Yahya Kemal’in öğrencileri ile büyük bir heyecanla düşman cesetleri ile dolu Bursa yollarına düşmesi Mustafa Kemal Paşa ile karşılaşmasına da sebep olacaktı. Yahya Kemal ve öğrencilerinin Bursa yolundaki ilk durakları Mudanya olmuştu. Geceyi kurtuluştan sonra kaçan zengin bir Rum’un evinde geçirmişler, ertesi gün kendilerine tahsis edilen bir arabayla Bursa yolunu tutmuşlardı. Bursa büyük bir heyecanla Yunan’ı İzmir’de denize döken Gazi’yi beklemekteydi. Öğrencileri ile bir otele yerleşen Yahya Kemal de…
Şairimiz ile Atatürk’ün Bursa’daki karşılaşmalarından bahseden bir görgü şâhidi de Raûfi Manyâsi’ydi. İtibâr-ı Millî Bankası Umum Müdürlüğü Bursa şubesinin müdürü Hilmi Bey Yunanlılar tarafından kaçırıldığı için vaziyeti tetkik edip bir rapor hazırlamak için Bursa’ya gönderilmiş, bir yemek esnasında epeydir görmediği eski dostu Yahya Kemal ile karşılaşmıştı. Şâirimizin vefatından sonra 1959’da yazdığı bu yazı o karşılaşmanın akabinde yaşananların hikâyesidir:
“İşte bu! 1388 (1922) senesinin mesut günlerinden birinde 57 sene evvel Bursa’da otelin salonunda kendisine rastlayınca çok sevinmiştim. İstanbul’dan Bursa’ya gelen bir talebe kafilesine katılarak gelmiş. Yemekten bahsettim ve kendisinin de yemeğe iltihakını temin ettim. Gazi yemeğe gelince, maiyetinde bulunanlar arasında bulunan Hamdullah Suphi, Yahya Kemal’i Gazi’ye takdim etti. Uzun masanın etrafında sıralandık. Gazi o kadar güzel konuşuyor o dâvudi sesiyle hepimizi öyle bağlıyordu ki bizler saatlerin geçtiğini hissetmiyorduk. Nihâyet Yahyâ Kemal’den bir şeyler okumasını istediler. Bilmem nasıl oldu, gayr-ı ihtiyâri yüksek sesle “La mort du Loup” ( Kurdun ölümü) deyivermişim. Gazi’nin tam karşısında oturuyordum. Ağzımdan bu cümlenin çıkmasıyla kıpkırmızı kesildim. Fakat onun bakmaya doyulmaz sihirli gözlerinin içi güldü. Ve “ Peki, rica ediyoruz.!” Dediler. Yahya Kemal ayağa kalktı ve ağır ağır “La mort du Loup’u” öyle bir okudu ki yirmi beş kişilik hâzirun hatta Fransızca bilmeyenler dahi bu harikulâde okuyuşun tesiri altında mebhut kalmışlardı.(Şaşmış, hayrette kalmış) Gazi son derece beğendi ve bana işaret ederek (Teşekkür ederim) dediler. Ben yaptığım gafın üzüntüsünü ancak böyle silebildim. Yahya Kemal o akşam Gazi’nin sevdikleri arasına karıştı. O kadar ki Bursa’dan birkaç gün sonra Ankara’ya beraber gittiler.”
Zaferden sonra Yahya Kemal için bambaşka bir yol açılmıştı. Üniversitenin boş bir odasında, setli kahvelerde bilhassa İkbal Kıraathânesi’ndeki toplantılar tarihe karışmış, çok özlenen hâtıralar hâline gelmişti. Yahya Kemal Ankara’da bambaşka bir hava ile karşılaşacaktı. Şaşırtıcı bir hava ile… Gazi bir sohbet sırasında ayağa kalkmış, dolabından çıkardığı sararmış bir tomar kâğıdı oturdukları masanın üstüne koyuvermişti. İtina ile kesilmiş bu yazılar Yahya Kemal’in Millî Mücâdele için çeşitli yerlerde çıkmış olan makalelerinin ve yazılarının toplamıydı. “Kurdun Dişisi ve yavruları” gibi birbirinden cesur makalelerin ve yazıların toplamıydı. Şairimizin Mustafa Kemal Paşa’ya duyduğu hayranlığın başlangıcı Anafartalar’dandı. 31 Ağustos 1923 tarihli Hakimiyet-i Millîye Gazetesi’ndeki yazısının son bölümü o bağlılığının ilânıydı.
