Mustafa TEZEL
1. Türk Töresi
Latince bir kelime olan kültür, toprağı tarıma hazır hale getirmek anlamına gelir. Nitekim Cumhuriyetin ilk yıllarında bir süre kültürü ifade etmek için ekin kelimesi kullanılmış, fakat yaygın kabul görmediği için daha sonra terkedilmiştir[1]. Erol Güngör, “kültürün bir inançlar, bilgiler, hisler ve heyecanlar bütünü” olduğunu söylerken[2], Hilmi Ziya Ülken’e göre kültür, milletin içinde bulunduğu medeniyet şartlarına göre yarattığı bütün dil, ilim, sanat, felsefe, örf ve âdetler ve bunların toplamıdır[3]. Kültür, bir toplumu diğerinden ayırmaya yarayan, onun özelliğini temsil eden bir işâret gibidir. Bu yüzden kültür birliğinin, ırk birliğinden daha önemli olduğu kabul edilir[4]. Kültürünü kaybeden bir milletin varlığını sürdürmesi mümkün değildir.
Türk kültürünün esasını Türk Töresi teşkil eder. Eski Türklerde Töre, kaynağını ‘Türk Dini” diyebileceğimiz eski Türk inanç ve telákkilerinden alan topluluk hayatını tanzim eden hukuk normlarıdır[5]. Ziya Gökalp ise, töreyi “eski Türklere atalarından kalan bütün kaidelerin (kuralların) mecmuu (toplamı)” olarak tanımlar [6]. Bazı araştırmacılara göre “Türk” kelimesi, ‘Töre” kelimesinden türetilmiş bir kelimedir ve, ‘Törük”ten bozularak “Türk” haline gelmiştir. ‘Törük”, ‘Töreli”, “Töre sahibi” demektir[7].
Kaynağını Türk Töresi’nden alan “cihan hâkimiyeti” telákkisine göre, Türkler yeryüzünde barış, huzur, refah ve adâleti sağlamak için Tanrı tarafından görevlendirilmişlerdir[8]. Nitekim, Bilge Kağan Orhun Âbidelerinde bu durumu şöyle anlatır: “….. Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu kılınmış. İnsanoğlunun üzerine ecdadım Bumin Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini töresini tutu vermiş, düzenleyivermiş”[9]. “…. Tanrı buyurduğu için, kendim devletli olduğum üçün, kağan oturdum”[10]. “Kağan oturup aç, fakir milleti hep toplattım. Fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım. Yoksa bu sözümde yalan var mı”[11]. “… ‘Ölecek miyiz?’ diye düşünüp üzülen Türk beğleri ile Türk budunu (bana) dönüp, sevindiler! “Bulanmış gözleri” canlandı! Beni gördüler! (yâni bana bağlandılar). “Ağır töreleri”, (düzenledim), yürürlüğe koydum. (Dünyanın) dört bucağındaki “milletleri” de (düzene koydum)!…[12]
Oğuz Kağan destanında da bu cihan hâkimiyeti telákkisini açıkca görmek mümkündür:
“…… Toydan sonra Oğuz Kağan beylere ve halka buyruk verdi ve;
Ben sizlere oldum kağan,
Alalım yay ile kalkan,
Nişan olsun bize buyan,
Bozkurt olsun (bize) uran,
Demir kargı olsun orman,
Av yerinde yürüsün kulan,
Daha deniz, daha müren,
Güneş bayrak, gök kurıkan.
dedi. Ondan sonra Oğuz Kağan dört yana emirler yolladı; tebliğler yazdı ve elçilere verip gönderdi. Bu tebliğlerde şöyle yazılmıştı: “Ben Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olsam gerektir. Sizden itaat dilerim. Kim benim emirlerime baş eğerse, hediyelerini kabul ederek, onu dost edinirim. Kim baş eğmezse, gazaba gelirim; düşman sayarak, ona karşı asker çıkarır ve derhál baskın yapıp onu astırır ve yok ettiririm.”[13]
Geniş bozkırlarda büyük ve dağınık sürüleri sevk ve otlakları koruma mücadelesi Türkleri devlet yönetiminde tecrübe sahibi yapmış ve bu durum, Türklerde “bütün insanlara hükmetme” duygusunun da doğmasına sebep olmuştur. Böylece, yanyana ve bir arada huzurla yaşayabilmek için fertler arasında asabiyet bağının oluşmasının zorunlu olduğu inancı ilk olarak eski Türk kavimlerinde hissedilmiştir[14]. Bundan dolayı yeryüzünün ilk devletleri Türkler tarafından kurulmuş, yâni Türkler dünyada “amme hukukunu” vaz eden ilk millet olmuştur[15].
Töreye göre Türk kağanları, Tanrı tarafından seçilip Türklerin üzerine kağan yapılmış özel, kutlu kimseler olmalarına rağmen, bu dönemde diğer milletlerde bulunmayan bir fark dikkatleri çekmektedir, ki o fark, Töre’nin kağanları dahi bağlayıcı olmasıdır. Buna göre Töre’ye karşı gelen kişi kağan dahi olsa, cezasız kalmamaktadır[16]. Erol Güngör de bu hususta şunları söylemektedir: “Gerek kağanın başkanlık ettiği siyâsî mahkemelerde, gerek öbür yargıcıların idâre ettiği normal mahkemelerde Töre’nin hükûmleri hiç şaşmadan uygulanırdı. Töreye hükümdar da karşı gelemezdi; tersine, Töre’ye aykırı düştüğü için kağanlar tahtlarından indirilir, hatta idam edilirlerdi”[17]. Bu durum, “hukûkun üstünlüğü” bilincinin, Türklerde diğer toplumlardan çok daha önce oluştuğunu göstermektedir.
Töre’nin kağandan dahi üstün tutulmasında ana neden; eski Türklerde “töresiz bir devletin yaşayamayacağına” olan inançtan ve geleneksel kabullenişten gelmektedir[18]. Töresiz bir ilin ya da devletin varlığı mümkün değildir”[19]. Bu sebeple, Töre’nin kaybedilmesi kesinlikle kabullenilebilecek bir husus değildir[20]. Türklere göre, “Türk törüsin ıçgınmış budun”, yâni “Türk töresini kaybetmiş millet”, yok olmuş ve ortadan kalkmış bir milletti. Töre gidince ne millet, ne il ve ne de devlet kalabilirdi. Bununla beraber hiç bir kuvvet, Türk milletinin töresi ve ilini elinden alamazdı. (Bunlar) olsa olsa, yine Türk milletinin avâreliği ve yanılması (sonucunda) onun elinden alınabilirdi[21]. Zira, Türk devletini yıkacak güç, ancak Türklerin töreden ayrılması ve avareliğe düşmesi ile ortaya çıkabilirdi[22].
Türklerin “bütün dünyaya hükmetme” ülküsü, Batılı anlamda bir “sömürgecilik” arzusundan kaynaklanmaz. Türk kağanlarına siyasi hâkimiyetin temeli olan “kut” Tanrı tarafından verilir. Tanrı izin verdiği için düşmanlar perişan edilmiş ve devlet sahibi olunmuştur. Bumin ile İstemi Kağanları tahta çıkaran da, Türk milleti yok olmasın diye İlteriş Kağan ile İl-Bilge Katun’u halk içerisinden çekip, yükselten de Tanrı’dır[23]. Dolayısıyla, Türk yönetim felsefesinde “kut”, “Gök Tengri” den gelen yöneticilere, yönetmiş oldukları toplum üzerinde âdil bir yönetim tarzını ortaya koymaları için verilmiş “geçici” bir yönetim yetkisidir. Başarılı olmayan, sorunları çözemeyen kağan, Tanrı tarafından kendine verilmiş olan “kut”u kaybetmiş sayılır. “Kut”u alınmış olan kağanının artık Türk Milletini yönetme hakkı yoktur. Türk Milleti ise, kut sâhibi kağanına destek vermekle yükümlüdür. Bu anlayış, Türk Kağanlarının ve her seviyedeki yöneticilerin dâima müteyakkız olmalarını sağlamış, bulunduğu makam ve mevkiin gerektirdiği dirâyeti gösteremeyenlerin o makamda kalmalarına ise izin verilmemiştir. Bu durum, idârenin yozlaşmasına, otoriterleşmesine, hukuksuzluğa başvurmasına, ahlâkî zaafiyetler göstermesine umumiyetle engel olmuş; liyâkatin ve başarının ödüllendirilmesi sonucunda, Türk Töresi’nin canlı olduğu dönemlerde, Türkler her bakımdan dâima dünyanın en ileri toplumu olmuşlardır.
Töre eski Türklerde, devleti ilgilendiren kânûnî hususlarda bir anayasa hükmünde olmasının yanında, budunu ilgilendiren sosyal ve ahlâkî (bütün) konularda geleneğin, göreneğin, âdetin ve teamülün hükmünü de işletmiştir[24]. Başka bir anlatımla Töre, hayatın her alanını kuşatan bir hukûk ve ahlák nizâmı niteliğindedir. Âile ise, Töre’nin düzenlediği konular arasında özel bir öneme sâhiptir. Eski Türklere göre “Gök kubbe devletin, çadır ise âilenin” birer örtüsü ve kubbesi gibi düşünülüyordu. “Gök altında devlet, çadır kubbesi altına ise âile düzeni” yer alıyordu. Bu sebeple eski Türklerde “Devlet düzeni” ile “Âile düzeni” arasında bir benzerlik doğmuştu [25]. Türkler, târihin erken devirlerinde, bugünkü modern hukûkun kadın ve çocuklara tanıdığı haklara benzeyen haklar tanımıştır. Çağdaşları olan diğer toplumlarda, kadının ve çocukların mal gibi alınıp satıldığı; erkeğin, karısı ve çocukları üzerinde her türlü tasarruf hakkına sâhip olduğu dönemlerde, Türk âile düzeninin her âile üyesine bir takım haklar tanımış ve mesûliyetler yüklemiş olması dikkat çekicidir[26]. Nitekim, Patriarkal bir sistem olan İran âile müessesinde kadın ve çocuklar babalarına mutlak itaate mecbur tutulmuşlardı. Roma’lılarda da âilenin mutlak hâkimi olan baba, yeni doğan çocuğunu terkedebilir, atabilir, onu büyüdüğü zaman zincir altına koyabilir, satabilir, hatta öldürebilirdi[27]. Buna karşılık, Türklerde kadının sosyal statüleri yüksektir. Eski kaynaklarda, Türk kadınının sosyal hayatta dâima var olduğu, erkeklerle berâber top oynadığı, güreş, avcılık ve kayak sporu yaptığı, ata binip ok attığı çeşitli kaynaklarda defaatle zikredilmektedir[28]. Kezâ, Çin kaynaklarında, Gök-Türklerin beşinci ayda, koyunlarını ve atlarını keserek gökyüzüne kurban ettikleri, daha sonra erkeklerin gülle attığı, kadınların da futbol (Çevgan) oynadığı, mayalanmış süt (kımız olabilir) içerek kendilerinden geçtiği, sonra da bağrışarak hep birlikte şarkı söyledikleri anlatılır[29]. Kadınlar hemen hemen erkeklerle eşit hakka sâhipti[30]. Türklerin umûmiyetle tek eşle evlendikleri bilinmektedir. Türklerde birden fazla eşle evliliğe bir işâret olsun yoktur[31].
Âile müessesinin ayakta olabilmesi için en önemli kurallardan biri de hiç şüphesiz sadâkattir. İşte bu sadâkati bozacak bir unsur olan zinâ Türklerin hayâtında olmadığı gibi, cezâsı da ölümdü. Nitekim İbn Fadlan, Oğuz kadınlarından söz açarken: ‘Zinâ diye bir şey bilmezler. Böyle bir suç işleyen birini ortaya çıkarırlarsa, onu iki parçaya bölerler. Şöyle ki: Bu kimseyi iki ağacın dallarını bir yere yaklaştırarak bağlarlar. Sonra, bu dalları bırakırlar. Dalların eski duruma gelmesi sonucu, o kimse iki parçaya bölünür’ teşhisinde bulunmaktadır[32].
Türk Töresi’nde, tıpkı zinâda olduğu gibi, hırsızlığın cezâsı da ölümdü. Türk Töresi, aynı zamanda konukseverliği, cömertliği, yardımlaşmayı, dayanışmayı, zayıflara el uzatmayı, muhtaçları gözetmeyi, güçsüze ve aman dileyenlere ilişmemeyi, konu-komşuya değer vermeyi, kısacası fert ve toplum için gerekli olan bütün iyi ve güzel hasletleri ihtiva ederdi. Hikmet Tanyu, târihin değişik zamanlarında yapılan gözlem ve araştırmalara göre, Yakut Türklerinden Anadolu Türklerine kadar, Türk Coğrafyasındaki bütün Türk Topluluklarının, aradaki zaman, mesâfe ve mekán farkına rağmen, sözüedilen hususlarda ortak bir inanç ve geleneğe sâhip olduklarına vurgu yapar[33]. Orta Asya’daki gezilerinde Türk Töresini yakından tanıma imkânı bulan ünlü Macar Türkolog Vamberi de, konukseverlik, cömertlik, birbirine güven duyma gibi konularda gördükleri karşısında hayretini ifâde etmekten kendini alamamıştır[34].
Törenin ana kaynaklarından birisinin Türklerin Dînî inançları olduğu şüphesizdir. Türkler, İslâmiyet’in kabulünden önce, ekseriyetle Gök Tanrı inancına mensup idiler. Türk inanç sisteminin temeli ise, Tanrı kavramıdır. Zaman içerisinde bazı kutsal değerler değişse de, Tanrı (inancı) değişmemiştir ve Türklerde mutlak yaratıcı Gök Tanrı olarak kalmıştır[35]. Eski halk dinlerinde Güneş, Ay ve yıldızların Tanrı olarak tanımlanmalarına karşılık, Türkler göğü bütün olarak sembolleştirmişler ve Kök Tengri itikâdı ortaya çıkmıştır[36]. Gök-Tanrı terimi, gökyüzünü değil; mutlak yaratıcı Tanrı’yı işâret etmektedir[37]. Eski Türk inancına göre Gök Tanrı, ezelî ve ebedî olan, hakanlara kut veren, insanların yaratıcısı olan ve onlara kaderler tâyin eden gökte bulunan insanüstü bir varlıktı[38].
İslâmiyet’in kabulü ile birlikte, Töre İslám şeriatına uygun hâle getirilmiştir. Türk Töresi ile İslám dini arasında pek çok benzerliğin olması bu uygulamayı kolaylaştırmıştır[39]. Gündelik yaşayış ve davranışı, gündelik eylemleri belirten Türk Töresinin özünü teşkil eden Türk ahlâkının esasları, İslám ahlákıyle çok kolaylıkla kaynaşmış, hatta destek görmüştür. Töre ile Şeriat (İslâmî esaslar) tamamen uzlaştırılmak istenilmiştir: “Töre şeriatın seyisi” diyen Taşkentli Köbayoğlu bu duruma bir örnek olmuştur[40]. Türkler törelerine bu şekilde sâhip çıktıkları için, farklı coğrafyalara yayılmalarına rağmen temel özelliklerini kaybetmemişlerdir. Töre hiçbir zaman dışlanmamıştır. Tam tersine hangi şartlarda olursa olsun, töreye bağlı kalınmıştır. İşte bundan dolayı, İslâmiyeti kabûl eden Türkler, Arap kültürü içinde yok olmamışlar, kendilerine has bir İslám anlayışı geliştirmişlerdir[41]. İslâmiyet sonrası dönemde Türk sultanları açısından da törenin yeri ve değeri ─İslâmiyet öncesinde olduğu gibi─ aynen devam etmiş, örfî hükûmlerin doğmasında padişahlara kaynaklık etmiştir[42].
