Necdet BAYRAKTAROĞLU
Vakıflar, yüzyıllar boyunca din, dil, ırk farkı düşünmeden, hiçbir canlı ayrımı yapmaksızın herkese gönül veren, sevgi sunan, fertler arasında onurlu bir yardımlaşma ve dayanışma yoluyla hayrdan, hayrata, hayrattan hayata köprü olarak hizmet gayesiyle kurulmuş olan müesseselerdir.
Vakıf kelimesi İslami bir kelimedir, çoğulu efkaf ve vukuftur. Vakf yapana vakıf, vakf edilen şeye mevkuf denir. Vakıf kurumunun sözlük anlamı hapsetmek ve alıkoymak olan habs veya hubs gibi kelimelerden oluşmuştur. Vakıf bir malı veya ekonomik değeri olan bir şeyi özel mülkiyetten çıkararak, insanların kişisel veya toplumsal alanda ortaya çıkan muhtelif ihtiyaçlarının yerine getirilmesi için doğrudan veya dolaylı bir şekilde insanların faydalanmasına sunmak için, çeşitli alanlarda birçok hizmetlerin gerçekleştirilmesidir.
Vakıfların tarihi çok eskilere dayanır. Sürülerini satıp insanların istifadesi için vakfeden ilk insan da Hz. İbrahim’dir. Hz. Peygamberimiz de Medine’deki yedi parça mülkünü fakirlerin istifade etmesi için vakfetmiştir.(1) Hz. Ömer de arazisini satılmamak, bağışlamamak ve mirasla da geçmemek üzere fakirlere, hısımlarına, yolda kalmışlara, kölelere vakfetmiştir. Daha sonra imkanı olan çoğu Müslüman onlar gibi ellerindeki imkanlar ölçüsünde vakıflar kurmaya gayret göstermişlerdir.
İslam dini toplumsal kaynaşmayı, sosyal dayanışmayı sağlamaya yönelik hayır yapma, sadaka verme gibi prensiplere son derece önem vermiştir. Hayır yapma ve sadaka verme konusundaki emir ve tavsiyeler, teşvikler ve ahret inancı vakıfların kurulmasında gelişmesinde önemli bir durum olmuştur.
Kuran’ımız Ali İmran Sure 92.Ayette: “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe bire (iyiliğe, hayra) eremezsiniz” denilmektedir. Hadis-i Şerifte ise: “ İnsan öldüğü zaman ameli kesilir, amel defteri kapanır; ancak şu üç şey müstesnadır “Sadaka-ı cariye, Salih evlat ve insanların istifa ettiği ilim” denilmektedir. Kuran’ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde sadaka verme, hayır yapma, faydalı olma, insanların ihtiyaçlarını karşılama gibi konularda benzer birçok emir ve tavsiyeler bulunmaktadır. Kişinin ebedi hayat olarak ahrete, yanında sadece yaptığı iyilik ve hayırları götürebileceği şeklindeki inanç, insanları daha sağlıklarında ellerinde bulunan malları vakfederek toplumun hizmetine sunmaya çalışmışlardır. Bu anlayış kurumsal bir hüviyet kazanarak vakıf kurumunun temelini oluşturmuştur.
Bir başka Hadisi Şerifte ise:”Milletin efendisi Ona hizmet edendir” denilmektedir. Hz. Mevlana da “Öldüğünüzde sizi mezara kadar hayırlarınız, iyilikleriniz ve güzel dostlarınız takip eder” demektedir.
Vakıflar, İslam tarihi boyunca önemli gelişmeler kaydetmiş, Emeviler, Abbasiler, Memlüklüler, Karahanlılar, Danişmendliler, Gazneliler, Selçuklular dönemlerinde daha yaygın hale gelmiş, toplumsal yapıya ve ekonomik hayata büyük katkıları olmuştur.
Selçuklular memleketin her tarafını cami, medrese, kütüphane, tıp merkezi, hastane, tersane, köprü, çeşme, imaret, zaviye, han, kervansaraylarla doldurmuşlar, bunların geleceği, yaşatılması, kullanımı, onarılması için de vakıflar kurmuşlardır. Sultan Melikşah, II.Kılıç Arslan, I.Gıyaseddin Keyhüsrev, I. İzzettin Keykavus, Alaaddin Keykubat, Sencer, Baybars, Vezir Nizamül Mülk dönemlerinde de vakıf müessesi büyük gelişme sağlamıştır.
Selçuklu Sultanları, milletler arası ticaret yollarının önemini kavradıkları için fetih ve sefer politikalarını buna göre tanzim etmişlerdir. Şehirlerarası nakliye ve ticaretin sağlanması için pek çok yol, köprü ve kalelerin inşası ile önemli ticaret yolları üzerende kervansarayların kurulması vakıflar sayesinde olmuştur.