“Tarihin herhangi bir kumandanı için “Anafartalar” müebbed bir şan ve şeref hâtimesi olabilirdi hâlbuki bu memleketi kurtarmağa gelmiş büyük adama “Anafartalar” ancak bir başlangıç oldu. Talihin orada yaman bir örs üzerinde döğdüğü dehanın üzerinde doğduğu, “Sakarya’da parladığını, Dumlupınar’da galebe ettiğini gördüğümüz gibi, eserinin kemâlini de göreceğiz.” Süheyl Ünver Hocamız da şairimizin kendisine “Mustafa Kemal’e bağlılığım Anafartalar’dandır” dediğini yazmıştı. “Yahya Kemal’in Dünyası” Ord. Prof Dr A. Süheyl Ünver Sh. 105
Yahya Kemal Ankara’da da Bursa’da olduğu gibi Gazi’nin sofrasında idi. Paşa Bursa’da açılan DİN konusunu bir gece Yahya Kemal’in yüzüne bakarak tekrar açacaktı. Bir Türkçe Kur’an tercümesini çıkararak ” Ya Muhammed, Dünya senden önce karanlıklar içindeydi diye tercüme edilmiş bir âyet okuyacak, ondan sonra da, “ arkadaşlar Türk milletini asırlarca geri bırakan da bu zihniyettir. Biz bunu yıkacağız “ dedikten sonra” “Ama Yahya Kemal Bey bizim zihniyetimizi bizim bu fikrimizi paylaşmıyor; bu “Bu gece münakaşa edelim” diyecekti.
Sermet Sâmi Uysal Bey “YAHYA KEMAL” adını taşıyan kitabında” Şair Kur’andaki ‘karanlık’ın mecazî anlamında kullanıldığını çok iyi bilir ama ortamı uygun bulmadığından tartışmaya girmek istemez!… Onun için yalnızca “Paşam müsaade ederseniz münakaşaya katılmak istemiyorum, söyleyeceğim şeyler belki hoşunuza gitmez, nekbetime (talihsizliğime) sebep olur” der diye yazmaktadır. Mustafa Kemal Paşa bunun akabinde gergin havayı yumuşatmak istercesine “ Ne demek biz inkılâpları millet için yapıyoruz. Tabii kendi aramızda her şeyi açıkça münakaşa edeceğiz.” dedikten sonra gene bakışlarını Yahya Kemal’e çevirmiş “Peki siz İslâmiyet’den önce Dünya ‘nın karanlıklar içinde olduğuna inanıyor musunuz?” diye sormuştu. Şairin cevabı fikrinin istikametinde doğru gördüğüydü. “Bir Yunan, bir Roma medeniyeti var, bunların günümüze kadar tesir eden felsefesi, Sokrat, Eflatun, Aristo gibi filozofları var” Gazi “ E, o halde” “Paşam ben inanmıyorum, Türk milleti inanıyor.” Diyerek son sözünü söylemişti.
Şairimiz daha sonra, Mustafa Kemal Paşa ile arasında geçen bu olayı Cahit Tanyol’a anlatırken “Dinin nasıl, ne şekilde tenkit konusu olması gerektiği üzerinde durdum. Dinlerin getirdiği gerçeğin düşüncemize değil, inancımıza hitap ettiğini söyledim. Münakaşa biraz sevimsiz bir hava içinde bitti diyecekti.( Cahit Tanyol .“Türk Edebiyatında Yahya Kemal-İnceleme ve anılar” Sh.190)
Yahya Kemal aslında devrimlere karşı değildi. Ama seneler boyu yaptığı araştırmaların ve geniş kültürünün neticesi tam bir entelektüel ve Türk aydını olarak icabında bazı değişikliklere katılamıyor, karşı çıkmak denilemeyecek ikazlarda bulunup fikrini açıkça söylemek cesaretini gösterebiliyordu. Atatürk de şaire zaman zaman kızsa, fikirlerine iştirak etmese bile onu takdir etmekten hatta bazı meselelerde ona hak verip sofrasında görmekten vazgeçmiyordu.
