahıska’da Türk’ün dili
Kafkaslarda varım benim
Türkü, hoyrat, ağıt benim
Zeybek, halay, horon benim
Göklerdedir sancak, bayrak
Anadolu canım benim
Doğu benim, batı benim
Kuzey benim, güney benim
Hep kardeşiz, tek milletiz
Anayurdum Türkiye’m benim”[9]
Azerbaycan Türklerinin o şirin şivesi, coşkulu ritmi, hareketli melodisi ve âhenkli ezgileriyle söylediği “Türk Dünyası Marşı” Türk birliği duygu ve düşüncesini çok güzel bir biçimde dile getirmiş ve şu dizelerle bütün dünyaya seslenmiştir:
Ucalsın Türk’ün sesi
Sevinç dolu nevmesi
Hayran eder herkesi
Yenilmez Türk Dünyası
Zirvelere yol aldı
Üreklerde kök saldı
Bir muhteşem kaladı
Alınmaz Türk Dünyası
Tarihlerde adı var
Yüreklerde udu var
Yiğit evlatları var
Basılmaz Türk Dünyası
Zirvelere yol aldı
Üreklerde kök saldı
Bir muhteşem kaladı
Alınmaz Türk Dünyası
Bağlıyık könlümüzle
Turan illerimizle
Bir ortağ dilimizle
Bölünmez Türk Dünyası
Zirvelere yol aldı
Üreklerde kök saldı
Bir muhteşem kaladı
Alınmaz Türk Dünyası”[10]
Türküleri dilimizde, toprakları yâd ellerde kalan Türk yurtlarında söylenen bu türküleri dinlediğimizde; “Türk Dünyası’nın, Türk kimliğinin en önemli unsurlarından biri türkülerdir. Türk’ü türkülerinden tanırız”[11] diyen Nevzat Kösoğlu Ağabeyi rahmetle yâd ediyoruz.
Türk Dünyası’nın bütün türküleri birbirinden güzelse de, sözüyle ve müziğiyle Azerbaycan mahnılarının letâfeti bir başkadır. Azerbaycan Türkçesinin o latif söyleyişiyle ve en naif duyguları en güzel nağmelerle dile getirişiyle, hareketli ritmi ve estetik ezgileriyle gönülden gönüle kapılar açıp köprüler kuran, insanı çok etkileyip duygulandıran, heyecanlandıran, coşturan, dinlendiren, hüzünlendiren, daha bir kalbimize dokunan ve “Ruhum bedenden oynar / Yâdıma sen düşende” dedirten Azerbaycan mahnıları, tesnifleri ve mugammatları çok özeldir. Anadolu ve Balkanlardaki türküler genellikle anonim olup, çoğunlukla söz yazarı ve bestecisi meçhul olan eserlerken, Azerbaycan mahnılarının ise güftekârı ve bestekârı bellidir.
Mâlum olduğu üzere coğrafyayı vatanlaştıran unsurların başında şehitlerin bu topraklar için döktüğü kanın geldiği âşikâr bir gerçek olduğu gibi, bir diğer unsur da “Vatanlarının bir türküsü için canlarını fedâ eden insanlar”ın[12] yaşadığı topraklar için yakılan, dilden dile söylenerek gönülden gönüle, nesilden nesile ulaşan ve ruhlarımızı kıyâma durduran türkülerimizdir. Kuzey ve Güney Azebaycan’ın ayrılığı için yazılan ve “Hicrinden geceler yatabilmirem” diye başlayan“Ayrılık” türküsünde Âzerî mahnısının o eşsiz ritmiyle;
“Hicrinden geceler yatabilmirem
Bu aşkı başımdan atabilmirem
Neyleyim ki sene çatabilmirem
Ayrılık ayrılık aman ayrılık
Her bir dertten âlâ yaman ayrılık
Uzundur hicrinle kara geceler
Bilmirem men kendim hara geceler
Bir oktur kalbime yara geceler
Ayrılık ayrılık aman ayrılık
Her bir dertten âlâ yaman ayrılık”[13]
denilmiştir.
Azerbaycan mahnılarında târihî hâdiseler de dile gelmiştir. Bunlardan birisi de “Lâleler” türküsüdür. Bu türkünün hikâyesi şöyledir: 17-21 Mart 1918 yılında Rus destekli Ermeni askerleri ve çeteleri Bakü, Karabağ ve Gence başta olmak üzere birçok Azerbaycan şehrinde Türk katliamlarına başlamaları üzerine; “Bir kere yükselen bayrak bir daha inmez” vecîzesiyle hâfızalara kazınan, 28 Mayıs 1918’de Azerbaycan’ın bağımsızlığını îlan eden ve Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti Millî Şûrası Başkanı olan Mehmet Emin Resulzâde İstanbul’dan yardım istemiştir. Bunun üzerine Genelkurmay Başkan Vekili ve Harbiye Nazırı olan Enver Paşa yardım hazırlıklarına hemen başlamış, “Kafkas İslâm Ordusu” ismini verdiği 12.000 kişilik bir birlik kurmuş ve bu ordunun başına da kardeşi Nuri Paşa’yı geçirmiş ve Kars üzerinden Kafkasya’ya göndermiştir. Kafkas İslâm Ordusu ile Rus ve Ermeni birlikleri arasında ilk çatışmalar 25 Mayıs 1918 tarihinde Gence’nin çevresinde başlamış ve ilk olarak Gence kurtarılmış, Nuri Paşa komutasındaki askerlerimiz 15 Eylül 1918’de Bakü’ye girmiş ve Azerbaycan Türklerinin çok büyük muhabbet duyduğu ve hürmet beslediği Nuri Paşa “Bakü Fâtihi”[14] unvânını almıştır.
Bütün bunları yâd etmek için 15 Eylül 1999’da Bakü’deki “Şehitler Hıyâbanı”na dikilen bir anıtın üzerine şu sözler yazılmıştır: “25 Mayıs – 17 Kasım tarihleri arasında cerayân eden Kafkas Harekâtı’nda Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslâm Ordusu; Gence, Gökçay, Aksu, Kürdemir ve Şamâhî istikametlerinde taarruzlarına devamla 15 Eylül1918 tarihinde Bakü’ye girerek Azebaycan’ı, müteakiben devam eden muharebeler sonucunda Karabağ ve Dağıstan’ı düşman işgalinden kurtarmıştır. Bu harekâtta kahraman Mehmetçik, Azerbaycan’ın bağımsızlığı uğrundaÂzerî kardeşler le omuz omuza savaşmış ve 1130 şehit vermiştir. Onlar Azerbaycan’ın her yerinde birçok isimsiz mezarda, ikinci vatanlarında yatmaktadır. İşte bu anıt kardeşlik uğruna canlarını seve seve fedâ edip;
‘Ayrılır mı gönül candan
Türkiye Azerbaycan’dan’
düsturunu yüreklerimize perçinleyen o muhteşem askerin, şehit Mehmetçiklerin anısına dikilmiştir. Ruhları şâd olsun 15 Eylül 1999”[15]
İşte “Lâleler” mahnısı; Kafkas İslâm Ordusu komutanı Nuri Paşa’nın Bâkü’yü kurtarması üzerine Türk ordusundaki askerlerin kırmızı fesleri ve püskülleri “gelincik” çiçeğine benzetildiği ve gelincik çiçeğine Azerî Türkçesinde “lâle” denildiği için, Azerbaycan Türk’ü gardaşlarımız Mehmetçiklerimize hürmeten “Lâleler” türküsünü yakmıştır. Bu mahnının ilk mısraında geçen “çöl” kelimesi Türkiye Türkçesindeki “sahra” mânâsında değil, Azerbaycan Türkçesindeki “dış, dışı, mücavir alanı” anlamında kullanılmaktadır. Lâleler türküsünü; hikâyesine muttalî olduğumuzda ve tarihî, lügâtî bilgiler ışığında dinlediğimizde, her bir dize gönül ufkumuzda daha bir anlam kazanacak ve Bakü’nün kurtuluşunda şehit düşen 1130 Türk askerinin aziz rûhuna da Fâtihalar göndermemize vesîle olacaktır:
“Yazın evvelinde Gence çölünde
Çıhıblar yene de dize lâleler
Yağıştan ıslanan yarpaklarını
Seripler dereye güzel lâleler
Güzel lâleler
Lâleler lâleler
Lâleler lâleler
Lâleler lâleler
Lâleler lâleler
Heyâlimden neler gelib de keçer
Yaz geler ellere durnalar göçer
Bulağlar semaver ağ daşlan şeker
Benzeyir çemende köze lâleler
Güzel lâleler
Mevlim üzündeki gara haldadır
Hicranın elacı ilk vüsaldadır
Ne vahdır aşığın gözü yoldadır
Bir gonağ gelesiz bize lâleler ay
Lâleler lâleler ay lâleler”[16]
Ayrıca Azerbaycan Türkleri Nuri Paşa ve Kafkas İslam Ordusu için; “Nuri Paşa Zafer Marşı” veya “Kafkas İslâm Ordusu Marşı” diye bilinen bir eserde bestelemişlerdir. Bu marş da şu dizelerden oluşmaktadır:
“Nuri Paşa at belinde Türkiye’den, Kars’tan gelir.
Azerbaycan diye diye yenilmeyen arslan gelir.
Dalgalanan Türk Bayrağı istiklâldan haber verir.
Türk’ün şanlı tarihine zaman er oğlu er verir.
Türk’ün dövüş bayrağında doğan ay’a, hilâle bak.
Bu yürüyüşe bu zafere, bu şanlıca celâle bak.
Dalgalanan Türk Bayrağı istiklâldan haber verir.
Türk’ün şanlı tarihine zaman er oğlu er verir.”[17]
Kafkas İslam Ordusu için yazılan, Anadolu’da “İzmir Marşı” diye bilinen “Kafkasya Marşı”, Osmanlı Dönemi’nde bestelenen marşlar arasında yer almaktadır ve bu eserin sözleri de şöyledir:
“Kafkasya Dağları’nda çiçekler açar
Altın güneş orda, sırmalar saçar
Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar
Kader böyle imiş ey garip ana
Kanım helâl olsun güzel vatana
Kafkasya Dağları’na bomba koydular
Türk’ün sancağını öne koydular
Şanlı zaferlerle düşmanı boğdular
Kader böyle imiş ey garip ana
Kanım helâl olsun güzel vatana
Kafkasya dağlarında oturdum kaldım
Şehit olanları deftere yazdım
Öksüz yavruları ben bağrıma bastım
Kader böyle imiş ey garip ana
Kanım helâl olsun güzel vatana”[18]
Kafkasya Marşı’nda “Kanım helal olsun güzel vatana” ifâdesi vurgulanırken, bir Azerbaycan mahnısında da;
“Azizim veten yahşi,
Giymeye keten yahşi,
Gezmeye gurbet ölke,
Ölmeye veten yahşi…”
denilerek vatanın ne kadar önemli olduğunu dört mısrâda çok veciz bir biçimde ifâde edilmiştir.
Azerbaycan Türklerinin vatanı olan Dağlık Karabağ’da Rus destekli Ermeniler tarafından soydaşlarımıza 20. asrın sonlarında da çok kanlı katliamlar yapılmış ve kadim Türk yurdu Dağlık Karabağ Şubat 1988-Mayıs 1994 tarihleri arasında süren 1. Karabağ Savaşı’nda bu bölge Ermeniler tarafından işgâl edilmiştir. Bu işgâl sırasında Ermeniler Âzerî Türklerine; Kasım 1988’de Kugark, 25 Şubat 1992’de Hocalı, 8 Nisan 1992’de Ağdaban, 10 Nisan 1992’de Maragha katliamları diye tarihe geçen insanlık dışı soykırımlar ve akla hayâle gelmez işkenceler uygulamışlardır. Rahmetli Abdurrahim Karakoç, Ermenilerin Karabağ’da Türklere karşı her türlü zulüm ve soykırım yaptığı dönemde, Hocalı Katliamı’nın ardından kaleme aldığı “Karabağ’a Mektup” şiirinde hepimizin müşterek duygularını şöyle dile getirmiştir:
“Bahtına ağlayan Âzeri kızı
Sen Karabağ dersin, ben karayazı
Boşlukta çırpınır Türk’ün avazı
Sanma ki dertlerin azı bizdedir
Sizdeki yaranın özü bizdedir
‘Gel gardaş’ diyorsun gelecek yol yok
Şehitler kabrine koyacak gül yok
Çilesiz saat yok, kavgasız yıl yok
Kurşunlar sizdedir, sızı bizdedir
Sizdeki yaranın özü bizdedir.
Türkmen’e mi, Kırgız’a mı yanmadım
Tatar’a mı, Çerkez’e mi yanmadım
İmdat diyen bir söze mi yanmadım
Uygur’un, Özbek’in gözü bizdedir
Sizdeki yaranın özü bizdedir.
Müslüman, Türk olmak suçumuz bizim
Öfkeyle doludur içimiz bizim
Bir günde ağarır saçımız bizim
Yüz iki belânın yüzü bizdedir
Sizdeki yaranın özü bizdedir
. . .
Müslüman’ız, Türk’üz Hak’tan yanayız
Adaletle süt emziren anayız
Aşk harcıyla vücut bulmuş binâyız
Âtî bizde saklı, mâzî bizdedir
Sevginin, şefkatin özü bizdedir.”[19]
Yetik Ozan da; 1970’li yıllarda kaleme aldığı ve o günden bugünü görerek Âzerî Türklerine, hasret dolu yürek yangınıyla yazdığı ve Azerbaycan’daki, soydaşlarımızın Türkiye’deki gardaşlarına çağrısını dile getirdiği “Gel Di Gel Gayri” şiirinde;
“Beni koyup ırak beri yaralı
Bunca yıllar geçer, gel di gel gayri!
O gündür bugündür kapım aralı;
Anca yeller geçer, gel di gel gayri!
Saçağında garip bayraksız göğün
Bereketsiz harman, halaysız düğün,
Nice ki, soframa günde üç öğün
Önce eller geçer, gel di gel gayri!
Tutsaklık bir kara hal, yüze konuk,
Azatlık bir gizli fal, göze konuk,
Umudum bir kırık dal, güze konuk;
Gonca güller geçer, gel di gel gayri!
Dert gönlümü burgu burgu kuralı,
El yaram üstüne mızrap vuralı,
Bağrım bir tar gibi oyuk, yaralı;
İnce teller geçer, gel di gel gayri;
Ne yarınından geç, ne bugününden,
İlle de dileğim, kopma dününden,
Seni andığımda gözüm önünden;
Sence seller geçer, gel di gel gayri!”[20]
demiş bu çağrı ve niyaz yarım asır sonra karşılık bulmuş Azerbaycan Türklerine aziz Türkiyemizin her türlü desteği verdiği, İHA’larımızın, SİHA’larımızın, fırtına obüslerimizin yeni destanlar yazdığı 2020 yılında 44 gün süren 2. Karabağ Savaşı’nda Dağlık Karabağ’da büyük bir zafer kazanılmış ve Ermenilerin işgâl ettiği Türk toprakları çok şükür istiklâline kavuşmuştur.
Ve Azerbaycan Türkleri, gönül gönderine çektiği Ay-Yıldızlı duygularla mahnılar söyleyerek Anadolu’ya yürek dolusu selâmlar getirmiştir:
“Serin sulu bulaklardan
Yeşil yaprak budaklardan
Lale renkli yanaklardan
Bal süzülen dudaklardan
Size selâm size selâm getirmişem
Gatar gatar durnalardan
Yeşil başlı sunalardan
Azerbaycan diyârından
Köroğlu’nun nigârından
Size selâm size selâm getirmişem
Koç Nebi’nin hecerinden
Setterhan’ın hünerinden
Şehriyâr’ın şeherinden
Ay-Yıldızlı seherinden
Size selâm size selâm getirmişem”[21]
18 Ocak 2023
(Devam edecek)
Dipnotlar
[1] Ali Yakıcı, Türkünün Tarihçesi, Tanımı, Türk Dünyasındaki Yeri, Türk Yurdu Dergisi, 92; Sayı: 299, Ocak 2010
[2] Editör: Ahmet Bican Ercilasun, Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü, I, 908-909; Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991; Ali Yakıcı, Türkünün Tarihçesi, Tanımı, Türk Dünyasındaki Yeri, 95-98; Türk Yurdu Dergisi, Sayı: 299, Ocak 2010
[3] İrfan Gürdal, Türk Dünyası Çalgıları, Türk Yurdu Dergisi, 123; Sayı: 299, Ocak 2010
[4] İrfan Gürdal, Türk Dünyası Çalgıları, Türk Yurdu Dergisi, 123-124; Sayı: 299, Ocak 2010
[5] İrfan Gürdal, a.g.m., a.g.d., 124; Sayı: 299, Ocak 2010
[6] İrfan Gürdal, a.g.m., a.g.d., 1124-25; Sayı: 299, Ocak 2010
[7] İrfan Gürdal, a.g.m., a.g.d., 125; Sayı: 299, Ocak 2010
[8] İrfan Gürdal, a.g.m., a.g.d., 126; Sayı: 299, Ocak 2010
[9] İsmail Hakkı Erdoğmuş’un Türk Milletiyiz kasetindeki “Türk Milletiyiz-Benim” isimli türküsü
[10] Aide Gülzar, Türk Dünyası Marşı
[11] Nevzat Kösoğlu, Türküler ve Eğitim, Türk Yurdu Dergisi, 25; Sayı: 299, Ocak 2010
[12] Cengiz Aytmatov, Beyaz Gemi, 43; Elips Yayınları, Ankara, 1991
[13] Ayrılık – Hicrinden geceler yatabilmirem, Yöre: Azerbaycan, Söz yazarı: Ferhat İbrahimî, Beste: Ali Selimî Notaya alan: Abdullah Kurbanî, Repertuar Nu. 222; Nurer Uğurlu, Aşk Türkülerimiz -Folklor ve Etnografya, 605, Örgün Yayınevi, İstanbul, 2009
[14] Nejdet Karaköse, Askeri, Siyasi ve Silah Sanayici Kişiliği ile Nuri Paşa (Killigil), 4; Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yayımlanmış Doktora Tezi), İzmir 2010
[15] Doç. Dr. Eldar Fetullayev, Azerbaycan’da Yozgat Şehitlikleri, Yozgat Dîvânı Dergisi, 84-87; Sayı: 5, Nisan-Mayıs- Haziran, 2002
[16]“ Lâleler” türküsünün bestekârı kimi kaynaklarda Telman Hacıyev, kimi kaynaklarda ise Üzeyir Hacıbeyli’ye ait olduğu yazılıdır. Kanan Heydarlı, Türk Kafkas İslam Ordusu Ve Azerbaycan Kamuoyunda Nuri Paşa Algısı, 187
[17] Nuri Paşa Zafer Marşı / Kafkas İslâm Ordusu Marşı, Söz: Neriman Hasanzade, Beste: Ali Behbutzade; Kanan Heydarlı, Türk Kafkas İslam Ordusu Ve Azerbaycan Kamuoyunda Nuri Paşa Algısı, 187; Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Edirne, 2020; Seyfullah Türksoy, İlham Askeroğlu: Lâleler, Nuri Paşa ve Kahraman Askerleri, 25 Haziran 2007, https://www.youtube.com/watch? v=2ımarjmmhwy, (02.09.2019).
[18] Mustafa Görüryılmaz, Türk Kafkas İslam Ordusu ve Ermeniler, 425-426; Korza Yayıncılık, Ankara 2009; Kanan Heydarlı, Türk Kafkas İslam Ordusu ve Azerbaycan Kamuoyunda Nuri Paşa Algısı, 186; Murat Bardakçı, İzmir Marşı Muamması, Hürriyet, 6 Şubat 2017; Bu marşın,“1876 ile 1950 arasında yaşayan İzzeddin Hümayi Elçioğlu’nun bestesi olduğu ifâde edilmektedir. 40’lı ve 50’li senelerdeki şapirograf tekniği ile basılmış notalarda da eserin ismi “İzmir Marşı” değil, “Kafkasya Marşı”dır.” (Murat Bardakçı, İzmir Marşı Muamması, Hürriyet, 6 Şubat 2017)
[19]Abdurrahim Karakoç, Karabağ’a Mektup, Akıl Karaya Vurdu, 69-71
[20] Yetik Ozan, Gel Di Gel Gayri, Bütün Şiirleri, 34-35
[21]Serin sulu bulaklardan – Size selâm getirmişem, Yöre: Azerbaycan, Kaynak kişi: Huşeng Âzeroğlu, Derleyen: Huşeng Âzeroğlu, Notaya alan: Şenel Önaldı, Repertuar Nu: 2525