Sen, Oğuz Ata’nın has milleti, sen!
Sen, son Peygamberin has ümmeti. sen!
O seni boğmadan, boğ zilleti sen! …
Uyan! Ey Türk oğlu! Uyumak nene?
Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne!
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
Buğra GÜLDEREN
Toplumların en gelişmiş yaşama şekli ancak “millet” olmakla olur.. Millet, köklü bir geçmişe dayanan, etnik unsur fark etmeden, aynı dili konuşan, aynı duyguları paylaşan, uzun yıllar boyunca oluşumlar geçirmiş insanların oluşturduğu topluluktur. Bu insanların birbirleri için çalışmaları milleti yükseltme hedefini ortaya çıkarır. Bu hedefin geçmiş birikiminin olması çok önemlidir.
Aziz Türk milleti de böyle bir hedef edinmiş ve bu uğurda çalışmıştır. Bu hedefin geçmiş birikimi de Kızıelma’dır. Türkler için Batı’ya doğru ilerlemeyi ifade eder. Bu mefkure uğrunda da tarih boyunca nice yiğitler ölümlere göğüs germişlerdir.
Ecdadımız bizim için çok çalıştı ancak bugün korkarım ki çoğunuza Kürşad’ı anlatsam gözleriniz dolmayacak. Oysa;
Siganfu inledi aşklarıyla
Tarih yazdılar destanlarıyla
Öldüler fakat yenilmediler
Sancağı yere düşürmediler…
Kürşad gibi yüzlerce örnek vardır tarihimizde. Mesela, Türk milleti için gece gündüz çalışan, açları doyurun çıplakları giydirin diyen Bilge Kağan bize bunu emretmedi mi? Söylemekten çekinmeyeceğim bir şey var Bilge Kağan bize bunu emrediyorsa, Kutsal kitabımız herkesi koruyup gözetmeyi farz kılmışsa, Peygamberimiz” İlim Çin’ de dahi olsa öğreniniz “diyorsa, Mustafa Kemal bize manevi mirası olarak akıl ve bilimi bırakıyorsa biz niye bunların tersi davranışlar sergilemeyi tercih ediyoruz?
Oysa üç kıtada hüküm süren biz değil miydik? Her renge, her desene birlik vermedik mi? Demiri aşkla pusat eyledik ,Resulün övgüsünü aldık Haliç’ten Viyana’ya dayandık. Medrese yaptık ,bilimi öğrettik; vakıf yaptık iyiliği ilke edindik. Göğü bayrak, güneşi tuğ eyledik. Adaletle cihana hükmettik . Okumuzun vardığı yerlere ihtişamlı minareler diktik. Mahyalarla göklere kazındık. Bazen Baki olduk bazen Karacaoğlan. Bir aşiretten dünya devleti olduk .Osmangazi olduk Söğüt ağaçlarından göğe çıktık. Yeri geldi Kanuni olduk şöyle dedik hocamıza:
“Meyve ağaçlarını sarınca karınca
Günah var mı karıncayı kırınca”
Bazen de hocası olup :
“Yarın hakkın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca.” dedik.
Ya da Arif Nihat’ın dizeleriyle Selim olduk :
“Tarihin muazzam takı altından
Ağır ve şahane geçti Selimler
Bellerde palalar altın kabzalı iri kavuklarda iri dilimler.”
Bütün bu ihtişama sahipken, dünya da bizden iyisi yokken, akıl ve bilimden uzaklaştığımız için güç kaybettik. Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldık. Yamyamlar üzerimize saldırmaya başladı. Daha tüyü bitmemiş çocuklar , minicik elleriyle ,kocaman kalpleriyle savaştılar. Bilekleri belki inceydi ama onların dünyaları deviren bir imanları vardı ve de mavi gözlü devleri . O imanla Çanakkale’de düşmana geçit vermediler. Gelin bir de bu direnişi bir de Akif’ten dinleyelim:
“Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da,
Ostralya’yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ!”
İşte böyleydi o günler. O karanlık günler. Birinci dünya savası bitince masa başında mağlup sayıldık. Ardından keyiflerince parçaladılar Türk’ün yurdunu ve verdiler Anadolu’yu ateşe. Lakin beklemedikleri bir şey oldu.Sarı Zeybek çıktı karşılarına, bir millet kalktı şaha Ergenekon destanı vücut buldu o anda. Düşmanlar, eli kolu bağladılar .Kemal Paşa silahları gömdürdü .Sevr dediler 434 maddeyi söndürdü. Millet nasıl olunur tüm cihan gördü. Sonrasında bir yükseliş başladı. Birlik ve beraberliğin manevi hazzını bu millet hep yaşadı. Artık bir yükseliş başlayacaktı dinimizi kendi çıkarları uğruna kullananlar olmayacaktı. Fabrikalar, okullar açıldı yeni bir medeniyetin temelleri atıldı. Türk ,egemenliği tüm cihana duyuruldu.,
Sakarya, Dumlupınar Kütahya
Mustafa Kemal destan yazar
Ergenekon, Amasya, Havza
Türk milleti yeniden doğar
Cumhuriyeti imanla kurdular
Anadolu’yu kurtaranlar
Kınalı kuzular Seyit Onbaşılar
Okunur ruhlarına Fatihalar,
Gün geldi Mustafa Kemal Atatürk terk eyledi dünyamızı. Ardından ne kadar şiirler yazıldı, romantizmin en ağır notaları onun aziz ruhuna hediye olmak istedi. Takvimler es geçti o günü, siyaha boyandı. Ölümü bütün dünyaya elem sapladı.
Ağlayan mürekkepler boşandı kağıtlara
Sisli ağıtlarla beraber
Semaya açılmış ellerle cennete uğurlandı
Şimdi bize düşen görev çocuklara milli birliği ve milli hedefleri aşılamaktır. Topluma bu bilinci yerleştirmek şarttır. Büyüyen her çocuk Kızılelma uğruna kendini adamalıdır. Milletinin medeniyetini en yüksek noktaya çekmek için çalışmalıdır. Çocuklara bu bilinci ancak iyi bir eğitimle aşılarız. Geçmişini iyi bilen geleceğini ona göre şekillendiren, Türkçe’nin bütün zenginliklerine sahip olup, bu zenginliği çevresindekilere etkili bir şekilde aktaran, kendi için değil milleti için çalışan, milli hedefleri ve menfaatleri her şeyin üstünde tutan bir nesil için, kaçınılmaz olan tek şey iyi bir eğitimdir. Zaten cumhuriyet de bizden bunu ister. Bize de bunu yapacak ilhamı Peyami Safa şöyle veriyor:
“Hayvan iştahı, insan arzusu, millet ideali nispetinde büyüktür. Ne istediğinizi söyleyiniz, ne olduğunuzu size haber vereyim. Bir darı tanesi mi istiyorsunuz? Siz bir serçesiniz. Bir kuzu mu istiyorsunuz? Siz bir kurtsunuz. Bir zafer mi istiyorsunuz? Siz bir kahramansınız. Camianıza mensup olanları alabildiğine çoğaltmak mı istiyorsunuz? Siz bir büyük milletsiniz!”
Bu milletin yükselmesi size bağlı. Bu milleti de nasıl yükselteceğimizi Faruk Akkülah şöyle anlatıyordu:
“Eğer bir isim, bir eser, bir akar çeşme bırakmadan giderseniz,
Eğer çocuğunuzun kulağına vatanı sevmeyi anlatmazsanız ,
Eğer ölmeden önce bayrağı bir parça daha yükseltmezseniz,
Eğer vatan emanetini evladınıza dünkünden daha diri, daha ileri bir halde teslim etmezseniz gelecekteki mutlu günleri istemeye, beklemeye toptan hakkımız yok!
Yok eğer, hızınızı Kur’an’ınızdan , kuvvetinin Allah’ınızdan azminizi aşkınızdan alarak, yepyeni bir Türkiye yaratmaya azmedecekseniz ben de sizi Allah’ın Kur’an’ındaki bir müjde ile müjdelerim:
‘Korkmayınız! Mahzun da olmayınız ! Eğer inanıyorsanız, mutlaka üstünsünüz!’”
Türk milleti de tarih boyunca, bağlı olduğu devleti yükseltmek için çalışmıştır. Bu ancak bir gaye ve o gayenin gerçekleşeceğine dair inançla, mümkün olur. Türkiye Cumhuriyeti de bu inançla kurulmuştur. Faruk Akkülah’ın bahsettiği “Yeni Türkiye’yi” de hedefleri olan ve bu hedefin gerçekleşeceğine iman edenler kuracaklardır. O halde ben de Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların, Aziz Türk milleti için ezelden ebede çalışanların ve bu uğurda şehit düşenlerin aziz ruhlarını Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun şu dizeleriyle mest etmek istiyorum :
Mayaları Oğuz Atam, Dedem Korkut mayası,
Kırılmıştır son Peygamber duasıyla harçları.
Düğünlerde, bayramlarda ellerinde elimiz,
Yel estikçe alnımızda, yüzümüzde saçları.
Yeşil ekin, körpe filiz, al tomurcuk güllerle
Yedi rengin koyusundan bezeliydi taçları.
Cepleri boş, hep yarı aç, giysileri yalın kat…
Süleymanca duygularla dopdoluydu içleri.
Gelişleri akıl almaz efsâneler gibiydi,
Destanları kıskandırdı bu dünyadan göçleri
Ruhlarını ihlâs ile devrettiler Allah’a
Kapanırken bizde kaldı gözlerinin uçları.
Kaynak
M.Hayati Özkaya, PK 546, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2016