Türk tarihini Sümerlere, Etilere kadar götüren görüşlere, Dil meselesindeki aşırılıklara katılmayan Yahya Kemal sırasında bu görüşlerini Atatürk’e de söyleyebiliyordu. Dalkavuk ve cahil dilcilerden iyice bunalan Paşa Yahya Kemal’e güvenini ispat edercesine ona Türk Dil Kurumu’nın başına geçmesini teklif etmişti. Yahya Kemal ise “Paşam bu mevzuda benim bir vehmim var, Müsaade ederseniz ben bu vehmimle öleyim” diyerek bu teklifi kabul etmemişti. Atatürk daha sonra “Güneş Dil Teorisi’nin çıkmaza girdiğini. Kendi kullandığı dilin bile maskaraya çevrildiğini görünce Yahya Kemal’e hak verecek, bu gidişe dur diyecekti. Ama ne yazık ki Millî Şef İsmet Paşa’nın devrinde bu çılgın öztürkçecilik tekrar hortlayacaktı.
YAHYA KEMAL DEVRİMLERE KARŞI MIYDI?
Yahya Kemal asla devrimlere karşı değildi. Yaptığı araştırmaların ve büyük kültürünün neticesi tam bir entelektüel ve Türk aydını olarak icabında bazı değişikliklere katılamıyor, karşı çıkmak denilemeyecek ikazlarda bulunup, fikrini açıkca söylemek cesaretini gösterebiliyordu. Atatürk ise zaman zaman şaire kızsa, fikirlerine iştirak etmese bile onu takdir etmekten hatta bazı meselelerde ona hak verip sofrasında görmekten vazgeçmiyordu.
Türk tarihini Sümerlere, Etilere kadar götüren görüşlere, dil meselesindeki aşırılıklara katılamayan Yahya Kemal sırasında bu görüşlerini Atatürk’e söyleyebiliyordu. 3 Mart 1924’te Hilâfetin ilga edilişine, Osmanlı Hânedânının Türkiye haricine çıkarılmasını teklif eden kanun kabul edilmiş ve Hilâfet kaldırılmıştı bu kanunun altında Yahya Kemal’in de imzası vardı. Aynı tarihte, Şer’iye ve evkaf Vekâletinin kaldırılması yerine diyânet İşleri Reisliğinin kurulması için teklif edilen kanunu da imza etmişti. Tevhidi tedrisat kanununun teklifine de imzasını atmıştı.
Yalnız tekkelerin hiçbir ayırım yapmadan kapatılmasına üzülmüş gibiydi. Sermet Sami Uysal bu olaya şu satırlarla açıklık getirmişti: “Yahya Kemal’e göre, bu konulardaki kararların bir kısmı aceleye gelmiştir. Ve yine Yahya Kemal’e göre aynı zamanda bir kültür yuvası olan, güzel sanatların gelişmesinde de rol oynayan “Tekkeler, ıslah edilerek şiddetle ihtiyaç duyulan aydın din adamları da yetiştirilebilinir, böylece de İslamiyet’e gönül vermiş olan halk “YOBAZ” ların, din bezirgânlarının, sahte “HOCA” ve “ŞEYH”lerin eline düşmez…”
Değerli yazarımıza göre “Yahya Kemal’in o zamanki düşünceleri “kuvveden fiile “ çıkarılabilseydi günümüz de üst üste yaşadığımız dinle ilgili olaylar patlak vermez ya da en aza inerdi.”
Bir eğitim yuvası ve kültür ocağı olarak birçok ünlü şairin, musikîşinasın yetişmesindeki büyük hizmetini, Anadolu’nun birleşmesi, Balkanların İslamlaşmasındaki tesirini mühimseyen şairimiz tekkelerin hiç ayırım yapılmadan Meselâ Galata Mevlevihânesi, Yenikapı Mevlevihânesi gibi bozulmamış kültür ocaklarının da yeni kanunun hışmına uğramasına açıkca söylemek lâzımsa çok üzülmüştü. Yahya Kemal çok sevdiği Paşa’sının da çok sevdiği “Bizim öz musikîmiz” dediği Türk musikisî’ni yasaklamasına da çok üzülmüştü. Varşova’da vatandan uzakta kalışının hasretine ilaç hep o öz mûsikîsini dinlemek olmuştu. 1927 senesinde Varşova’nın soğuk ve karlı bir gecesinde “Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden” diye mısrâlara döktüğü o gecede Tamburî Cemil Bey’in nağmeleri ona teselli olmuştu. İşte o ânı böyle şiirleştirmişti.
“Zihnim bu şehirden, bu devirden uzakta,
Tanburî Cemil Bey çalıyor eski plakta
Birdenbire mes’ûdum işitmek hevesiyle.
Gönlüm dolu İstanbul’un en özlü sesiyle.
Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık,
Uykumda bütün bir gece Körfezdeyim artık.”
Onu Varşova’nın bu karlı gecesinde sarıp sarmalayarak İstanbul’a götüren, vatanının sesi olan bu mûsıkî nasıl yasaklanırdı? Bu yasak çok büyük bir yanlıştı. Bu yasak çok sevdiği, çok saydığı, korkusuzca desteklediği Mustafa Kemal Paşa tarafından konulsa bile yanlıştı. Klasik Türk mûsikîsi onun için çok önemliydi. Bu mısrâları yazdıracak kadar…
“Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden
Ve ondan anlamıyan bir şey anlamaz bizden”
Atatürk üstelik bu musîkiyi çok seviyor ve anlıyordu da. Bunu nasıl yapardı? Dostlarına içini döktüğü, acısını paylaştığı mektuplar da yazıyordu. Bu mektuplar tabii Atatürk’ün kulağına da gidiyordu. Sermet Sami Uysal Bey’in dediği gibi “Kemaller arasında soğuk olmasa da yine serin yellerin esmesine sebep olacaktı.”
Atatürk bütün bu tatlı sert olaylardan sonra Yahya Kemal’e olan saygısını, sevgisini hiç kaybetmemiş onu son günlerine kadar sofrasında hep görmek istemişti. Pek çok kişinin “Şairden elçi olur mu?” diyerek küçümsemesine rağmen Polonya’ya, İspanya’ya elçi olarak da tayin etmişti. O devir de Şairimizin dramatik ve komik olaylarla Atatürk ile yaşadığı bir başka fasıldır. Türk musikîsinin radyolarda çalınmasının yasak edilmesi 1934 yılından 1936 yılının yarısına kadar sürmüştü. Atatürk’ün Sarayburnu Park’ında verilen bir konserde bulunduktan sonra duyduğu üzüntü ve kapıldığı asabiyetle böyle bir karara vardığı söylenenler arasındadır. Sunumun yüz ağartıcı olmaktan uzaklığının icracıların kıyafetlerındeki perişanlık ve pejmürdeliğin Atatürk’ü çok üzdüğü söylenmek te ve konuşulmaktadır. Vasfi Rıza’nın anlattığına göre Atatürk bir gece kendisinden Dellâlzâde İsmail Efendi’nin “Aaah! O güzel gözlerine hayran olayım” mısraı ile başlayan yürük semaisini okumasını istemiş , hayranlıkla dinledikten sonra “Ne yazık, ki beni yanlış anladılar. Şu okunan ne güzel bir eser. Zevkle dinledim. Sizler de öyle” demiş, yakının da olanların ortalığı velveleye verdiklerini söylemiştir. Bu husus ihtilâflıdır. Değişik söylentiler vardır. Atatürk’ün bu üzüntüsünü, Mecliste bu konuda konuşmasını Basın Yayın Genel Müdürü Vedat Nedim Tör’ün İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya aksettirdiğini, Bakan’a “Paşa böyle dediğine göre herhalde yasaklanmasını istiyor . Yaparsanız sevinir” dediği Şükrü Kaya’nın bunun üzerine yasakladığı söylentiler arasındadır. (Sinan Meydan-Elcevap- İNKILÂP kitapevi Sanayi ve Ticaret AŞ) 2014 3. Baskı sh. 764
Atatürk 1936’dan sonra bu yasağı kaldırmış, sofrasında Münir Nurettin ve Safiye Ayla dâhil seçkin ve seviyeli icracıları hep dinlemiştir.