Ustaların kaleminden;  Hz. Ömer

Sayın Ergun Göze’nin “Gözümle ve Gönlümle Tanıdıklarım” Kitabından…

 

Ergun GÖZE

“İslâm’ın âdil ve cesur reisi “…  İkinci halife… Peygamber (s.a.v) onun için buyurdu ki:  “ Benden başka birisi peygamber gönderilseydi, bu Ömer olurdu.” Peygamberimizin hanımı Hazreti Hafsa’nın babası… Hattaboğlu diye meşhur. İran fatihi… Bu sebeple İranlılar (Şiiler), Müslüman olduktan sonra da onu sevmemişler, Müslüman saymamışlar ve böylece dalalette kalmışlardır. Esasen ölümü de bir İranlının elinden olmuştur.

             

İslâm’a girişi bir şiir!              

Kabilesinin yiğidi Ömer’i, “Kim bizi şu atalarımızın dininden etmeye çalışan Muhammed’den kurtarır?” diye kışkırttılar. O kurtarırdı ancak. Kılıcını alıp çıktı yola. Amma yolda kız kardeşinin de Müslüman olduğunu öğrendi. Bu sefer ona haddini bildirmek üzere yolunu değiştirdi. Fakat orada kendini bir şey bekliyordu: KUR’AN… Yeni âyetler nazil olmuştu. Eniştesi ve kız kardeşi onları öğrenmeye çalışıyorlardı. Kız kardeşini hiddetle tokatlaması bardağı taşırdı.  Ve “ Evet biz Müslüman olduk, elinden geleni ardına koyma” diye haykırttı.         

Ömer, “Biraz önce okunan şey mi kız kardeşime bu büyük cesareti verdi, tokadımın kanlı izi yüzünde dururken, onu bana haykırttı?” diye duralayıp, “Bana da okuyunuz” dedi. Okunan âyetler karşısında bir ânî değişiklik, bir yumuşama… Âyetler, Allah’ın varlığını ve yüceliğini anlatıyordu. “Hiç de bizim putlarımız gibi değil” diyebildi. Ondan sonra söylediği söz, “Beni Peygambere götürün” oldu.  Hazreti Peygamber Erkam’ın evine çekilmişti. Gözcüler onun gelişinden şüphelendiler amma Allah’ın elçisi gülümsediler,

– “ Bırakın gelsin” buyurdular.

Bıraktılar.  Ömer geldi ve  kelime-i şehadet getirerek Müslümanlığını ilân etti.

Şairin ediği gibi  “Zerreler Umman olmuş, Ömer Müslüman olmuştu”.

Ömer… Kırkıncı Müslüman… Amma iş bununla da kalmadı. Ömer bu, böyle sıkıştırılmaya gelir mi? Hemence teklif etti: “Kalkın Kâbe’ye alenen namaz kılalım.” Ve ilk defa Müslümanlar, Ömer’le beraber Kâbe’de alenen namaz kıldılar.            

Artık hep Allah elçisinin yanındalar… Fakat küfrün zulmü çoğalınca Müslümanlara hicret yolu gözüktü. Birçok Müslüman gizlice kaçabildi. Birçoğu ise malını mülkünü vererek canını güçlükle kurtarabildi. Sadece Ömer’dir ki silâhlarını kuşanıp Kâbe’ye gitti ve böyle meydan okudu:

– Bana Hattab oğlu Ömer derler. Bilen bilir, bilmeyen öğrensin. Çocuklarını yetim, karısını dul bırakmak isteyen bilsin ki, işte ben gidiyorum.

Hendek harbindeki sıkıntılar çok başka ve kesiftir. Ebubekir ve Ömer bu sıkıntıların def’i için Allah’a yalvardılar ve dua ettiklerini de bir duvara yazdılar. Bu yazıyı Prof. Hamdullah Bey mağara duvarında buldu, okudu ve kitabında belirtti.       

Hazreti Ebubekir öleceğini anlayınca halef olarak onu seçti. Durumu açıkladığı zaman Hazreti Ali, “Ömer’den başkasına razı değiliz” diye Ömer’i istediğini bildirdi. Hazine müsait hale gelince bütün çocuklara rızık ismiyle süt verdirmişti. Müslüman olsun olmasın herkesi doyurmayı devletin vazifesi sayıyordu. Bir zımni (Müslüman olmayan) çalışamaz hale gelince “Gençken bundan cizye aldık, şimdi çalışamaz ve vergi veremez hale geldi, bunun bakımı bizim üzerimize borçtur” diyerek sosyal güvenlik prensibini bin dört yüz sene önce ortaya koymuştu. 

Kudüs fatihi… Kudüs’ü fethedişindeki adâlet ölçüsü de ayrı bir destan… İslâm’ın izzetine ve şevketine riayeti sonsuz. Suikaste uğrayınca sordu;              

-Beni kim vurdu?  

– Ebü’l  Lü’lü                

– Hamdolsun ki beni bir Müslüman vurmadı!

                

Ömerü’l Faruk, hakkı bâtılı, iyiyi doğruyu seçmekte yektâ.                 

“Yerine geçecek olanı seç” dediler:                 

“Hayatımızda bu yükü taşıdık, öldükten sonra da mı taşıyalım?” dedi.                

“Oğlunu halife yapalım” dediler.                 

“Bir evden bir kurban yetişir.” dedi.         

Deve çobanlığı yaptığı yerlerden halife olarak geçerken Allah’a derinden hamdüsena ediyordu:                 

“Yarab ne büyüksün, hayatımda öyle bir devre geçti ki, buralarda deve güderdim. Yorgun düşüp dinlenmek istediğim zaman babam beni döverdi. Bu gün ise en yüksek makamdayım. Allah’tan başkasına boyun eğmiyorum.”        

Şiddetiyle tanınan,  her vesileyle eli kılıcına giden. Hazreti Ömer, bir kuş ötse ağlayacak kadar rikkatli idi. Ayrıca çok kemâl sahibi.          

Bir gün yalapşap namaz kılan bir bedevi gördü. Bekledi, namazını bitirince “Bu namazı yeniden kıl” dedi. Bedevi bu sefer tâdil-i erkânı ile namaz kıldı. Hazreti Ömer sordu: “Söyle şimdi, hangi namazın daha iyi oldu? Bu mu, deminki mi?          

– Deminki.

– Niye?

– Çünkü onu Allah korkusu ile kılmıştım, bunu ise senin korkunla kıldım.

Koca halife güldü ve geçti.

Son demlerinde ille de yerine birini seç dediklerinde, “Huzeyfe’nin azatlı kölesi Sâlim sağ olsaydı onu seçerdim.”  demişti. Çünkü Sâlim için bir gün Allah Resûlü “Cennetlik bir yüz, Allah’ın sevdiği bir yüz görmek isteyen Salim’e baksın.” buyurmuştu. Fakat Sâlim çok önceleri, savaşırken şehit düşmüştü.        

Hilâfet işini bir şûraya bıraktı ve Allah’ına kavuştu.

[i] Ergun Göze’nin “Gözümle ve Gönlümle Tanıdıklarım” kitabından…

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen