Ufuk Sâhibi Olmanın İlk Adımı

Turgut GÜLER

“Eski Ramazanlar” diye söze ve yazıya başlayanların, muhakkak şekilde isminden bahsettikleri “Direklerarası”, aslında gayr-ı müslim tebaanın eğlence mekânı idi. Orada sahneye konan tulûat, müzikâl ve benzeri faaliyet; kadın olarak da, erkek olarak da Hristiyan veyâ Mûsevî vatandaşların san’atlarını icrâ ettikleri programlardı.

Dinî muhtevâ taşıyan bir özel zamân dilimini eğlence muhîtine sermâye yapmak, pek çok husûs ve mes’elede olduğu gibi, yine bize mahsûs ahvâlden. Belki de, Ramazan’ın vakte hükmeden o mûnis disiplinini, kozmopolit mecrâya çekmek için, bu tarz İslâm’a ters düşen eğlence, keyif vâsıtaları kullanılıyor.

İftardan sahûra uzanan geniş saatleri dolduracak, sanki başka hiçbir meşgale bulunamıyor da:

 “Hazır Ramazan gelmişken felekten vakit çalalım.”

deniyor. Neredeyse bir buçuk asırdır, Ramazan muhabbettini, Şehzâdebaşı’nın kanto ve varyetelerine hasretmişiz.

Hâlbuki bizim Ramazan geleneğimizde eğlenme, en son paragrafa bile malzeme olmaz. Daha ziyâde sosyal dayanışma düşünce ve plânlarının öne çıktığı bu ayda, eğer mutlakâ eğlence nâmına bir şeyler yapılacaksa, onların da aynı dinî ve sosyal endîşeleri taşıması gerekir. Oysa Direklerarası temâşâsı hem lâ-dinî, hem de ekalliyet kültürü etiketlerini taşımaktadır. Zâten, tam bir levanten tavrı olan bahis mevzuu eğlencelerde, İslâm’a hoş gelen ve uygun düşen bir renk bulmak mümkün değildir…

Semâya bakanların çoğu, ayaklarının altındaki toprağı kaale almıyorlar. Toprağı mekân tutanlarda da semâ lâkaydîsi görülüyor. Ufuk sâhibi olmanın ilk adımı, ayağı topraktan kesmeden semâya yönelebilmek. Ne var ki, bu ikisini aynı tekâmül noktasında muhâfaza edebilen insan sayısı ender içre ender.

Mevlânâ’nın:

“Ben, bir ayağı Kur’ân’da diğer ayağı ile Dünyâ’yı dolaşan pergelim”

deyişi, bu dengeyi hangi fevkalâde duruşla kurduğunu fâş edişidir.

İki ayağı da serbest kalmış pergelin, serseri mayın misâli, ne garîb ve de tehlikeli kavisler çizeceğini tahmîn etmek zor değil.

Her işin tâlibi, onun bendesi yâhut efendisi olup olmadığına bakılarak değerlendirmeye alınır. Ulvî işlere bende olmak, mânevî rütbeler getirirken, süflîliklere kapılanmak, esfel-i sâfilîne nüfûs artışı yaşatır.

Bu yüzden, tek tek kişiler de, câmiâlar da müstahak oldukları muâmeleye uğruyorlar.

“Ameller niyetlere göredir.”

düstûru, dün olduğu gibi bugün de geçerliliğini koruyor.

Kısacası, “Kırk yıllık Yani, aslâ Kâni olamıyor.”

Yazar
Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen