Hem kapitalist ülkelerde hem dünya çapında eşitsizlik, hangi ölçütlerle ele alınırsa alınsın giderek büyüyor. En zengin %1’lik kesim (bazıları artık %0,5’ten hatta binde 1’den bahsediyor) ile toplumun geri kalanı arasındaki makas her geçen gün daha çok açılıyor. ABD’de en zengin 160 bin hane, daha yoksul 145 milyon hanenin sahip olduğuna eşit bir sermayeyi kontrol ederken küresel ölçekte 3,5 milyar insana toplam servetin sadece %1’i düşüyor, ki bu en zengin 85 kişinin serveti sadece… Yaşam politikası borsasında bir zamanlar pek moda olan “sosyal sermaye” hiçbir işe yaramıyor, kerameti kendinden menkullük, bencillik ve anti-sosyallik prim yapıyor.
*****
Erol GÖKA
Zygmunt Bauman, 2002’de “Kuşatılmış Toplum” kitabını yazdığı sırada, ulus-devletin iş dünyası karşısında hayli zor durumda bulunduğu hem yukarıdan hem aşağıdan sıkıştırıldığı kanaatindedir. Şunları söyler: “Masao Miyoshi’nin yakın dönemin küresel gelişmelerini taradıktan sonra belirttiği üzere, ulus-devletler ‘artık işlemez durumdadır; bütünüyle ulus-üstü şirketlerin eline geçmişlerdir.’ Ulus-üstü şirketler de ‘milliyetçi yüklerden kurtulmuşlardır… Küresel ölçekte seyahat etmekte, iletişim kurmakta, insan, bitki, bilgi, teknoloji, para ve kaynak aktarımı yapmaktadırlar. Faaliyetleri mesafeleri aşmaktadır. Her yerde yabancı ve dışarıdan kişiler olmayı sürdürmekte, sadece üyesi oldukları kulüplere bağlı olmaktadırlar…
İnsan yaşamına etki eden koşulları yaratıp yıkma, değiştirip biçimlendirme gücü, ulus-devletlerin kontrol küllerini terk etmiş, devletin egemenlik sınırlarının ve egemenliğinin ulaşabileceği yerlerin ötesine taşınmıştır. Serbestçe dolaşan, sınırları aşan, ulus-üstü (veya kendisine biçtiği pohpohlayıcı tabirle ‘çok-kültürlü’), yeni bir seçkinler topluluğunun güvenli evrak çantaları içine kilitlenmiştir” (Çev. A. E. Pilgir, Ayrıntı Yay. 2018, sayfa 318-319).
Bu tespitleri yapan Bauman’ın yeni küresel seçkinlerle ilgili söyledikleri de çok öğreticidir: “Yeni küresel seçkinler, genelde fiziksel olarak fakat her zaman ruhsal anlamda akış halinde, kayakta ve sörftedirler… Onlar da sahipleri gibi sınırların ötesindedir… Küresel seçkinler çoğunlukla birbirleriyle karşılaşır ağırlıkla birbirleriyle iletişim kurarlar… Çok-kültürlülük, çok seslilik, melezlik, kozmopolitanizm küresel seçkinlerin çeşitlilikle birlikte gelen bu tuhaf deneyimi kavrayıp ortak bir yaşam tarzının yekpare yüzeyi üzerinde açılmış sayısız küçük çiziklermiş veya her ortak dilin kolayca doğal karşılayacağı aksan ve üslup farklılıklarıymış gibi kullandıkları parıltılı sözlerdir… Küresel seçkinlerin tahayyülü, tıpkı yaşamları ve davranışları gibi, bağlantısız ve kopuktur. Bırakın yerel sınırlara bağlı olmayı, kök salmayı ve bu sınırlarla çevrelenmeyi, beli bir toprak parçasıyla ilişkisi dahi yoktur. Değişmezlik, dayanıklılık, büyüklük, katılık ve kalıcılık, yerleşik zihniyetin tüm bu üstün erdemleri tamamen