Özellikle Osmanlılar döneminde vakıf kurumuna ayrı bir önem verilmiş bu müesseseleri cemiyetin her katmanına yaymışlardır. Ekonomik, sağlıktan eğitime, bayındırlığa kadar kültürel, sosyal alanlarda ihtiyaç duyulan birçok hizmeti gerçekleştirmişlerdir. Padişahlar anneleri, eşleri, kızları, oğulları, gelinleri, sadrazamlar, vezirler, paşalar, şeyhülislamlar ve diğer devlet adamları, zenginlerden, mütevazi gelire sahip sıradan insanlara kadar kadını, erkeği hayırda yarışmışlar, çok ilginç vakıflar kurmuşlardır. Mahalle ve köylerde dahi yaygın şekilde hizmet veren vakıflar kurulmuştur.
Hadisi Şerifte: “Veren el, alan elden hayırlıdır” demektedir. Bu anlayışla Allah’ın rızasını kazanmak ve insanlığa hizmet gayesi düşünülmektedir. Vakıflar serveti sosyalleştiren, hizmeti dönüştüren, insanların gönüllü yardımlarıyla oluşturulan bir kurumdur. Vakfın idaresi için de bir idareci mütevelli tayin edilir, düzenlenen bir nizamname ile yürütülürdü. Kadıların ya da vakfiyede belirtilmiş olan görevlilerin, vakıf üzerinde nezaret yetkileri var idi.
Osmanlı padişahları toplumun ihtiyaç duyduğu farklı hizmetlere yönelik birçok yatırım gerçekleştirmiş, bu tesislerdeki hizmetlerin sürekliliğini sağlamak amacıyla da zengin vakıflar kurmuşlardı. İlk örneğini Orhan Gazi’nin kurduğu vakıflarda görmekteyiz. Daha sonra Fatih Sultan, II. Bayezıd, Yavuz Sultan ve Kanuni, İstanbul başta olmak üzere memleketin değişik bölgelerinde zengin vakıflar kurarak, halkın refahını sağlamaya çalışmışlardır.
Sonraki dönemlerde de aynı anlayış sürdürülmüş, Sultan Ahmet, IV. Mehmed, I. Abdülhamid, II. Mahmut, II. Abdülhamid gibi padişahların zamanlarında da önemli vakıflar kurulmuş, topluma faydalı olmayı istemişlerdir.
Osmanlılarda vakıflar son derece geliştirilmiş, şehirlerin kuruluş ve gelişmelerinde, şehirlerin altyapısının oluşturulmasında, imarında rol oynamıştır. Özellikle devletin kuruluş yıllarında fethedilen topraklarda Türklerin yerleşmesinin imkanları hazırlanmış, yeni köy, kasaba ve şehirlerin kurulmasında ve büyümelerinde etkili olmuştur. Anadolu’nun ve Balkanların Türkleşmesinde önemli rol oynamış, Çin hudutlarından Viyana kapılarına kadar ilim ve kültürü, bu sosyal yardım müesseseleri ile taşımışlardır. Vakıf eserleri, Türk vatanın tapu senetleridir. Milli hudutlarımızın dışındaki bu eserler hep Türk mührünü taşımaktadırlar.
İnsana hizmeti hedefleyen, toplumsal yardımlaşma ve dayanışmayı amaç edinen bu vakıfların vakıfnamelerinde, dünyanın ve dünyada elde edilen makam ve servetlerin geçiciliği vurgulanmakta, önemli olanın ebedi hayat için hazırlık yapmak olduğu belirtilmektedir.
Vakıfname; içtimai, ekonomik, sosyal, dini, ilmi sıhhi herhangi bir müessesenin idare şekli ile gelirlerini ve bu gelirlerin sarf edileceği yerleri gösteren bir talimatnamedir. Vakıflara varlık veren bu resmi belgelere Vakıfname adı verilir.
Fatih Sultan Mehmed’in vakıfnamesinde hasta, şehit, fukara insanların ihtiyacının karşılanmasını istemiştir.
“Ben ki İstanbul Fatihi abd-i (kul) aciz Fatih Sultan Mehmet, bizatihi alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldığım İstanbul’un Taşlık mevkiinde kain ve malumu’l hudut olan 136 bap dükkanımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakfı sahih eylerim.
Bu gayrımenkulatımdan elde olunacak nema’larla İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki ellerindeki bir kap içinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Bu sokaklara tükürenlerin, tükürükleri üzerine bu tozu dökeler ki, yevmiye 20 şer akçe alsınlar, ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcı tayin ve nasp eyledim.
Bunlar ki ayın belirli günlerinde İstanbul’a çıkalar, bilaistisna her kapuyu vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar. Var ise şifası ya da mümkün ise şifayap olalar. Değilse kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin Darülaceze’ye kaldırılarak orada salah bulduralar. Maazallah herhangi bir gıda maddesi burhanı da vaki olabilir. Böyle bir hal karşısında bırakmış olduğum 100 silah, ehli erbaba verile. Bunlar ki hayvanat-ı vahşiyenin yumurtada veya yavruda olmadığı sıralarda balkanlara çıkıp avlanalar ki zinhar hastalarımızı gıdasız bırakmayalar.
Ayrıca külliyemde bina ve inşa eylediğim imarathanede şehit ve şühedanın hainleri ve Medine-i İstanbul fukarası yemek yiyeler. Ancak yemek yemeye veya almaya bizatihi kendüleri gelmeyup yemeklerini güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle.
Fatih Sultan Mehmet”(2)
Osmanlı Devletinde sosyal hayatın birçok farklı alanlarında ihtiyaçları yerine getiren vakıflardan birkaç tanesi şunlardır:
İstanbul Rumeli Hisarı semtinde kurulmuş S Seyit Hacı Mustafa Vakıfnamesinde “… her gün taze ekmek alınacak ve sokak hayvanlarına yedirilecek” denilmektedir. Kuruluş hicri 1238, miladi 1778 (3)
Siirtli Hacı Hüseyin adlı bir hayırsever vatandaş vakıfnamesinde “amalara eğitim, mümkün olanlarının tedavisini, onlara her yönüyle hizmet etmek için” bu vakfın kurulduğunu belirtmiştir. H. 1321, M. 1903 (4)
İstanbul Bezmi Alem Valide Sultan Vakfı vakıfnemesinde “eğer garip ve hasta ise derhal gereken hizmet verile, bu vakıf hastanesinin çalışma sistemi böyledir” denilmektedir. H. 1263, M. 1847 (5)
Başka çok ilginç vakıflar da kurulmuş olup bunlar ise; Yetim öğrencileri giydiren, dara düşenlerin vergisini ödeyen, kızlara çeyiz hazırlayan, israfı önleyen, tohum saklayan, fakirlere yakacak temin eden, fakir ve kimsesizlerin cenazelerini kaldıran, güvercinhane yaptıran, Leyleklere yiyecek veren, ağaç dikimi sağlayan, yoksul mahkumlara harçlık veren, tarihi eserleri koruyan, kaldırımları tamir eden, köprüleri tamir ettiren, Hıristiyan esirleri kurtarma vakfı gibi. (6)
Selçuklular ve Osmanlılar döneminde hakanlar ve padişahlar, vakıfları, vakıfnamelerdeki şartlara göre kullanılmasını ve korunmasını istemişler, vakıfları kuruluş amacına uygun olarak işletenlere özen gösterenlere dua etmişler, uygun şekilde işletmeyen, değiştiren ve kötü kullananlar için de beddua etmişlerdir.
Sultan II. Murad vakıf beddusında şöyle demektedir;
“ Allah’a peygamberin’e ve ahret gününe ima eden Sultan, Emir, Şevket sahibi, Kadı,… vakfı bozmak, eksiltmek, değiştirmek ihmal etmek,… helal olmaz. Kim onun değiştirilmesi için… kasd ederse … günahkar olmuş olur. … Kim Allh’ın kitabına ve peygabberin sünnetine aykırı davranır, kardeşinin vakfının bozulması, hayratının tahrip edilmesi, … için uğraşır ve çaba gösterirse, Allah’ın gazabına uğrasın. Yeri cehennem olsun. Hesabını Allah görsün. Zalimlere mazeretleri hiçbir fayda vermiyeceği kıyamet gününde, çeşitli azap ve ikap ile onu azap etsin. “ Aralık 1456 (7)
Fatih Sultan Mehmet Ayasofya için bedduasında ise şöyle demektedir:
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, … camilikten çıkarırlarsa … en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar. Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse; Allâh’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen LANETİ ONUN VE ONLARIN ÜZERİNE OLSUN, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın. Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allâh’ın azabı onlaradır. Allâh işitendir, bilendir.”
Fatih Sultan Mehmed Han / 1 Haziran 1453 (8)
Sultan II. Bayezıd vakıf duasında şunları söylemiştir;
“Her kim vakfın baki kalmasına çaba gösterirse, dünyada iyilerden sayılıp, ahrette güzel ecir ve bolca sevaba layık olur. Bu itibarla ebedi devlet ve sonsuz mutluluk o kişinindir ki, hiçbir Müslüman’ın vakfının yıkılmasına … gücü yettiği kadar engel olsun ve haklarından gelsin; arzu ve isteği devamlı olarak vakfın baki kalması ve sebatı ile, ihtiyaç halinde onarımına ve gelirinin artırılmasına yönelik olsun…” 23 mart 1708 (9)
I. Bayezıd vakıflarda değişiklik yapanlar ve kötüye kullananlar için bedduasında ise;
“Allah’a ve ahret gününe inanan, güzel ve temiz olan Hz. Peygamberi tasdik eden, Sultan, Emir, Bakan, küçük veya büyük herhangi bir kimseye bu vakfı değiştirmek, … helal olmaz. Kim… değiştirilmesi için uğraşırsa… günaha girmiş… olur. Böylece günahkarlar alınlarından tutularak cezalandırıldıkları gün Allah onların hesabını görsün. … cehennem nasibi olsun. Zira Allah’ın hesabı hızlıdır. Kim… değiştirirse onun günahı, değiştirenler üzerindedir. Kuşkusuz O, iyilik edenlerin ecrini zayi etmez…” demektedir.
Sultan II. Bayezıd’ın 1 Şubat 1495 tarihli vakfiyesinden (10)
Kanuni Sultan Süleyman da vakıflarla ilgili duasında ise:
“Her kimse ki; vakıflarımın bekasına özen ve gelirlerinin artırılmasına itina gösterirse, bağışlayıcı olan Allah-u Teala’nın huzurunda ameli güzel ve makbul olup, mükafatı sayılamayacak kadar çok olsun, dünya üzüntülerinden korunsun ve muhafaza edilsin…” demiştir.
Kanuni Sultan Süleyman vakfiyesinden H.950, M. 1543 (11)
Kanuni Sultan Süleyman vakıf bedduasında ise şöyle demektedir:
“Her kim ki; Allah’tan korkmayıp, vakıflarıma zarar vermeye niyet eder veya değiştirirse; dünyada zalimler grubundan sayılsın, ahrette elleri boş, Allah’ın rahmetinden mahrum ve sonsuz azaplarla azap olunsun…”
Kanuni Sultan Vakfiyesinden (12)
Padişah II. Selim bedduasın da ise;
“Hazret-i Allah’a inana, kıyamet gününde sual, cevap, sırat,mizan, haşır ve hisaba iman eden her kimse, … Tahrif edilmesine, başka bir hale dönüştürülmesine … yardımcı olan kimse Allahın gazabına uğrasın. Yeri cehennem olsun ki, orası ne kötü bir dönüş yeridir. … Allahın rahmetinden uzak olsun ve mağfiretinden kovulsun. Kim onu işittikten sonra değiştirirse, onun günahı değiştirenler üzerindedir. Allah’ın Meleklerin ve bütün insanların lanetleri onu değiştirenin üzerine olsun.” demektedir. 28 Nisan 1579 (13)
Sultan II. Mahmud vakıf duasında da şöyle demektedir;
“ Yüz binlerce Cemşit ve Feridun hazinesi, sade bir parçasına feda edilmeye layık olan binlerce hamdü sena incisi, Kibriya tahtının Padişahı, bakası sonsuz, ebedi mülk sahibi, insan ve cinlerin sırlarına vakıf olan Allah Teala Hazretleri’ne olsun …” 7 Ekim 1814 (14)
Kara Ahmet Paşa vakfındaki vakıfnamesinde ise şu sözler yazılıdır:
“Hayatın re’simalindir (sermayendir) bunu bil, Bunun da karı malındır ey akıl! Bunu sen sağ iken hayrata sarfet, Zaman yer re’simalin, olma gafil…!” (15)
KAYNAKLAR
- Ahmet Akgündüz- Vakıf Müessesesi- Osmanlı Araştırmaları Vakfı-İst.1996- S.59
2. Ahmet Coşkun-Şah-ı Cihan- F. Sultan Mehmet- Babıali Kültür Yay.-İst.2008-S.175
- 4.5.6. Tarihte İlginç Vakıflar-VakıflarGn.Md.Yay.-İst:2012- S.14-65-70
- Vakıflar genel Müdürlüğü Yayınları- 575 Nolu Vakfiye Defteri
7.8.9.10.11.12.13.14. İbrahim Ateş-Vakfiyelerde Dua ve Beddualar- Vakıflar Dergisi Ank.1983-S.13.54.24.35.24.34.51.11.
15. Mehmet Şeker-Vakfiyelerin Türk Kültürü Bakımından Özellikleri
Prof.Dr.Osman Turan-Seçuklular Tarihi ve Türk İslam Med.-Boğaziçi Yay.İst.1966