Türklerin Kök Tengri inancına mensup oldukları dönemde, fizikî çevrede bulunan dağ, deniz, ırmak, ateş, fırtına, gök gürültüsü, ay, güneş, yıldızlar gibi tabiat şekillerine ve hâdiselerine karşı hayret ve korkuyla karışık bir saygı hissi eskiden beri olmuştur[43]. Bu anlayışın, İslâmiyet’in kabulünden sonra, “yaradılanı yaradandan ötürü sevmek” şeklinde derinlik ve mânâ kazanması sâyesinde, Türk Yurtları târih boyunca ─el sürülmemişçesine─ her türlü tahribattan azâde kalabilmiştir. Bir asır öncesine kadar Türk Ülkelerini gezen gezginlerin en fazla dile getirdikleri hususlardan birisi, tabiatın korunması konusunda gösterilen hassasiyet olmuştur.
2. Türk Töresinde Zayıflamaya Yol Açan Etkenler
XVI. asrın başlarından itibâren ─çeşitli faktörlerin etkisiyle─ Batı karşısında bocalamaya başlayan medeniyetimizdeki gerilemenin XVIII. asrın başlarında belirginleşmesiyle birlikte gündeme gelen modernleşme / Batılılaşma çabaları, pek çok alanda olduğu gibi, millî kültür / Türk Töresi alanında da varlığını giderek hissettirmeye başlamıştır. İnsanımız, bir an önce aramızdaki mesafenin kapatılabilmesi için Batı Dünyasının teknik gelişmelerini taklid etmek isterken, İbn-i Haldun’un “mağluplar galipleri taklid eder” nazariyesini haklı çıkarır şekilde, ─çoğu zaman farkında olmadan─ onların sosyal ve kültürel özelliklerini de benimsemeye başlamıştır. Tanzimat Fermanı ile Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde yaşanan askerî mağlubiyetler ile sosyal ve ekonomik krizlerin bu eğilimi artırıcı bir etki yaptığını söylemek mümkündür. Cumhuriyet’in ilânı ile birlikte başlatılan reformların ve özellikle Atatürk döneminde, Türk Millî Kimliğini yeniden inşâ etme yönündeki çabaların bu eğilimi ne şekilde etkilediği ise, etraflıca araştırılmasını gerektirmektedir.
Kültürümüzdeki / Türk Töresi’ndeki erozyonun yalnızca Batılılaşma / modernleşme çabalarına bağlanması da doğru olmaz. 1950 yılında çok partili hayata geçilmesiyle birlikte, sosyal ve ekonomik alanda yaşanan gelişmelerin de bunda büyük bir payı bulunmaktadır. 1950 öncesinde nüfusun % 80’den fazlası köylerde yaşamakta iken, 15 – 20 yıl sonra bu oran % 60’lara düşmüş, günümüzde ise, tablo tamamen tersine dönmüştür. Her yıl ─nüfus artışı sebebiyle─ bir milyondan fazla insana iş yaratılması gerekmektedir. Göç ve nüfus artışı sebebiyle şehirlerde artan altyapı yatırımı ihtiyacı yeterince karşılanamamaktadır. Ülkemizin petrol vb. olağanüstü gelirleri bulunmadığı gibi, makûl bir kalkınma hızını sağlayabilmek için gerekli olan millî tasarruf da ─yeterince─ yaratılamamaktadır. Bu yüzden, hem devletimiz, hem de özel sektör, yapılacak yatırımlar için ihtiyaç duyulan mâlî kaynakları temin edebilmek amacıyla sürekli yurt dışına borçlanmak durumunda kalmaktadır. Üstelik, Türk Toplumu, uzunca bir zamandan buyana, ürettiğinden fazla tüketmekte, bu yüzden de Ülkemizin dış ticaret açıkları yıldan yıla artmaktadır. Dış açıkların karşılanması için yurt dışındaki mâlî kurumlardan alınan borçlar bir yandan Ülkemizin bağımsızlığını tehlikeye sokarken, diğer yandan ─ödenen borç taksitleri ve fâiz ödemeleri sebebiyle─ refah kaybına sebebiyet vermekte, zaman içerisinde borçlanma ihtiyacını daha da artırmaktadır. Bu kısır döngü, ekonomik ve sosyal sorunlara kalıcı çözümler üretilmesine engel olmakta; istihdam, üretim ve ihracatın tatminkár seviyelerde ve istikrarlı bir şekilde artırılamaması, sürekli kontrolsüz bir şekilde büyüyen şehirlerde “düzenli bir gelire” ve “ortalama refah seviyesine” sâhip olamayan insanlarımızın sayısının giderek çoğalmasına zemin hazırlamaktadır. Önemli bir kısmı; yeterli eğitime ve düzenli bir işe sâhip olmayan, sosyal ve ekonomik güvenceden yoksun ve, ─deyim yerinde ise─ bütün gücünü “ayakta kalma” uğraşına vermek durumunda kalan bu insanlarımızın millî kültür konusundaki duyarlıkları / bağlılıkları ─tabiatıyla─ zamanla zayıflamaktadır.
Keza, 1970’li yıllardan sonra hayatımıza giren televizyonun, 1990’lı yıllardan sonra gündeme gelen küreselleşme ve onunla atbaşı bir zamanda yaygınlaşan internet ve bilişim teknolojilerinin, Batı ile aramızdaki kültürel etkileşimi artırdığı, bu etkileşimde daha çok Batı’nın “verici”, Türklerin ise “alıcı” konumda bulundukları, bu durumun millî kültürdeki / Türk Töresi’ndeki aşınmanın tehlikeli boyutlara ulaşmasındaki en önemli etkenler arasında yer aldığı, müşahade edilmektedir.
Millî kültürümüzde / Türk Töresi’nde baş gösteren zaafiyetlerin ana sebeplerinden birisinin de, özellikle Atatürk’ün vefâtından sonra, uygulanan gayrımillî eğitim ve kültür politikaları olduğunda hiç şüphe yoktur.
3. Sonuç
Başta da söylendiği gibi, bir topluluğu millet yapan unsurların başında “kültür” gelmektedir. Kültürünü kaybeden bir milletin varlığını devam ettirmesi mümkün değildir. Müşterek değerleri paylaşan; ortak acıları, sevinçleri, ümitleri, hayálleri ve korkuları olan, bir arada yaşama irâdesine sâhip insanların oluşturduğu topluluklar ancak bir millet teşkil edebilirler. Ki, milletin oluşmasını sağlayan bu unsurların tamamına “kültür” adı verilmektedir. Türk Kültürünün temeli ise, Türk Töresidir.
Günümüz Türkiyesi’nde, insanlarımızı birbirine bağlayan bağların, bir arada yaşama ve birlikte güçlü, huzurlu ve müreffeh bir gelecek inşâ etme arzusunun zayıfladığı gözlenmektedir. Bunda pek çok etkenin varlığı öne sürülebilir.
Keza, Dünyanın stratejik önemi en yüksek bölgelerinden birisinde geniş bir coğrafyaya yayılmış olan üçyüz milyonluk Türk Dünyasını oluşturan toplulukların, çeşitli faktörlerin etkisiyle, yüzlerce yıldır birbiriyle sağlıklı ve istikrarlı ilişkiler kuramadığı, bu yüzden de sözkonusu toplulukların lehçelerinde, inançlarında, yaşama tarzlarında ve geleceğe dâir beklentilerinde kaydadeğer farklılıklar meydana geldiği, gözlenmektedir.