değersizleşmiş, net bir şekilde olumsuz bir anlam kazanmıştır… Mekânsal ilişkilerin değersizleşmesi ve her türlü kesinliğe duyulan öfke, kendisini ‘toplum’a duyulan yeni güvensizlikte ve insanların ortak veya bireysel düzlemde yaşadığı tüm sorunlara toplumun tamamını bağlayan, toplumu öne çıkaran, toplumun ön ayak olduğu çözüm önerilerine beslenen kızgınlıkta açığa vurmaktadır. Umutlar ve düşler başka bir yere gitmişlerdir; onlara toplumsal limanlardan uzak durmaları, demirlerini asla oralara atmamaları söylenmiştir” (sayfa 320-323)…
Bauman’ın yeni küresel seçkinler için bu çarpıcı cümleleri, neden bazı aydınımsıların “vatan”, “millet”, “büyük Türkiye” “bir olalım, iri olalım” gibi sözler karşısında adeta cereyana kapılmış gibi hissettiklerini ne güzel ifade ediyor! Bu bilgece cümleler, aynı zamanda kolektif bağlayıcı nitelikleri olan bu değerlerden uzaklaşan, kendisini bir markayla, bir ünlüyle, bir kült ve moda bir yaşam tarzıyla özdeşleştiren gençlerimizin milli ve yerli his ve sorumluluklardan uzak düşme ihtimalinin ipuçlarını da veriyor.
2002’de devletin şirketler karşındaki hali konusunda hayli umutsuz olan Bauman, 2017’de vefat etmeden önce yazdığı son kitabı “Retrotopya”da leviathan dediği devletin iflas ettiği sonucuna ulaşıyor. Artık Thomas Hobbes’a “Leviathan”ı yazdıran, insanın insana kurtluk ettiği, devletin henüz ortalıkta görünmediği ama ısrarla arandığı zamanlara benziyoruz, Bauman’a göre. Leviathan-öncesi bu zamanların ortak görünümlerinden birisi yükselen kabileciliktir. (Bu çok büyük bir dert ve bir başka ayrıca ele alınması elzem.) Diğer iki temel görünüm ise eski eşitsizlik zamanlarına ve ana rahmine dönüş…
Hem kapitalist ülkelerde hem dünya çapında eşitsizlik, hangi ölçütlerle ele alınırsa alınsın giderek büyüyor. En zengin %1’lik kesim (bazıları artık %0,5’ten hatta binde 1’den bahsediyor) ile toplumun geri kalanı arasındaki makas her geçen gün daha çok açılıyor. ABD’de en zengin 160 bin hane, daha yoksul 145 milyon hanenin sahip olduğuna eşit bir sermayeyi kontrol ederken küresel ölçekte 3,5 milyar insana toplam servetin sadece %1’i düşüyor, ki bu en zengin 85 kişinin serveti sadece… Yaşam politikası borsasında bir zamanlar pek moda olan “sosyal sermaye” hiçbir işe yaramıyor, kerameti kendinden menkullük, bencillik ve anti-sosyallik prim yapıyor.
Umudun özelleştiği, kişisel beklentilerin dünyadan koptuğu dünyamızda insanlar artık geçmiş zamanları özlemeye başladılar. Yalnızlığın ve yalnızlık korkusunun pençesindeki insanlar hem etkili bir narsist olmak istiyorlar hem de karşılarındaki narsisti etkisiz hale getirmek… Bir yanda her şeye ulaşmanın mümkün olduğu hayali diğer yanda her şeyi bir anda kaybetmenin korkusuyla yaşıyorlar. Yorgun ve bezginler; ana rahminde erişilen bir nirvana düşü ayakta tutuyor onları…
——————————————
Kaynak:
https://www.yenisafak.com/yazarlar/erolgoka/vatan-millet-sozlerinden-hazzetmeyenler-2046739