Ah prangalar…
Çoğu zaman, kendi elimize, dilimize, ayağımıza, beynimize taktığımız…
Zorla kabul ettiğimiz çaresizliğimiz (miş) gibi…
Hayatı tıkayan, yolumuza set, ufkumuza perde olan…
Farkında bile olmadığımız.
“Ya, acaba, ama, aslında… gibi anlamsız mazaret bildirileri ile kendi kulaklarımızı çınlattığımız.
Kendi hayatımızı kendimize arap saçı ettiğimiz bahaneler.
Çoğu zaman da gereğinden fazla büyüttüğümüz kocaman fırsatlarmış gibi görünen kocaman engeller.
Prangalar…
Ne büyük ‘görünmez yükler’.
Farketmek lâzım.
Kurtulmak lâzım.
Derin bir nefes almak lâzım.
Gerekirse;
Bir pireye bir düzine yorganı yakmak lâzım…
Derin bir nefes alıp,
Yeniden başlamak lâzım.
Etiketlerden, belgelerden, bilgilerden, kişilerden sıyrılıp,
Bilgeliğe yürümek lâzım.
…
Ne için mi lâzım?
Sadece ve sadece “kendimiz” için lâzım.
Kendimiz ve hedeflerimiz için,
Prangasız bir YOLCULUK lâzım.
Haydi bu gün o gün olsun!
Hayırlı ve uğurlu olsun.
Şimdi,
…
Ölçü
Aklınız makul bulur, yüreğiniz hoş görür ama içinize uymaz.
Sığdıramazsınız.
Ya küçük gelir, ya çok geniş kalır.
Tutmaz işte ölçü.
Sindiremezsiniz.
Ve çok acır.
İçin için acır içiniz.
Dumansız.
Alevsiz…
Öylece.
Sessiz ve sedasız.
Yere konsa duramaz, göğe çıksa uçamaz.
Asılır.
Tutunamaz.
Görünemez.
Bilinemez.
Ama acır içiniz!
Acır, acır.