“… bir yol var ve bir yoldaş.
Ne tabiat parçası, ne çiftlik hayali.
Ne kaçıp gitmek, ne ekip biçmek.
Sefer de içimde, tahammül de.”
Mustafa Kutlu, Ya Tahammül Ya Sefer
Tahammül etmenin karşısında duran alternatiflerden biri de seyahat olmuştur. Bu yüzden seyahatin sadece târihî, maddî, ticârî, dinî sebeplerle ve bir zaruret sonunda yapıldığını söylemek çok zor. O biraz da yaşamayı istediğimiz bir farklılık duygusunun, yeni yerler görme isteğinin sevkiyle gerçekleşir. Sıkıntı denilen duygu, böyle zamanlar ruhu ve bedeni harekete geçirir. İnsan, biraz huzur ve değişiklik arzular ve kederlerin, stresin, üst üste gelen ve biriken işlerin içimizde biriken ıstırabını bir yolculuğun ruha ilaç gibi gelen tesiriyle gidermeyi ister.
Tanpınar, insanın böyle bir sebeple bir yolculuğa çıkmasını “Bir Yol” adlı hikâyesinde şöyle dile getirir: “Bilmem sizde de böyle midir; yolculuk benim üzerimde daima iyi ve unutturucu bir tesir yapar. Istırabımızın, üzüntülerimizin mekânla yahut hayatımızın tabii muhitiyle sıkı bir alakası olsa gerek. Bir muharririn dediği gibi, falan yerde en kesif şiddetinde olan bir acı iki yüz kilometre daha ötede ve başka insanlar içinde biraz daha hafif ve daha kabil-i tahammül oluyor.”[1] Ahmet Hâşim de bu konuda Tanpınar’dan ayrı düşünmüyor. Ona göre insan, hayatın tatsızlığından ve etrafında daima gördüğü ve bıktığı şeylerin yorucu sıradanlığından bir süreliğine kurtulabilmek için yolculuğa çıkar. Sıra dışı şeyler görür. Hâşim’e göre seyahat bu yüzden “harikulâdelikler avı”dır[2].
Bu ifadelere göre insan bazen saadetin, yaşadığı yerlerden çok uzakta olduğunu düşünür. Onu bekleyen meçhul yerlerde; tanımadığı, bilmediği fakat varlığını derinden duyduğu bir huzur, sükûnet ve rahatlık vardır. “Ah buralardan bir kurtulsam” anlamındaki sözler bu bilinmedik, duyulmadık huzur ülkesine duyulan hasreti ifade eder. Fakat bizim o an arzu ettiğimiz şey belki de harekettir. Durmaktansa bir şeyler yapmaktır. İçinde bulunduğumuz ve bitmeyecekmiş gibi duran hüzün hâli ve çaresizlik bizi böyle düşünmeye itebilir. İşte seyahat etme arzusu böyle zamanlarda devreye girer.
Seyahatin birçok sosyal sebepleri olmasına rağmen onun izah edilmesi gereken böyle şahsî tarafları da vardır. İnsan bazen üst üstte gelen birçok sıkıntının içinde boğulabilir. Böyle durumlarda yeni yerler görme, bir seyahate veya tatile çıkma isteği duyabilir. Tahammül edemediği hadiseleri böyle dingin zamanlarda zihnin süzgecinden geçirip sağlam bir muhakeme ile rahatlamayı tercih edebilir. Nitekim Türk kültüründe seyahatin böyle bir tarafının olduğunu düşündürecek malzemeler oldukça fazladır. Mesela Vâhidî, Hâce-i Cihân ve Netîce-i Cân’da, Hâce-i Cihân’ın ve oğlunun Horasan’ndan kalkıp Mekke ve Medine’ye gidişine tahammül edemeyip Nureddin-i Horasanî’nin önderliğinde onların peşinden giden hemşehrilerinden söz eder ve şöyle der:
“İy Hâce hıdmetünüz ol diyardan ki rıhlet buyurdı biz dahı sabr-ı fürkat idemeyüb akabünüzce gitdük rûy-ı zemîni tamâm geşt idüb gezdük tamâm-ı seyr-i ifnâ içün tamâm devr idüb bir dem ârâm itmeyüb bî-had cefâ vü cevr-i eyyâm çeküb ve bî-‘ad pür-ejdehâ vü neheng vâdîleri ve deryâları geçüb ve bî-kıyâs pür-şîr ü bebr ü peleng tagları ve sahrâları aşub sizi arayı arayı bu araya geldük ve şidde-i rûzigâr-ı fürkatden halâs bulub vuslat-ı yâre yetişdük (…)”[3]
Tahammül ve sefer konusundaki anlayışın izleri Osmanlı şiirinde de karşımıza çıkar. Bu beyitlerde çoğu zaman aşkın çaresi olarak “Ya tahammül ya sefer” sözü zikredilir. Nedim bir beytinde bu konuya şöyle temas eder:
N’ola gitse kendüden hayretle cân-ı nâ-sabûr
Yâ seferdir yâ tahammül çünki aşkın çâresi[4]
Âşığın sabır ve sefer arasında yaşadığı tereddüt birçok beyitte söz konusu edilmiştir. Bunların hepsinin burada verilmesinin imkânı yok. Ancak, Aydınlı Visâlî’nin şu ilginç beytinde güneş, sevgilinin gamıyla terk-i diyâr etmesi yönüyle bir âşığa benzetilmiştir:
Dirler meseldür ‘âşıka yâ sabr yâ sefer
Eyler gamunla her gice terk-i diyâr şems[5]
Yine Visâlî şu beytinde de aynı konuya temas eder:
Dirler ki ‘âşık olana yâ sabr yâ sefer
Sabrı idemez gönül bana yârân sefer gerek[6]
Sefer redifli şiirlerin, Osmanlı şairlerinin seyahat konusundaki temâyülünü yansıttığını söyleyebiliriz. Mesela ısrarla âşığa sabır veya sefer tavsiye edilmesi seyahatlerin önemli bir sebebine işaret etmektedir. Aşağıya aldığımız Âhî’nin sefer redifli şiiri yukarıdaki beyitleri muhteva açısından desteklemektedir. Bu beyitlerde güneş doğduğunda sefere çıkmanın mübarek olduğunun söylenmesi, hasta olanların sefere çıkmasının uygun görülmemesi yine Osmanlı toplumunun bu konuda gelişen dikkatini yansıtır:
Dirler ki ‘âşık olana yâ sabr u yâ sefer
Sabrum dükendi lâzım olupdur bana sefer
‘Işkun müsâfirini inen yakma gün gibi
 kıblegâh-ı Ka‘be-i maksudum â sefer
Dil bir yana çeker sana cân bir yana beni
El-kıssa vâcib oldı bana bir yana sefer
Görsem yüzüni gönlüme ölmek gelür hemân
Zîrâ begüm mübârek olur gün toga sefer
Dil-ber mahallesinden ırâg itme Âhî’yi
Yazuk degül mi eyleye bir mübtelâ sefer[7]
Seyahatin kederi def edeceğine, âşığın yahut başkalarının hüznünü bir nebze hafifleteceğine dair eski bir sosyal temâyülün varlığını kabul edebiliriz. Bu husus Keçecizâde İzzet Molla’nın Mihnetkeşânında şöyle işlenmektedir:
Seyâhatle def ‘-i kederdir murâd
Ederler mi bîhûde terk-i bilâd[8]
Menkıbelerde de tahammül yerine seferi tercih edenlerden zaman zaman bahsedilir. Bunlardan birisi Hasan Cihângirî’nin halifelerinden Besnili Seyyid Mustafa Nehcî’dir. Nehcî, oğlu Seyyid Seyfullah’ın taun sebebiyle vefatından sonra acısına pek tahammül edememiş ve şeyhi Hasan Cihangirî’den memleketine gitmek için izin istemiştir. Sebebini ise şöyle ifade etmiştir: “Ola ki, gönülde yanan ayrılık ateşi ve yakıcı sancı sefer ve hareketle meşgul olmak ile teskin bula.”[9]
Evliya Çelebi de Seyahatnâme’de Melek Ahmed Paşa’nın vefatından sonra gözünü hiçbir şeyin görmediğini, acısını hafifletmek için gönlüne yine seyahat arzularının düştüğünü söyler. Çelebi, bunun üzerine seyahat hazırlıklarına girişmiş ve IV. Mehmed’in Nemse seferi vesilesiyle başka bir seyahatine çıkmıştır.
Tahammül edemeyip seferi ihityar edenlerden birisi de Ömer Lütfi’dir. Onun bu tahammülsüzlüğü edebiyatımıza Ümit Burnu Seyahatnâmesi’ni kazandırmıştır. Ömer Lütfi, Ümit Burnu Müslümanlarına dinî eğitimlerini desteklemek için gönderilen Ebubekir Efendi’nin öğrencisidir. Babasının baskısından bunalan Ömer Lütfi, hocasıyla beraber bu seyahate katılır. Yolculuğunu eserinde ayrıntılı olarak anlatmıştır.
Tahammül insanda hep mevcut olmanın ötesinde -zayıflığı hâlinde- seferin varlığını gerekli kılar. “Ya tahammül ya sefer” diyen biri herhalde yolculuğa çıkmak ve rahatlamak için mevcut bir kabulden destek almak istiyordur. Bu anlamda Türk kültüründe bu sözün insan psikolojisine ilaç gibi gelen bir fiili ifade ettiğini söylemek mümkündür.
[1] Ahmet Hamdi Tanpınar, Hikâyeler, Dergâh Yayınları, İstanbul 2011, s 78.
[2] Ahmet Hâşim, Bize Göre Gurebâhâne-i Laklakan Frankfurt Seyahatnamesi, Haz.: Mehmet Kaplan, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981, s. 169.
[3] Vâhidî, Hâce-i Cihân ve Netîce-i Cân İnceleme-Tenkitli Metin, Yay. Haz.: Turgut Karabey, Bülent Şığva, Yusuf Babür, Akçağ Yayınları, Ankara 2015, s. 342.
[4] Muhsin Macit (Haz.), Nedim Divanı, Akçağ Yayınları, Ankara 1997, s. 359.
[5] Ahmet Mermer, Türkî-i Basît ve Aydınlı Visâlî’nin Şiirleri, Akçağ Yayınları, Ankara 2006, s. 153.
[6] Ahmet Mermer, a. g. e., s. 167.
[7] Necati Sungur, Âhî Divânı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1994, s. 89.
[8] Keçecizâde İzzet Molla, Bir Sürgün Şâheseri Mihnetkeşân, Haz.: Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, Sahaflar Kitap Sarayı Yayınları, İstanbul 2007, s. 136.
[9] Nehcî Seyyid Mustafa Halvetî, Cihângîr’de Bir Aşk ve İrfân Ocağı Hasan Burhâneddin Cihângîrî ve Menâkıbnâmesi, Haz.: Mustafa Tatcı-Yasin Şen, H Yayınları, İstanbul 2016, s. 109-110.