Türklerin, üçüncü bin yılın eşiğinde, yeniden cihanşumûl bir güç olarak târih sahnesinde hak ettiği yeri alabilmesi için, öncelikle yukarıda bahsedilen sorunların giderilmesi gerekmektedir. Bunda da öncelik, şüphe yok ki, Türk Töresi’nin yeniden ihyâ edilmesinde olmalıdır. İnancımız odur ki, Türklerin duyuş, düşünüş, arzu ve heyecanları birbirine yaklaşmaya başladığında, küçük dereciklerin birleşerek coşkun ırmakları oluşturması ve, bu ırmakların, önüne çıkan bütün engelleri aşarak, ummana ulaşması gibi, Türk Milleti karşı karşıya bulunduğu bütün sorunları bertaraf edecek ve yeniden, bütün azametiyle, yeryüzünde “bütün insanlığın huzur, sulh-sükûn, emniyet ve refah içinde yaşatılmasını sağlayacak, adâlet/hakkaniyet ve liyakat esası üzerine binâ edilmiş cihanşumûl bir nizam” tesis edilmesini esas alan yüce ülküsünü hayata geçirecek güç ve kudrete sâhip olacaktır.
—————————————-
[1] ARSLANOĞLU, İbrahim; “Kültür Ve Medeniyet Kavramları”, http://w3.gazi.edu.tr/~iarslan/kulturvemedeniyet.pdf, Erişim: 10.12.2014
[2] GÜNGÖR, Erol; Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, İstanbul, Ötüken Yayınevi, 1986, Sf. 15
[3] ÜLKEN, H. Ziya. Millet ve Tarih Şuuru, İstanbul, 1948, Sf. 7
[4] TOPÇUOĞLU, Hamide. Genel Sosyoloji Ders Notları (Çoğaltma), A.Ü.DTCF; Felsefe Bölümü, 1976, Sf. 88
[5] GÜNGÖR, Erol; Tarihte Türkler, Ötüken Yayınları, 10.Baskı, İstanbul, 2003, Sf. 12
[6] GÖKALP, Ziya, “Türk Töresi”, Kültür Bakanlığı Ziya Gökalp Yayınları; 6, I. Seri: 6, Ankara, 1976, Sf. 13-14
[7] ORKUN, Hüseyin Namık; Türk Sözünün Aslı, 1st.1940, Sf.22. Prof. Dr. Cevdet Türükoğlu’nun (Töre) dergisindeki seri makaleleri. (Nakleden: TANYU, Hikmet; “Türk Töresi Üzerinde Yeni Bir Araştırma”, Sf. 110 http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/767/9723.pdf ; Erişim: 05.12.2014. Ayrıca, bkz.; UĞURLU, Serdar ve YILMAZ, Kaan; “Türk Devlet Yönetme Geleneğinde Töre’den Örf’e Değişim”, Turkish Studies – International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/2 Spring 2011, p. 949-972, TURKEY
[8] GÜNGÖR, a.g.e., Sf. 54
[9] ERGİN, Muharrem; Orhun Abideleri, 26. Baskı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2000, Sf. 9
[10] ERGİN, a.g.e., Sf. 7
[11] ERGİN, a.g.e., Sf. 7
[12] ÖGEL, Bahaeddin, “Türk Kültürünün Gelişme Çağları”, Türk Dünyası Araştırma Vakfı Yay., İstanbul 1988, Sf. 474-475
[13] BANG, W ve RAHMETÎ, G.R. “Oğuz Kağan Destanı”, İstanbul, 1936; http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10811,oguzkagandestanipdf.pdf?0 ; Erişim: 12.12.2014
[14] EROĞLU, Cemal; Türk Kültürü ve Temelleri, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, ISSN: 1303-5134, http://www.j-humansciences.com/ojs/index.php/IJHS/article/download/77/76 ; Erişim: 10.12.2014
[15] KAFESOĞLU, İbrahim, “Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri”, Hamle Yay., İstanbul 1995, Sf. 59
[16] UĞURLU, Serdar ve YILMAZ, Kaan; “Türk Devlet Yönetme Geleneğinde Töre’den Örf’e Değişim”, Turkish Studies – International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/2 Spring 2011, p. 949-972, TURKEY
[17] GÜNGÖR, Erol; Tarihte Türkler, Ötüken Yayınları, 10. Baskı, İstanbul, 2003, Sf. 57
[18] UĞURLU, Serdar ve YILMAZ, Kaan; a.g.m.
[19] TAŞDELEN, H. Musa, “Siyaset Sosyolojisi”, Turan Yay., İstanbul 1996, Sf. 35
[20] UĞURLU, Serdar ve YILMAZ, Kaan; a.g.m.
[21] ÖGEL, Bahaeddin; Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 4. Baskı, Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, Sf. 471
[22] UĞURLU, Serdar ve YILMAZ, Kaan; a.g.m.
[23] GÖMEÇ, Saadettin; “Eski Türk İnancı Üzerine Bir Özet”, Sf. 102, http://acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/2281/2962.pdf?show ; Erişim: 06.10.2014
[24] UĞURLU, Serdar ve YILMAZ, Kaan; a.g.m.
[25] ÖGEL, Bahaeddin, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, C. 1, 2, İstanbul: MEB Yayınları, 1971, Sf. 137 (Nakleden: İbrahim ONAY, “Eski Türk Toplumunda Aile Düzeni ve Bunun Dini, Siyasi Hayata Yansımaları, The Journal of Academic Social Science Studies, Volume 5 Issue 6, p. 347-357, December 2012)
[26] İbrahim ONAY, “Eski Türk Toplumunda Aile Düzeni ve Bunun Dini, Siyasi Hayata Yansımaları, The Journal of Academic Social Science Studies, Volume 5 Issue 6, p. 347-357, December 2012
[27] DONUK, Abdülkadir, “Çeşitli Topluluklarda Ve Eski Türklerde Aile” ĠÜEF. Tarih Der. Sayı 33, C. XXXIII, 1980: Sf. 153-156 (Nakleden: İbrahim ONAY, a.g.e.)
[28] DONUK, a.g.e., Sf. 166
[29] TSAI, Lıu Mau, Çin Kaynaklarına Göre Doğu Türkleri, Çev. Ersel KAYAOĞLU – Deniz BANOĞLU, İstanbul: Selenge Yayınları, 2006 (Nakleden: İbrahim ONAY, a.g.e.)
[30] GÜNGÖR, a.g.e., Sf. 53
[31] RASONYİ, Laszlo; Tarihte Türklük, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay., Ankara, 1971, Sf. 57
[32] TÜRKDOĞAN, Orhan; Türk Tarihinin Sosyolojisi, Kültür Sanat Yay., İstanbul, 2003, Sf. 256
[33] TANYU, Hikmet; “Türk Töresi Üzerinde Yeni Bir Araştırma”, Sf. 110-112, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/767/9723.pdf ; Erişim: 05.12.2014
[34] TANYU, a.g.e., Sf. 112 (Nakil: ERÖZ,. Mehmet; Y.K.Sf. 1O, Kaynakları: A.V:ıınbery, Tra”e!s iıı Central Asia, London, 1864, Sf.69, ,.1.• ) O), 172. ye gene A.Yamlıery, History of Boklıara, London ıRn. Sf.) 51, 195.
[35] ÖZTÜRK, Murat: İslamiyet’ten Önce Türklerin Din Anlayışı ve Gök Tanrı Dini, ISSN: 1309 4173 (Online) 1309 – 4688 (Print) Volume 5 Issue 2, A Tribute to Prof. Dr. Halil INALCIK p. 327-346, March, 2013
[36] Sadettin Gömeç, “Şamanizm ve Eski Türk Dini”, Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 4, Denizli (1998)38-50
[37] TANYU, Hikmet; İslámlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Yayınları, No. 148, Ankara, 1980, Sf. 6-15 ve 201
[38] ÖZTÜRK, a.g.m.
[39] ÖZTÜRK, a.g.m.
[40] TANYU, Hikmet; “Türk Töresi Üzerinde Yeni Bir Araştırma”, Sf. 118,
[41] Bkz. ÖZTÜRK, a.g.m.
[42] UĞURLU, Serdar ve YILMAZ, Kaan; a.g.m
[43] ÇAVUŞOĞLU, Y. “Eski Türk Dini”, Tanıtım, 7/79, İstanbul 1986, Sf. 30 (Nakleden: GÖMEÇ, Saadettin; “Eski Türk İnancı Üzerine Bir Özet”, Sf. 100, http://acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/2281/2962.pdf?show ; Erişim: 06.10.2014)